Özgür Gürbüz-BirGün / 31 Temmuz 2025
![]() |
Şarköy 2025 - Foto: O. Gurbuz |
Yanan ormanlara üzülüyoruz, kahroluyoruz ancak yıktığımız ormanlarla aynı duygusal bağı kuramıyoruz. İnsanlar bu ilişkiyi kurabilseydi bugün İstanbul Havalimanı, önünde milyonların gözyaşları içinde ağıt yaktığı bir türbeye dönerdi. Yeşil bir mezarlık misali. Tam tersine, milyonlarca ağacın kesildiği bu havalimanı, yanından geçen otoyol, o yolu Anadolu’ya bağlayan üçüncü köprü birçok insana ‘icraat’ diye anlatıldı ve insanlar bu ‘icraatlara’ oy verdiler. Çağımızda ne gördüğümüz bize ne anlatıldığına bağlı.
MDF ve Yonga Levha Sanayicileri Derneği bir sunumunda mobilya ve ağaç satışıyla Türkiye’nin 6 milyar dolarlık ihracata ulaştığından bahsederek övünüyor. 2000 yılında 2 milyon metreküp olan üretim kapasitesi 7 kat artarak 15 milyona çıkmış. Üretim kapasitesi artıyorsa kesilen ağaç sayısı da artıyordur. Zaten, “Orman Genel Müdürlüğü’nün üretimini artırması mobilya ve ağaç sektörlerinin büyümesinin arkasındaki en büyük itici güçtür” diyorlar. Orman yangınlarıyla kaybın giderek arttığı ve iklim krizi nedeniyle de artmasının beklendiği bu dönemde ağaçları kesip ihraç etmek sizce de yanlış bir politika değil mi?
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, 1984-2024 yılları arasında verilen izinlerle (maden, enerji ve turizm tesisleri gibi) 932 bin hektarlık orman alanının kaybedildiğini, 40 yıldaki izinlerin yarısının da 2021-2024 arasında verildiğini belirtmişti. Doğayı bir hiç, üstüne koyduğumuz her betonu yatırım gören anlayışı yıkmadıkça gerçekte ne kaybettiğimizi de anlayamayacağız.
Prof. Dr. Erdoğan Atmış da birkaç gün önce BirGün’deki yazısında bütçe kısıntısının orman yangınlarıyla mücadele gücünü nasıl azalttığını kalem kalem yazdı. Türkiye’nin bütçesini nerelere harcadığını hepimiz biliyoruz. Makam arabaları, ne işe yaradığı belli olmayan kurumlar, arpalıklar… Yangınla mücadele mevsimsel ve masraflı bir iş olsa da sorun kaynak sorunu değil; hepimiz bunun farkındayız. Hem gerekli önlemleri almak hem de yukarıda örneklerdeki yanlış olumlu algıyı kırmak zorundayız.
İklim değişikliğinin orman yangınlarının sayısını ve şiddetini artıracağını biliyoruz. 2050’ye kadar artış oranı yüzde 30’u bulabilir. Yılda 100 orman yangını görüyorsak 130’a çıkabilir. İklim krizi nedeniyle yanmaya daha hazır hale gelen ormanlarda yangın başlama olasılığı (ister ihmal ister kasıt) artıyor. İklim değişikliğini durdurmadan sadece uçak, arazöz veya orman işçisi alarak sorunu çözemeyiz çünkü durmaya niyeti olmayan ve devamlı hızlanan bir aracın önüne ne kadar engel koyacağımızı bilmiyoruz. Bugün yeterli olan yarın yetersiz olacak. Kömürden, petrolden ve gazdan vazgeçmezsek ormanlardan vazgeçmek zorunda kalacağız. Bu bağlantıyı görmezden gelerek sorunu çözemeyiz.
Orman yangınlarıyla mücadelede en az konuştuğumuz ama belki de en önemli konu ormanla kurduğumuz ilişki. Ormanların bu kadar risk altında olduğu bir dönemde insanı ormanı tüketmekten de vazgeçirmemiz gerekiyor. Orman manzaralı ev, ağaçların arasındaki turistik tesis, parka çevrilmiş ormanlık alan kavramları tarih olmalı. İnsan ormanda yerleşik oldukça elektrik kabloları, sigara izmaritleri, mangal külleri de ormanla tanışıyor. Madenler gibi sanayi tesislerine ormanda çalışma izni vermeyeceğimiz bir döneme girmeliyiz. Özellikle de ihracat amaçlı açılan madenler kırmızı listede olmalı. Endüstriyel hayatın bir parçası olmayı kabul etmiş de olsak gezegenin sınırları olduğu gerçeğini göz ardı ederek yaşayamayız. Kapitalizmin sınırsız tüketimi bizi yok oluşa götürüyor. Yanana üzülüp sattığımıza ve kestiğimize sevinecek bir durumumuz yok.