Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal arasında geçen
konuşmaların sızdırılmasının üzerinden gün geçmeden yeni ses kayıtları
yayınlandı. Hükümete yakın iş adamlarının pazarlıkları, Bilal Erdoğan’ın yeni
maceraları, villalar, arsalar ve yeni havuz problemleriyle karşı karşıya
kaldık. Ne bu yöntemleri onaylayabilir, ne de kayıtlar üzerinden politika
yapabiliriz. Doğrunun, hukuki zeminde ortaya çıkması için mücadele etmekten
başka şansımız yok. Bu kayıtların, kirli alışverişin, iğrenç pazarlıkların
bağımsız organlarca araştırılmasında ısrarcı olmalıyız. Tabi ki olan biteni
görüyoruz ama kamu vicdanında yargılama yetmez, Yüce Divan için ısrarcı
olmalıyız.
Hükümet şunu bilmeli, araştırmıyorsan, yargılamaya,
şeffaflığa izin vermiyorsan suçu kabul etmiş sayılırsın. Montaj diyerek, dublaj
diyerek patinajı önleyemezsin. Ses kayıtlarından bir tanesi bile doğruysa
hükümetin derhal kendisini ‘sıfırlaması’
gerekir. Bu ‘bir’ sayısına da,
Erdoğan’ın Habertürk’e telefon ettiğini kabul etmesiyle çoktan ulaştık. Demokrasinin
gereği budur ama ne demokrasimiz demokrasi, ne de gittiğimiz yol doğru yol.
Bunu açıkça söylemeliyiz. Şahit olduğumuz durum politikanın dibe vurduğunu, ‘ileri demokrasi’ denen ucubenin yerini
bir ‘yeraltı demokrasisine’
bıraktığını gösteriyor.
Peki, bu yeraltı demokrasisini kim yarattı? Bir bakanın,
başbakanın yolsuzluk yaptığına dair iddiaların halk tarafından
tartışılabilmesi, duyulabilmesi için gizli kayıtlara ihtiyaç duyulan bu ortamı
kim yarattı? Dürüst olalım ve büyük harflerle suçlunun adını yazalım: Adalet ve Kalkınma Partisi.
Gazeteci istediği soruyu soramaz, istediği gibi yazamazsa…
Medya patronları hükümetle ilişkileri uğruna haberleri,
yazıları sansürlerse…
Başbakan ve iktidarın temsilcileri, TV kanallarında bile
muhalefetin karşısına çıkmazsa…
İktidar medyanın nasıl ve hangi haberi yapacağına karar
verirse…
Üniversitelerde muhalif sesler bastırılır, sadece iktidar
yanlısı görüşlere yer verilirse…
Devletin tek bir dini, mezhebi, etnik kimliği olursa,
diğerleri ötekileştirilirse…
İnsanların özel hayatı devletçe denetlenmeye çalışılırsa…
Okullarda eğitim vermek yerine, iktidarın istekleri
doğrultusunda beyinler yıkanırsa…
Meclis, bir kesimin ticari ve ideolojik faaliyetlerine
onay veren bir organ haline getirilse…
Sendikalar tasfiye edilir, demokratik hakkı için sokağa
çıkanlar öldürülür, gaza boğulursa…
Yargı tek elden yönetilir, iktidara karşı olanları
cezalandırma kurumuna dönüştürülürse…
Kamunun denetimini yapan Sayıştay gibi kurumlar/mekanizmalar
devreden çıkarılırsa…
O ülkeye ‘yeraltı
demokrasisi’ hakim olur. Çünkü böyle bir ortamda demokrasinin mekanizmaları
işlemez. Doğru söyleyenlerin sesi duyulmaz, hukuk haklıyı savunamaz. Halk,
2+2=4 deseniz size inanmaz. Medya 5 der, ona inanır. Olmadı; montaj, dublaj
der. O da olmadı sabotaj diye bağırır. Çare
yer altına iner. Kaset çıkar, sesler kayıt edilir ve filmler çekilir.
Demokrasinin ilerisi gerisi olmaz. Demokrasi trenini
çıkarları uğruna raydan çıkaran AKP, yeraltının tüm kötülüklerini bu ülkeye
davet etti. Özgürlüğü de, denetimi de, adaleti de yer altına taşıdı. Baskı ve
şiddeti o kadar arttırmıştı ki, halk umudunu bile yerin altına gömmek zorunda
kaldı. Şimdi o umut yer altından beslenerek filizleniyor. Umut çiçeğinin köklerini bile pisliğe bulaştırdılar. Bize düşen hem
o çiçeği kurtarmak hem de köklerini temizlemek.