Özelleştirilen santrallara teşviğe devam

Özgür Gürbüz-BirGün / 4 Ocak 2024

Foto: ykenerji
Enerji sektörü yeni yıla hızlı başladı. Kapasite Mekanizması Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle
hidroelektrik santrallar mekanizmadan çıkarıldı. Böylece devletin kapasite mekanizması kapsamında ödeyeceği para azalacak. Tasarruf tedbiri deyip sevinmeyin, gidilecek daha çok yol var. 2023’ün ilk 11 ayında, bu mekanizma kapsamında özel sektörün elindeki santrallara ödenecek miktar şimdiden 3,5 milyar TL’yi buldu. Bu miktarın 1 milyar TL’ye yakını ise bir süre önce özelleştirilen santrallara ait.

Bu mekanizmanın benzerleri başka ülkelerde de var. Gerekçesi, yenilenebilir enerjinin payının arttığı ülkelerde, depolama yöntemleri yerleşene kadar arz sorunu yaşamamak. Başta termik santraller olmak üzere, istendiğinde devreye giren santralları çalışmaya hazır halde bekletmek. Sürekli çalışmayacakları için de kayıp zamanlarını telafi etmek için bir bedel ödemek. Bir çeşit sübvansiyon aslında. Bizde ise durum farklı.

Türkiye’de bir arz sorunu yok. Kurulu gücün 106 bin, en yüksek talebin 55 bin megavat olduğu bir ülkede arz sorunundan bahsedilemez. Arz sorunundan çok ‘istendiği’ gibi artmayan elektrik talebi sorunu yaşanıyor. Herkes enerjiyi verimli kullanmaya çalışırken biz plansızlık nedeniyle tüketimi artırmaya çalışıyoruz ama olmuyor. 2023 yılı da ekside kapanırsa, son beş yılın üçünde elektrik tüketiminin azaldığı bir dönemi geride bırakmış olacağız. Talep tüm çabalara rağmen artmayınca da yapılan onlarca gaz santralı, özelleştirilen kömürlü termik santrallar tam kapasite çalışamıyor ve planladıkları kârı elde edemiyor. Şirketler rahatsız.

3,5 MİLYARI BULDU
Neyse ki bu şirketleri çok seven bir hükümetleri var. 2018 yılında kapasite mekanizmasını devreye alıp, birçok santrala teşvik vermeye başladı. Bu yıl listeden çıkarılan hidroelektrik santrallar da 2019 yılında mekanizmaya eklenmişti. Şirketlere ödenen para az buz değil. 2023 yılının 11 ayında bu mekanizma kapsamında şirketlere ödenen miktar 3,5 milyar TL’yi buldu. Hidroelektrik santrallar bu miktarın yüzde 8,5’ini almıştı. Aslan payı ise gaz santrallarında ve onlar mekanizma içinde kalmaya devam edecek. Makine Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu raporlarında bu durumu, “İlk gündeme geldiği yıllarında amaç arz güvenliğinin sağlanmasıydı. Şimdi ise yapılan plansız yatırımların yarattığı arz fazlalığı ortamında, özel şirketlere destek sağlamanın yöntemlerinden birisi oldu” diye yorumluyor.

2023 yılının ilk 11 ayında teşvikler kime gitmiş, ona da bakalım. ENKA’nın Adapazarı, Gebze ve İzmir’deki gaz santrallarına 11 ay sonunda ödenecek miktar 640 milyonu bulmuş. Enerjisa’ya ait biri kömürle, ikisi gazla çalışan santrallarına 285 milyon, Bilgin Enerji’nin gaz santralına 152 milyon, Aksa’nın gaz santralına 147 milyon, Yeni Enerji’nin gaz santralına 144 milyon, Akenerji’nin gaz santralına 138 milyon, Acwa’nın gaz santralına 129 milyon, Gama Enerji’nin gaz santralına 127 milyon, RWE- Turcas şirketinin gaz santralına 101 milyon, Boyobat Elektrik’e ait HES’e 97 milyon, Koloğlu Holding’e ait Soma Kolin Kömürlü Termik Santralı’na 88 milyon, Cengiz Enerji’nin gaz santralına 87 milyon, Odaş Grubu’na ait Çan-2 kömürlü termik santralına 57 milyon ve Ciner Grubu’na ait Silopi’deki kömürlü termik santrala 55 milyon ödenecek.

ÖNCE ÖZELLEŞTİR SONRA DESTEKLE
İşin bir de özelleştirme boyutu var. Özelleştirilen santrallardan da bu kapsamda ciddi miktarda destek alanlar var. Örneğin, Limak ve IC İçtaş şirketlerine ait, Akbelen’in canına okuyan Yeniköy ve Kemerköy kömür santralları. Bu santrallara 11 ay için ödenmesi gereken teşvik miktarı 190 milyonu bulmuş. Tunçbilek, Seyitömer ve Orhaneli kömürlü termik santralları da özelleştirilip Çelikler Holding’e verilmişti, bu yıl kapasite mekanizmasından en az 161 milyon TL ödenecek. Özelleştirilen Hamitabat gaz santralı için Limak Doğal Gaz Elektrik Üretim A.Ş.’ye 191 milyon, Soma-B ve Kangal kömürlü termik santralları için Konya Şeker A.Ş.’ye 167 milyon, Yatağan kömür santralı için Aydem Enerji’ye 116 milyon ve Oymapınar HES için Cengiz Holding’e 93 milyon ödenmesi de kesinleşti.  

Bunlar sadece 2023’in ilk 11 ayına ait rakamlar. Yıllardır ödenen miktarları düşününce, özelleştirmeyle risk aldığı iddia edilen bu firmaları devlet adeta kurtarmış desek yeridir. Bu nasıl serbest piyasa anlamak mümkün değil. Madem teşvik verip ayakta tutacaktınız, neden kamunun santrallarını özelleştirdiniz? Halkın parasını kullanıp bu yatırımları ayakta tutmaya çalışacaksak, en doğrusu santralları kamunun elinde tutmak olmaz mıydı?

Nükleerin reklamı artıyor payı düşüyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 27 Aralık 2023

Angra Nükleer Santralı - Foto: Ö. Gürbüz
Nükleer santrallarla ilgili yeni bir ‘müjde’ almadığımız gün neredeyse yok. En son Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile nükleer santral yapma, nükleer yakıt imal etme gibi konuları da içeren stratejik ortaklık anlaşması imzalandı. Ne BAE’nin elinde böyle bir teknoloji var ne Türkiye’nin ama kimin umurunda? Rusya, Çin veya Kore gibi üçüncü bir ülke bulunur, BAE parasıyla ortak olur, Erdoğan hükümeti de bir başka felaket projeden hem oy hem de yandaşlarına rant devşirmeye çalışır.

Türkiye’nin nükleer santralı yok ama radyasyon şimdiden herkesi çarpmışa benziyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan suya düşen Sinop nükleer santralı projesini Yunanistan’da yapılıyormuş gibi anlatıp, komşuya o santraldan elektrik satmaya çalıştı. Yunanistan nükleer santrallara karşı olduğunu yıllar önce açıklamış ülkelerden biri. Halihazırda elektrik üretiminin yüzde 13’ünü nükleerden daha ucuz güneş enerjisinden elde ediyor. N’apsın nükleeri?

Sinop komedisi bu kadarla sınırlı da değil. Türkiye’nin en mutlu kentine nükleer santral kurmak isteyen konsorsiyum dağıldı, ortada şirket yok ama projenin battığını halktan saklamaya çalışıyorlar. Mahkeme hükümetin korkusundan, proje sayfalarında kalan ve çok tan çöpe atılan Atmea reaktörüne ait ÇED raporunu bile iptal edemiyor.

AKKUYU’DA BİR ERTELEME DAHA
Radyasyon’un Akkuyu’daki etkisi de farklı. Yapımı süren Rusya’nın nükleer santralına seçim öncesi ‘taze nükleer yakıt’ getirilmiş, sanki santral açılmış gibi tören yapılmıştı; hatırlayan var mı? Anlaşılan o taze yakıt biraz bayatlayacak çünkü santralın ilk reaktörünün açılışı geçtiğimiz günlerde yine ertelendi. Enerji Bakanı Bayraktar’ın son açıklamasına göre, ilk reaktörün devreye girmesi Nisan 2024’ten 29 Ekim 2024’e ötelendi. Yabancı kaynaklar ise 2025’ten bahsediyor. Yanlış anlaşılmasın, böylesine tehlikeli ve pahalı bir projenin gecikmesinden mutluyum. Zaten hiç açılmaması gerekiyor. Açılışla beraber, Türkiye her yıl en az 2 milyar dolar civarında bir parayı Rusya’ya ödemeye başlayacak. Aynı elektriği güneşten üretsek 3-4 kat daha az maliyetle üretebilecekken. Hatırlatalım, eski Enerji Bakanı Hilmi Güler Akkuyu’ya nükleer yapacağız diyeli neredeyse 20 yıl oluyor. Rusya’ya para kazandırmak, hayatımızı tehlikeye atmak için bu kadar uğraşacağımıza güneşe yatırım yapsaydık belki de Avrupa’nın güneş enerjisinde üssü olurduk.

Bu fiyaskoya rağmen, AKP hükümeti bir sorun yokmuş gibi her ile nükleer santral kurma vaatleriyle ortada dolaşmaya devam ediyor. ABD’den gelen heyetler, küçük modüler nükleer reaktör satmak için yetkili makamların kapısını arşınlıyor. Ortada ne bitmiş bir küçük reaktörleri var ne de daha ucuz ve sorunsuz olacağını gösteren bir bilimsel rapor. Amaç nükleer endüstriyi ayakta tutmak. Pazarlama çalışmaları tam gaz sürüyor. Dubai’deki iklim konferansında, başını Fransa ve ABD’nin çektiği 22 ülke nükleer santralların kurulu gücünü 2050’ye kadar üç katına çıkarma konusunda bir taahhütte bile bulundu. 22 ülke arasında Fas, Jamaika, Moldovya, Gana gibi henüz hiç nükleer santralı olmayan ülkeler de var. Onların mevcut kapasitelerini üç katına çıkarmalarında bir sorun yok bence. Üç çarpı sıfır eşittir sıfır. Şaka bir yana, bu reklam kampanyası, nükleer teknolojiyi kontrol eden birkaç ülkenin batma tehlikesiyle karşı karşıya olan endüstriyi kurtarma çabası olarak görülmeli. Reklamlar size ihtiyacınız olmayan ürünleri aldırabilir. Nitekim, Türkiye gibi birçok ülke bu tuzağa düşüyor, kazanan yine malum taraf oluyor.

NÜKLEERİN PAYI YÜZDE 9’A GERİLEDİ
Bizimkiler medyası, nükleer endüstriyle el sıkışmış iş dünyası ve hükümetin sesi olmuş bilim insanlarıyla nükleer santral reklamı yapa dursun, nükleer enerjinin dünya elektrik üretimindeki payı gerilemeye devam ediyor. Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu ay başında güncellendi. 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santralların payı 2022’de yüzde 9,2’ye geriledi. Yenilenebilir enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı ise yüzde 30’u geçiyor. Uluslararası Enerji Ajansı, 2025’te bu payın yüzde 35’e çıkacağını tahmin ediyor. Sadece Dünyadaki güneş ve rüzgar santralları tüm nükleer santrallardan daha fazla elektrik üretiyor. “Yanlış ata oynamak” diye herhalde buna deniyor. Bedelini yüksek elektrik faturaları ve çevre sorunlarıyla biz ödeyeceğiz.

 

“Dereye insen abdest alacak su yok”

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Aralık 2023

Foto: Kuzey Ormanları Savunması
Rize’de birçok yerleşim yerinin içme suyu ihtiyacını karşılayan Andon Deresi üzerindeki Ambarlık Hidroelektrik Santralı’nın (HES) ‘su kullanım hakkı anlaşması’ bir kez daha iptal edildi. Davacılar arasında ‘Yurttaş Kazım’ da var. Türkiye, Yurttaş Kazım adıyla bilinen Kazım Delal’i, HES’e karşı açtığı davanın bilirkişi ücretini ödemek için ineğini satmasıyla tanımıştı. Ambarlık 1-2 adlı HES faaliyete geçti ancak Kazım Delal ve arkadaşları pes etmedi.

HES davalarını yakından takip edenler, hukuki süreçlerin çetrefilliğini de bilir. Bir yere HES yapmak istiyorsanız öncelikle DSİ ile su kullanım hakkı anlaşması yapmanız gerek. Devlet, bu anlaşmayla size belli bir süre için (genelde 49 yıl) suyu kullanma hakkı verir. Ambarlık HES’in dava geçmişine baktığınızda, su kullanım anlaşmasının daha önce de iptal edildiğini görüyorsunuz. Şirket ise unvan değiştirerek su kullanım hakkı anlaşmasını korumaya çalışmış. Kazım Delal, Nazım Delal ve Dumlu Esir’in açtığı davada bu duruma itiraz ediliyor. Ankara 7. İdari Mahkemesi de davacıları haklı bularak, adı değişen şirketin su kullanım anlaşmasını yenilemek zorunda olduğuna, bunun için de güncel fizibilite raporu hazırlaması gerektiğine hükmetmiş.

Geç gelen hukuk, hukuk değildir elbette ama bu tip kararların her biri emsal niteliğinde. Davanın Avukatı Mehmet Horuş dava sonucunu, “Hukukun asgari standartlarının uygulandığı bir ülke de bu konuda dava açmamıza bile gerek kalmamalı. İdari denetim özellikle ÇED süreçlerinde işlemiyor. Plansız programsız şekilde projelere onay veriliyor. Yargı kararlarını uygulatmak başka bir sorun. HES faaliyetinin yargı kararına göre DSİ tarafından durdurulması gerekiyor. DSİ, bin dereden su getirecek mi? Yaşayıp göreceğiz” sözleriyle yorumluyor.

İşin hukuki boyutu bu ama asıl önemli kısmı davacıların itiraz nedenleri. Nazım ve Kazım delal kardeşlerle konuşunca, bu inatçı mücadelenin değerini de anlıyorsunuz. Nazım Delal, “Su kaynakları az, can suyu dediğimiz su da HES’e gidiyor. Dereye bir damla su kalmıyor. Bu vadide 20-30 bin insan var, hayvanlar var. Buradaki insanların, hayvanların su ihtiyacı var. Bu bizim içme ve kullanma suyumuz. Başta alabalık olmak üzere derede yaşayan canlılar da var. Savunmamız bilgi ve belgelere dayanmaktadır, davamızda haklıyız. HES’in tamamen durdurulmasını istiyoruz” diyor. Nazım Delal köyün imamı, bana itirazını destekleyen ayeti hatırlatıyor. “Cenabı Hak, Kuranıkerim’de biz her şeyi sudan yarattık diyor, su hayat kaynağıdır” diye de ekliyor.

Kardeşi Kazım Delal de hafız. Sorarsanız, o da dini gerekçeleri sizinle paylaşıyor. “Kuranıkerim’de cennet suyla birlikte tarif edilir” diyor. Söze ise, “Bu dava benim değil, benim köyümün, Rize’nin de değil. Tüm insanlığın davası” diyerek giriş yapıyor. Yurttaş Kazım, çevre sorunlarının geldiği boyutu anlatmak için de herkesin anlayabileceği bir örnek veriyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bile adı değişti, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı oldu diyor. “Olaylar öyle bir boyuta geldi ki bakanlığın ismi değişti. Gözünü sevdiğim doğanın dengesi bozuldu. Sular mecrasından çıkarıldı. Ne kadar anlatsam ne kadar konuşsam yetmez. 20’ye yakın davam var. HES’ler, taş ocakları. Rüzgâr, güneş, ağaçlar, hayvanlar, su her şey bir bütün. Herkesin burada yaşama hakkı var” sözleriyle itirazının gerekçelerini özetliyor. “Üst mahkemeye itiraz etseler de bu süreç bir yerde takılacak” diyen Kazım Delal, “Derelerde zaten su yok. Su olmayan yere HES yaptılar. Şirket bir de Anayasa Mahkemesi’ne gidip, itirazlar yüzünden çok zarar ettik diye tazminat istemiş. Anayasa Mahkemesi bu talebi de reddetmiş. Hem vallahi hem billahi, öyle zaman oluyor ki derede abdest alacak su kalmıyor. Dereye insen abdest alacak su yok” diyerek, durumun vahametini de anlatıyor.

Üç türden biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya

Özgür Gürbüz-BirGün / 13 Aralık 2023

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN), Dubai’deki iklim konferansının (COP 28) bitmesine bir gün kala iklim kriziyle birlikte hız kazanan yok oluşun rakamlarını açıkladı. Tehdit altındaki canlıların durumunu gösteren kırmızı listede artık 157 bin 190 tür var ve bunların 44 bin 16’sı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Başka bir deyişle, yaklaşık her üç türden biri.

Türkiye’de de tehdit altındaki türlerin sayısı arttı. 2018 yılında Türkiye’deki bilinen türlerin 401’i tehdit altındaydı. Beş yıl sonra bu rakam 469’a çıktı. 469 türden 142’si kritik seviyede tehdit altında, 158 tür ise ‘tehlikede’ kategorisinde yer alıyor. Kritik seviyede tehdit altında olan türler arasında Bozdağ çekirgesi, baytop soğanı, kuşaklı kiraz kuşu, Wagner engereği ve Gümüşhane Lalesi gibi onlarca farklı canlı var. Denizden karaya, bozkırdan tatlı sulara kadar her yerde yaşayan canlılar tehdit altında. Ne yazık ki doğa koruma alanındaki çabalar uzun yıllar istiyor ve koruma çabaları sürdürülebilir olmazsa birkaç yıl içinde kazanımlar kaybedilebiliyor. 

Yaşamın hızı ve doğadan kopuş o kadar trajik bir boyutta ki bu bilginin korkunçluğunu bile hissetmiyor çoğu insan. Bitki, kuş, sürüngen olunca gözümüzün önüne getiremiyoruz belki de. Hayatımız bina, otomobil ve parayla örülü.

Yok oluş süreci dünyanın her yerinde gözlemlenebiliyor. Doğayı Koruma Birliği’nin bu yılki güncellemesinde ilk kez mercek altına aldığı tatlı su balıkları bu iddiayı doğrular nitelikte. IUCN, 14 bin 898 tatlı su balık türünün dörtte birinin yok olma riskiyle karşı karşıya olduğunu saptamış. Yok olma tehlikesindeki tatlı su balık türlerinin en az yüzde 17'si iklim değişikliği nedeniyle gezegenle vedalaşmak üzere. Nehirlerde azalan su seviyesi, deniz suyu seviyesinin yükselmesiyle nehirlere karışan tuzlu sular ve değişen mevsimler tatlı su balıklarının yaşamasını güçleştiriyor. Yok olma tehlikesindeki tatlı su balıklarının tek sorunu iklim değil elbette. Yarısından fazlası kirlilikten, yarıya yakını da barajlar ve su kullanımı gibi nedenlerden de etkileniyor. İklim krizi türlerin üzerindeki baskıyı artıran bir başka ama güçlü bir etken çünkü yerel müdahalelerle iklim krizinden çıkma şansımız yok.

Uluslararası Doğayı Koruma Birliği bu nedenle Kırmızı Liste’deki son güncellemeyi İklim Konferansı’nda yaptı. Ne yazık ki onlar bu açıklamayı yaparken, birkaç bina ötede, iklim krizini durdurma çabalarına büyük bir darbe vuruluyordu. Biliyorsunuz, krizden çıkış için elimizdeki tek çözüm fosil yakıtları (kömür, petrol ve gaz) kullanmayı bırakmak. İklim konferansının gizli sahibi petrolcüler, kömürcüler ve gazcılar ise COP 28’in sonuç metninden ‘fosil yakıtlardan vazgeçme’ ibaresini itinayla çıkardılar. Gezegenin son umudunu bilime rağmen insanların elinden almaya çalışıyorlar. Bu yazı kaleme alınırken birçok ülke ve doğa savunucuları metni eski haline getirmeye çalışıyordu. Fosil yakıtlardan vazgeçme çağrısı metne geri dönse bile belli ki zayıflatılmış bir biçimde ifade edilecek ve aynı güçler hayata geçirilmemesi için ellerinden geleni yapacak.

İnsan, evrende yaşayabildiği bilinen tek gezegenle ilişkisini koparmış gibi davranıyor. Başka bir yerde yaşayabilirmiş gibi, öyle bir yer varmış gibi ya da gezegendeki diğer canlılar olmadan bir hayat sürebilirmiş gibi davranıyor. Yanılıyor elbette ama kapitalizmin kendisini hapsettiği duvarların dışına çıkamıyor. Duvarları aynayla kaplamaktan başka çaremiz yok. İnsana yaşadığı ve yaşattığı sefaleti göstermek zorundayız. Yazmaya, konuşmaya ve mücadeleye devam.

İklim krizini sonlandırmayı müzakere ettiğimiz süreçlerden şirketleri çıkararak işe başlayabiliriz. Yok oluştan kâr edenlerle müzakere etmenin bir faydası yok, onlara sadece yapmaları gerekeni söylemeliyiz. Bunun için mevcut hükümet ve devlet yapılarının değişmesi gerek. Zor diye düşünmeyin, insanlar krizin boyutlarıyla yüzleştikçe, imkansızları başarmak için adım atmaya da hazır olacak.