İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kadir Abi’ye bir sorum var

Özgür Gürbüz-BirGün/23 Mart 2014

Yerel seçimlere bir hafta kaldı. Açıkçası belediyeleri, sorunlarını ve çözüm önerilerini pek konuşamadık. Genel seçim havasında yerel seçim yapıyoruz. Özellikle de iktidar partisinin durumu evlere şenlik. Sivaslılar da, Nevşehirliler de belediye başkan adaylarının Tayyip Erdoğan olduğunu düşünüyor. Her yerde onun resimleri var. Amasya’ya da Kütahya’ya da aynı afiş asılıyor, aynı sloganla oy isteniyor. Tüm illere üçüncü köprü ve tüp geçit yapılıyor. Tokatlılar bizim ilde boğaz nerede diye birbirlerine soruyor. Vanlılar da, Van Denizi’nin altından otomobilleriyle geçecekleri o tarihi günü bekliyor. Belediyelerdeki güvenlik görevlileri, seçimi kazanan AKP’li başkanları belediye binasına almayabilir. “Sen Tayyip değilsin, biz ona oy vermiştik” diyebilir. AKP seçmeni bu saçmalığa kanıp, figüran başkanlara oy verecek mi; bir hafta sonra göreceğiz.

İstanbul’da ise bir başka trajedi yaşanıyor. Kendisini Gezi olayları sırasında bile sadece birkaç kez ekranlarda, basın toplantılarında görebildiğimiz Kadir Topbaş, ‘Kadir Abi’ afişleriyle kente geri döndü. Biz bu ‘abi’yi, verdiği sözlerini tutmadığı için aileden atalı çok olmuştu. Gezi sırasında, “Artık bir otobüs durağının yeri değiştirilirken bile halka sorulacak” diyen abimiz, Kanal İstanbul, Üçüncü Köprü ve Üçüncü Havalimanı projelerini bize sormadı. Onun halkı belli ki inşaat şirketleri ve başbakandan ibaret. Yine de Topbaş’ın hâlâ İstanbul’da yaşadığını bilmek güzel. Çünkü ona bu sözünü neden tutmadığını sormak için can atan benim gibi binlerce insan var bu şehirde.

Topbaş’a sormak istediğim asıl soru ise ulaşımla ilgili. Geçenlerde yapılan bir ankette, İstanbul’un en önemli sorunu nedir sorusuna, ankete katılanların yüzde 68’i “ulaşım” yanıtını vermiş. Topbaş’ın karşısına çıkan gazeteciler belki kendisine bu sorunu nasıl çözeceğini sorar. Benim sorum ise daha farklı, ulaşımla ilgili kendisine sadece bir soru sormak istiyorum. Sorum şu: Kadir Abi, evinden işine nasıl gidiyor? Metroyla mı, otobüsle mi, metrobüsle mi, dolmuşla mı ya da bisikletle mi? Yoksa işine bir makam aracında, önünde trafiği açan eskortlarla mı gidiyor? İsteyen gazeteci arkadaşlar bu sorumu alıp, kendisine yöneltebilir.

Ben kendisini metroda ayakta dikilirken hiç görmedim. Metrobüste ezilirken, tramvayda tacize uğrarken de görmedim. Otobüste otomatik kapının çarptığı Kadir Abi’yi göreniniz var mı? Minibüste ani fren nedeniyle yere kapaklanan Topbaş fotoğrafına hiç rastladınız mı? Benim minibüste kaza geçirip, kaşıma dikiş atılmışlığım var. Halk otobüsü fazla yolcu alsın diye durakta beklerken işe geç kalan ve sinir krizi geçiren Kadir Abi’yi de hiç hatırlamıyorum. Hadi bunları geçtim. Madem her yerde metro vardı, her yere metro gidiyordu; neden o trenlerde Kadir Abi yok? Sorum, diğer büyükşehir belediye başkanları için de geçerlidir.

Ken Livingstone işinden evine dönüyor. mylondondiary.co.uk
Güvenlik deyip bu sorumu geçiştirmeye kalkmayın. Londra’nın eski belediye başkanı Ken Livingstone’ın metroda seyahat ederken çekilmiş onlarca fotoğrafı var. Londra’nın bugünkü belediye başkanı Boris Johnson bir bisiklet tutkunu. Johnson, 2012 Londra Olimpiyatları’na gelen özel konuklara (VIP) bile toplu taşımayı kullanmalarını önermişti. Bir defasında Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Eş Başkanı Rebecca Harms ile Berlin’de röportaj yapmak için randevulaşmıştık. Elinde bavuluyla metrodan çıkıp gelivermişti.

Eğri oturup doğru konuşalım. İstanbul’u 1994’ten beri AKP zihniyeti yönetiyor. Erdoğan dönemi metro açısından tam bir felaket. Öyle ki Topbaş bile icraatlarını anlatırken 2004 öncesi deyip geçiyor. Halbuki kendisi 1994-1998 yıllarında Erdoğan’ın danışmanıydı. 1999’da Beyoğlu Belediye Başkanı oldu. 2004’ten beri de İstanbul’u yönetiyor. Kadir Abi 20 yıldır burada. Beyoğlu’nun da İstanbul’un da hali ortada.

Devlet Habitat'tan da kaçtı

Türkiye sürpriz bir kararla, Birleşmiş Milletler kapsamında çalışan Habitat örgütü tarafından düzenlenen ve kentleşmeyle ilgili sorunların tartışıldığı Habitat toplantısına ev sahipliği yapmaktan vazgeçti. 2016 yılında İstanbul’da yapılacak konferansa ev sahipliği teklifi bizzat Türkiye’den gelmiş ve altı ay önce BM genel kurulunda kabul edilmişti. 

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Haziran 2013

Foto: Halkevleri
Türkiye, insan yerleşimleri, kentleşme gibi konularda çözüm yolları üretmeyi amaçlayan ve Birleşmiş Milletler (BM) içinde yer alan Habitat örgütünün üçüncü büyük toplantısına ev sahipliği yapmaktan vazgeçti. Daha önce iki kez büyük toplantı düzenleyen BM örgütünün 2016 yılında yapacağı toplantıya ev sahipliği yapmayı bizzat Türkiye istemiş ve İstanbul aday gösterilmişti. 6 Aralık 2012 tarihinde, BM Genel Kurulu’nda Türkiye’nin teklifi kabul edilmiş, İstanbul’daki toplantıya katılım çağrısı yapılmıştı. Fakat, İstanbul’u kongre merkezi yapmak isteyen, olimpiyatlara aday Türkiye, Habitat toplantısına ev sahipliği yapma başvurusunu geri çekerek herkesi şaşırttı. Aldığımız duyumu teyit etmek için başvurduğumuz BM-Habitat yetkilileri geri çekilme kararını doğrularken, nedenleri konusunda kendilerine bir açıklama yapılmadığını belirtiyor. Bu nedensiz fikir değişikliğinin Türkiye’nin “imajını” nasıl etkileyeceği de ayrı bir tartışma konusu.

Hükümet kent örgütlenmelerinden rahatsız
BM-Habitat örgütü en son toplantısını 1996 yılında İstanbul’da yapmıştı. Bu son toplantıda, “Habitat Gündemi” ve “İstanbul Deklarasyonu” kabul edilmişti. Bu belgelerle hükümetler, tüm vatandaşlara uygun barınma olanakları sağlamayı ve sürdürülebilir insan yerleşimlerini geliştirmeyi taahhüt etti. Dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşamaya başlamasıyla önemi artan kentleşme sorunlarının da konuşulduğu toplantıya Türkiye’nin ev sahipliği yapmaktan neden vazgeçtiği ise bir muamma. Kararın çok yanlış olduğunu belirten TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, “Kentleşme ile ilgili önemli kararların alındığı bir dönemden geçiyoruz. Tarihi ve doğal çevre ile kültürel yaşamımız bu süreçten etkileniyor. Habitat, toplumun farklı kesimlerinin düşüncelerini, önerilerini ortaya koyabileceği özgür demokratik bir ortam sağlayabilirdi” diyor. Son yıllarda kentlerde sürdürülen operasyonların mağdurlarının platformlar kurduğu ve muhalefetin örgütlendiğine dikkat çeken Muhcu, “31 Mayıs’taki müdahaleden sonra bu demokratik tepkiler kendilerini bir şekilde ifade etti. Hükümet, bu kent örgütlenmelerinden rahatsız, bu düşüncelerin Habitat’a taşınmasından endişe etmiş olabilir ama ne açıdan bakılırsa bakılsın bu karar hükümet açısından ciddi bir yıpranmaya yol açar” yorumunu yapıyor.

İstanbul 15 yıl önceki siluetini kaybetti
Türkiye’nin Habitat’a ev sahipliği için yaptığı başvuru BM’nin 6 Aralık 2012 tarihli genel kurul toplantısının sonuçlarında yer almış, başvuru desteklenmiş ve tüm ülkelere katılım çağrısı yapılmıştı. Türkiye’nin altı ay önce yaptığı başvurusunu Gezi olayları sonucunda geri çekiyor olması, bu kararın ardında “Gezi Parkı olayları var” tahminini güçlendiriyor. İstanbul’da yapılacak bir toplantıda Türkiye’den katılımın çok olması, Gezi Parkı, Üçüncü Köprü, Kanal İstanbul ve Üçüncü Havalimanı projelerinin sıkça gündeme geleceği tahmin ediliyor. TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube 2. Başkanı Mehmet Murat Çalık da bu konuya dikkat çekiyor. Kararı doğru bulmadıklarını söyleyen Çalık, “1996 sürecini hatırlıyoruz, ciddi kazanımları olan birçok konunun tartışıldığı bir ortamdı. Bugünlerde tartışmaya uygun bir ortam yok. İstanbul’un Habitat’ta ciddi tartışma yaratacak sorunları var. Sadece Gezi Parkı değil, yüksek yapı politikası, AVM’ler ve rantsal projeler var. İstanbul 15 yıl önceki siluetini kaybetti, yeni siluetler eklenmeye çalışıyor. 2016 yılının yerel yöneticiler tarafından sakin geçmesi isteniyor olabilir. Başvurunun geri çekilmesi talihsiz. Habitat, teknik adamların, yerel yöneticilerin çok faydalandığı bir buluşmaydı” açıklamasını yapıyor. Görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileriyse kendilerine konu hakkında bir bilgi gelmediğini belirtti.

***
Kadir Topbaş ne yapacak?
BM-Habitat Yerel Yönetimler Danışma Komitesi’nin (UNACLA) başkanlığını yürüten İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’ın bu çekilme kararının ardından ne yapacağı da merak konusu. UNACLA, Habitat toplantılarının gündeminin belirlenmesi için yerel yöneticilerin katılımını arttırmayı amaçlayan bir kuruluş. Başkanlığa seçildiğinde Topbaş, “UNACLA Başkanlığı onurlu bir görev, ama tabii dünyaya karşı ciddi bir sorumluluk” açıklamasını yapmıştı.

1996’da ne olmuştu?
Son Habitat toplantısı 1996 yılında İstanbul’da yapılmıştı. 3-14 Haziran 1996 tarihleri boyunca İstanbul’da çeşitli protesto yürüyüşleri ve gösteriler düzenlenmiş, alternatif toplantılar gerçekleştirilmişti. Resmi toplantı sonucunda İstanbul Deklarasyonu ve Habitat Gündemi başlıklı iki belge yayımlanmıştı. Bu iki doküman, hükümetlerden tüm vatandaşlarına uygun ve sürdürülebilir yerleşim koşulları sağlamasını talep ediyordu.

Tarık’ın gözünden Filistin

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Nisan 2013

 Foto: www.whenisawyou.com
Kendini bir anda mülteci kampında bulan bir çocuk ne yapar? Sorunun yanıtı basit aslında; evini özler. Tarık, 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında annesiyle birlikte Ürdün’deki bir mülteci kampına getirilir. Tek isteği, eski okulundaki öğretmenine, nerede olduğunu bilmedikleri babasına ve evine kavuşmaktır. Annesi ona evlerinin güneşin batığı yönde olduğunu söyler, o da evini bulmak için sırtında okul çantası yollara düşer. Kendini, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) fedailerinin kampında bulur. Tarık’ın inadı annesini de kampa getirir.

Annemarie Jacir’in, “Seni Gördügümde”  adlı bu filmi bizi görüntü ve ses efektleriyle süslenmiş egemen sinemanın dilinden bir buçuk saatliğine de olsa uzaklaştırıyor  ve bağımsız sinemayı bir kez daha hatırlamamıza yardımcı oluyor. Jacir’in filmi, kendisinin de şair olmasından olsa gerek, şiirsel ve sade bir anlatıma sahip. Bizi 40-45 yıl öncesinin Filistin’ine götürüyor. Mülteci kampalarını, fedailerin duygularını ve evine dönmek isteyen 11 yaşındaki bir çocuğa evinin yolunu gösteremeyen bir annenin çaresizliğini sakin bir dille anlatıyor. Tarif edilmesi imkânsız acıları tebessümle izletiyor. Bir bakıyorsunuz ki, İsrail’in çitlerinin yerini dev duvarlar, ciplerinin yerini insansız hava araçları almış. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün fedailerinin yerini kim almış, o hiç belli değil. Türkiye’den bakınca, Arafat’ın ölümüyle etkisizleşen direnişin yerini bu işten çıkar sağlamak için nutuk atan politikacılar almışa benziyor. Çok yakından tanıyorsunuz bu isimleri. Film, belki bilerek belki de bilmeyerek, FKÖ’nün militanlarının zaman içerisinde ne kadar değiştiğine de işaret ediyor.

 Foto: www.whenisawyou.com
Jacir daha önceki filmi, “Bu denizin tuzu”nda da, Amerika’da doğan Filistinli bir mültecinin evine dönüş hikâyesini konu almıştı. Dünyadaki dört mülteciden birinin Filistinli olduğu söylenir. Jacir onlardan biri. Onun, filmlerde ev ve memleket temalarını işlemesine şaşırmamak gerek. Aksine, Jacir’e teşekkür etmeliyiz. Çekilen acıları bir mültecinin gözünden bize sakin sakin anlatmayı başardığı için.

***
“Emek”siz olmuyor
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği otuz ikinci film festivalini de geride bıraktık. Festivalin bu yılki havasını tarif etmek zor. Beyoğlu’nda festival filmlerini gösteren sinema sayısı ikiye düştü (Atlas ve Beyoğlu). Eskiden, festival zamanı Beyoğlu’nda sadece film konuşulurdu. İstiklal caddesinde tanıdıklara rastlar, ellerinde festival kitapçıklarıyla dolaşan insanlar görürdünüz. Nişantaşı’ndaki sinemada elinde patlamış mısırla film izlemeye gelen ve ona “popcorn” demeyi tercih eden bir güruhla film izlemeye çalışmak hoş değildi. Gel de “Emek Sineması”nı arama.

İstanbul’a yeni havaalanı çözüm mü?

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Nisan 2013

BirGün’ün perşembe günkü manşeti İstanbul’a yapılmak istenen 3. havaalanıydı. Ön Çevre Etki Değerlendirme Raporu’nu hazırlayan firma projeyi belli ki savunamamış ve “daha iyi yer yoktu” demiş. Daha iyi yer olmadığı doğru. Havaalanının yapılacağı tüm alanın yüzde 80’i orman. Bundan iyi yer mi olur? Sahibi, istimlak derdi yok. Aslında rapordaki cümlenin doğrusu şöyle olmalı: İstanbul’da bu havaalanını yapacak başka yer yok. Birkaç orman dışında beton dökecek boş yer kalmadı İstanbul’da. Onları da olimpiyat, havaalanı bahanesiyle teker teker hallediyorlar. Gezi Parkı’ndaki on küsur ağaca bile yer yok planlarında. Yeşile alerjisi var bu hükümetin. Ağaç gördüklerinde yatağa düşüyor olmalılar. Merak ediyorum yaprak deyince uçuk da çıkıyor mu?

İSTANBUL NE KADAR BÜYÜYECEK?
Üçüncü havalimanı yerine Atatürk ve Sabiha Gökçen’in kapasitesinin artırılmasını önerenler var ama asıl sorulması gereken soru “3. havaalanına ihtiyaç var mı” olmalı. İstanbul daha ne kadar büyüyecek? Dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’in en kalabalık kenti Şanghay’ın nüfusu 23 milyon civarında. Çin’in nüfusu ise 1 milyar 350 milyon. Şanghay’da yaşayanlar Çin’de yaşayanların sadece yüzde 1,8’i. Türkiye’nin 2011 nüfusu 74 milyon 724 bin. İstanbul’da yaşayanların sayısı ise 13 milyon 854 bin. Bu demektir ki Türkiye nüfusunun yüzde 18,5’i İstanbul’da. Çarpıklığı görebiliyor musunuz? Dünyanın en kalabalık ülkesinde bile böyle bir saçmalık yok. O nedenle İstanbul’un nüfusunu artıracak yeni yerleşim, iş ve finans merkezleri, havaalanı, kanal, AVM, tünel, köprü, iskele gibi her proje sorunu daha da çözülmez kılacaktır. Türkiye’de anakentlerin nüfusunun 5 milyonu geçmemesine hatta çok daha az nüfuslu kentler kurulmasına çalışmak gerekir. Bu da büyümeye sınır koyarak olur, ranta kucak açarak değil.

Havaalanına itirazın bir başka gerekçesi de iklim değişikliği. Türkiye’nin 2011 yılı seragazı emisyonları iki gün önce açıklandı. 2011 yılı verileri bize gösteriyor ki, Türkiye'nin toplam emisyon miktarı 422 milyon tona ulaşmış. Toplam emisyon miktarı 1990’a göre yüzde 124 artmış. Havacılık sektöründeki artış hızı ise daha yüksek. Havacılık kaynaklı karbondioksit emisyonları 1990’dan bu yana yüzde 368 oranında arttı. Ulaşım kaynaklı emisyonlar içinde aslan payı lastikli taşıtlarda olsa da giderek daha fazla uçak kullanıyor ve daha fazla küresel ısınmaya neden oluyoruz. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin son değerlendirme raporuna göre (2007) küresel emisyonların yüzde 13’ü ulaşım kaynaklı. Havacılığın küresel emisyonlardaki payı da o zaman yüzde 2’ydi. Ucuz uçak bileti furyasıyla bu oran artıyor. Avrupa Birliği bu yüzden hava sahasını kullanan uçaklardan emisyon vergisi almaya başladı. Uçak şirketleri de daha verimli motorlar peşinde. 40 yıl öncesine göre yeni uçaklar yüzde 70 daha az yakıtla aynı yolu yapıyorlar. İki hafta önce Hollanda Kraliyet Havayolları’na (KLM) ait bir uçak, Amsterdam’dan New York’a atık yağlardan elde edilen biyoyakıtla uçtu.

Tüm bu çabalara rağmen dolu bir otobüs veya tren uçağa göre daha çevreci bir tercih olmayı sürdürüyor. Bisiklet ve yürümek dışında tabi... Bu yüzden yeni havaalanları yerine yeni demiryolları döşemek, toplu taşımayı, özellikle kent içinde teşvik etmek çok önemli. Öte yandan bazı kısıtlamalar da getirilmeli. Örneğin Ankara-İstanbul gibi kısa mesafelerde uçakların kullanılmaması için ek vergilerle bilet fiyatları pahalandırılmalı. Aslında bu örneğin kendisi de garip. İstanbul’dan Ankara’ya otobüsle beş saatte gidiliyor. İstanbul’dan normal bir trafikte havaalanına bir buçuk saatte gittiğinizi, bir saat önce orada olduğunuzu düşünürseniz, yolculuk, bagaj, rötar vs. derken hemen hemen aynı sürede Ankara’da olduğunuzu göreceksiniz. Uçağı öncelikli ulaşım aracı kabul etmek, bu basit hesabı bile yaptırtmıyor çoğumuza.

Çok değil, üç hafta önce Karadeniz kıyılarını vuran ve Abdulsamet Kahrıman adlı gencin ölümüne neden olan o dev dalgaları hatırlayın. O dalgaların nedeninin küresel ısınmayı ciddiye almayan politikacılar olduğunu unutmayın; hesap sorun. Hesap sorun ki, İstanbul’un yeni havaalanından kalkacak uçaklar Karadeniz’de dalga çıkarıp başka canlar almasın.

NOYAN ÖZKAN
Türkiye’de çevre ve hukuk mücadelesi deyince ilk akla gelen isimlerden biriydi. İzmir Barosu Eski Başkanı, Çevre Hareketi Avukatları’nın kurucularındandı. Noyan Özkan ile ilk kez 1995 yılında Akkuyu’da, nükleer karşıtı şenlikte tanışmıştım. İzmir, Bergama derken tüm Türkiye’de çevrecilerin en büyük destekçilerinden biri oldu. Geçen hafta acı haberi aldık. Seni çok özleyeceğiz Noyan Ağabey. Hepimizin başı sağ olsun.

İstanbullu her gün ağır metal soluyor!

İstanbul’u çevreleyen TEM Otoyolu ve ana arterlerin yanındaki topraklarda yapılan ölçümler, Avrupa Birliği standartlarının çok üstünde ağır metal kirliliğin tespit etti. Taşıt kaynaklı kurşun, çinko ve bakır kirliliği hem araç içindekileri, hem yola yakın oturanları hem de yol kenarlarındaki tarlalarda yetiştirilen ürünleri zehirliyor.

Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk/7 Mayıs 2009

Avrupa Birliği’nin (AB)bir kilogram toprakta bulunmasına izin verdiği kurşun miktarı en fazla 100 miligram. İstanbul’daki 1. Çevreyolu kenarından alınan toprakta ise bu değer 1572 miligramı buluyor; yani tam 15 katı. Aynı yol üzerinde bulunan en yüksek çinko değeriyse kilogramda 522 mg. Bu da AB sınır değerinin 2,5 katı. 

1. Çevreyolu en kirlisi
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü Araştırma Görevlisi Mert Güney tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde, İstanbul Anadolu Yakası’ndaki otoyol ve ana arterlerden 40’a yakın toprak örneği alınmış. Bunlardan 16’sı TEM Otoyolu’nun Elmalı Baraj Havzası bölgesindeki Molla Gürani Viyadüğü çevresinden. Sonuçlar, 2007 yılından itibaren yasaklanmasına rağmen, özellikle kurşunlu benzinin kullanıldığı dönemden kaynaklanan ciddi çevre kirliliğine işaret ediyor. Bunun dışında fren balatalarından motor yağına kadar birçok noktadan ağır metal kirliliği meydana gelebiliyor. Topraktaki kurşun miktarı, İstanbul 1. Çevreyolu (O1 Otoyolu) civarında sınır değerin 15 kat üzerine çıkıyor. D20 Bağlantı noktasında ise 6,5 kat. Çinko kirliliği de yine 1. Çevreyolu’nda sınır değerin 2,5 kat üzerinde tespit edilmiş. Sadece O2 Otoyolu’ndaki örnek noktalarında, çinko ve kurşun değerleri sınır değerlerin altında kalıyor. Diğer noktalarda ise hep üstünde çıkıyor. 

Kanser Tehlikesi
Mart 2009’da uluslararası hakemli dergide yayımlanan ve kabul gören tezin danışmanı Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Turgut Onay, uzun süre yol kenarında çalışan, yaşayan insanlarla iyi bir havalandırma sistemi olmayan araçlardaki sürücülerde, ağır metallerden kaynaklı solunum ve sinir sistemi hastalıkları görülebileceğini belirtiyor. Bu kirliliğin kansorejen etkilerine dikkat çeken Onay, “Sürekli bu bölgedeki yiyecekleri yiyenler, bu yolları kullanan şoförler ve karayolları ekipleri için tehlike daha da büyük. Bu kişilerde sağlık sağlık taraması yapılmalı” diyor. 

Yol kenarına konut ve tarla olmaz
Tezi hazırlayan Araştırma Görevlisi Güney ise bu kirlikten korunmak için şoförlerin araç içerisinde camlar kapalı seyahat etmesini, havalandırma sistemlerini kullanmalarını ve filtre değişimi gibi gerekli bakım işlemlerini mutlaka yaptırmalarını öneriyor. Güney, “1. Çevreyolu ve E-5 daha kirli. Trafik yoğunluğunun çok olması ve uzun süredir bu yolların kullanılıyor olması bunda etken. Yol kenarlarında, yapılaşma ve tarım amaçlı kullanım için sınırlamalar getirilmeli. Özellikle yolların 10 metre yakınında kesinlikle tarımsal amaçlı kullanım olmamalı” diyor. Buna karşın, E-5 üzerinde birçok noktada yol kenarlarından başlayan tarım alanları görmek mümkün. Yine yol kenarlarında TOKİ dahil birçok inşaat firmalarının bloklar halinde konutlar inşa ettiği de gözlemleniyor. AB, kurşunlu benzini özellikle çocuklarda zeka geriliğine yol açtığı için 1993 yılında yasaklamıştı.

***
Numune Alınan Yer
Kurşun (Azami/Asgari) (Mg/Kg)
Çinko(Azami/Asgari) (Mg/Kg)
O1 Otoyolu
1572,5 / 560,2
522,1 / 407
O2 Otoyolu
88,1 / 50,5
193,2 / 161,3
O4 Otoyolu
227,8 / 128,1
350,3 / 258,4
D100 Otoyolu
133,7 / 78,3
330,1 / 241,7
D20 Bağlantısı
645,8 / 204,9
433,6 / 264,5
O4-D100 Bağlantısı
133,7 / 78,3 3
30,1 / 241,7
Elmalı Baraj Havzası
104,2 /34
275,8 / 138,1
Avrupa Birliği sınır değerleri kurşun için azami 100 mg/kg; çinko içinse 200 mg/kg olarak belirlenmiştir.

***
Otoyolda camı açıp yolculuk yapmayın
Aracınızda camlar açık seyahat etmeyin.Havalandırma sisteminizi düzenli bakımdan geçirin.Klimalarınızın filtrelerini değiştirin, yakıt tasarufu yapacağım diye klimayı kapatıp kendinizi zehirlemeyin.Yola yakın evlerde oturuyorsanız yola bakan camlarınızı açmamaya çalışın.Yol kenarında yetişen sebze ve meyveleri almayın.Evleri hem gürültü hem de ağır metal içeren tozlardan korumak için yol kenralarına tahta perdeler yapılmalı.Yolda çalışan işçiler gerekli tedbirleri almadan çalışmamalı.