Nükleer atığın bol olsun Türkiye!

Gaziemir'de bulunan nükleer atığı beş yıl boyunca yazışarak imha etmeye çalışan Türkiye, nükleer santrallerden çıkacak tonlarca radyoaktif atığı ne yapacak? 

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Aralık 2012

İzmir'de, eski bir kurşun döküm fabrikasında beş yıl önce tespit edilen nükleer atıkların hâlâ orada durduğunun anlaşılmasıyla patlayan kriz devam ediyor. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun (TAEK) 6 Aralık 2012 tarihli açıklamasında radyoaktivite bulaşmış cüruflardan bahsediyor ama ne yapılacağını söylemiyor. Önerilen tek önlem alana girişin kontrol altına alınması. Beş yıl önce ortaya çıkan atığı yazışarak imha etmeye çalışan TAEK, görmezsek bir şey olmaz demeye mi çalışıyor, pek anlamadım açıkçası. Bu yüzden, Gaziemir'deki atık meselesini TAEK ve nükleer santraller üzerinden konuşmak lazım.

ISPARTA VE KONYA'DA NÜKLEER ATIK
1997 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışırken ben de bir nükleer atık haberine imza atmıştım. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Açık Radyo'ya verdiği bir demeçte, “1150 ton nükleer atık Isparta'ya gömüldü, 800 ton nükleer atık da Konya'da yakıldı” demişti. Söyleyen Türkiye'nin sayılı nükleer fizikçilerinden. 1986 yılında, Çernobil kazası sırasında (TAEK) başkanlığını yapmış bir kişi olunca ortalık inledi. Haberi, 19 Şubat 1997 tarihinde “Cinayet” başlığıyla vermiştik. Radyoaktif atığın gramı sizi öldürebilir, biz binlerce tondan bahsediyorduk. Haberi yaptığımız akşam Özemre, Samanyolu Televizyonu'na çıkıp söylediklerini tekrarlayınca soluğu Isparta'da almıştım. Beş gün boyunca, köy köy dolaşıp nükleer atık aradık. Gömülü atık bulamayınca yakılma ihtimali üzerinde durduk. Belki de atıklar Konya'da gömülmüş, Isparta'da yakılmıştı. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in kardeşi Şevket Demirel'e ait çimento fabrikasında, yurt dışından getirilen kimyasal atıkların bir kısmının deneme amaçlı yakıldığını ortaya çıkardık. Kayıtlarda o atıkların tamamının (halkın protestolarının da etkisiyle) geri gönderildiği yazıyordu. Yakan işçilerden zehirlenenler olmuştu. Aradığımız yüksek seviyeli nükleer atık olsa yakılması zordu ama bir nükleer santralde çalışan işçilerin önlükleri bile nükleer atık sınıfına girdiği için bunlar pekala yakılabilirdi. Kimyasal atıklarla birlikte bunlar Türkiye'ye getirilmiş olabilirdi. Tüm çabalarımıza rağmen kimyasal atık haberiyle yetinmek zorunda kaldık.

Isparta'da gömülü nükleer atık bulamadık ama kafamdaki soru işaretlerinden kurtulduğumu söyleyemem. O dönemde medya daha bağımsızdı. Tüm televizyonlar, gazeteler haberimizi konuşuyor, her yaptığımız yeni haber gündemi belirliyordu. Ahmed Yüksel Özemre hakkında istense, halkı paniğe sürüklemekten dava açılabilir, suç duyurusunda bulunulabilirdi ve belki de “birilerinden aldım” dediği bilginin kaynağını açıklamaya zorlanabilirdi. Yapılmadı. Belki de Özemre'yi kızdırmak Çernobil dönemine ait birçok bilginin açığa çıkmasına neden olacaktı, bu yüzden üstüne gidilmedi. Çayların yakılması, radyasyonlu olanlarla temiz olanların harmanlanması Özemre'nin bilgisi dahilinde yapılmıştı. Özemre'ye bu bilgiyi veren “birileri”nin kim olduğunu öğrenemedik. Olay kısa sürede örtbas edildi. Elektrik Mühendisi Arif Künar bir yazısında süreci şöyle özetler:

“...Çevre Bakanlığı acilen bir “araştırma(ma)-soruşturma(ma)” yaptırdı. Gazetede haberin çıktığı günün hemen ertesinde, “20.2.1997 tarihinde Isparta ve 21.2 1997 tarihinde Konya’da gerekli inceleme ve araştırmalar yapılarak” hazırlanan 24.2.1997 tarihli resmi bir raporla, bu iddia “çürütülmüş” ve konu hemen kapatılmıştı. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu kadar hızlı (toplam iki gün içinde hem Konya, hem de Isparta’da, iki kimya ve bir çevre yüksek mühendisinden oluşan bir bilirkişi heyetiyle) inceleme-araştırma yapılamamış ve sadece yakıtı kullandıkları iddia edilen fabrika yetkililerine sorularak, onların beyanları, belgeleri esas alınarak resmi bir “Teknik İnceleme(me) Raporu” hazırlanmamıştır.”

SATILIK NÜKLEER ATIK
Konu böylece kapandı ama daha sonra Özemre'nin yaptığı açıklamalar dikkat çekiciydi. Aynen aktarıyorum:

“TAEK başkanı bulunduğum sıralarda bir Alman firması bana müracaat ederek ellerinde bulunan 4 bin ton düşük ve orta düzeyde radyoaktif atıkları TAEK olarak kabul edecek ve Türkiye'de gömecek olursak bunun karşılığında Kurum'a kilo başına 10 DM (Alman Markı), yani bütün operasyon için toplam 40 milyon Alman Markı ödeyebileceklerini ifade etmişti”.

Özemre bu teklifi, Türkiye'nin yabancı ülkelerin nükleer çöplüğü olmasına asla müsaade edilmeyeceğini belirterek reddettiğini belirtir. İzmir'de adı geçen radyoaktif atıklar, o fabrikaya Özemre'nin de açıkça belirttiği yoldan getirilmiş, “kurşunla beraber eritir, kaplar ve gömersiniz” denmiş olabilir. Bu yüzden bu iki haberin ortak noktası çok. İşin bir de TAEK boyutu var. TAEK Türkiye'de nükleer maddelerden sorumlu kurum. Bu maddelerin giriş-çıkışı TAEK'in kontrolünde olmak zorunda. TAEK bu sorumluluğu yerine getirebiliyor mu? Tartışılır. 1986'da radyasyonlu çayların (onlar da radyoaktif atık sayılırdı) TAEK'in bilgisi dahilinde gömüldüğünü, yakıldığını biliyoruz. 1999 yılında İkitelli'de hurdacılara satılan, normalde TAEK'in kontrolünde olması gereken nükleer atığı, Cobalt-60'ı da unutmadık. 13 kişilik Ilgaz Ailesi bir üyesini kanserde kaybetti, kadınlar erken menapoza girdi, erkekler üreme becerilerini kaybetti ve Murat Ilgaz'ın parmakları eridi.

Mesele sadece oraya buraya gömülen, ülkeye kaçak getirilen atıklarla da sınırlı değil. Bugün Mersin'de nükleer santral kurulmak isteniyor. Sinop ve İğneada'nın adları ikinci ve üçüncü santral için geçiyor. Bu santrallerden çıkacak nükleer atıkların ne olacağını ise hiç kimse bilmiyor. Hükümet, Rusya Federasyonu ile yaptığı anlaşmada atık yönetimi için Rus şirketini para ödemeye zorluyor. Bu demektir ki atıklar Türkiye'de kalacak ve onların doğadan yalıtımı için bir tesis kurulacak. Dünyada bunu garanti edebilecek bir tesis yok ama konumuz bu değil. Anlaşmanın üzerinden zaman geçiyor, Akkuyu NGS adlı Rus firması halkı bilgilendirme toplantısı düzenliyor ve orada dağıttığı broşürde nükleer atıklar Rusya'ya gidecek diyor. Hoppala! Madem atıklar Rusya'ya gidecek şirket neden Türkiye'ye atık yönetimi için para ödüyor diye merak ediyorsunuz. Fazla meraklanmanıza fırsat kalmadan Rusya tarafından bir açıklama daha geliyor. Atıklar Rusya'ya gidecek ama Türkiye isterse atıkları satın alabilir.

Türkiye, dünyadaki her aklı başında ülkenin kurtulmak istediği nükleer atıkları satın alır, üstüne bir de para verir mı bilmem ama bu gidişle her yer Gaziemir olur herkes de kanserden ölür. Az buz değil tonlarca nükleer atıktan bahsediyoruz. TAEK bu süreçte yok, hükümet oralı değil. Süreci denetleyecek bağımsız kuruluşlar var mı; yok! Denetleme kontrol işini yapabilecek personel desen, o da yok! Türkiye'deki milyonlarca insanın kaderi bir şirketin elinde, kimsenin haberi var mı? Bence yok.

Pedallı At

Ülkede saman olmasa eminim Kanuni ata binmez, yürürdü. Ülkede petrol yok. Nedir bu otomobil merakınız, köprü ve otoyol sevdanız?

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Aralık 2012

Avrupa Birliği'ne üye 27 ülkeye kıyasla Türkiye'nin ulaşımda kullandığı enerji miktarı artmış. Bu kadar da değil, Türkiye'nin demiryolu ulaşımı için kullandığı enerji miktarı Birlik'e üye 27 ülkeye göre kayda değer miktarda azalmış. Yolculuklarımızda artık otomobili daha fazla tercih ediyor, otobüs ve trene ise daha az rağbet ediyoruz. Avrupa Çevre Ajansı'nın, “Ulaşımın hava kalitesine etkisi” adlı raporu böyle söylüyor. Bu ne demek, daha çok petrol ithalatı, daha fazla borç. Şimdi, demesem olmaz. Kanuni işi biliyormuş, attan hiç inmeyecektik!

Demiryollarını daha az kullanmaya başlamamız sürpriz değil. Bizim çılgın projelerin hepsi ya köprüyle başlıyor ya otoyolla. Bitişi de genelde TOKİ'yle oluyor. Otomobillere yollar açılıyor, dağlar deliniyor sonra da yolun sonuna toplu konutlar dikiliyor.

DEMİRYLU TAŞIMACILIĞI AZALIYOR
Türkiye'de demir ağ dediğimiz şey aslında birkaç hattan ibaret. Demiryolu taşımacılığında önemli bir paya sahip Haydarpaşa'dan Anadolu'ya uzanan hat, yolcu kapasitesi bakımından en önemli güzergahlardan biri ve yaklaşık bir yıldır kapalı. Bir yıl daha da kapalı kalacak. Demiryolu hattımız o kadar kısa, demiryoluyla yaptığımız yük ve yolcu taşımacılığı o kadar az ki, bu hattın kapalı kalması bile ülke istatistiklerini altüst edebilir. Amma ve lakin kazın ayağı öyle değil. Memlekette yolcu taşımacılığında demiryolunun payı yıllardır azalıyor. Haydar Paşa'nın günahını almamak lazım. 1995 yılında yolcu taşımacılığının yüzde 4'ü demiryoluyla yapılırken, 2000'de bu rakam 3,4'e; 2005'te 2,5'e ve 2010'da ise yüzde 2'ye kadar geriledi. Milletin trenden inip, ecdadımız gibi ata bindiğini sanmayın sakın. Haşa! Memleketli hazretleri, demir attan inip, otomobile biniyor.

1995 yılında yolcu taşımacılığının yüzde 36,5'u otomobille yapılıyordu. 2010'da bu oran yüzde 52,5 oldu. 1995'te otobüslerin yolcu taşımacılığındaki payı yüzde 59,4 idi, 2010'da bu oran yüzde 45,2'ye geriledi. Otomobille beraber payı artan bir başka taşımacılık yöntemi de havayolu. Görüldüğü üzere, ne kadar çevreyi kirleten, ekonomik olmayan ve dışa bağımlı olduğumuz petrolü verimsiz kullanan ulaşım biçimi varsa rağbet görmüş. Millet ecdadın yolundan çıkalı hayli vakit olmuş anlayacağınız. Görüldüğü üzere meselenin Muhteşem Yüzyıl adlı diziyle yakından uzaktan ilgisi yok. Devir değişti kabul. Attan inmek de makul. Kanuni devrinde en ekonomik ve en çevreci taşıt attı, Muhteşem de ona bindi. Peki ya siz ecdadın saygıdeğer kulları, bugünün demir atı dururken neden otomobile, uçağa merak sardınız. Ülkede saman olmasa eminim Kanuni ata binmez, yürürdü. Ülkede petrol yok. Nedir bu otomobil merakınız, köprü ve otoyol sevdanız? Acaba hangi padişah, hangi başbakan sizi yoldan çıkardı merak ederim. Bildiğim o ki, mevcut yönetim bu konuya çözüm üretmekten aciz, bir elinde kumanda televizyon kanallarında gezinmektedir. Ecdadın fethettiği memleketlerde ise trenler uçak hızında seyretmekte, fezaya seferler düzenlenmektedir.

ATTAN İN BİSİKLETE BİN
Bir konuda da hataya düşmemekte fayda var. Trenin hızlısı uzak mesafeler için çekici olabilir ama asıl iyi olanı güvenlisidir. Ulaşımın da yavaşı makbuldür. İnsanın acele etmeye değil yavaşlamaya ve kendine vakit harcamaya ihtiyacı vardır. Ne kadar hızlı yaşarsanız o kadar hızlı ölürsünüz. Bugün garbın birçok ilinde insanlar otomobilden inip bisiklete binmekte, özellikle kent içinde ulaşım hızını düşürmeye çalışmaktadır. Bisiklete binmenin trafik kazalarını önlemek, çevre kirliliğini azaltmak ve insan vücudunu daha sağlıklı tutmak gibi sayısız faydası vardır. İnsan yaşadığını anlar, yanından geçtiği çiçeğin kokusunu alır, kurdu kuşu görür. Bisikletin pek sevildiği Hollanda ilinde 2009-2010 yılları arasında kişi başına düşen otomobil sayısı yüzde 2 oranında azalmış. Birçok Avrupa şehrinde de, özellikle kent merkezlerinde bisiklet kullanımını teşvik için sayısız yöntem uygulanıyor. Türkiye'de ise aynı dönemde kişi başına düşen otomobil sayısı yüzde 4,7 artmıştır. Sadece bir yılda! Oysa memleketin birçok yerinde iklim koşulları bisiklete binmek için Hollanda'dan daha uygun. Türkiye'de her 10 kişiden birinin otomobili var. Bu oran Avrupa'daki ülkelere göre çok düşük ama unutulmamalıdır ki sigaraya başlayıp bırakmaktansa, hiç başlamamak daha kolay. 

İklim değişikliğine yol açan seragazları konusunda da otomobiller hiç masum değil. Türkiye'nin toplam seragazı emisyonları 401 milyon ton. Bunun 40 milyona yakını karayolu kaynaklı. 3 milyon tonu havacılık, sadece yarım milyon tonu ise demiryolundan geliyor. Havacılık sektörü kaynaklı emisyon artışı 2009-2010 arası yüzde 231, karayolu kaynaklı artış ise yüzde 64'tür. Demiryolunda ise artış değil azalma yaşanmıştır.

Özetle söylersek, bu ülkenin ulaşım politikası insan ve çevre sağlığı açısından, muhteşem bir felakettir. Şehirlerarası ulaşımda demir atın ve şehir içinde pedallı atın tercih edilmesi memleket için bir zarurettir.

Bİ TUR VERSENE
Bir bisiklet sevdalısı, yazar ve tasarımcı Aydan Çelik'in, “Bi tur versene” adlı kitabı Optimist yayınlarından çıktı. Kitabın başında Bisiklet Manifestosu adlı bir bölüm var. İşte o manifestodan birkaç satır.

Bisiklet eşitliktir: Bazen o sizi taşır, bazen siz onu.
Bisiklet rüyadır: Üç yaşında başlar hayat boyu sürer.
Bisiklet Köroğlu'dur: Otomobil icat olur, metlik bozulur.
Bisiklet isyandır: Bush'u iki kere dehledi üzerinden.
Bisiklet hayal gücüdür: Durduğunda devrilir.

Kentlerde Yeşil Ulaşım

Bu yıl üçüncüsü yapılacak Yeşil Ekonomi Konferansı’nda kentlerdeki ulaşım politikaları tartışmaya açılıyor. Heinrich Böll Stiftung Derneğitarafından düzenlenen, "Kentlerde Yeşil Ulaşım" başlıklı konferansta toplu taşımacılığın kent içi ulaşımdaki rolünden bisiklet yollarına, kadınların, LGBT bireylerin ve engellilerin ulaşım araçlarına erişimde yaşadıkları zorluklardan ulaşımda yakıt konusuna kadar birçok konu uzmanlar tarafından değerlendirilecek. İstanbul Teknik Üniversitesi, Maçka Kampüsü Sosyal Tesisleri'nde gerçekleşecek Kentlerde Yeşil Ulaşım Konferansı'nda, Karadeniz Sahil Yolu'nu ele alan "Son Kumsal" adlı belgesel de gösterilecek. Bu belgeselle ilgili 2008 yılında yazdığım, Temel Reis'in Taka İnadı adlı yazıma da buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

3 Aralık 2012 tarihinde İstanbul'da düzenlenecek konferansın programı aşağıda. Konferans ücretsiz ve Türkçe-İngilizce eş zamanlı çeviri var.

PROGRAM
09:00 Kayıt
09:30 Açılış konuşması
Dr. Ulrike Dufner - Heinrich Böll Stiftung Derneği

1. OTURUM – Kentlerde sürdürülebilir ulaşım politikaları

09:40 Ana konuşmacı:
Prof. Dr. H. Murat Çelik – İzmir YTE, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi
10:05 Soru-Cevap
10:30 Çay molası

10:45 Yeşil ulaşımın unsurları (Moderatör: Özgür Gürbüz )
Raylı sistemlerin kentiçi ulaşımdaki rolü - Yrd. Doç Dr. Ela Babalık Sutcliffe (ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü)
Karbonsuz bir ulaşım politikası - Önder Algedik (350 Ankara Aktivisti, İklim ve Enerji Danışmanı)
Ulaşım Yatırımlarının Sosyo-Ekonomik Faydaları - Araştırma Gör. Eda Beyazıt (İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü)
11:45 Soru-Cevap
12:15 Yemek arası

2. OTURUM – Yeşil ulaşım örnekleri ve sorunlar

13:30 Belediyeler ve projeler (Moderatör: Barış Erdoğan)
Antalya Bisikletle Bütünleşik Ulaşım - Sevcan Atalay (Antalya Büyükşehir Belediyesi,
Ulaşım Planlama ve Raylı Sistem Dairesi Başkanlığı)
Yalova’da Organik Ulaşım - Mehmet Nuray Tozlu (Yalova  Belediyesi Ulaşım Hizmetleri Müdürü)
Yavaş Şehirler ve Ulaşım - Prof. Dr. Rıdvan Yurtseven (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi-Cittaslow Türkiye Danışma Kurulu Koordinatörü)
14:30 Soru-Cevap
15:00 Çay molası

15:15 Kentlerde ulaşım ve insanlar (Moderatör: Ulrike Dufner)
İstanbul’un tarihi yarımadası ve yayalar - Sibel Bulay (Embarq Türkiye, Kurucu ve Yönetim Kurulu Üyesi)
Engellilerin ulaşım araçlarına erişimi - Yrd. Doç. Dr. Nilgün Camkesen (Bahçeşehir Üniversitesi, UYGAR Merkezi)
Toplumsal cinsiyet temelinde ulaşım hakkı - Tuğba Özay Baki (İstanbul Feminist Kolektif)
Kentlerde iki teker- Aydan Çelik (Bisiklet Yazarı ve Tasarımcısı)
16:15 Soru-Cevap
16:45 Çay molası

17:00-Ulaşımda yakıt sorunu (Moderatör:Senem Gençer)
Kentiçi ulaşımda hidrojen enerjisi – Dr. Fazıl Serincan (UNIDO-ICHET)
Temiz araçlar ve yakıt – Jonas Ericson (Stockholm Şehri-Temiz Araçlar Bölümü)
17:30 Soru-Cevap
18:00 Çay molası

18:15 Film gösterimi: Son Kumsal(The Shore)

Yönetmen: Rüya Arzu Köksal
Filmin özeti: Güzel bir yaz günü, Vakfıkebir kasabasının Dutluk plajında neşeyle bağrışan çocuklar, top oynayan, horon tepen gençler, güneşlenenler, yüzenler. Bir kaç yüz metre uzakta, onlarca kamyonun sahile boca ettiği kayaları denize dolduran iş makinaları. Koyun diğer ucunda ise otoyolu yine aynı dalgalardan korumak için yapılan dalgakıran inşaatları. Doğal limanların ve balıkçı barınaklarının otoyol yapımı yüzünden yok olmasıyla kendilerine yeni yerler arayan balıkçıların takalarını karayoluyla taşımaları ve trajikomik öyküleri... Karadeniz halkının, yol yapma bahanesiyle denizinden koparılmasının hikâyesi.


Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali başladı

İlki 2008 yılında yapılan Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, bu yıl 29 Kasım – 2 Aralık tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşiyor. Festival, bu yıl da neyin sürdürülebilir olduğu veya olmadığına dair dünyanın dört bir yanından örnekler sunarak, gerçek hikâyelerle ilham vermeye çalışacak.

Festival sadece filmleri ve filmlerin içeriğiyle ön plana çıkmıyor. İzleyicileri, konuşmacılar ve müzisyenlerle bir araya getiren renkli etkinlikleri bir buluşma zemini oluşturuyor. Toplumun her kesimini bir araya getirerek birleştirici ve kapsayıcı olmayı hedefleyen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali'nde bir çiftçiyi, bir iş adamını, öğrencilerini toplayıp gelmiş bir öğretmeni, çocuğunun gelecekte yaşayacağı dünyadan endişeli bir anneyi, akademisyenleri, aktivistleri yan yana otururken ve fikir alışverişinde bulunurken görebilirsiniz. İtalyan Kültür Merkezi ve Salt Galata’da gerçekleşecek bu yılki festivalde gösterilecek filmler ise şunlar:

A Passion for Sustainability / Sürdürülebilirlik Tutkusu, Agricoltori da Slegare / Çiftçilere Özgürlük, Biophilic Design: The Architecture of Life / Yaşam Dostu Tasarım: Hayatın Mimarisi, Bonsai People – The Vision of Muhammad Yunus / Bonsai İnsanlar – Muhammad Yunus’un Vizyonu, Cafeteria Man / Yemekhanelerin Adamı, Carbon for Water / Su için Karbon, Delicios Peace / Lezzetli Barış, Education For A Sustainable Future / Sürdürülebilir Bir Gelecek için Eğitim, Gundondu / Gündöndü, Indonesia's Palm Oil Dilemma / Palmiye Yağı: Endonezya’nın İkilemi, Passive Passion / Pasif Tutku, Perma Kultcha, Play Again / Yeniden Oyna, Sacred Economics / Kutsal Ekonomi, Sucumbíos Tierra Sin Mal / Sucumbíos, Kötülüğün Olmadığı Yer, Seeds of Freedom / Özgürlük Tohumları, Surviving Progress / Kalkınmazedeler, Switch / Şalter, Symphony Of The Soil / Toprağın Senfonisi, Taste The Waste / Çöpün Tadına Bak, The Garden at the End of the World / Dünyanın Ucundaki Bahçe, The Light Bulb Conspiracy: The Untold Story of Planned Obsolescence / Ampul Tuzağı: Kasıtlı Eskitmenin Anlatılmayan Öyküsü, The Man Who Stopped The Desert / Çölü Durduran Adam, Waking The Green Tiger: A Green Movement Rises In China / Yeşil Kaplanın Uyanışı: Çin’de Yükselen Yeşil Hareket, Waste Not / İsraf Etme!, Watershed: Exploring A New Water Ethic For The New West / Havza: Yeni Batı için Yeni bir Su Etiği Arayışı, Yasuni: A Wild Idea / Yasuni: Sıra Dışı Bir Fikir.

Festival hakkında detaylı bilgi almak için;
Web : www.surdurulebiliryasam.org
Facebook : http://www.facebook.com/surdurulebiliryasam
https://www.facebook.com/events/274134846040963/?fref=ts
Twitter : https://twitter.com/SYKolektifi

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Hakkında:
2008 yılından bu yana Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, gerçek hikâyelerle ilham vermek, dünyada ‘sürdürülebilir bir yaşam’ için yapılan çalışmaları, hareketleri, düşünce sistemlerini, uygulamaları, öğretileri, yeni bir bilinç seviyesini ve sürdürülebilir yaşam vizyonunu seyirciyle paylaşarak bireyleri umuda ve sağduyuya davet etmek; onları kendilerini güçsüz kılan bir sistemden sıyrılmaları ve kendi güçlerini keşfetmeleri için cesaretlendirmek amacını taşıyor.

Festivali gerçekleştiren Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, çeşitliliğe değer veren açık ve esnek bir yapı dahilinde yaşamı sürdürülebilir kılmak niyetiyle bir araya gelmiş bireylerin “yaşamı çoğaltacak” projeleri kolektif olarak hayata geçirme amacıyla doğdu. Tamamen sivil bir oluşum olan Kolektif, film festivali gibi "sürdürülebilir yaşam" konusuyla ilgili farkındalık arttırıcı çalışmaları, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi'nin vizyonunu paylaşan bireyler ve organizasyonların desteği ve katılımıyla sürdürüyor.