Cinayet ekonomisi

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Mayıs 2015

Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Türkiye’nin yaban hayatına darbe vuracak önemli bir karar aldı. 1 Mayıs-15 Aralık tarihleri arasında, aralarında 15 ayı, 109 yaban keçisi ve 4 çengel boynuzlu dağ keçisinin de bulunduğu yaban hayvanlarının avlanmasına yeşil ışık yaktı. Orman Bakanlığı çeşitli illerde ihaleler açarak, en yüksek parayı veren av turizmi acentelerine belirlenen sayıda hayvanı vurma hakkı veriyor. Acentelerde bunları çoğu yurt dışından gelen avcılara satıyor. ‘Av turizmi’ adı altında yapılan bu katliam aslında yeni değil, benzer hata geçmiş yıllarda da tekrarlandı. Avcılar masum hayvanların kellesi için pazarlık yapıyor, hükümet de onların ölüleri üzerinden para kazanıyor. Bu yıl listeye korumakla yükümlü olduğumuz bozayı ve çengel boynuzlu dağ keçileri de eklendi.

Bazı illerde ihaleler tamamlandı. Ayılar için 10 bin lira, yaban keçileri içinse 6 bin lira gibi ihale bedellerinden bahsediliyor. Bazı illerde ihaleler henüz yapılmadı. Listede sadece ayılar veya yaban keçileri yok. Kızıl geyik, ceylan, yaban koyunu da var. Türkiye’nin yaban hayatının ne kadar sembolü varsa eli kanlı avcılara satılıyor. Bu ihalelerin hemen iptal edilmesi, avcılığın da tümden yasaklanması gerek. Türkiye’de kimse aç kaldığı için avlanmıyor, avlanmanın bahanesi yok. Nasıl bir zevkse, o zevk için hayvanları öldürüyorlar.

Hükümetin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a, Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na ve bu kararın altına imza atan tüm yetkililere buradan açık açık soruyorum.

·       Tıkır tıkır işleyen ekonomisiyle övündüğünüz Türkiye, 15 ayının öldürülmesinden kazanılacak 150 bin liraya muhtaç durumda mı?
·       Türkiye ekonomisi bu kadar kötü durumdaysa, kimseye zararı dokunmayan bu hayvanları av turizmine feda etmek yerine basit tasarruf tedbirleriyle ‘ihtiyaç duyulan’ bu para karşılanamaz mı? Makam araçlarından, milletvekili maaşlarının bir bölümünden feragat edilebilir ya da Ankara’da sadece bir ailenin kaldığı, aylık masrafının 21 milyon TL’yi bulduğu ‘Aksaray’ denen yapı boşaltılabilir. Bunlar, ceylanları vurdurup ölüleri üzerinden para kazanmaktan daha onurlu bir davranış olmaz mı?
·       Doğada özgürce yaşayan hayvanlar hangi seçimde sandığı gidip size oy attı? Onların yaşamları üzerinde karar verme hakkını size kim verdi?
·       Bu ülkede yaşayan ayılar, koyunlar, keçiler, geyikler ve bitkiler hükümetin malı mı? Bu ülkede her şeyi sattınız sıra keçilere, geyiklere mi geldi?
·       Türkiye’nin yaban hayatı sadece avcılara mı ait? Bizim gibi vergisini ödeyen vatandaşların yaban hayat üzerinde söz söyleme hakkı yok mu? Çoğu yurt dışından gelen avcılar bu ülkenin vatandaşlarından daha mı üstün?
·       Türkiye’de kaç tane bozayı, kaç tane yaban keçisi, kaç tane çengel boynuzlu dağ keçisi var biliyor musunuz? İşin cinayet tarafı bir yana, elinizde kesin rakamlar olmadan bu türlerin vurulmasıyla ilgili nasıl karar alabiliyorsunuz? Söz konusu türlerin soyunun tükenme tehlikesi altında olup olmadığını gösteren bir envanter çalışmanız var mı?

Son sözüm de avcılara. Elinizde son model tüfekler, dürbünler ve teçhizatla bu savunmasız hayvanları vurunca kendinizi ‘kahraman’ mı sanıyorsunuz? Elinizdeki silah sayesinde diğer canlılardan üstün olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Beşiktaş’ta sokak köpeğini tekmeleyen polisle elinde tüfek ayı peşine düşen avcılar arasında bir ortak nokta var. Sizler aslında yoksunuz. Var olan sadece coplar, tomalar ve av tüfekleri. Geride kalan ise kocaman bir hiçlik.

***
Çanakkale Çevre Platformu 8-10 Mayıs tarihleri arasında 2. Kazdağları Buluşması’nı gerçekleştiriyor. Kazdağlarını tehdit eden madenler, termik santraller ve farklı çevre sorunlarının tartışıldığı kamp, Türkiye’nin dört bir yanında gelen doğa dostlarını ağırlıyor. Ayrıntılı bilgi: www.kazdaglaribulusmasi.com

İsveç'te iki nükleer reaktör rekabete dayanamadı

Özgür Gürbüz/28 Nisan 2015

Ringhal-2. Foto: Annika Örnborg
Nükleer enerjinin gözden düşmesinin tek nedeni Çernobil ve Fukuşima gibi kazalar değil. İsveç'in enerji devi Vattenfall, sahibi olduğu iki nükleer reaktörü (Ringhals 1 ve 2) planlanandan daha önce kapatma kararı aldı. 2025 yılında kapatılması planlanan iki nükleer reaktör, artan maliyetler ve düşük kalan elektrik fiyatları nedeniyle 2018-2020 yılları arasında elektrik üretimini sonlandıracak. Vattenfall kararını bugün yazılı bir basın açıklamasıyla duyurdu.

Vattenfall Üretim İş Bölgesi Müdürü Torbjörn Wahlborg, "Vattenfall’ın kararı ekonomiyle ilgili. İyi çalışan üretim ünitelerini kapatmak elbette üzücü ama bazen kaçınılmaz" açıklamasını yaptı.

İsveç'te şu anda çalışabilir durumda 10 nükleer reaktör var ve bunların en yenisi 1985 yılında devreye girdi. İsveç'ten gelen haberler, sık sık vurgulamaya çalıştığım, nükleer enerjinin ekonomik bir seçenek olmaktan çıktığını destekler nitelikte.

Şirketin basın açıklamasını okumak isterseniz: http://bit.ly/1DFVRT3

Nükleer enerji Türkiye’nin önünü tıkıyor

Bugün Akkuyu devrede olsaydı, olmayan elektrik talebi ve Rus şirkete verilen 15 yıllık alım garantisi yüzünden şu anda İstanbul’un ihtiyacı kadar elektriği diğer seçeneklerden aldığımız fiyatın neredeyse iki katına almış olacaktık.

Özgür Gürbüz-Evrensel/26 Nisan 2015

Nükleer santral pazarlamacıları ellerindeki bu belalı teknolojiyi satmak için yıllardır türlü masallar uyduruyor. Nükleer santral kurulunca ekonomik kalkınma yaşanacağını anlatıyorlar ama Arjantin, Brezilya ve Filipinler’deki nükleer maceraların o ülkeleri nasıl ekonomik felaketlere sürüklediklerinden bahsetmiyorlar. Bazen de hiç ilgisi olmayan işleri nükleer santralle ilişkilendiriyorlar. Uzaya gitmek veya ‘kalkınmak’ gibi. Bugüne kadar uzaya gönderilen tüm roket ve araçların katı veya sıvı yakıt kullandığını bilmiyor olamazlar. Uzay mekiğinin yörüngedeki görevi sırasında güneş panelleriyle elektrik ürettiğini eminim duymuşlardır.

‘Kalkınma’ için söylenenler de içi boş sloganlardan başka bir şey değil. Nükleer santraller sadece elektrik üretebilir. Elektrik tek başına gelişmenin aracı olmadığı gibi ucuz, temiz ve güvenli olmadığı zaman yarardan çok zarar getirir. Türkiye’nin kurulacak nükleer santralden üretilecek elektriği satın almayı taahhüt ettiği fiyat kilovatsaat (kWs) başına 12,35 dolar sent. Rüzgar, jeotermal gibi daha temiz kaynaklara ödediği fiyatın (rüzgar 7,3–jeotermal 10,5 dolar sent) çok üstünde. Hesap bu kadar basit, nükleer enerji ucuz değil. Nükleer enerji, olası bir kazada ise bırakın ülkenin gelişmesine katkıda bulunmayı, tarihi ekonomik krizlerin bizzat nedeni. Fukuşima’nın Japonya ekonomisine verdiği zararın 250 ile 500 milyar dolar arasında olacağı tahmin ediliyor. Doğaya ve yaşama verilen tahribatın yanında bu bir hiç tabii.

Tüm bu bilgilere rağmen nükleer lobi, pilot reklamında oynatmak için kandırdığı oyuncu gibi herkese yalan söylemeye devam ediyor. Zaten nükleer enerjiyi satmanın tek yolu yalan söylemek. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) başvurduğu yol da bu. “Elektrik ihtiyacı için nükleer lazım” söylenen en önemli yalanlardan biri. Ortada bizi nükleere mecbur edecek bir elektrik ihtiyacı olmadığı gibi aksine, elektriğin daha verimli ve tasarruflu kullanıldığı yeni bir enerji sistemiyle karşı karşıyayız. Peki, AKP’nin elektrik talebi varmış gibi gösteren rakamları nereden geliyor? Hükümetin elektrik talebiyle ilgili verileri TEİAŞ tarafından yapılan tahminlere dayanıyor. Bu tahminler ise hükümetin onlara verdiği büyüme rakamlarıyla nüfus gibi diğer etkenleri hesaba katıyor. Aslında yapılan gerçek bir tahmin bile değil. “Şu kadar büyümek istiyoruz, o halde ne kadar elektriğe ihtiyacımız olur” diye sorulup, sorunun yanıtına uygun bir senaryo yazılıyor. Böyle olunca da tahminler kabul edilemeyecek oranlarda yanlış çıkıyor.

Bir örnek verelim. Rusya ile Akkuyu’ya nükleer santral yapılması için anlaşma 2011’de imzalandı. Aynı yıl yapılan TEİAŞ’ın tahmini, nükleer santralin ilk reaktörünün devreye gireceği söylenen 2020’de Türkiye’nin elektrik talebinin 398 milyar kilovatsaati (kWs) bulacağını söylüyordu. Bu tahminin tutmayacağı belliydi. Türkiye’nin büyümesinin yüzde 8-9 oranlarında seyretmesinin sürdürülebilir olmayacağı ortadaydı. 2014 sonunda yapılan revizyonla TEİAŞ da tahminini değiştirdi. Şimdi, Türkiye’nin elektrik talebinin 2020 yılında 333 milyar kWs’te kalacağını söylüyorlar. Aradaki fark 60 milyar kilovatsaat. Bir başka deyişle, Türkiye’nin 2020 yılında 60 milyar kWs daha az elektriğe ihtiyacı var. İnanması güç gelebilir ama bu rakam hem Mersin hem de Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santrallerin yıllık üretimine eş.

Enerji Bakanı Taner Yıldız, Akkuyu’daki göstermelik temel atma töreninde, “Bugün itibariyle eğer Akkuyu Nükleer Santralı devrede olmuş olsaydı, 15 milyon nüfuslu İstanbul’un elektriğini karşılayabilecekti” dedi. Sayın Yıldız’ın demeci yanlış! Asıl söylenmesi gereken şu cümleydi: Bugün Akkuyu devrede olsaydı, olmayan elektrik talebi ve Rus şirkete verilen 15 yıllık alım garantisi yüzünden şu anda İstanbul’un ihtiyacı kadar elektriği diğer seçeneklerden aldığımız fiyatın neredeyse iki katına almış olacaktık. Ruslara verilen alım garantisi TETAŞ’ı oradan üretilecek elektriği 15 yıl boyunca almaya zorluyor. Şu andaki kur üzerinden hesaplarsak, TETAŞ, Akkuyu Nükleer A.Ş.’den alacağı her kWs elektriğe 33 kuruş ödeyecek. Halbuki 2013 yılında TETAŞ’ın yaptığı alımlarda ortalama fiyat sadece 17 kuruş. Bakan Yıldız’ın hayalini kurduğu santral kazara hayata geçseydi, Türkiye tarihinin en büyük kazıklarından birini daha yiyecekti. Tabi ki bu acı fatura, ihaleleri verdikleri dost işadamlarına değil elektrik faturalarıyla yine bize çıkarılacaktı. Nükleer santral planları sonlandırılmadıkça bu tehlike sürecek.     

Elektrik ihtiyacını karşılamak için Türkiye’de ne yapılmaması gerektiği ortada. Bir şirkete para kazandıran, doğaya zarar veren, yaşamı tehdit eden ve halkın olurunu almayan projelerden vazgeçilmeli. İlk yapılması gerekense enerji verimliliği ve tasarruf yöntemlerini tüm sektörlere yayarak, enerji talebindeki artışı azaltmak hatta aşağıya çekmek olmalı. Elektrik talebini tahmin etmek yerine yönetmeliyiz. Kalkınma Bakanlığı’nın 9. Kalkınma Planı, 2012 Yılı Programı’nda da belirtildiği gibi, “…sanayi, binalar ve ulaştırma sektörlerinde yapılacak verimlilik uygulamalarıyla hem genel enerji hem de elektrik tüketimlerinin yüzde 20-25 oranında düşürülmesi mümkün”. Eşe dosta inşaat ihalesi vermek yerine, ithal ettiğimiz enerji kaynaklarını daha akıllı kullanmalı, talebin karşılanamadığı durumlarda da güneş, rüzgar ve biyokütle gibi enerji kaynaklarını, halkın sahibi olacağı ve yöneteceği modellerle hayata geçirmeliyiz. İstenirse, enerjideki bu dönüşüm tüm Türkiye’yi değiştirecek ekonomik, sosyal ve ekolojik bir dönüşümün öncüsü olur. Önümüzdeki tek engel, nükleer ihalelerle ceplerini doldurmak isteyen birkaç kişi ve onlara yol gösteren siyasi irade.