İklim Kanunu’nda kömürün adı geçmiyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 27 Şubat 2025

TBMM Çevre Komisyonu Foto: @nerminyldrmkara
Uzun zamandır beklenen “İklim Kanunu” en sonunda Meclis’te görüşülmeye başlandı. Komisyonlardan geçip Genel Kurul’da kabul edilirse Türkiye’nin ilk İklim Yasası olacak. Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelesinin kurallarını koyması beklenen yasanın ambalajı güzel ama içi boş.

İklim yasasından haliyle iklimi değiştiren seragazı emisyonlarını azaltacak önlemleri belirlemesini, kurallar ve yasaklarla petrol, kömür ve gaz kaynaklı fosil yakıtlarla mücadele etmesini beklersiniz. Beklemeye devam çünkü yasanın içinde böyle bir madde yok. Emisyon azaltımı yok, kömür santrallarının kapatılması yok. İklim krizinden etkilenen dezavantajlı gruplara, olası bir adil geçiş sürecinde bu süreçten etkilenecek işçilere nasıl destek olunacağına dair somut bir düzenleme de yok. Ne var? “Yeşil büyüme” var, taslak metinde 12 ayrı yerde bahsi geçiyor. “Emisyon ticareti” var; 11 kez uzun haliyle, 54 defa da kısa adı olan “ETS” şeklinde yazılmış. Fosil yakıt (kömür, petrol ve gaz) yok ama ticaret var. Gönüllü karbon piyasaları bile metinde var ama sorunun kaynağı yok.

Doğa koruma mücadelelerinden tanıdığımız 72 kuruluş change.org üzerinden bir imza kampanyası başlattı. “İklim krizine neden olan tarım, enerji, sanayi ve madencilik politikalarında hiçbir değişiklik getirmeyen, iklim krizinin yol açtığı seller, fırtınalar, yangınlar gibi afetler için hiçbir önlem öngörmeyen, işçilerin haklarını güvence altına almayan, kadınların ve dezavantajlı grupların iklim krizi nedeniyle uğrayabileceği ayrımcılığı gözetmeyen, bir kanun gerçek bir İklim Kanunu değildir” diyorlar. Polen Ekoloji, söz konusu yasaya, “emeği ve doğayı konu dışı tutarak sömürü ve tahribatın devam etmesi için AB’nin “Yeşil Yeni Düzeni” çerçevesinde alternatif bir saha yaratmak istiyor” diyerek itiraz ediyor. Yasa hazırlanırken muhataplarına sorulmadığı ortada. Hükümet yine bildiğini okumuş.

İklim Kanunu’na bakınca, iklim sorununun doğayla ya da fosil yakıtlarla ilgili olmadığını, bir ticari mesele olduğunu bile düşünebilirsiniz. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ve Yeşil Taksonomi’ye girişi hazırlayan, emisyon ticareti ile de fosil yakıt üreticilerine kurtuluş reçetesi sunan bir yasadan bahsediyoruz. Emisyon ticareti itirazlara rağmen tüm dünyada kullanılan ancak karbon vergisi gibi önlemlere göre arkadan dolanmaya uygun bir mekanizma.

Basitçe tarif edersek, ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) kapsamında enerji üretimi yapan bir şirkete o yıl atmosfere bırakabileceği seragazı emisyonu miktarını belirleyen bir kota verilecek. 100 birim diyelim. Şirket 80 birim emisyon üretirse, kullanmadığı 20 birimlik hakkını başka bir şirkete para karşılığı satabilecek. 110 birim emisyon üretirse, cezalı duruma düşmemek için 10 birim karbon kredisini başka bir yerden satın almak zorunda kalacak. Karbon kredilerinin fiyatını, ETS içinde yer alan firmaların performansı belirleyecek. Herkes kotanın üzerine çıkarsa temiz karbon kredisi bulmak için ödenecek bedel artacak. Herkes emisyonlarını azaltırsa piyasada çok sayıda temiz karbon kredisi olacağı için bu kredilerin değeri düşecek. Arz talep meselesi, borsa gibi.

Burada tuzak şu. Şirketlere kredi toplamak için çokça seçenek veriliyor. Yenilenebilir enerji santralları üretim yaparken kömürlü termik santrallara göre çok az seragazı emisyonu ürettiği için aradaki fark kadar temiz karbon kredisi kazanıp, bunları piyasada satabiliyorlar. Kömür santralı olan bir şirket de iklimi değiştiren santralını kapatmak yerine bu kredileri toplayarak işine devam edebiliyorlar.

Daha da kötüsü, fidan dikmek gibi etkisi çok tartışılan yöntemlerle bile karbon kredisi toplayabiliyorlar. Türkiye’deki enerji şirketlerinin çoğunun hem fosil yakıtla hem de yenilenebilir enerjiyle üretim yapan santralları var. Birinden alıp ötekine verebilirler. Kotaları belirleyen hükümet ipin ucunu sıkı tutmaz, kotaları bol keseden dağıtırsa aynı tas aynı hamam yola devam ederiz. Hükümetin ipin ucunu sıkı tutması da onun emisyon hedefine bağlı. Türkiye’nin ne seragazı emisyonlarını azaltma hedefi var ne de taraf olduğu Paris Anlaşması’nın bir bağlayıcılığı. Avrupa Birliği gibi emisyon ticaretinin uygulandığı yerlerde, o birlik ve ülkelerin emisyon azaltım hedefleri var. Bu hedeflere ulaşmak için ülkeler kota işini sıkı tutmak, emisyon azaltımı yapmasını istediği sektörlere buna göre kota vermek zorunda.

Türkiye’de emisyon azaltım hedefi yok. Termik santralları kapatma kararı yok. Ulaşımda petrolden kaçma politikası yok. Bunların hiçbiri yok ama yasa geçerse emisyon ticareti olacak. Bol bol ticaret yapacağız, ucuza topladığımız krediler sayesinde iklimin canına okumaya devam edeceğiz.

Meksika’da enerjide kamulaştırma rüzgârı

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Şubat 2025

Claudia Sheinbaum (Wikipedia)
Trump yönetimindeki ABD ile Meksika arasında yeni bir dönem başlarken, sınırın iki yakasında özellikle enerji alanında kayda değer gelişmeler oluyor. ABD’nin gaz ve petrol üretimini artırarak, iklim krizini inkâr eden politikalarla yola devam edeceği artık kesinleşti. Bu kararların dünyadaki enerji ve iklim politikalarını etkilemeyeceğini düşünmek hata olur ancak ABD sınırının güneyinde olanlar dünyayı çok daha fazla etkileyebilir.

Meksika’da ülkenin ilk kadın Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum’un başını çektiği merkez sol koalisyonu, oyların yüzde 61’ini alarak geçen Haziran ayında iktidara gelmişti. 4 Şubat’ta ise enerji sektöründe taşları yerinden oynatacak bir reform paketini Senato’nun önüne koydular. Bu paketin içinde elektrik piyasasından hidrokarbon sektörüne kadar birçok alanda kamulaştırmaya yeşil ışık yakan, devlet şirketlerine öncelik veren değişiklikler var. “Üretken devlet şirketleri” diye tanımlanan kamu kuruluşlarını, “kamu şirketleri” olarak tanımlayarak işe başlıyorlar.

Örneğin, bizdeki EÜAŞ’ın karşılığı diyebileceğimiz CFE adlı kamu şirketinin elektrik üretimindeki payının en az yüzde 54 olmasını şart koşuyorlar. Bizde de uygulanan “merit order” sistemini terk ederek yerine önce kamu santrallarından elektrik alınır kuralını koyuyorlar. Kurulu gücü 0,7 MW’tan büyük santralların Ulusal Enerji Komisyonu’ndan izin alarak çalışmasını isterken, küçük olanlar için belli şartlara göre izin alarak veya almayarak kurulum yapılmasına izin verecekler ancak yenilenebilir enerjinin tercih edilen kaynak olmasını vurguluyorlar. Yeri gelmişken Türkiye’de durumun tam tersi olduğunu belirtelim. EÜAŞ’ın elektrik üretimindeki payı 2024’te yüzde 15,30 oldu; 2013 yılında kamunun elektrik üretimindeki payı yüzde 33,4’tü.

Petrol ve gaz rezervleriyle ilgili arama ve çıkarma faaliyetleri özel şirketlere kapatılmıyor ancak Enerji Bakanlığı’ndan alınacak iznin yanı sıra önceliğin Pemex’e, Meksika’nın devlete ait petrol şirketine verilmesini kurala bağlanıyor. Pemex yatırım kararı alınmazsa yabancı sermayeye kapı açılacak. Karma yatırımlarda da Pemex’in söz sahibi olacağını söyleyen şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Victor Rodriguez, “Onlara ortak demeyeceğiz, Pemex sözleşme sahibi olarak kalacak onlar bize sadece sermaye konusunda yardımcı olacak” diyerek yeni dönemin ipuçlarını veriyor. Sadece üretim alanında değil, düzenleme alanında da kontrol bakanlık eliyle devlete geçiyor. Düzenleyici kurumlar dursa da kararlarının bu yeni yasayla çelişmemesi isteniyor.

9 Şubat’ta Reuters’e düşen, Fransız Air Liquid firmasına ait Meksika’daki bir hidrojen üretim tesisinin kamulaştırıldığı haberi de yasa teklifinden sonra olabilecekleri gösteren bir örnekti sanki. Enerji Bakanlığı kamulaştırmanın, Pemex’e ait motor yakıtı üreten fabrikadaki hidrojen ihtiyacından kaynaklandığını belirtti. Meksika’daki bu kamulaştırma hamlesine liberal dünyadan tepkiler de gelmeye başladı. Oxford Enerji Araştırmaları Enstitüsü, eleştirel bir rapor hazırladı ve kamulaştırma hamlelerinin elektrik fiyatlarını artıracağını, arz açığı doğuracağını ve yenilenebilir enerji kurulumlarını da azaltacağını öne sürdü. Enerji üretiminin ve dağıtımının neredeyse tamamen özelleştirildiği Türkiye’deki örneklere baktığımızda, yüksek alım garantileri verilen santrallar, devam eden elektrik kesintileri görüyoruz. O yüzden de Oxford’un eleştirilerini not almakla birlikte Meksika örneğini yakından izlemenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Son not da Cumhurbaşkanı Sheinbaum hakkında. Sheinbaum bir enerji mühendisi, yüksek öğrenimini ABD’nin önemli üniversitelerinden Berkeley’de yapmış, yıllardır kamulaştırmayı savunuyor ve şimdi önünde bunları uygulamaya dökecek altı yılı var. Herkes için çıkarılacak derslerle dolu bir altı yıl olacağı kesin.

Nükleer enerjinin durumunu rakamlar anlatıyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 17 Şubat 2025

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası geçen hafta Ankara’da Dünya Nükleer Endüstrisi Durum Raporu’nun tanıtımı için bir dizi etkinlik düzenledi. Raporun sonuçlarını baş yazarı ve koordinatörü Mycle Schneider aktardı. 2024 raporunun yazarlarından biri olduğum için ben de sunumları Ankara’da izledim. 2007 yılından bu yana düzenli yayımlanan bu nükleer külliyata siz de worldnuclearreport.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Beş yüz sayfayı aşan bu rapor nükleer karşıtı veya yanlısı bir rapor değil, rakamlarla durumu ortaya koyuyor, değerlendirmeyi size bırakıyor. Ben de Schneider’in sunumundan aldığım notları sizlerle yorum yapmadan paylaşıyorum.

  • 1996 yılında nükleer santrallar küresel elektrik üretiminin yüzde 17,5’ini karşılıyordu, 2023 yılında bu rakam yüzde 9,15’e geriledi.
  • Nükleer santralların toplam elektrik üretimi 2023’te 2600 teravatsaat (TWh) oldu, 2006 yılındaki zirvenin 60 TWh gerisinde kaldı.
  • 2005 ila 2024 yılları arasında 104 yeni nükleer reaktör işletmeye alınırken 101 tanesi de kapatıldı. Bu 104 reaktörün neredeyse yarısı (51) Çin’de yapıldı. Çin’i hesaba katmazsanız aynı dönemde dünyada kapatılan reaktör sayısı yapılandan 48 adet fazla.
  • 2024 sonunda dünyada 411 nükleer reaktör çalışıyordu, 2002’de bu rakam 438’di.
  • Halihazırda yapımı süren reaktör sayısı 61 (29 adedi Çin’de) ancak çok gecikmiş inşaatlar veya küçük reaktörler de bu listede yer alıyor, yapımına 1985 yılında başlanan Mochovce-4 gibi.
  • Dünyadaki reaktörler oldukça yaşlı. Yaş ortalaması 32’yi geçiyor, ABD’deki filonun ortalaması 43’ü, Fransa’da ise 39’u buluyor.
  • Yaşlı reaktörlerin üretim rakamları düşüyor. Fransa ve Belçika örneklerinde net bir şekilde görüldüğü gibi, iki ülkede de filo ilk 10-15 yılda yüksek üretim rakamlarına ulaşırken, yaşlandıkça yaklaşık yüzde 20 oranında daha az üretim yapa hale gelmişler, ani düşüş ve inişler yaşamışlar.
  • Nükleer reaktör inşaatlarında maliyeti artıran faktörlerden biri yapım sürelerinin uzaması. Yapımı süren 61 reaktörden 24’ü gecikmiş durumda. Akkuyu’daki 4 reaktör de bu listede. Bu konuda en iyi örnek olarak gösterilen Çin de bile gecikmeler daha sık görülmeye başlanmış. Schneider bunu “nükleer enerjinin negatif öğrenme eğrisi” olarak tanımlıyor. Gerçekten ilginç, daha çok reaktör yaptıkça maliyetlerin ucuzlamasını, yapım süresinin kısalmasını beklersiniz ama nükleer alanda tersi oluyor.
  • Amerika ve Fransa’nın başını çektiği, 2050’ye kadar nükleer enerji kurulu gücünü üçe katlama çağrısının ardında iklim krizinden çok jeopolitik nedenler olduğunu belirten Schneider, bu çağrıyı yapan ülkelerin çoğunda, ABD ve Fransa da dahil olmak üzere halihazırda yapımı süren bir nükleer reaktör bile olmadığının altını çiziyor.
  • Dünyada nükleer santral yapımında Rus ve Çinli firmaların net hakimiyeti var. Kore ve İngiltere’deki ikişer üniteyi saymazsanız geri kalan tüm reaktörleri bu iki ülkenin firmaları yapıyor. Bu da Batı’da sıkça dillendirilen “nükleer enerji geri geliyor” iddiasının karşısına, “kim yapabilecek” sorusunu koyuyor. Schneider, ABD veya Avrupa’da ambargolar yüzünden Rusya veya Çin’in nükleer reaktör yapamayacağına, Güney Kore’nin KHNP’si ve Fransız EDF’nin de zaten ciddi borç yükü altında olduğuna dikkat çekiyor.
  • Medyada sıkça yer alan Küçük Modüler Nükleer Reaktörlerin (SMR) geleceği ise anlatılanın aksine büyük bir soru işareti taşıyor. Henüz tasarımların onaylanma aşamasını bile geçememiş bu projelerin tahmini maliyeti, pahalı olduğu için eleştirilen büyük reaktörlerin bile üstüne çıkıyor. Bu yüzden de başta ABD’deki Nuscale projesi olmak üzere birçoğu kâğıt üstünde kalıyor.
  • Nükleer santraldan elektrik üretmenin maliyeti son 15 yılda yüzde 49 oranında artarken, güneşte yüzde 83, rüzgârda yüzde 63 oranında azalmış. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre batarya destekli güneş elektriğinin maliyeti bile şimdiden nükleerden ucuz ve 2030’da kilovatsaat başına 4,5 sentlere kadar düşecek.
  • AB’de rüzgâr ve güneşin toplam elektrik üretimi nükleeri çoktan geçmiş durumda. Çin’de ise güneş enerjisinden üretilen elektrik ülkedeki tüm nükleer santralların üretiminden fazla. Rüzgar santralları da nükleer santralların toplam üretiminin iki katı kadar elektrik üretiyor.

‘Nükleer güç’ Türkiye’ye yayıldı

Özgür Gürbüz-BirGün / 7 Şubat 2025

Gaziemir'de nükleer atıkların bulunduğu saha
En sonunda istenen oldu. ‘Nükleer güç’ diye diye başımızın etini yiyenler, nükleer gücü Türkiye’nin dört bir yanına yaymayı başardı. Türkiye’ye nasıl ve nereden getirildiği bir türlü ‘tespit edilemeyen’ nükleer atıkların olduğu İzmir’in Gaziemir ilçesindeki eski kurşun fabrikası, ‘nükleer gücü’ tüm memlekete yayıyor.

Nasıl mı? Anlatalım. 2024 yılının Temmuz ayında yaklaşık 18 yıl önce varlığı ortaya çıkan bu atıkların oradan alınması amacıyla bir çalışma başlatıldı. Çevre Bakanlığı, TENMAK (Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu) ve NDK’nin (Nükleer Düzenleme Kurumu) dahil olduğu bu süreçte sahanın atıklardan temizlenmesi işi Ekovar adlı bir şirkete verildi. Ekovar kalabalık bir mahallenin ortasında yer alan bu alanda çalışmalara başladı.

Yukarıda saydığım üç kurumun uygun gördüğü ‘Çevresel Temizleme Planı’nda atıkların işlenmesiyle ilgili önemli bir kıstas belirlenmiş. Yapılan işi basitçe anlatmak gerekirse, atık bulaşmış alanlarda radyasyon seviyesine bakılıyor, radyasyon seviyesine göre çıkan atıklar ilgili bertaraf tesislerine gönderiliyor. Radyasyon ölçümü sonucu doz hızı saatte 80 nanosiverti geçerse atıklar radyoaktif atık kabul ediliyor, düşükse tehlikeli atık sınıfına alınıyor ve Türkiye’deki tehlikeli atık bertaraf tesislerine gönderiliyor. 79 olursa tehlikeli atık, 81 olursa radyoaktif atık.

Elbette burada birkaç temel sorun var. Radyasyon seviyesinin güvenliği, ölçümlerin denetimi ve Türkiye’de radyoaktif atıkların saklanması için uygun bir tesisin olmaması. Bertaraftan kasıt aslında atıkları doğadan ve insanlardan yalıtmak çünkü radyoaktif atıkları yok edebilecek bir teknoloji de dünyada yok. Firmanın yeterliliği ve işin özenle yapılıp yapılmadığı da sorgulanıyor. Süreci takip eden Avukat İpek Sarıca, radyasyon ölçümleriyle ilgili sorumluların imzalarıyla ilgili şüpheler olduğunu ve suç duyurusunda bulunacaklarını söylüyor. Her işyerinde gördüğümüz formalite imzalarla onaylanıyor olabilir mi bu kritik ölçümler?

Öncelikle bu sınır değer meselesinin dünya çapında tartışmalı bir kavram olduğunu belirtelim. Yıllar geçtikçe insanların maruz kalabileceği sınır değerler düşürülüyor. 1980’lerde normal bir birey yılda 5 milisivertten fazla radyasyona maruz kalmasın deniyordu, 1990’larda bu oran 1 milisiverte düşürüldü. Bilimin bir risk gördüğü ortada. Çernobil kazasından Sanayi ve Ticaret Bakanı olan Cahit Aral her ne kadar “biraz radyasyon iyidir” demiş olsa da radyasyonun hiçbir dozu güvenli değil ve tıbbi tedaviler gibi zorunlu haller dışında radyasyondan uzak durmalıyız.

Sahada çalışan işçilerin durumu ise endişe verici çünkü sahadaki radyasyona sadece bir saat değil günlerce maruz kalıyorlar. Özel elbiseler giymeleri, vardiyalarının düzenlenmesi gerekir ama öyle bir durum yok. Emrez Mahallesi’nde oturanlar ise 24 saat orada. Çalışmalar sırasında radyasyon yayılıyorsa risk altında olabilir. Sahadan gönderilen atıkların miktarı ve nereye gönderildiği de önemli. İstanbul Çekmece’deki nükleer araştırma merkezi, Kocaeli’ndeki İzeydaş, Bilecik’teki Vezirhan Çimento Fabrikası gibi birçok yere Gaziemir’den yola çıkan kamyonların gittiği biliniyor. İşleri yürüten Ekovar’a, Torbalı’da atık ara depolama izni de verilmişti. Gaziemir’den oraya nakledilen radyoaktif ya da tehlikeli atıklar da olabilir. Atık taşıyan kamyonların üzerlerine branda bile olmuyor. Atıklar götürüldükleri yerlerde yakılıyor mu, depolanıyor mu yoksa gömülüyor mu bilmiyoruz. Tespit edilen Europium 152’nin radyoaktivitesinin geçmesi için 135 yıllık (10 yarılanma süresi hesabıyla) bir süreye ihtiyaç olduğunu hatırlatalım.

Aslan Avcı Döküm Sanayi ve Ticaret’a ait Gaziemir’deki eski kurşun fabrikasında ne kadar radyoaktif atık olduğu da net değil. Radyoaktif atığın kurşun gibi başka metal atıklarla karıştığı, toprağa da bulaştığını biliyoruz. 250-300 bin ton radyoaktif cüruftan bahsediliyor. Miktar çok, tehlikeli atık alma yetkisi olan her tesis potansiyel alıcı konumunda. Nükleer elektrik santralını dilimize ‘nükleer güç santralı’ diye çevirip, buradan siyasi mesajlar vererek Türkiye’ye nükleer santrallar kurmak isteyen zihniyeti tebrik etmeli. Yukarıda özetlediğimiz gibi ‘nükleer gücü’ tüm Türkiye’ye yaymayı başardılar. Bedelini hepimiz ödeyeceğiz.