Ekrem İmamoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekrem İmamoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hükümeti boykot korkusu sardı

Özgür Gürbüz-BirGün / 27 Mart 2025

Foto: boykotyap.net
Türkiye’de demokrasiyi ve milletin iradesini hapse atmaya çalışan hükümetin bütün umudu tepkilerin kısa sürmesiydi. İktidarın hevesi daha ilk haftada kursağında kaldı. Türkiye tarihinde görülmemiş eylemlere tanıklık etti. Saraçhane’de yedi gün üst üste dev mitingler yapıldı. Öğrencilerin başını çektiği ve ülkenin hemen hemen her kentine yayılan sürekli gösteriler, okul boykotları ise o coşkulu mitingleri bile gölgede bırakacak bir etki yaratıyor. 29 Mart Maltepe mitingiyle de eylemlerin sonlanmayacağı anlaşıldı.

Tüm bunlar, halkın seçtiği belediye başkanlarının FETÖ dönemindeki gibi aslı astarı olmayan iftira ve yalancı tanık gibi yöntemlerle tutuklanması nedeniyle yaşanıyor. Ekrem İmamoğlu’nun, bağımsız olmadığı artık herkesçe dillendirilen yargı yoluyla tutuklatılması, diplomasının hukuksuzca iptal edilerek saha dışına atılmayı çalışılması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Putinleştiğinin’ en net kanıtı olarak gösterilecek. Erdoğan’ın tekrar ve son kez yenileceğini anladığı İmamoğlu’nun karşısına çıkmak istemediği ortada. Aslında bu hamle, rakibini elemekten öte ona rakip olmak isteyen herkese de ‘hiç deneme’ mesajı veriyor. Tek adam imparatorluğunun ilanı. Halbuki Ekrem İmamoğlu’nun sadece bir isteği vardı, “koy sandığı halk seçsin”. Erdoğan bu demokratik talebe yanıt veremedi. Kaybettiğini kabul etti.

***

Merkez Bankası Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer belediye başkanları ile bürokratların gözaltına alındığı 19 Mart 2025 sonrası sadece ilk üç günde 25 milyar doların satıldığını açıkladı. Bir yıl önceki verilere baktım. 22 Mart 2024’te 70 milyar dolar olan döviz rezervini 97 milyar dolara çıkarmak tam bir yıl sürmüş. Merkez Bankası bir yıl boyunca çalışanları, emeklileri adeta aç bırakarak topladığı bu parayı bir kişi iktidarda kalsın diye üç günde eritti. Aç karnına okula giden çocukların karnını doyurmaya, emeklilerin faturalarını ödemeye, çalışanların kredi borçlarını kapatmaya kullanılabilecek, halkın yoksul kalma pahasına biriktirdiği bu parayı üç günde buharlaştırdılar.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in tek umudu protesto ve ekonomik boykotların sonlanması, yaz aylarıyla turistlerin döviz getirmesi. Muhtemelen gerileyecek kredi notları, yerin dibinden yerin altına geçen itibar ile bırakın doğrudan yatırımı sıcak parasını bile Türkiye’ye getirmeyen yabancı yatırımcıdan medet ummak hayalcilik olur. Turizm sektörünün nasıl etkileneceğini de henüz bilmiyoruz. Turistler semazen gösterilerini izlemeyi sever ama Ümit Bektaş’ın fotoğrafladığı semazen gösterisinde biber gazından göz gözü görmüyordu. Mevlâna yaşasa, o bile “kim olursan ol gel de bu hükümet değişmeden gelme” derdi. Turizm boykotu çağrıları ya da demokratik ülkelerde oluşan tepkilerle iptaller başlarsa, Mehmet Şimşek ve halkı hiçe sayan sözde tedbirleri de yangını söndürmeye yetmeyebilir.

***

Boykot kavramı da yeniden hayatımıza girdi. Boykot geniş kitlelerce yapılır ve kararlı bir biçimde sürdürülürse en etkili mücadele araçlarından biri olmuştur. Çokça boykot çağrısı yapılır ancak azı başarıya ulaşır. Tüketicinin doğrudan satışlarını etkilediği şirketlerin hedef alınması, ısrarcı olunması, sokak protestolarıyla desteklenmesi ve etkili iletişim gerektirir. Tekel konumundaki şirketlerin boykottan etkilenmesi zordur. Ve elbette boykotun sonuçlarının ölçülebilir ya da gözle görülebilir olması önemlidir. Medya şirketleri için reytinglere, perakendeciler için satış rakamlarına veya alışveriş yapan tüketici sayısına bakılabilir. Türkiye’de Gerze’ye termik santral yapmak isteyen Anadolu Grubu’na Efes markası üzerinden yapılan boykotun satışları etkilediğini duymuştuk. Santral projesi de iptal edilmişti. Çevrenin korunması için gerçek ihtiyaç sınıfına girmeyen tüketimin azaltılmasının doğa korumanın birinci koşulu olduğunu yeri gelmişken hatırlatalım.

İktidarın boykot edilen firmaları savunmak üzere sahaya çıkmasından, firmaların yaptıkları açıklamalardan boykotun etkili olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Hükümetin sansür taleplerini harfiyen yerine getiren bir medya kuruluşuna ait şirketleri boykot etmek ve iflasını istemekten daha demokratik bir talep olabilir mi? Otoriter bir rejime destek verdiğini bildiğiniz bir şirkete para kazandırmamak, bunu kitleselleştirebilmek şahane bir eylem. Boykot konusunda geç bile kalındığını düşünüyorum. Yaşasın termosta çay, yaşasın bağımsız medya.

Bir varmış bir yokmuş

Özgür Gürbüz-BirGün / 22 Mart 2025

Foto: CHP Flickr
Halka her gün bir başka masal anlatmayı seven iktidar sayesinde her güne “bir varmış bir yokmuş” diyerek başlıyoruz.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve 28 kişinin diploması yıllar sonra hukuka aykırı bir şekilde yok ediliyor. 31 yıl var olana bir gün sonra yok denilebiliyor. Yüz binlerin oylarıyla seçilmiş belediye başkanları iftiralarla gözaltına alınıyor. Milyonların var olan oyu bir gece de yok sayılıyor.

İktidar, yolsuzluk, terör soruşturmaları, sosyal medyadaki trol saldırılarıyla halkın kafasını karıştırmaya çalışıyor ama nafile. Bir tarafta “gel sandığı koy, halk seçsin” diyen muhalefet, diğer tarafta ise sandıktan korkan, televizyon ekranlarında rakiplerinin ya da gerçek gazetecilerin sorularını yanıtlamaktan bile kaçan Erdoğan var.

‘Prompter’dan okumaya gelince var, gerçek gazetecilerin önüne çık deyince yok. İsrail’e kapalı salonlardan sövmeye var, ticareti kes deyince yok. Bir varmış bir yokmuş. Adeta bir masal kahramanı.

Geçmişte bu iktidara oy verenler de bunun farkında. Bir zamanlar sevdikleri, oy verdikleri bu partinin önderleri artık onlar açken tok yatıyor, ekmek bulamayanlara az yiyin diyor, sokaklarda değil saraylarda gezmeyi tercih ediyor.

Ne saray düşkünleri gördü bu topraklar. Bir gün vardılar bir gün İngiliz zırhlısına sığınıp yok oldular.

***

AKP ve ortaklarının iktidarında sadece yoksullaşmadık, var olmaya çalışan demokrasi, hukuk sistemi, özgürlükler de birkaç kararnameyle yok edildi. Haksız tutuklamalar, ifade özgürlüğünün engellenmesi, medyanın baskı altına alınması, iktidarın suçları saymakla bitmez. Buna rağmen muhalefet, tüm haksızlıklara rağmen demokratik haklarını kullanmaya çalıştı ve mücadelesini sürdürdü. O yüzden bugün demokrasiyi, milletin egemenliğini korumak adına sokağa çıkan, söz söyleyen herkesi el üstünde tutmak gerek.

Dün “yokmuş” denilen ülkeyi bugün “var” edenler, meydanları dolduran, sokakta korkmadan konuşan, medyada sözünü sakınmadan söyleyenlerdir. Bundan sonra ülkenin umudu, tencere tava, yakada rozet, camlarda posterler, sokakta yürüyüş, sendikalı sendikasız iş bırakma eylemleri, okul boykotları, sivil itaatsizlik eylemleri, sosyal medya mesajları ile hakkını arayanlar olacak. Dönüm noktasındaki Türkiye’de şüphesiz onlarca farklı eyleme belki de aylarca tanıklık edeceğiz. Sırbistan’da tren istasyonunun çökmesiyle başlayan protestoların hükümeti devirmesi beş ay sürmüştü.

İnsanlar konuştukça, sorunlarını haykırdıkça Türkiye’de demokrasi umudu var oluyor, sorun yokmuş gibi davranınca umut azalıyor. Hak arama eylemlerini kötüleyenler, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla ilişkisiz olduğunu iddia edenler mutlaka olacaktır. Özgür Özel’in Saraçhane’de yaptığı konuşmada sokağın meşru adres olduğunu açıkça söylemesi bu yüzden önemliydi.

Zaten sokağa çıkanlarla yaşanan mağduriyetler arasındaki bağ ortada. Dünyada iklim eyleminin en kuvvetli ayaklarından biri öğrencilerin okul boykotlarıydı. Çünkü gezegenin geleceği yoksa eğitimin ne anlamı var diye soruyorlardı. Türkiye’de de diplomasının bir günde siyasi bir kararla elinden alınabileceğini gören öğrencilerin okullarını boykot etmesinden, barikatları zorlamasından daha doğal ne olabilir? İş cinayetlerinin cezasız kaldığı, insanların açlık sınırında çalıştırılmaya zorlandığı bir ülkede sendikaların bu düzenin değişmesini istemesi ve genel grev çağrısı yapmasına şaşırılır mı?

Herkesin sorduğu soru ise örgütsüz toplumun sesini nasıl duyuracağı sorusu. Yeni çağda gözden kaçan bir değişim de bu. Adaletsizliğe karşı bir araya gelen örgütsüz güçlerin çıkardığı farklı sesler kitleleri hızla büyütüyor. Tek ses, tek flama altında toplanmak uzun süreçler isterken, farklı seslerin birlikteliği popüler taban örgütlenmelerine fırsat veriyor. Lidersiz, tek bir söylemi olmayan bu örgütlenmelerle mücadele etmek otoriter devletler için çok daha zor çünkü onları bir kalıba sokup, bildik ezber ve iftiralarla kötülemek kolay değil. Birbirine benzemez ama asgari müştereklerde birleşmiş, bireysel ve siyasi beklentilerden uzak insanlardan bahsediyoruz. Tek dertleri daha fazla özgürlük, halkın egemenliği. Örgütsüz bir örgütlülük hali.

Masalla başladık masalla bitirelim. Gökten üç elma düşmüş. Hepsi direnenlerin başına.

Hedeflerde ilerleme yavaş

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Bakü’de İstanbul’un yeşil planlarını anlattı.

Özgür Gürbüz-BirGün / 14 Kasım 2024

Foto: Berkan Özyer
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de devam eden Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 29’uncu Taraflar Toplantısı’na katıldı. Yerel Yönetimler Yönetim Birliği odak noktası Sürdürülebilirlik için Yerel Yönetimler Birliği’nin düzenlediği toplantıya katılan İmamoğlu, İstanbul’un 2050 yılı için belirlediği net sıfır emisyon hedefini ve bugüne kadar İstanbul’da yaptıkları iklimle ilgili çalışmaları anlattı. İmamoğlu toplantı sonrası BirGün’ün sorularını da yanıtladı.

İstanbul için 2050 yılında net sıfır emisyon olma hedefi koyduklarını belirten İmamoğlu konuşmasına, “İstanbul şimdiye kadarki en yüksek sıcaklıkları kaydetti ve hem kuraklık hem de sellerle karşı karşıya. Tüm bunlar birkaç gün önce yayımlanan ve iklim hedeflerimizde yavaş ilerleme kaydedildiğini gösteren raporda yer alıyor. Ne yazık ki bu yavaş ilerlemenin bedelini en yoksul ve en savunmasız olanlar ödüyor. 16 milyon kişinin yaşadığı bir kentin başkanı olarak kimseyi arkada bırakmamak benim misyonum” sözleriyle başladı.

90 KİLOMETRELİK METRO
Adil, yeşil ve yaratıcı İstanbul vizyonunun Yeşil Şehir Eylem Planı ve Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı gibi stratejik eylemler içerdiğini belirten İmamoğlu, her iki plan da iklim krizine karşı direncimizi artırırken karbon ayak izimizi de küçültmeyi amaçlıyor dedi. Ekrem İmamoğlu, iki temel başarı örneği olarak da son beş yılda yapılan 90 kilometrelik yeni metro hattını ve göreve geldikleri 2019’dan bu yana kamu kullanımı için yaratılan 13 milyon metrekarelik yeşil alanı gösterdi.  

İKLİM ADALETİ MESAJI
İmamoğlu konuşmasının son bölümünü finansman ihtiyacına ayırdı. Yerel yönetimlerde bir ilke imza atarak, yeşil tahvil ihracıyla 750 milyon dolar topladıklarını ve bu sayede dönüştürücü projeleri desteklediklerini anlatan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, “Buradaki ortak tutumumuzda da vurguladığımız üzere, dünya genelinde kentlerin daha fazla yenilikçi kaynağa doğrudan erişime ihtiyacı var. Küresel hedeflerin karşılanması, sürdürülebilir altyapı için yıllık yaklaşık 7 trilyon dolarlık bir yatırım gerekiyor. Bu maliyetli ancak iklim eyleminde geride kalmak daha maliyetli” dedi. İklim eyleminin sosyal adalet olmadan tamamlanamayacağını belirten İmamoğlu sözlerini şöyle tamamladı: “Eğer ekolojik adalet sosyal adalet ve demokratik siyasetle yakından bağlantılıysa, yurttaşları da bu sürece dahil etmemiz gerekir”.

***

Ekrem İmamoğlu toplantı sonrası BirGün’ün sorularını da yanıtladı.

“Ortak karar alma mekanizmalarını zorlarız”
Türkiye’de yerel yönetimler başka ülkelerdeki gibi özgür değil. Örneğin İstanbul'da bir kömür santrali kurulmak istense siz buna müdahale edemiyorsunuz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tabi burada ortak olmalı. Ortak masalara yeni yeni Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı olarak katılmaya başladık ve orada ortaklaştırma çabasını daha yoğun gösteriyoruz. Sonuçta daha öncesinde, aynı siyasi parti veya oluşum olunca, bunlar müzakereden ziyade sadece bir onay alanına dönüyordu. Şimdi biraz daha müzakere alanı oluşturuyoruz. Bu konuda muhtelif toplantılara da katılıyoruz. Hem Şehircilik Bakanlığı hem Tarım Orman Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı gibi. Türkiye Belediyeler Birliği'ni temsilen bu toplantılara katılıyor ve orada şehirlerin bu hukukunu savunuyor pozisyondayız. Bu dönem biraz daha etkili iyileşmeleri sağlarız diye düşünüyorum. Daha tartışmalı, daha ortak karar alma mekanizmalarını zorlarız diye düşünüyorum.

Toplantıda Tokyo'da güneş enerjisiyle ilgili ilginç bir örnek verildi. İstanbul’da yeni yapılan binalarda çatılara güneş enerjisi koyulmasıyla ilgili sivil toplumun da talepleri var. Bu konuda bir plan var mı?

Biz bir kere güneş enerjisiyle ilgili yatırım yapan bir belediyeyiz. Güçlü de yatırım yapıyoruz. İSKİ'nin havza alanlarında bunu yaparak ki İSKİ çok yüksek oranda enerji tüketen bir kurumumuz. Çünkü suyu çok uzaklardan İstanbul'a taşıyoruz. Dolayısıyla güneş enerjisiyle ilgili yatırımlarımız var ama bunu konuta indirgemek kolay bir aksiyon değil. Sonuçta Türkiye'deki ekonomik koşullar, küçük yapılara dair insanların yatırım bütçeleri kolay yönetilebilir bir alan değil. Tabii mimari anlamda da alınması gereken birtakım tedbirler, prensipler var. Bu konuda biraz gerideyiz diyebilirim ama çalışmamız gereken bir saha. Ama enerjiyle ilgili hem güneş enerjisinden faydalanma konusunda hem de katı atıkla ilgili ciddi adımlar atıyoruz. Belli bir süre için atık yakma ile enerji üretme konusunda, her ne kadar tartışmalı da olsa, bunu yürütmeyle ilgili adımlarımız var. Ciddi bir yatırım yaptık. Şimdi ikinci yatırımın çalışmasını yürütüyoruz. Ama bunu belli bir döneme kadar yürüterek 2050'ye doğru giderken artık şehrin tümden sıfır atığa doğru ilerlemesi için kalıcı adımlar atmanın peşindeyiz.

Yani artık yakmada ısrar etmeyeceksiniz?

Yok değil, bir geçiş dönemi için ihtiyacımız olduğu net ama.

Kentlerin nüfusu kendi kendine artmaz

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Haziran 2019

Son yıllarda artış hızı yavaşlasa da İstanbul’un nüfusu sürekli artıyor. TÜİK’in 2019 verisi kentte 15 milyon 67 bin kişinin yaşadığını söylüyor. 10 yıl öncesine göre yaklaşık 2,5 milyon daha fazla. Ülkenin beşte birini bir kente doldurmayı başarmışız. Hep aynı örneği veriyorum. Nüfusu 1 milyar 400 milyona gelmiş Çin’in en kalabalık kenti Şanghay’da toplam nüfusun sadece yüzde 2’si yaşıyor; İstanbul’da yüzde 19’u.

İstanbul, Türkiye’de yaşayan her beş kişiden birinin evi. Eğitim, turizm ve ticaret merkezi olması nedeniyle de ayrı bir baskı altında. Bu yüzden de yaşanmaz bir kent haline gelen ve çirkinleşen İstanbul’u kurtarmanın yolu kentin nüfus artışını durdurmaktan ve Türkiye’de başka cazibe merkezleri yaratmaktan geçiyor. Sorumluluğun birazı belediyede birazı da merkezi hükümette. 17 yıldır ülkeyi, 25 yıldır İstanbul’u yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en büyük başarısızlığı da işte burada. Türkiye’nin kaderini uzunca bir süredir planlama değil şirketler ve rant tercihleri belirliyor.

İstanbul’da yaşayanlar biliyor. Boğaz’da şu anda üç köprü ve iki tüp geçit var ama bir yakadan bir yakaya geçmek isteyenlerin yaşadığı trafik çilesi sürüyor. Bu kadar köprü ve yola rağmen trafik sıkışıklığı ciddi oranlarda azalmıyor. Çünkü nüfus artmaya ve karayolu taşımacılığı teşvik edilmeye devam ediliyor. Nasıl teşvik edildiğini de Boğaz geçişlerine bakarak anlayabilirsiniz. İstanbul’un iki yakasını birleştiren beş geçitten sadece bir tanesi raylı taşımayı teşvik ediyor. Diğer dördü karayolunu destekliyor. Şehri etkileyen diğer yatırımlar da aynı amaca hizmet diyor. Örneğin, İstanbul’u Bursa ve İzmir’e raylı ulaşımla bağlayabilecek Osmangazi Köprüsü’ne demiryolu döşenmiyor. Adı “yüksek hızlı” olan tren neredeyse otobüslerle aynı saatte İstanbul’dan Ankara’ya varıyor. Şehre giriş çıkış yapan araç sayısı bu yüzden azalmıyor. Araçsız yaşamayı tercih eden insanlar için ülke içinde kesintisiz raylı ulaşımı sağlayacak teşvik edici bir sistem de İstanbul işin içine dahil edilemediği için hayata geçirilemiyor.

Peki, nüfusun İstanbul'a yığılması kendiliğinden mi oluyor? Çoğu insan bunun kontrol edilemez, insanların tercihiyle ilgili bir sonuç olduğunu düşünüyor. Çin örneğinde de görüleceği üzere elbette böyle değil. Kenti ve hatta ülkeyi yönetenlerin icraatları İstanbul’u bu hale getirdi. İstanbul tarihsel nedenlerle bir turizm merkezi. Bunu değiştiremeyiz ama burayı aynı zamanda kongre turizminin, finans dünyasının merkezi yapmak zorunda değiliz. Yeni eğitim kurumlarının büyük çoğunluğu, fuar alanları ve kaybetmesek İstanbul’a bir yük daha getirecek olimpiyatlar Türkiye’nin başka kentlerinde de hayat bulabilir. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere tüm bürokratlar her gününü burada geçirmeye başlarsa, toplantılarını burada düzenlerse Ankara’nın bürokrasi yükü de İstanbul’un omuzlarına çöker. İstanbul’da ne ararsanız var. Sanayi, ticaret, eğitim, turizm, politika, kültür sanat…

Kent artık bu yükün altında eziliyor, diğer kentlerin gelişme araçlarını ellerinden aldığı için ülkenin dengeli gelişmesine de zarar veriyor. Pazar günü tekrarlanacak seçim öncesi iktidar partilerinin adayı Binali Yıldırım bu yanlışları anlamış ve değişecekmiş gibi görünmüyor. Yıldırım, kentin nüfusunu daha da artıracak ve kalan son doğal alanları da yok edecek üçüncü köprü ve İstanbul Havalimanı projelerini reklamlarında kullanıyor. Bu hatalara sahip çıkıyor. Ekrem İmamoğlu ise Kuzey Ormanları’nı korumayı vaat ediyor ve yeşil kuşak projesiyle buraların yapılaşmaya açılmasının önüne geçeceklerini söylüyor. Adayların vaatlerinin ne kadarını gerçekleştireceğini elbette bugünden söylemek zor ancak sadece bu bakış açısından dolayı bile İmamoğlu’nun İstanbul’un sorunlarını çözmede bir adım önde olduğunu söyleyebiliriz. İmamoğlu’nun konuşulabilir ve erişilebilir olması da bir başka avantaj. İstanbullular umarım sandığa gittiklerinde kentin sorununun internet paketi değil, planlama ve rantı durdurmak olduğunu unutmaz.