Tek gezegen tek millet hayali çöküyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 26 Haziran 2025

Foto: UAEA
İran Meclisi’nin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’yla (UAEA) işbirliğini askıya alma kararı İran
Anayasayı Koruyucular Konseyi’nce de onaylanırsa, bir başka küresel rejimle daha vedalaşabiliriz. İran, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’ndan çıkabilir. Bugüne kadar İran’ın iddia edilen nükleer silah programı hakkındaki tüm bilgilerimizi aslında NPT’ye taraf olmasına borçluyuz. UAEA denetçileri bu kapsamda İran’da izleme ve denetleme yapabildi ve dünyaya İran’ın yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş 400 kg uranyumunun olduğunu duyurdu.

İran NPT’ye taraf olmasa, aynı İsrail, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore gibi gizli bir programla nükleer silah geliştirmeye çalışabilirdi. Başarılı olur muydu bunu bilemiyoruz ama İran NPT’den ayrılırsa bizi daha karanlık bir sürecin beklediği ortada. Saldırılar sorunu daha da büyütmüşe benziyor. Anlaşmanın 10. maddesi, ülkelerin yüksek menfaatlerini tehlikeye attığını düşündüğü olağanüstü olaylarla karşı karşıya kalması durumunda anlaşmadan çekilmesine fırsat veriyor. İran nükleer tesislere ve ülkeye düzenlenen saldırıları örnek göstererek anlaşmadan çekilebilir. 

Ortadoğu’da nükleer silah kaynaklı tehdidi ortadan kaldırmanın aslında tek bir yolu var. İsrail’in derhal NPT’ye taraf olması, nükleer silahlarını imha etmesi ve bölgedeki diğer ülkelerin de anlaşmaya taraf olarak nükleer silah yapmayacaklarını açıkça beyan etmesi. İsrail bunu yaparsa İran’ın da iddia edilen programından vazgeçeceğini düşünüyorum. Zaten, Suudi Arabistan, Mısır, Irak ve Türkiye gibi önemli aktörler NPT’ye taraf, BAE ise imzacı. İkinci adım da NATO ve ABD üslerindeki nükleer silahların bölgeden uzaklaştırılması ki buna İncirlik’te ABD’ye ait nükleer bombalarla başlanmalı. NPT temel alınırsa bu uluslararası anlaşma kalıcı bir barışın başlangıç noktası olabilir. Üçüncü adım ise silah ve enerji arasındaki ince ilişki nedeniyle nükleer santrallardan kurtulmak olmalı ama bu çok daha karışık bir süreç.

Büyütecimizi mavi gezegenin tümünü içine alacak şekilde Ortadoğu’dan uzaklaştıralım. NPT’nin işlevsizleşmesinin ötesinde bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu göreceğiz. Çok taraflılığın, yani uluslararası siyasetin bitişi. Birkaç hafta önce Hamburg Sürdürülebilirlik Konferansı’nda BM Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Achim Steiner’e bu soruyu sormuş, “En zengin ülkelerin birçoğunun, sorunları birlikte çözmek ve birbirimize yatırım yapmak için on yıllardır inşa ettiğimiz bu mimariyi destekleme konusundaki taahhütlerinden bir cümleyle nasıl geri çekildiklerini gözlemliyorum” yanıtını almıştım. Steiner ayrıca, iklim değişikliği, biyoçeşitlilik ya da pandemiden korunma gibi konularda risk ve tehditlere, dar bir şekilde odaklanan ulusal güvenlik algısına da dikkat çekmişti. “Daha endişe verici olan eğilim, çok taraflılığın işe yaramadığı, sorunları çözemediği algısı” diye de eklemişti. Almanya Finans Bakanı da aynı konferansta, “Küresel vatandaşlığın yararı için çok taraflı işbirliğini yeniden inşa etmeliyiz. İklim değişikliği, yerinden edilme ve sürülme, eşitsizlik, açlık ve yoksullukla mücadele gibi pek çok ortak menfaatimiz var. Kurallara dayalı bir uluslararası düzen, çok sayıda ülke için en iyi başarı şansına sahiptir” demişti.

Bu örnekleri vermemin nedeni, çok taraflılığın bitişiyle ilgili kaygıların artık sadece akademi içinde değil BM ve üst düzey siyasetçilerce de dile getirilmesi. 2. Dünya Savaşı sonrası BM’nin neler yapıp yapamadığı uzun bir yazı gerektirir. Çevre açısından kısa bir karşılaştırma BM’nin notu hakkında bize fikir verebilir. Ozon tabakasının incelmesini durdurmayı başaran Montreal Protokolü gibi başarı hikayeleri olduğu gibi iklim krizini durdurmada başarısız olmuş anlaşma ve protokoller sayabiliriz. Sınıfta kaldı demek zor ama ‘hepsi pek iyi’ de değil.

Kimilerine göre ise tartışma çoktan kapandı bile ve ‘bir çatı altında birleşmiş milletler fikri’ geride kaldı. Nerelisin sorusuna benim gibi “dünyalıyım” diyen insan sayısı azaldı. İran’ın olası hamlesi BM’ye olan güveni iyiden iyiye azaltacak. Çok taraflılıktan, bir gezegen ve bir millet hayalinden vazgeçtiysek yerine ne koyacağımızı da sormak zorundayız? BM’nin yerini G-7, BRICS veya NATO mu alacak? Yoksa BM’nin ötesine geçen enternasyonalizm için mücadeleye yeniden başlayacak mıyız?

Stratejik maden bahanesi

Zeytinlik, mera ve ormanları tehdit eden torba yasa teklifi ilgili komisyondan geçti. Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek teklif, muğlak gerekçelerle Limak ve Bereket Enerji’ye Muğla’daki zeytin sahalarında kömür çıkartma izni veriyor. 

Özgür Gürbüz-BirGün / 22 Haziran 2025

Türkiye’deki doğal alanları talan etmeyi kolaylaştıracak torba yasa teklifi TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu’nda kabul edildi. Teklifin önümüzdeki günlerde Meclis Genel Kurul’una gelmesi bekleniyor. İtirazlar sonuç vermezse AKP, MHP ve Hüdapar koalisyonuna biat eden milletvekillerinin oylarıyla teklif yasalaşacak. Zeytinlikler, ormanlar ve meralar enerji ile maden projelerine ciddi bir kontrol olmadan açılacak.

HANGİSİ STRATEJİK
Tartışmalar sırasında maden lobisi, talan teklifini kamuoyuna kabul ettirebilmek için stratejik maden diye neye işaret ettiği belli olmayan bir kavram ortaya attı. Teklifte, sıkça tekrar edilmesine rağmen ‘stratejik ve kritik madenler’in hangileri olduğu yazılmamış. Kömür mü, uranyum mu, altın mı stratejik belli değil. Maden Yasası’na eklenmek istenen madde 8’de “ulusal güvenlik ve ekonomik refah için yüksek öneme sahip olan ve iç veya dış etkenler nedeniyle arzı kısıtlanabilecek madenler, stratejik maden olarak kabul edilir” denmiş. Bu tanıma dahil edilmeyecek maden var mı sizce? Her gün kahvaltıda yediğimiz zeytin bulaşık deterjanı yaptığımız bordan daha mı az stratejik? Et fiyatlarının uçup gittiği ve dışa bağımlı hale geldiğimiz hayvancılığın kalbi meralar stratejik ve kritik değil mi? Arzı kısıtlanmadı mı?

Asıl dertleri kalitesiz linyit kömürü, çok kâr getiren altın madenleri ve aslında çıkarıp satabildikleri her şeyi bu kılıfa sokup, mahkeme ve ÇED’le uğraşmadan satabilmek. Yangından mal kaçırırcasına. Yasa teklifinde kömür maden sahalarının genişletmek için ezip geçmeleri gereken zeytinlikleri koordinat vererek işaretlemeleri de bu yüzden. Koordinatları verilen yerler hükümete yakın Limak ve Bereket enerjiye ait termik santralların maden sahalarını gösteriyor. Bir önceki yazımda bahsettiğim adrese teslim yasadan kastım buydu. Geçici maddeyle karşımıza gelen bu tehlike sanıldığından da büyük bir belaya yol açabilir. Zeytincilik Yasası'nı delme hamlesi emsal kabul edilebilir. Zeytinliklerin yerine maden, otel, konut, enerji santralı dikmek isteyenler, bir başka torba yasaya benzer bir madde ekletebilir.

STRATEJİK DETERJAN
Uğruna binlerce yıllık doğal varlıkların yok edildiği, ‘stratejik’ denilen bu madenlere ne yapıldığını biliyor musunuz? İhraç ediliyorlar. 2024’te ihraç edilen madenlerden elde edilen para 5,7 milyar dolar (IMMIB). Türkiye’nin bu madenlere ihtiyacı varsa, onlarsız olmuyorsa bir gramının satılmaması gerekmez mi? Hadi, yasaklayın maden ihracatını, sadece Türkiye’nin ihtiyacı için madencilik yapılmasına izin verin. Bakalım ormanları, meraları, zeytinlikleri yok eden yasalar için lobi yapan kalıyor mu? Meclis çatısı altında avukatlara, çevrecilere iterek saldırıda bulunuyor mu? Elbette içinde bulunduğumuz dünyada dış ticaret kaçınılmaz ama ne verip ne aldığımızı iyi hesaplamalıyız. Stratejik bir maden olan bor madenini hatırlıyor musunuz? Şimdi borla dünyanın en stratejik çamaşır deterjanını yapıyoruz. Bizi zengin edecekti, şimdi temizlik malzemesi yapmak için kullanıyoruz.

Kalorifik değeri yerlerde sürünen yerli linyitin stratejik olması için elektrik üretiminde yerine koyacak bir başka seçeneğinizin olmaması gerekir. Türkiye’nin enerjiyi verimli kullanması durumunda 2030’a kadar enerji tüketimini yüzde 15 azaltacağı, II. Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı’nda yazıyor. Bu oranın elektrik için de geçerli olduğunu varsayan basit bir hesap yapalım. 2024 yılında Türkiye 343 milyar kilovatsaat (kWs) elektrik üretti. Tüketimi yüzde 16 azaltsa 54 milyar kWs eder. Türkiye’nin 2024 yılında linyit santrallarından ürettiği elektrik 40 milyar kWs. Verimlilik yetmezse güneşinden biyokütlesine doğaya daha az zarar vererek elektrik üreten onlarca alternatif var. İnsanlar mecbur kalsa elektriksiz de yaşar ama gıdasız, susuz yaşayamaz. Hangisi stratejik siz söyleyin.

İsrail-İran savaşındaki nükleer gelişmeler

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasıyla gündeme gelen gelişmeleri CGTN Türk için değerlendirdim.


 

Laf olsun torba dolsun

Özgür Gürbüz-BirGün / 18 Haziran 2025

Türkiye’nin doğası Meclis’e gelen 95 sayılı torba yasa teklifi ile büyük bir tehlike altında. Teklif yasalaşırsa, turizm ve tarım bölgeleri ile korunması gereken doğal alanlar maden ve enerji projelerinin talanına uğrayacak. Torba yasaya konan özel bir madde, Muğla’daki kömür santralları için zeytinliklerin kamulaştırılarak madenciliğe açılmasını da sağlayacak. Adrese teslim yasa maddesi. Adrese teslim ama bu değişiklik 3753 sayılı Zeytincilik Kanunu’nu delmek için bir emsal teşkil edebilir. O yüzden de konu sadece Muğla’yı, çevrecileri değil tarım ve turizmle uğraşanları, özellikle de zeytinyağı üreticilerini yakından ilgilendiriyor. Tarım ve doğal alanları korumada adeta bir kalkan olan zeytinliklerin birkaç şirketin çıkarı için madenlere kurban edilmesinin önü açılıyor. Teklifin geri çekilmesi için itiraz etmeyen herkes çok pişman olacak; o kesin.

KURDA KUZU TESLİM EDİLİYOR
Teklifte, zaten formaliteye dönen ÇED (Çevre Etki Değerlendirmesi) süreçlerinin kısaltılması, maden içeren ormanların MAPEG’e (Maden Petrol İşleri Genel Müdürlüğü) devredilmesi ve işletme boyunca yetkinin bu kurumda olması, maden projeleri için acele kamulaştırma hakkı tanınması gibi çok sakıncalı maddeler var. Amacı maden sahası açmak olan kuruluşa ormanlar emanet edilir mi?

ÇED YERİNE İZLEME
Teklifin gerekçe kısmında yer alan açıklama da trajikomik. ‘ÇED gerekli değildir’ kararı verilen projelerin izleme kontrol çalışmalarıyla denetlendiği iddiasına kargalar bile güler. İzleme ve kontrol yapılsa İliç’teki altın madeninde dokuz kişi hayatını kaybeder miydi? ÇED kararı alınmadan ihale, teşvik ve kullanım ruhsatı için başvurulmasının da önü açılıyor. Enerji Bakanlığı’na imar planlarını onaylama, yapı ruhsatı ve çalışma izni verme yetkisi de bu yasa teklifi ile tanınıyor.

STRATEJİK MADENLER İÇİN KURUL
Stratejik ve kritik maden adı verilen yeni bir tanım da metne girmiş. Stratejik madenlerle altın, gümüş ve demir gibi 4. grup madenlerin akıbeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın başkanlığında toplanacak bir kurula bırakılıyor. Kurul’un, alınması gereken izinlere ilişkin idareler arasındaki ihtilafları yargı organlarına başvurmadan çözeceği öne sürülmüş. Stratejik ve kritik madenlerle ilgili madde 4’teki düzenleme ise soru işaretleri barındırıyor. “Bir önceki yıldaki üretim miktarının yüzde 10’unu geçmemek kaydıyla stratejik veya kritik madenlerin belirli bir oran veya miktarda ruhsat sahiplerince stoklanmasına cumhurbaşkanınca karar verilebilir” deniyor. Madem bu madenler stratejik, kanun teklifinin, “Stratejik madenler kamu şirketlerince Türkiye’nin ihtiyacı kadar üretilsin, ihraç edilmesin” demesini beklerdim.

GEREKÇE EVLERE ŞENLİK
Torba yasadaki değişikliklerin gerekçeleri arasında yüzde 45 olan yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payını 2035’te yüzde 65’e çıkarmak da var. İtirazım yok, yöntemi de söyleyeyim. Enerjiyi daha verimli/tasarruflu kullanarak elektrik tüketimini azaltabiliriz ve bu da yenilenebilir enerjinin oranını artırır ama bahsettiğim bu matematik, rant içermediği için hükümetin hoşuna gitmeyecektir. Yenilenebilir enerjiyle ilgili izin süreçlerini kısaltacak birkaç düzeltme de var teklifte ama gerçek şu ki kanun aslında kömür ve diğer madenlerin önünü açmak için yazılmış.

İSPANYA’DAKİ KESİNTİ BAHANE GÖSTERİLMİŞ
İspatı da şu. İspanya’daki elektrik kesintisinin nedeni yenilenebilir enerjinin bir anda devre dışı kalması diye belirtilip kömürlü termik santrallar gibi baz yük santrallar çözüm olarak öne sürülmüş. İspanya bile kesintinin nedeninin yenilenebilir enerji olduğunu söylemedi ama bizimkiler öğrenmiş! Türkiye’nin de parçası olduğu ENTSO-E (Avrupa Elektrik İletim Sistemi İşleticileri Ağı) kesintiyle ilgili araştırmasını sürdürüyor. Uzmanlar son toplantısını 15 Temmuz’da yapacak, herhalde ondan sonra sorunun ne olduğunu bileceğiz. Kurumun şu ana kadar yaptığı açıklamada iki soruya yanıt aranıyor. 2 bin 200 MW’lık güç kaybının nedeni (hangi kaynak olduğu belirtilmemiş) ve bu güç kaybında devreye girmesi gereken ‘sistem savunma planlarının’ neden çalışmadığı. Avrupa Yatırım Bankası’nın iki gün önce Fransa ve İspanya arasında yeni bir iletim hattı için 1,8 milyar dolarlık yatırıma hazırlandığını da belirtelim. Sorunun çözümü güneş ve rüzgârdan vazgeçmek olsa herhalde iletim hattıyla uğraşmaz, termik santral yaparlardı. Kanun teklifine imza atan vekillerin kulağına küpe olsun bu gelişme de.  

AVRUPA’DAKİ SÜREÇ FARKLI
Bir başka gerekçe ya da bahane de Avrupa’da yenilenebilir enerji izin süreçlerini hızlandırmak için üye ülkelere yapılan tavsiyeler. Avrupa Birliği bunu iklim hedeflerine ulaşmak için yapıyor. Bizim torba kanun ise kömürden, termik santraldan ve madenlerden bahsediyor. Kaldı ki Avrupa’da çevre örgütleri bu düzenlemelerle ilgili başta halkın tüm sürece sürekli katılımı olmak üzere birçok öneride bulundu. Kuş göç yollarından, koruma alanlarından kaçınılması, stratejik çevresel değerlendirmelerin yapılmış olması gibi şartlar öne sürdü. Meclis’teki teklif ise süre kısaltmayı bürokrasiyi azaltarak değil, ÇED sürecini adeta ortadan kaldırarak, halkın katılımından bahsetmeyerek, izin sürecinde doğa koruma için gerekli adımları sürecin dışına atarak veya izin sürecini formaliteye dönüştürerek yapmaya çalışıyor. Kaldı ki Avrupa ile Türkiye aynı kefeye konamaz. Tüm Avrupa kıtasında bulunan bitki türlerinin yüzde 75’i Türkiye’de görüldüğü gibi, Türkiye’deki 12 bine yaklaşan bitki türlerinin üçte biri endemik, yani bu topraklara özgüdür.

Özetle söylersek, laf olsun torba dolsun şiarıyla hazırlanmış, şirketlerin memleketi talan ederek kâr etmesini amaçlayan bir başka teklifle karşı karşıyayız.

Kimseyi arkada bırakamayız

Özgür Gürbüz-BirGün / 12 Haziran 2025

Foto: wilsan u on Unsplash
İklim krizinden hepimiz etkileniyoruz ama bazılarımız daha fazla etkileniyor. Çocuklar, dar gelirliler, engelliler, açık havada çalışmak zorunda olanlar... Avrupa Çevre Ajansı’nın iklim krizinden dezavantajlı grupların nasıl daha fazla etkilendiğini açıklayan son raporunda[1] belirlediği başlıklar bunlar. İklim krizini durdurmak ve bu süreçte bahsi geçen dezavantajlı gruplara destek olmak zorundayız. Kimseyi arkada bırakamayız.

Türkiye’de nüfusun dörtte birini çocuklar oluşturuyor. Çocukların da yüzde 90’ı kentlerde yaşıyor. Dışarda oynaması, zaman geçirmesi beklenen çocuklar yeşil alanların azlığıyla ünlü kentlerimizde artan sıcaklıklara sunduğumuz kurbanlar gibi adeta. 2020 yılında doğan bir çocuğun dede ve ninelerine kıyasla 2 ila 7 kat daha fazla sıcak hava dalgasına maruz kalacağı araştırmalarda belirtiliyor. Biz ise onlara içinde ağaç görülse müze ilan edilecek kentler bırakıyoruz. Belediyelerin bazıları bu gidişatı tersine çevirmeye çalışıyor ama merkezi hükümet yeşil alanları betona boğmaya kararlı. İklim değişikliğinden sorumlu bakanlığın İstanbul Fikirtepe’de kurduğu yeni beton kent, Kanal İstanbul projesi, Sazlıdere Su Havzası’nın tahribatı en güncel örnekler.

Hepimiz yalıtımsız, plansız yapılaşmanın ürünü kentler ve onların içindeki dairelere hapsedildik. Güneşin nereden batıp doğduğunu bile hesaba katmayan bu apartmanları kışın ısıtmak, yazın soğutmak bir dert. Hele de dar gelirli bir aile iseniz, enerji faturalarıyla baş etmek mümkün değil. Sıcak hava dalgaları binaları klimaya mahkum ediyor, aşırı yağışlar da altyapı sorunlarıyla birleşince evleri, sokakları su altında bırakıyor. Klima faturasını ödemek ya da daha korunaklı bir evde oturmaksa ciddi bir maddi güç gerektiriyor. 

Enerji yoksulluğu önümüzdeki günlerde en çok konuşacağımız sorunumuz olmaya aday. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın raporlarında bile aşırı yoksulluk sınırı altında yaşayanların sayısının 3,6 milyon haneye ulaştığın belirtiliyor. Asgari ücrete yakın geliri olanların oranı yüzde 83. Çoğumuz artık yoksuluz ve iklim krizine karşı geçici de olsa tedbir alacak maddi imkanlardan yoksunuz. Evlerimizi sigortalama veya oluşan hasarı karşılama şansımız da yok.

Türkiye’de 1 milyona yakın mevsimlik tarım işçisi var. Özellikle yaz aylarında, şiddeti ve sıklığı iklim krizi nedeniyle giderek artan sıcak hava dalgalarına rağmen çalışmak zorundalar. 1 milyon mevsimlik tarım işçisinin 300-400 bininin çocuk olduğu da belirtiliyor. İklim krizinden korunmak için elinde hiçbir imkanı olmayan bir başka dezavantajlı gruptan bahsediyoruz. Bu grubun arasında etnik azınlıklara mensup yurttaşlar ve göçmenler de var. Onlar için sorunları çözmek daha da zor.

Dünya Sağlık Örgütü sadece Avrupa’da her yıl sıcak hava dalgası kaynaklı 175 bin kişinin öldüğünü belirtiyor. Türkiye’de ise ölüm nedenlerine dair detaylı veriler olmadığı için kesin bir rakam verilemiyor.

Sadece dezavantajlı gruplar üzerinden verdiğimiz bu örnekler milyonlara karşılık geliyor. Türkiye’yi yönetenler ise iklim krizi sorununu sadece fon bulmak için bir araç gibi görüyor. Ne sorunun çözümü ne de mağdurları korumak adına ciddi bir adım atılmıyor. Hükümet yurttaşlarını unutmuş olabilir ama bizim kimseyi arkada bırakma lüksümüz yok. Adil ve herkesi kapsayan bir çözüm için mahallelerde, kentlerde konuyu gündeme getirmeli, yerel yönetimlerden siyasi partilere herkese ulaşarak çözüm için onları harekete geçirmeye zorlamalıyız. Geçmek istemeyenden de bir an önce vazgeçmesini bilmeliyiz.



[1] Social fairness in preparing for climate change: how resilience can benefit communities across Europe

Sorumlu yapay zeka talebi

Özgür Gürbüz-BirGün / 5 Haziran 2025

Foto: Hamburg Sustainability Conference
Günümüzde yapay zekanı yan yana gelmediği konu yok. Hamburg’taki Sürdürülebilirlik Konferansı’nda (Hamburg Sustainability Conference) ise yapay zek beş farklı kelimeyle yan yana getirildi: İnsanlar, gezegen, refah, barış, işbirliği. Yapay zekadan kaçmak mümkün görünmüyor ve kaçmak isteyen de yok gibi. O zaman sorumlu yapay zeka kavramına hoş geldiniz.

Sorumlu Yapay zeka kavramının bu beş bileşeniyle bizleri Sürdürülebilir Gelişme Hedefleri için Yapay zeka başlığını taşıyan Hamburg Deklarasyonu oldu. Sorumlu yapay zeka talep eden ilk küresel deklarasyona aralarında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Almanya Çevre Bakanlığı, Fransa Dışişleri Bakanlığı, teknoloji firmaları ve sivil toplum örgütlerinin de olduğu onlarca imzacı destek verdi. Avrupa Birliği’nde olduğu gibi bu konuda düzenleme yapanlar ya da benzer tavsiyelerde bulunanlar vardı ancak bu deklarasyonla sözler taahhüde dönüyor. İnsan hakları temelli bir yapay zekaya öncelik verilmesi, ayrımcılık yapmayan, özel hayata ait verilere dikkat eden, gelir ve gelişmişlik seviyesine bakmadan herkesin kullanabileceği, geliştirebileceği ve ekonomik fayda sağlayabileceği bir yapay zeka kullanımı ilk taahhüt.

KÜÇÜK İŞLETMELER DESTEKLENMELİ

Yapay zekanın gezegenle de dost olması ise ikinci başlık. Yapay zeka için gereken altyapıda enerji tüketiminin ve karbon ayak izinin azaltılması ama daha da önemlisi, yapay zekanın iklim krizi ve biyoçeşitlilik kaybı gibi büyük çevresel sorunların çözümünde kullanılması sözünü veriyorlar. Ekonomik gelişme ve eşitlik konusuna odaklanan “refah” taahhüdü ise yereldeki küçük ve orta ölçekteki yapay zeka üzerinde çalışan girişim ve işletmelerin desteklenmesi böylece hem ülkelerarası hem de ülke içinde uçurumlar oluşmaması amaçlanıyor.

KADIN TEMSİLİYETİ SORUNLU
Sorumlu yapay zekanın barışa katkıda bulunması için toplumsal uyumu desteklemesi, çocuklara yönelik çevrimiçi şiddet de dahil olmak üzere, kadınlar ve kız çocuklarının yanı sıra marjinalleştirilmiş gruplara karşı zararlı söylemler barındırmaması isteniyor. Bazı araştırmalar yapay zeka alanında çalışan uzmanların sadece yüzde 22’sinin kadın olduğunu gösteriyor. BM Kadın Birimi, düşük gelir grubundaki ülkelerde kadınların internet erişiminin yüzde 20 civarında olduğunu belirtiyor. Yapay zekanın geliştirildiği ülkeler, erkek egemen söylem ve veriye erişim sorunu da yapay zekanın çalışmasını da etkileyebiliyor. İşbirliği başlığı ise yapay zekayı adeta küresel bir müşterek olarak gören bir kavram, sürecin ilerlemesi için açık erişim, bilgi paylaşımı ve diğer ilkeleri de kapsayacak ortak çalışmaları kapsıyor. Deklarasyon kamu kuruluşlarından sivil toplum örgütlerine kadar bu dünyadaki herkese açık.

EŞİTSİZLİĞE KARŞI İTTİFAK
Hamburg Sürdürülebilirlik Konferansı boyunca iki konuda daha mutabakat sağlandı. Dünya çapındaki sosyal uyumu baltalayan eşitsizlikle mücadele ve kamu kurumlarına güveni yeniden inşa etmek için bölgesel işbirliği ve diyaloğu öne çıkaran Eşitsizliğe Karşı Küresel İttifak girişimi başlatıldı. Sürdürülebilir Kalkınma için Sermayeyi Ölçeklendirmek adı verilen bir başka girişim de 2025 sonuna kadar kurulacak bir şirket aracılığyla güneş enerjisi gibi sürdürülebilir projelere finansmanı kolaylaştırmayı amaçlıyor.

Hamburg’taki konferans gıdadan enerjiye, yapay zekadan biyoçeşitliliğe kadar uzanan birçok alanda görüşmelere ev sahipliği yaptı. En çok konuşulan konulardan biri de başta BM olmak üzere adı geçen konularla ilgili çözüm üretmeye çalışan uluslararası örgütlerin güçsüzleştirilmesiydi. Sürdürülebilirlik, özellikle de küresel sorunlarda, uluslararası işbirliği olmadan mümkün görünmüyor. İklim krizi müzakereleri bunun en somut örneği.

 ***

“Çok Taraflılık bitiyor algısı endişe verici”
UNDP Başkanı Achim Steiner

Foto: O. Gurbuz

Şu anda en zengin ülkelerin birçoğunun, sorunları birlikte çözmek ve birbirimize yatırım yapmak için on yıllardır inşa ettiğimiz bu mimariye yatırım yapma konusundaki geleneksel inanç ve taahhütlerinden bir cümleyle nasıl geri çekildiklerini gözlemliyorum ve kaçınılmaz olarak ABD hükümetinin son kararları birçok kuruluş için bu istikrarsızlaştırıcı anı güçlendirdi. Ancak bu artık yüzleşmek zorunda olduğumuz fiziksel ve finansal bir risk. Bence daha endişe verici eğilim, bu algı veya kasıtlı olarak çok taraflılığın işe yaramadığı, sorunları çözemediği propagandasının yapılması. Aslında asıl endişelenmemiz gereken şey, insanların güvenlerini ve bakış açılarını kaybetmeleri halinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sürekli savaşa girme riskiyle başa çıkmamıza yardımcı olmak için doğmuş bir fikri ortadan kaldırabilecek olmaları.

***

Yapay zekasız e-posta atamayız
Hamburg Yapay Zeka Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Alois Krtil

Yapay zekanın sağladığı enerji tasarrufuna bakmadan sadece yapay zekanın enerji tüketiminden bahsetmek biraz haksızlık olur. Dünya çapında manuel işlemler yapıyorsunuz ve bu da çok fazla doğal kaynak tüketiyor; karşılaştırma yapmak çok zor. İletişim, örneğin internet vb. zaten küresel ve veri merkezleri ile merkezi olmayan ağlar tarafından yönlendiriliyor ve yapay zeka olmadan bunlar olmayacaktı. Eposta gönderemeyecek, telefon açamayacaktık. Yapay zeka dil modelleri gibi onlarca yıldır çalışıyor ve bu da elbette kaynak tasarrufu sağlıyor. Enerjiyi unutun demiyorum elbette ama herkesin yeniden icat etmek zorunda kalmaması farklı bir paradigma, bu nedenle enerji tasarrufu da yapılıyor.