Mehmetçik Gazze’ye

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Ekim 2023

Foto: Yousef Salhamoud-Unsplash
Filistin’in bağımsızlığına kavuşması, bölgeye barışın hakim olması için sağcı ve siyasal islam taraftarlarının bulduğu yegane çözüm Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusunu savaşa göndermek oldu! “Mehmetçik Gazze’ye” diye bağırdılar.

Bugünkü dünyada barışı savaşla kazanmak diye bir seçenek yok. Asker göndererek, savaşa giderek, beddua ederek Filistin özgürlüğüne kavuşamaz; kavuşamadığını da 75 yıldır herkes görüyor. Mevcut İsrail hükümeti barış istemiyor, o zaman onu barış yapmaya ikna etmek gerek. Militarist akıl, çoğu zaman barış isteyeni zayıf görme hatasını yapar. İngilizlerin Gandi’yi hafife alması gibi İsrail ve ona destek verenler de bugün o hatayı yapıyor. Filistin’e özgürlük isteyenler bu konuda ortak bir tavır alarak üzerine düşeni yapmalı. 

Konu Filistin olunca hamaseti ellerinden bırakmayan Türkiye’deki siyasal islamcılar, slogan atıyor ancak ellerini taşın altına koymuyor. Diplomatik ve ekonomik ambargolar içerecek bu barışçıl ikna süreci, istikrarlı ve uzun vadeli bir birliktelik gerektiriyor. Siyasal islam ise Türkiye’den de gördüğümüz üzere ‘u dönüşleriyle’ ünlü.

Siyasal islamın zikzakları, Arap ülkelerinin politikalarındaki değişkenlikler ve ne yazık ki son 20 yılın Türkiye’sinin istikrarsız dış politikası bu tip bir mücadelenin önündeki yegane engeller arasında. Hâl böyle olunca ‘one minute’ten ötesi yok. Kürsülerde lanet okuma, sabah akşam İsrail’i kınama tam gaz ama aynı etkisiz politikaları sürdürmeye de devam ediyoruz. Sahneye bakınca oyun güzel görünüyor ancak sahne arkasına geçince hem oyuncular hem de senaryo yerlerde sürünüyor.

2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “one minute” çıkışı siyasal islamın bu sorunu da çözemeyeceğine dair iyi bir örnek. O çıkıştan sonra gördüğümüz diplomatik ilişkilerin bozulduğuydu. Ticaret rakamları ise tam tersini söylüyor. İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 2009’da 2,6 milyar dolarken krizden hemen sonra 3,5 milyar dolara çıktı. 2022’de 9 milyar dolara dayandı. Enerji gibi stratejik konularda işbirliği arttı. Örneğin, Türkiye’nin petrol ithalatının yüzde 2,2’si İsrail’den geliyor. İsrail’in en çok petrol ihraç ettiği ülke ise Türkiye.

Sadece Türkiye ile mi durum böyle? Mısır 2020’den bu yana İsrail’den gaz ithal ediyor. İsrail’in gaz ihracatının kabaca yüzde 60’ı Mısır’a, kalanı da Ürdün’e yapılıyor. İsrail, Mısır’a yaptığı 6 milyar metreküplük gaz ihracatını 10 yıl içinde 30 milyar metrekübün üstüne çıkarmayı planlıyor. Rus gazına alternatif arayan AB’de bu planları destekliyor. Hamas’ın saldırısından iki gün önce, 5 Ekim’de Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, İsrail gazının Türkiye'ye getirilmesi için görüşmelerde bulunmak üzere İsrail'i ziyaret etmeyi planladığını söylemişti. AB de gazı gemilerle değil boru hattıyla taşıyacak bu plana daha sıcak bakıyor. 7 Ekim’den iki gün öncesine kadar Filistin işgal edilmemiş miydi? İsrail ticaret yapılan sıradan bir ülke miydi, iki gün içinde mi yoldan çıktı?

Başta Arap coğrafyası olmak üzere, barış isteyenlerin yapacağı ilk iş, diplomatik ve ticari ilişkilerin kesilmesi için geniş kapsamlı bir çalışma yürütmek olmalı. İsrail’le ticari anlaşmalar yapmış Kolombiya’nın, İsrail Büyükelçisi’nden ülkeyi terk etmesini istemesi Arap ülkeleri için önemli bir örnek. Dünyanın beşten büyük olduğunu göstermek isteyen Türkiye için de önemli bir fırsat olabilir. Lafla değil icraatla sorun çözülebilir. Çözmek istemiyorsanız da başta size oy verenler olmak üzere kitlelere gerçekten bu konuda ne yapacağınızı söylemekte fayda var. Söyleyebiliyor musun ey AKP?

Ambargo sadece ABD’nin istediği ülkelere karşı yapılacak diye bir şart yok. Ticari, siyasi, sosyal, sportif ve kültürel ilişkilerin hatırı sayılır bir coğrafya tarafından kısıtlanması, uluslararası bir tecrit, İsrail’de sağcı hükümetlerin iktidarına son verebilir ve barış yanlısı hükümetlere yeşil ışık yakabilir. Ambargo ve boykotlara aynı şekilde karşılık verilebilir, buna hazır olunmalı. Bedel ödemeden barış sağlanamaz. Askeri çılgınlıkların, parmak sallamalı nutukların ve arka planda devam eden ticari ilişkilerin bugünkü katliamlara davet çıkardığını unutmamalıyız. Barış isteyenler, somut ve ilkeli önerilerle uzun soluklu ve küresel bir mücadeleyi örgütleyebilir. Yapılabilirse, atılan somut adımlar Filistin sorunundan militan devşirmeye çalışan siyasal islamcı unsurları sekteye uğratabilir ve nerede durduklarını bir kez daha gözler önüne serebilir.

Türkiye'den 44 şirket kara listede

Aralarında Alarko Holding, Doğan Holding, Koç Holding, Sabancı Holding, Aselsan, Bizim Toptan, Roketsan ve Turkcell gibi Türkiye’nin en büyük işletmelerinin de olduğu 44 firma, iklim ve çevre kıstaslarına uymadığı için fon sağlayan 87 kuruluşun kara listesine girdi.

Özgür Gürbüz-BirGün/13 Ekim 2023

Ticari faaliyetlerini petrol, kömür ve gaz gibi fosil yakıtlara, silah üretimi ve ticaretine, tütün ürünlerine ve iklime zarar veren çalışmalara dayandıran 4532 şirket, 16 ülkeden 87 finans kuruluşunun kara listesine alındı. Ağırlıklı olarak Avrupa’da yer alan küresel yatırımcı kuruluşlar ve bankalar, sürdürülebilirlik esaslarına uymayan bu şirketlere kredi vermiyor. 4532 şirket arasında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek aracılığıyla yurt dışından kaynak arayan Türkiye’den de 44 firmanın ismi yer alıyor.

Türkiye’den Alarko Holding, Çalık Holding, Çukurova Holding, Doğan Holding, Kazancı Holding, Koç Holding, Sabancı Holding gibi holdinglerin yanı sıra Akenerji, Aksa, Anadolu Grubu, Aselsan, Bizim Toptan, ENKA, EÜAŞ, Mavi, Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE), Park Elektrik Üretim ve Madencilik, Roketsan, Tekfen, Turkcell gibi dev şirketlere de listede rastlanıyor. Firmaların kara listeye alınmasında beş ana etken rol oynuyor. İklim değişikliği, tartışmalı silah üretimi, tütünle bağlantılı faaliyetler, insan hakları ve iş uygulamalarındaki eksiklikler. Exxon Mobil, Philip Morris, General Dynamics, Walmart ve Çin Ulusal Petrol Kurumu (CNPC) gibi küresel dev şirketler de aynı listede yer alıyor.

Kamuya açık bir şekilde financialexclusionstracker.org adresinde paylaşılan kara listede firmaların neden bu listeye alındığı da belirtiliyor. Örneğin, dünyanın en büyük gıda üreticilerinden JBS, Amazon ormanlarında yarattığı tahribat ve hak ihlalleri nedeniyle finansal kuruluşların kara listesine alınmış. Kara listeye alınma nedenlerinin yüzde 40’ı iklim kriziyle ilgili. İklimi silah ve tütün başlıkları takip ediyor. BankTrack ve Fair Finance International (Uluslararası Adil Finans) gibi 10 farklı sivil toplum örgütünün işbirliğiyle oluşturulan veritabanı, finansal kuruluşların kara listeye aldığı şirketleri göstermenin yanı sıra daha fazla sayıda finansal kuruluşu benzer faaliyetleri finansal destek kapsamı dışına almaya çağırmayı da hedefliyor.

İzmir Demir Çelik, Ereğli Demir Çelik ve Türkiye Kömür İşletmeleri’nin listeye giriş nedeni kömür üretimi-kullanımına bağlı olarak iklim kategorisi altında olmuş. Türk Eximbank, Ziraat Bankası ve Vakıfbank ülke politikaları nedeniyle listede yer alırken Halkbank insan hakları kategorisinde sınıflandırılmış. Anadolu Grubu içki ve tütün, Net Holding kumar, silah üretimi yapan şirketler ise silahlar ana kategorisinde yer almış alt kategorilerde ise tartışmalı silahlar, mayınlar ve hatta nükleer silahlar gibi (Roketsan ve Aselsan için) alt başlıklar da var.

Kara listedeki firmalara kredi vermeme kararı alan finansal kuruluşlar arasında ABN Ambro, Achmea, ANZ, Danske Bank, Ethikbank, Folsam, Spar Nord gibi ağırlıklı olarak kuzey Avrupa ülkelerine ait bankalar ve emeklilik fonları yer alıyor. Etik veya sürdürülebilir faaliyette bulunmayan şirketlere fon vermeme kararı alan finans kuruluşları arasında Türkiye’den bir isme rastlanmadı.

87 finans kuruluşunun kara listesine alınan 44 Türk şirketi

Şirket adı

Listeye alındığı kategori

Akenerji

İklim

Aksa

İklim

Aksoy Holding

İklim

Alarko Holding

İklim

Anadolu Efes Biracılık

İçki

Anadolu Grubu

İçki ve Türün

Aselsan

Silah

AUTCO Savunma Sanayi

Silah

Başkent Doğalgaz

İklim

Bizim Toptan

Ürün bazlı (tütün)

Central Bottling Company (Tuborg)

Alkol

Çalık Holding

İklim

Çukurova Holding

İklim

Doğan Holding

İklim, ürün bazlı (tütün)

EÜAŞ

İklim

ENKA

İklim

ERDEMİR

İklim

Global Investment Holding

İklim

Hacı Ömer Sabancı Holding

İklim, ürün bazlı (tütün)

Halkbank

İnsan Hakları

Hektaş

Ürün bazlı (pestisit)

Izmir Demir Çelik Sanayi

İklim

Kazancı Holding

İklim

Koç Holding

İklim, silah, ürün bazlı (tütün)

Koza İpek Holding

İklim

Mavi

Ürün bazlı (kürk)

Makine ve Kimya Endüstrisi

Silah, insan hakları

NET Holding

Kumar

Net Turizm

Kumar

Odaş Elektrik Üretim ve Sanayi

İklim

Odaş Enerji

İklim

Park Elektrik Uretim Madencilik Sanayi ve Ticaret AS

İklim

Roketsan Roket Sanayii ve Ticaret

Silah, İklim, insan hakları

Şok Marketler

Üzün bazlı (tütün)

T. C. Ziraat Bankası

Ülke politikaları

Tekfen

İnsan hakları

Turkcell

İnsan hakları

Turkish Armed Forces Foundation (TAFF)

Silah

Turkish Hard Coal Enterprises

İklim

TÜMAD Madencilik Sanayi ve Ticaret

İklim

Türk Eximbank

Ülke politikaları

Türkiye Petrol Rafinerileri (Tüpraş)

İklim

Vakıfbank

Ülke politikaları

VIP Grub

Ülke politikaları

 

Köprü projesi kalmadı nükleer verelim

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Eylül 2023

İğneda ve Sinop’a nükleer santral kurma meselesi temcit pilavı gibi önümüze getirilip duruyor. Son Enerji Bakanımız Alparslan Bayraktar da iki hafta önce İğneada’ya yapılmak istenen Üçüncü Nükleer Santral konusunda Çin ile anlaşmaya yakın olduklarını açıklamıştı. Türkiye’nin Mersin Akkuyu’da bir nükleer santral yaptığını biliyoruz ama ikinci nerede onu bilmiyoruz. Sinop’ta Japonya ve Fransa ortaklığıyla yapılmak istenen santral projesinde yaşananları hükümet pek anlatmak istemiyor.

Biz anlatalım. Konsorsiyum lideri Japonya, ucuza elektrik üretecek diye pazarlanan Sinop’taki nükleer santral projesinden verilen alım garantisini yetersiz bularak çekilmişti. Hem de o alım garantisi, YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı) ihalelerinde ortaya çıkan fiyatın 3-4 kat üstündeydi. Buna rağmen nükleere yetmedi. Rüzgar ve güneşten elektrik üretmenin nükleerden çok daha ucuz olduğu Sinop’taki projenin havlu atmasıyla bir kez daha ispatlandı. Projenin ÇED’i de ortada proje kalmamasına rağmen halen iptal edilmedi.

Alparslan Bayraktar, Sinop için Rusya ve Güney Kore ile görüştüklerini de söyledi. Pek konuşulmuyor ama Akkuyu projesi, çevresel sorunları ve Rusya’ya verilen dolara endeksli alım garantisinin yanı sıra enerjide Rusya’ya bağımlılığın kabul edilemez bir seviyeye gelmesi nedeniyle de sakıncalı. Rusya’ya bağımlılık rekor seviyesinde. 2022’de ithal edilen petrolün yüzde 40,7’si, gazın yüzde 39,5’i ve kömürün yüzde 38,7’si Rusya’dan satın alındı. Bu üç kalemde de Rusya ithalat yapılan ülkelerin başında yer alıyor. Hükümete bu kadar dışa bağımlılık az gelmiş olmalı ki biraz daha nükleer yapalım, elimizi kolumuzu daha da kaptıralım diyor.

Akkuyu biterse elektrikte Rusya’ya doğrudan bağımlılık da başlayacak çünkü santral Rusya Federasyonu’na ait devlet şirketlerinin malı. Türkiye’yle hiç ilgisi yok. Elektrikteki bağımlılık da yüzde 8 ile başlayabilir, Sinop’un da Rusya’ya verilmesiyle elektrikteki doğrudan (gazdan elektrik üretimi nedeniyle dolaylı bağımlılık zaten var) bağımlılık oranı yüzde 15’lere çıkabilir. Diğer santralları Çin veya Güney Kore de yapsa durum değişmez. Sadece nükleer santrallar yüzünden Türkiye’nin elektrikteki doğrudan dışa bağımlılık oranı yüzde 20’leri bulabilir. Hem de elektrik üretecek güneş ve rüzgar gibi yerli kaynaklarımız, ciddi elektrik tasarrufu potansiyelimiz varken.

Daha bir hafta önce, yenilenebilir enerji yatırımları 10 yıl yerine üç yıla yayılırsa cari açık ve dışa bağımlılık azalır diyen Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek’e rağmen iktidarı nükleere iten neden acaba nedir? Bugünkü fiyatlardan en az 40 milyar doları bulması beklenen her bir santral projesinin bir albenisi olmalı. Sistem nasıl çalışıyor, hatırlayalım.

Türkiye’nin nükleer santral yapacak teknolojisi de parası da yok. Kredi alacak, faizleri ödeyecek dermanı da yok. O yüzden de projeyi hayata geçirecek ülkeler Akkuyu’da olduğu gibi tüm maliyeti karşılıyor. Santralın da sahibi oluyor. Türkiye ise 15 yılı bulan alım garantisiyle nükleer şirketin maliyetini karşılamayı taahhüt ediyor. Aslında uzun yıllar bu devlete borçlu kalmayı kabul ediyor. Nükleer projeler bu açıdan, geçiş garantisi verilen köprülere, hasta garantisi verilen hastanelere benziyor. Alım garantisi dışında kalan miktar da piyasaya satılıyor. Santralların büyüklüğü ve devletlerarası ilişkilerin, santral sahiplerine elektrik fiyatını belirleme konusunda bir avantaj sağladığı da hesaba katılmalı. İkinci albeni ise yıllar süren bu inşaat işlerinden nemalanan şirketler. İşin ileri teknoloji kısmı santralların sahibi ülkelerde yapılsa da beton dökme, harç karma gibi işler haliyle yerinde yapılıyor. Hükümete yakın şirketler ihalelerde öne çıkıyor. Uzun vadeli inşaat işleri ağızlarını sulandırıyor. Türkiye’nin elektrik üretiminde fazlası varken, ilk nükleer santral gecikmişken, ikinci ve üçüncüden bahsetmesi, enerjiyle ilgili bir nedene dayanmıyor. Alım garantili anlaşmalar ve yandaş şirketlere iş paslamaya dayalı 20 yıllık düzenin atomla süslenmiş bir parçası sadece.

Türkiye iklim Zirvesi’nde söz alamadı
Geçen hafta New York’ta düzenlenen İklim Hedefleri Zirvesi’nde Türkiye söz verilmeyen ülkeler arasında yer aldı ama medyada bu konu haber olmadı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim krizini durdurmak için hızlı hareket etmeyen ülkelere söz hakkı vermedi. Böylece 100’den fazla konuşma isteğinden sadece 34’üne yeşil ışık yakıldı. Türkiye de ABD, Çin, Rusya ve Avustralya gibi ülkelerle birlikte yetersiz çabaları nedeniyle zirvede söz verilmeyen ülkeler arasında yer aldı. G20 ülkelerinden sadece Almanya, Brezilya, Fransa, Güney Afrika ve Kanada’ya söz verildi. Hükümet iklim konusunda üstümüze düşeni yapıyoruz derse hatırlatırsınız.

Sıfır Atık Türkiye

Özgür Gürbüz-BirGün / 22 Eylül 2023

Foto: Antoine GIRET on Unsplash
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın New York’taki, “Küresel Sıfır Atık Hareketine Doğru” adlı etkinlikte yaptığı konuşma yandaş medyada bolca yer buldu. Belli ki iktidarın görmek istediği çevreci profilini Emine Erdoğan temsil ediyor. Ağaçlar kesilirken sus, kıyılar talan edilirken yemek tarifi ver, iklim krizini körükleyen santrallar kurulurken sıfır atıktan bahset. Çevrecilere biçilen elbise bu.

Emine Erdoğan’ın konuşması New York’taki Türkevi’nde, Türkiye’nin verdiği bir davette gerçekleşti. O davette Emine Erdoğan ile poz verenler de Birleşmiş Miletler (BM) Sıfır Atık Yüksek Düzeyli Şahsiyetler Danışma Kurulu üyeleriydi. Emine Erdoğan seçilmiş veya atanmış biri değil. Öyle olmadığı için de zengin ve ünlü isimlerden oluşturulmuş bir kurulda yer alıyor. Seçilmemiş veya atanmamış kişilerin bu tip misyonlar üstlenmesi de elbette ayrıca tartışılmalı.
 
BM tanınmış isimleri genelde para toplamak veya kampanyalarını yaymak için kullanıyor. Bu kişiler arasında ünlü bir oyuncu, sanatçı varsa soruna dikkat çekiliyor. Ne kadar etkili olduğu da tartışmalı. Özetle söylersek yandaş medya ve iktidarın sosyal medyadaki trollerinin ittirmesiyle gündem olmuş bir etkinlikten bahsediyoruz. Madem gündeme getirdiler biz de işin şatafatlı kısmını değil sıfır atıkla ilgili gerçekleri anlatalım.

2020 yılında Türkiye’deki belediye atıklarının miktarı 34 milyon 758 bin tona ulaştı. Toplanan atık miktarı ise 32 milyon 324 bin tonda kaldı. Yaklaşık 2 milyon ton atık toplanmadan doğaya karıştı. Toplanmayan atık bizden değildir diyerek bunları da “sıfır atık” sınıfına alabiliriz elbette. Toplanan atıkların 22 milyon tonu ise düzenli depolama tesislerine gönderildi, yani toprağa gömüldü. Atıkları gömdükten sonra elde “sıfır atık” kaldığı kesin.

Emine Erdoğan’ın himayesinde, 2017 yılında başlatılan sıfır atık kampanyasından bu yana Türkiye’de üretilen atık miktarı azalmadı, artmaya devam etti. 2016-2020 yılları arasında gömülen atık miktarı 19,3 milyondan 22,5 milyona çıkmış. İşin ilginci, gıda atıkları gibi organik atıkların bertarafında kritik öneme sahip kompost tesislerine gönderilen atık miktarı da azalmış. 2016 yılında 146 bin ton atık komposta gönderilirken bu rakam 2020’de 117 bine gerilemiş. Tek ilerleme cam, metal, kağıt gibi atıkların geri dönüşümünde yaşanmış. Halbuki sıfır atık prensibinin temelinde hem gereksiz tüketimin hem de ambalajlamanın azaltılması yatar. Ürün tasarımı atık çıkarmayacak şekilde yapılır, toksik, geri dönüştürülemeyecek atık üretmekten kaçınılır. Yeniden kullanım, uzun ömürlü ürünler teşvik edilir. Geri dönüşüm ve atık ayrıştırma sıfır atık kavramının giriş aşaması.

Türkiye’nin ülke içinde üretilen atık miktarıyla baş edemezken atık ihraç ettiğini de unutmayalım. Avrupa Birliği’nin ihraç ettiği atıkların yarısının Türkiye’ye geldiğini ve AB’den atık ithalatında ilk sırada olduğumuzu biliyoruz. Kendi atıklarını geri dönüştüremeyen Türkiye’nin bu atıkları hammadde ihtiyacı için aldığını düşünmek, hepsinin doğaya karışmadan geri dönüştürüldüğünü söylemek zor. Atığını sıfırlamak isteyenin Türkiye’ye gönderdiğini söylemek ise herhalde daha doğru.

İktidarın Emine Erdoğan’ı çevre konularında neden bu kadar öne çıkarmaya çalıştığını bilmiyorum. 12 Eylül 1980 sonrası da benzer bir süreci yaşamıştık. Termik santrala karşı gelenleri, asbestli gemilerle uğraşanları ‘tu kaka’ ilan eden devlet, fidan dikmeyi, çöp toplamayı çevrecilik diye anlatmaya çalışıyordu. Sarayda oturan, her yere özel araçlar, uçaklar ve konvoylarla giden bir kişinin çevreci olması, sıfır atık kampanyası yürütmesi elbette mümkün değil. Belki de onu ön planda tutarak, yeni bir kutuplaşma yaratmaya çalışıyorlar. Ülkenin 21 yılı böyle geçti zaten. O sırada da atık sorunu dağ gibi büyüdü. Diğer sorunlar gibi…