Bir varmış bir yokmuş

Özgür Gürbüz-BirGün / 22 Mart 2025

Foto: CHP Flickr
Halka her gün bir başka masal anlatmayı seven iktidar sayesinde her güne “bir varmış bir yokmuş” diyerek başlıyoruz.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 28 kişinin diploması yıllar sonra hukuka aykırı bir şekilde yok ediliyor. 31 yıl var olana bir gün sonra yok denilebiliyor. Yüz binlerin oylarıyla seçilmiş belediye başkanları iftiralarla gözaltına alınıyor. Milyonların var olan oyu bir gece de yok sayılıyor.

İktidar, yolsuzluk, terör soruşturmaları, sosyal medyadaki trol saldırılarıyla halkın kafasını karıştırmaya çalışıyor ama nafile. Bir tarafta “gel sandığı koy, halk seçsin” diyen muhalefet, diğer tarafta ise sandıktan korkan, televizyon ekranlarında rakiplerinin ya da gerçek gazetecilerin sorularını yanıtlamaktan bile kaçan Erdoğan var.

‘Prompter’dan okumaya gelince var, gerçek gazetecilerin önüne çık deyince yok. İsrail’e kapalı salonlardan sövmeye var, ticareti kes deyince yok. Bir varmış bir yokmuş. Adeta bir masal kahramanı.

Geçmişte bu iktidara oy verenler de bunun farkında. Bir zamanlar sevdikleri, oy verdikleri bu partinin önderleri artık onlar açken tok yatıyor, ekmek bulamayanlara az yiyin diyor, sokaklarda değil saraylarda gezmeyi tercih ediyor.

Ne saray düşkünleri gördü bu topraklar. Bir gün vardılar bir gün İngiliz zırhlısına sığınıp yok oldular.

***

AKP ve ortaklarının iktidarında sadece yoksullaşmadık, var olmaya çalışan demokrasi, hukuk sistemi, özgürlükler de birkaç kararnameyle yok edildi. Haksız tutuklamalar, ifade özgürlüğünün engellenmesi, medyanın baskı altına alınması, iktidarın suçları saymakla bitmez. Buna rağmen muhalefet, tüm haksızlıklara rağmen demokratik haklarını kullanmaya çalıştı ve mücadelesini sürdürdü. O yüzden bugün demokrasiyi, milletin egemenliğini korumak adına sokağa çıkan, söz söyleyen herkesi el üstünde tutmak gerek.

Dün “yokmuş” denilen ülkeyi bugün “var” edenler, meydanları dolduran, sokakta korkmadan konuşan, medyada sözünü sakınmadan söyleyenlerdir. Bundan sonra ülkenin umudu, tencere tava, yakada rozet, camlarda posterler, sokakta yürüyüş, sendikalı sendikasız iş bırakma eylemleri, okul boykotları, sivil itaatsizlik eylemleri, sosyal medya mesajları ile hakkını arayanlar olacak. Dönüm noktasındaki Türkiye’de şüphesiz onlarca farklı eyleme belki de aylarca tanıklık edeceğiz. Sırbistan’da tren istasyonunun çökmesiyle başlayan protestoların hükümeti devirmesi beş ay sürmüştü.

İnsanlar konuştukça, sorunlarını haykırdıkça Türkiye’de demokrasi umudu var oluyor, sorun yokmuş gibi davranınca umut azalıyor. Hak arama eylemlerini kötüleyenler, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla ilişkisiz olduğunu iddia edenler mutlaka olacaktır. Özgür Özel’in Saraçhane’de yaptığı konuşmada sokağın meşru adres olduğunu açıkça söylemesi bu yüzden önemliydi.

Zaten sokağa çıkanlarla yaşanan mağduriyetler arasındaki bağ ortada. Dünyada iklim eyleminin en kuvvetli ayaklarından biri öğrencilerin okul boykotlarıydı. Çünkü gezegenin geleceği yoksa eğitimin ne anlamı var diye soruyorlardı. Türkiye’de de diplomasının bir günde siyasi bir kararla elinden alınabileceğini gören öğrencilerin okullarını boykot etmesinden, barikatları zorlamasından daha doğal ne olabilir? İş cinayetlerinin cezasız kaldığı, insanların açlık sınırında çalıştırılmaya zorlandığı bir ülkede sendikaların bu düzenin değişmesini istemesi ve genel grev çağrısı yapmasına şaşırılır mı?

Herkesin sorduğu soru ise örgütsüz toplumun sesini nasıl duyuracağı sorusu. Yeni çağda gözden kaçan bir değişim de bu. Adaletsizliğe karşı bir araya gelen örgütsüz güçlerin çıkardığı farklı sesler kitleleri hızla büyütüyor. Tek ses, tek flama altında toplanmak uzun süreçler isterken, farklı seslerin birlikteliği popüler taban örgütlenmelerine fırsat veriyor. Lidersiz, tek bir söylemi olmayan bu örgütlenmelerle mücadele etmek otoriter devletler için çok daha zor çünkü onları bir kalıba sokup, bildik ezber ve iftiralarla kötülemek kolay değil. Birbirine benzemez ama asgari müştereklerde birleşmiş, bireysel ve siyasi beklentilerden uzak insanlardan bahsediyoruz. Tek dertleri daha fazla özgürlük, halkın egemenliği. Örgütsüz bir örgütlülük hali.

Masalla başladık masalla bitirelim. Gökten üç elma düşmüş. Hepsi direnenlerin başına.

Akkuyu’nun atıkları nereye atılacak?

Özgür Gürbüz-BirGün / 13 Mart 2025

Foto: Wikipedia
Gaziemir’de eski kurşun fabrikasına bırakılan nükleer atıkların ‘temizlik’ çalışmaları kapsamında, üç kamyon hafriyatın Torbalı’da boş bir alana döküldüğü iki gün önce İzmir Büyükşehir Belediyesi ekiplerince ortaya çıkarıldı. Siyaset dedikodusuyla vakit geçiren medya bu skandalı göz ucuyla gördü. Nükleer santral çalıştırmanın eşiğine gelen Türkiye’de nükleer atık konusunda endişelenmemek mümkün mü? Ben de endişelerimi gidermek ve yok edilmesi mümkün olmayan bu atıkların akıbetini öğrenmek için bilgi edinme hakkımı kullandım. Gelen yanıtları ve akılda kalan soru işaretlerini paylaşıyorum.

Nükleer Enerji ve Uluslararası Projeler Genel Müdürlüğü’nün verdiği yanıta göre, “Kullanılmış yakıtlar 7381 sayılı kanuna göre işletme süresi boyunca NGS sahasında depolanacak. Radyoaktif atıklar ise tesis sahasında depolandıktan sonra TENMAK tarafından kurulacak olan yakın yüzey bertaraf tesisine gönderilecek”. Bahsedilen 7381 sayılı Nükleer Düzenleme Kanunu’nun 9. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Nükleer santrallerde ortaya çıkan kullanılmış yakıtlar, işletme ömrü boyunca nükleer santral sahasında depolanır” yazıyor. Santralın işletme süresinin 60 yıl olduğunu biliyoruz. Demek ki içinde plütonyum-239 gibi 244 bin yıl radyoaktif kalabilen çok tehlikeli nükleer atıklar ilk 60 yıl boyunca Akkuyu Nükleer Santralı’nda bekletilecek.

Sorduğum aynı sorulara Nükleer Düzenleme Kurumu’ndan (NDK) gelen yanıt ise daha fazla detay içeriyor. NDK, atıklarla ilgili sorumluluğun proje şirketinde, yani santralın sahibi Rus devlet şirketlerinde olduğunu hatırlatıyor. 60 yıl sonra ne olacak kısmı da aslında aynı kanunda belirtilmiş. Dokuzuncu maddenin d bendinde, “Türkiye Cumhuriyeti egemenlik alanında yapılan faaliyetler neticesinde ortaya çıkan radyoaktif atıklar TENMAK tarafından bertaraf edilir” açıklaması var. Ruslar santralı kapatıp gittikten sonra nükleer atıklar Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’na (TENMAK) yani Türkiye’ye kalacak.

Akkuyu’daki santralın 2012 yılındaki bilgilendirme toplantısını yerinde izlemiştim. Akkuyu Nükleer A.Ş. orada 28 soruluk bir kitapçık dağıtmış, 25 numaralı, “nükleer santralın atıkları ne olacak” sorusuna da “Akkuyu Nükleer Santrali’nde kullanılmış yakıt Rusya’ya gönderilecektir” yanıtını yazmıştı. Şirket, eski internet sitesine de atıkların Rusya’ya gideceğini (türünü belirtmeden sanki hepsi Rusya’ya götürülecekmiş gibi) yazmış, bir de alay edercesine, atıkları Türkiye satın almak isterse Türkiye’de de kalabilecek” demişti. Demek ki halkı hep yanlış bilgilendirmişler. 60 yıldan ve Türkiye’de kalacak düşük ve orta seviyeli nükleer atıklardan hiç bahsetmediler.

NDK’den gelen yanıtta, barışçıl kullanım ilkesine de özel bir vurgu yapılmış. Türkiye’nin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olduğu ve nükleer silah yapmayacağına ilişkin Rusya ile yapılan anlaşmadaki taahhütler hatırlatılmış. Buradan, Rusya’nın Mersin’deki nükleer santralında 60 yıl bekletilecek, plütonyum gibi nükleer silah yapımında kullanabilecek maddelerin alınarak, hiçbir zaman Türkiye’nin kontrolüne geçmeyeceğini anlıyoruz. Nükleer santraldan Türkiye’nin silah üreteceğini düşünenler ve pahalı ve tehlikeli nükleer santralları bir güç kazanımı gibi göstererek pazarlayanları üzecek bir vurgu. 

Tüm sorularıma yanıt aldım mı? Hayır. İki kurum da “Ankara’nın Polatlı ilçesinde yapılması düşünülen nükleer atık depolama sahasının işlevi ve hangi atıkları barındıracağı sorusuna yanıt vermedi. Ya bu planlar net değil ya da bu konuyu gündeme getirmek istemiyorlar. Meralarını korumak isteyen Ankaralıların tepkisinden korkuyor olabilirler. Polatlı İlçe Tarım Müdürlüğü 4 bin dekarlık alana yapılmak istenen bu tesise karşı olumsuz rapor vermişti. Tepkiler nedeniyle AKP İlçe Başkanı da projenin geri çekildiğini açıklamıştı ama AKP döneminde sözler malum suya yazılıyor.

Akkuyu’daki her bir reaktör, kullanılmış yakıt da dediğimiz yüksek seviyeli atıklardan her 1-1,5 yılda 30 ton civarında üretecek. Santralda dört reaktör var. Bir de düşük ve orta seviyeli nükleer atıklar var. İşçilerin elbiseleri, kullanılan aletler ve radyasyon bulaşmış malzemeler gibi. Düşük seviyeli atıkların miktarı yüksek seviyeli atıkların 30 katı kadar. Polatlı’da kurulmak istenen tesis Sinop ve Mersin arasında bu amaca hizmet için planlanmış olabilir. Çünkü TENMAK, 2035’e kadar bu atıkların depolanacağı yakın yüzey bertaraf tesisini kurmakla yükümlü.

Yapay zekâdan değil klimadan kork

Özgür Gürbüz-BirGün / 7 Mart 2025

Foto: By Rama, CC BY-SA 3.0 fr.

Yapay zekâ ve veri merkezlerinin gereksinimi nedeniyle elektrik talebi artacak. Bu nedenle nükleer santrallara, özellikle de küçük modüler reaktör denen düşük kapasiteli nükleer reaktörlere bir geçişin olduğuna dair çokça haber yapıldı. Peki, bu iddianın aslı var mı? Yoksa bu nükleer santralların önünü açmak için yapılan bir pazarlama hamlesi mi? Tahminde bulunmak yerine verilerle bir değerlendirme yapmak yerinde olur.

YAPAY ZEKANIN ELEKTRİK TALEBİ
Yapay zekanın elektrik tüketimi aslında veri merkezleriyle ilgili. Makineyi verdiğimiz bilgilerle eğiten bizleriz. Buna makine öğrenmesi diyoruz. Ne kadar çok bilgi verirsek yapay zekanın sorulara yanıt vermesi veya doğru analiz yapması mümkün oluyor. O yüzden de daha fazla veri tutup işleyebilecek veri merkezleri gerekiyor. 24 saat durmadan çalışması gereken bu merkezler çoğaldıkça elektrik ihtiyacının artması da kaçınılmaz. Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) veri merkezlerinin ve kripto paraların küresel elektrik talebinin yüzde 2’sine yakın olduğunu söylüyor. UEA’nın, veri merkezli talep artışıyla ilgili Ocak 2024’te yaptığı tahminini yıl sonuna doğru düşürdüğünü de hatırlatalım. Belirsizlik dikkat çekici.

KLİMALARIN TALEP ARTIŞINA KATKISI ÜÇ KAT FAZLA
UEA’nın 2030 projeksiyonu, dünyanın elektrik talebindeki 6000 terevatsaatlik (TWh) artışın sadece 223 TWh’inin veri merkezli olacağını tahmin ediyor. Tuzlu suyu arıtma sistemlerinin talep artışına katkısı 172, klimaların ise 697 TWh olacak. 2030’a kadar klima kaynaklı talep artışı, veri merkezlerine kıyasla üç kat daha fazla. İlginçtir, “klima kaynaklı elektrik talebi artıyor, bunu ancak nükleerle karşılarız” diyen kimseyi görmüyoruz. Çünkü yapay zekâ yüksek teknolojiyi işaret ediyor ve nükleeri yüksek teknolojiyle eşleştirmek pazarlamacılar için daha çekici. Klima kullanımının artması iklim krizinin şiddetlendiğini, kötü bina ve kentler inşa ettiğimizi gösteriyor. Telafisi zor bir hata yapıyoruz.

GAZ SANTRALLARI YOLDA
Elektrik talebi artışıyla ilgili spekülasyonlar haliyle üretim tarafını hareketlendiriyor. Nükleer propagandanın merkezlerinden ABD’de neler oluyor, ona bakalım. Küresel Enerji Monitörü (GEM), birkaç gün önce, yapay zekâ enerji talebi spekülasyonları nedeniyle gazla çalışabilen termik santral kurma eğiliminin arttığını söyledi. Plan, lisans ve yapım aşamasındaki gaz santralı kurulu gücü 85 bin megavata ulaşmış. Bunun 14 bin megavatı yapım aşamasında. Neden nükleer değil gaz? Çünkü hem daha ucuz hem de rüştünü ispat etmiş bir teknoloji.

GÜNEŞ’İN PAYI YÜZDE 7
Meydanın gaza kaldığını da düşünmeyin. ABD’de sadece 2024 yılında sisteme eklenen güneş kurulu gücü 40 bin megavattı. ABD’de elektrik üretiminin yüzde 7’sini güneşten karşılayabilecek kapasite var. Nükleerin payı ise yüzde 18,5’e geriledi. Teknoloji devleri jeopolitik meseleler gereği nükleer dolu açıklamalar yapsalar da iş veri merkezleri için elektrik satın almaya gelince gaz ve yenilenebilir enerji kullanacaklar çünkü her ikisi de büyük nükleer santrallardan bile 2-4 kat daha ucuza aynı elektriği size sunabiliyor. Trump döneminde iklim krizini görmezden gelmek gaza avantaj sağlıyor haliyle.

KÜÇÜK NÜKLEER BİLMECESİ
Şu anda ABD’de yapımı süren küçük ya da büyük bir nükleer reaktör yok. Küçük modüler nükleer reaktörler bırakın yapılmayı, lisanslama sürecini bitirmiş değiller. Eğer ‘teoriler pratiğe dökülebilirse’ bu küçük kapasiteli nükleer reaktörlerin ilk örneklerini en erken beş-altı yıl sonra görebiliriz. Veri merkezleri ise bugün enerji talep ediyor.

31 Ekim 2024 tarihli, “Google nükleerci mi oldu” başlıklı yazımda, küçük modüler nükleer reaktör hamlesinin daha çok nükleerde Rusya’ya bağlı Avrupa ülkelerine bir alternatif sunmak, bir yandan da bu ülkeleri teknolojide ABD ve Avrupa’ya bağımlı hale getirmekle ilgili olduğunu yazmıştım. Bu jeopolitik taktiğin, Biden yönetiminden sonra sürüp sürmeyeceği belli değil. ABD bu konuda da bir ‘U dönüşü’ yapabilir. Zelenski’nin Beyaz Saray ziyaretinden sonra, Avrupa’nın, ABD’ye bağımlılığın en az Rusya’ya bağımlılık kadar riskli olduğunu fark ettiğini düşünüyorum.

BULUTA ATMADAN ÖNCE DÜŞÜNÜN
Kripto, yapay zekâ, elektrikli araç ve bulut (drive) kullanımının yaygınlaşmasıyla elektrik talebinin arttığı ortada. Artışın oranı ve “talebi şu kaynak karşılayabilir” gibi konularda ise temkinli davranmalıyız. İnşa ettiğiniz fazla kapasite size zarar yazabilir. En iyi yol elbette enerjiyi daha akıllıca ve tasarruflu kullanmak, ne için tükettiğimizi sorgulamak. Buluta koyduğumuz bir belge sayesinde, kâğıt kullanmıyor, dünyanın bir ucuna göndermek için posta ve ulaşım hizmetlerinden faydalanmıyorsak bunların enerji ve kaynak tüketiminin azaltılmasındaki payını da kazanç hanesine yazmalıyız. Muhasebeyi henüz bu bakış açısıyla yapmıyoruz. Elektrikli araçlar elektrik talebini artırıyor ama petrol talebini azaltıyor. Elektrik tüketimi artarken verimlilik nedeniyle enerji tüketimi azalabilir. O yüzden daha detaylı veriler, sağlıklı analizler gerek. Yine de şunu söylemek için erken değil. Veri merkezlerini doğru kullanmayı öğrenmek ve öğretmek, artık su tasarrufu gibi önemli bir konu. Yakında bu konuda da maliyet ve bilinçlendirme kaynaklı düzenlemeler görürüz. Buluta atıp, ömür boyu bakmadığınız bir fotoğrafın, eğlence amaçlı yapay zekâ kullanımının yükünü tüm doğa çekebilir.

İklim Kanunu’nda kömürün adı geçmiyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 27 Şubat 2025

TBMM Çevre Komisyonu Foto: @nerminyldrmkara
Uzun zamandır beklenen “İklim Kanunu” en sonunda Meclis’te görüşülmeye başlandı. Komisyonlardan geçip Genel Kurul’da kabul edilirse Türkiye’nin ilk İklim Yasası olacak. Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelesinin kurallarını koyması beklenen yasanın ambalajı güzel ama içi boş.

İklim yasasından haliyle iklimi değiştiren seragazı emisyonlarını azaltacak önlemleri belirlemesini, kurallar ve yasaklarla petrol, kömür ve gaz kaynaklı fosil yakıtlarla mücadele etmesini beklersiniz. Beklemeye devam çünkü yasanın içinde böyle bir madde yok. Emisyon azaltımı yok, kömür santrallarının kapatılması yok. İklim krizinden etkilenen dezavantajlı gruplara, olası bir adil geçiş sürecinde bu süreçten etkilenecek işçilere nasıl destek olunacağına dair somut bir düzenleme de yok. Ne var? “Yeşil büyüme” var, taslak metinde 12 ayrı yerde bahsi geçiyor. “Emisyon ticareti” var; 11 kez uzun haliyle, 54 defa da kısa adı olan “ETS” şeklinde yazılmış. Fosil yakıt (kömür, petrol ve gaz) yok ama ticaret var. Gönüllü karbon piyasaları bile metinde var ama sorunun kaynağı yok.

Doğa koruma mücadelelerinden tanıdığımız 72 kuruluş change.org üzerinden bir imza kampanyası başlattı. “İklim krizine neden olan tarım, enerji, sanayi ve madencilik politikalarında hiçbir değişiklik getirmeyen, iklim krizinin yol açtığı seller, fırtınalar, yangınlar gibi afetler için hiçbir önlem öngörmeyen, işçilerin haklarını güvence altına almayan, kadınların ve dezavantajlı grupların iklim krizi nedeniyle uğrayabileceği ayrımcılığı gözetmeyen, bir kanun gerçek bir İklim Kanunu değildir” diyorlar. Polen Ekoloji, söz konusu yasaya, “emeği ve doğayı konu dışı tutarak sömürü ve tahribatın devam etmesi için AB’nin “Yeşil Yeni Düzeni” çerçevesinde alternatif bir saha yaratmak istiyor” diyerek itiraz ediyor. Yasa hazırlanırken muhataplarına sorulmadığı ortada. Hükümet yine bildiğini okumuş.

İklim Kanunu’na bakınca, iklim sorununun doğayla ya da fosil yakıtlarla ilgili olmadığını, bir ticari mesele olduğunu bile düşünebilirsiniz. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ve Yeşil Taksonomi’ye girişi hazırlayan, emisyon ticareti ile de fosil yakıt üreticilerine kurtuluş reçetesi sunan bir yasadan bahsediyoruz. Emisyon ticareti itirazlara rağmen tüm dünyada kullanılan ancak karbon vergisi gibi önlemlere göre arkadan dolanmaya uygun bir mekanizma.

Basitçe tarif edersek, ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) kapsamında enerji üretimi yapan bir şirkete o yıl atmosfere bırakabileceği seragazı emisyonu miktarını belirleyen bir kota verilecek. 100 birim diyelim. Şirket 80 birim emisyon üretirse, kullanmadığı 20 birimlik hakkını başka bir şirkete para karşılığı satabilecek. 110 birim emisyon üretirse, cezalı duruma düşmemek için 10 birim karbon kredisini başka bir yerden satın almak zorunda kalacak. Karbon kredilerinin fiyatını, ETS içinde yer alan firmaların performansı belirleyecek. Herkes kotanın üzerine çıkarsa temiz karbon kredisi bulmak için ödenecek bedel artacak. Herkes emisyonlarını azaltırsa piyasada çok sayıda temiz karbon kredisi olacağı için bu kredilerin değeri düşecek. Arz talep meselesi, borsa gibi.

Burada tuzak şu. Şirketlere kredi toplamak için çokça seçenek veriliyor. Yenilenebilir enerji santralları üretim yaparken kömürlü termik santrallara göre çok az seragazı emisyonu ürettiği için aradaki fark kadar temiz karbon kredisi kazanıp, bunları piyasada satabiliyorlar. Kömür santralı olan bir şirket de iklimi değiştiren santralını kapatmak yerine bu kredileri toplayarak işine devam edebiliyorlar.

Daha da kötüsü, fidan dikmek gibi etkisi çok tartışılan yöntemlerle bile karbon kredisi toplayabiliyorlar. Türkiye’deki enerji şirketlerinin çoğunun hem fosil yakıtla hem de yenilenebilir enerjiyle üretim yapan santralları var. Birinden alıp ötekine verebilirler. Kotaları belirleyen hükümet ipin ucunu sıkı tutmaz, kotaları bol keseden dağıtırsa aynı tas aynı hamam yola devam ederiz. Hükümetin ipin ucunu sıkı tutması da onun emisyon hedefine bağlı. Türkiye’nin ne seragazı emisyonlarını azaltma hedefi var ne de taraf olduğu Paris Anlaşması’nın bir bağlayıcılığı. Avrupa Birliği gibi emisyon ticaretinin uygulandığı yerlerde, o birlik ve ülkelerin emisyon azaltım hedefleri var. Bu hedeflere ulaşmak için ülkeler kota işini sıkı tutmak, emisyon azaltımı yapmasını istediği sektörlere buna göre kota vermek zorunda.

Türkiye’de emisyon azaltım hedefi yok. Termik santralları kapatma kararı yok. Ulaşımda petrolden kaçma politikası yok. Bunların hiçbiri yok ama yasa geçerse emisyon ticareti olacak. Bol bol ticaret yapacağız, ucuza topladığımız krediler sayesinde iklimin canına okumaya devam edeceğiz.