Özgür Gürbüz-BirGün/9 Aralık 2012
İzmir'de, eski bir kurşun döküm fabrikasında beş yıl önce
tespit edilen nükleer atıkların hâlâ orada durduğunun anlaşılmasıyla patlayan
kriz devam ediyor. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun (TAEK) 6 Aralık 2012
tarihli açıklamasında radyoaktivite bulaşmış cüruflardan bahsediyor ama ne
yapılacağını söylemiyor. Önerilen tek önlem alana girişin kontrol altına
alınması. Beş yıl önce ortaya çıkan atığı yazışarak imha etmeye çalışan TAEK,
görmezsek bir şey olmaz demeye mi çalışıyor, pek anlamadım açıkçası. Bu yüzden,
Gaziemir'deki atık meselesini TAEK ve nükleer santraller üzerinden konuşmak
lazım.
ISPARTA VE KONYA'DA NÜKLEER
ATIK
1997 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde çalışırken ben de
bir nükleer atık haberine imza atmıştım. Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre, Açık
Radyo'ya verdiği bir demeçte, “1150 ton nükleer atık Isparta'ya gömüldü, 800
ton nükleer atık da Konya'da yakıldı” demişti. Söyleyen Türkiye'nin sayılı
nükleer fizikçilerinden. 1986 yılında, Çernobil kazası sırasında (TAEK)
başkanlığını yapmış bir kişi olunca ortalık inledi. Haberi, 19 Şubat 1997
tarihinde “Cinayet” başlığıyla vermiştik. Radyoaktif atığın gramı sizi
öldürebilir, biz binlerce tondan bahsediyorduk. Haberi yaptığımız akşam Özemre,
Samanyolu Televizyonu'na çıkıp söylediklerini tekrarlayınca soluğu Isparta'da
almıştım. Beş gün boyunca, köy köy dolaşıp nükleer atık aradık. Gömülü atık
bulamayınca yakılma ihtimali üzerinde durduk. Belki de atıklar Konya'da
gömülmüş, Isparta'da yakılmıştı. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in kardeşi
Şevket Demirel'e ait çimento fabrikasında, yurt dışından getirilen kimyasal
atıkların bir kısmının deneme amaçlı yakıldığını ortaya çıkardık. Kayıtlarda o
atıkların tamamının (halkın protestolarının da etkisiyle) geri gönderildiği
yazıyordu. Yakan işçilerden zehirlenenler olmuştu. Aradığımız yüksek seviyeli
nükleer atık olsa yakılması zordu ama bir nükleer santralde çalışan işçilerin
önlükleri bile nükleer atık sınıfına girdiği için bunlar pekala yakılabilirdi.
Kimyasal atıklarla birlikte bunlar Türkiye'ye getirilmiş olabilirdi. Tüm
çabalarımıza rağmen kimyasal atık haberiyle yetinmek zorunda kaldık.
Isparta'da gömülü nükleer atık bulamadık ama kafamdaki
soru işaretlerinden kurtulduğumu söyleyemem. O dönemde medya daha bağımsızdı.
Tüm televizyonlar, gazeteler haberimizi konuşuyor, her yaptığımız yeni haber
gündemi belirliyordu. Ahmed Yüksel Özemre hakkında istense, halkı paniğe
sürüklemekten dava açılabilir, suç duyurusunda bulunulabilirdi ve belki de
“birilerinden aldım” dediği bilginin kaynağını açıklamaya zorlanabilirdi.
Yapılmadı. Belki de Özemre'yi kızdırmak Çernobil dönemine ait birçok bilginin
açığa çıkmasına neden olacaktı, bu yüzden üstüne gidilmedi. Çayların yakılması,
radyasyonlu olanlarla temiz olanların harmanlanması Özemre'nin bilgisi
dahilinde yapılmıştı. Özemre'ye bu bilgiyi veren “birileri”nin kim olduğunu
öğrenemedik. Olay kısa sürede örtbas edildi. Elektrik Mühendisi Arif Künar bir
yazısında süreci şöyle özetler:
“...Çevre Bakanlığı acilen bir
“araştırma(ma)-soruşturma(ma)” yaptırdı. Gazetede haberin çıktığı günün hemen
ertesinde, “20.2.1997 tarihinde Isparta ve 21.2 1997 tarihinde Konya’da gerekli
inceleme ve araştırmalar yapılarak” hazırlanan 24.2.1997 tarihli resmi bir
raporla, bu iddia “çürütülmüş” ve konu hemen kapatılmıştı. Dünyanın hiçbir
ülkesinde bu kadar hızlı (toplam iki gün içinde hem Konya, hem de Isparta’da,
iki kimya ve bir çevre yüksek mühendisinden oluşan bir bilirkişi heyetiyle)
inceleme-araştırma yapılamamış ve sadece yakıtı kullandıkları iddia edilen
fabrika yetkililerine sorularak, onların beyanları, belgeleri esas alınarak
resmi bir “Teknik İnceleme(me) Raporu” hazırlanmamıştır.”
SATILIK NÜKLEER ATIK
Konu böylece kapandı ama daha sonra Özemre'nin yaptığı
açıklamalar dikkat çekiciydi. Aynen aktarıyorum:
“TAEK başkanı bulunduğum
sıralarda bir Alman firması bana müracaat ederek ellerinde bulunan 4 bin ton
düşük ve orta düzeyde radyoaktif atıkları TAEK olarak kabul edecek ve
Türkiye'de gömecek olursak bunun karşılığında Kurum'a kilo başına 10 DM (Alman
Markı), yani bütün operasyon için toplam 40 milyon Alman Markı
ödeyebileceklerini ifade etmişti”.
Özemre bu teklifi, Türkiye'nin yabancı ülkelerin nükleer
çöplüğü olmasına asla müsaade edilmeyeceğini belirterek reddettiğini belirtir.
İzmir'de adı geçen radyoaktif atıklar, o fabrikaya Özemre'nin de açıkça
belirttiği yoldan getirilmiş, “kurşunla beraber eritir, kaplar ve gömersiniz”
denmiş olabilir. Bu yüzden bu iki haberin ortak noktası çok. İşin bir de TAEK
boyutu var. TAEK Türkiye'de nükleer maddelerden sorumlu kurum. Bu maddelerin
giriş-çıkışı TAEK'in kontrolünde olmak zorunda. TAEK bu sorumluluğu yerine
getirebiliyor mu? Tartışılır. 1986'da radyasyonlu çayların (onlar da radyoaktif
atık sayılırdı) TAEK'in bilgisi dahilinde gömüldüğünü, yakıldığını biliyoruz.
1999 yılında İkitelli'de hurdacılara satılan, normalde TAEK'in kontrolünde olması
gereken nükleer atığı, Cobalt-60'ı da unutmadık. 13 kişilik Ilgaz Ailesi bir
üyesini kanserde kaybetti, kadınlar erken menapoza girdi, erkekler üreme
becerilerini kaybetti ve Murat Ilgaz'ın parmakları eridi.
Mesele sadece oraya buraya gömülen, ülkeye kaçak
getirilen atıklarla da sınırlı değil. Bugün Mersin'de nükleer santral kurulmak
isteniyor. Sinop ve İğneada'nın adları ikinci ve üçüncü santral için geçiyor.
Bu santrallerden çıkacak nükleer atıkların ne olacağını ise hiç kimse bilmiyor.
Hükümet, Rusya Federasyonu ile yaptığı anlaşmada atık yönetimi için Rus
şirketini para ödemeye zorluyor. Bu demektir ki atıklar Türkiye'de kalacak ve
onların doğadan yalıtımı için bir tesis kurulacak. Dünyada bunu garanti
edebilecek bir tesis yok ama konumuz bu değil. Anlaşmanın üzerinden zaman
geçiyor, Akkuyu NGS adlı Rus firması halkı bilgilendirme toplantısı düzenliyor
ve orada dağıttığı broşürde nükleer atıklar Rusya'ya gidecek diyor. Hoppala!
Madem atıklar Rusya'ya gidecek şirket neden Türkiye'ye atık yönetimi için para
ödüyor diye merak ediyorsunuz. Fazla meraklanmanıza fırsat kalmadan Rusya
tarafından bir açıklama daha geliyor. Atıklar Rusya'ya gidecek ama Türkiye
isterse atıkları satın alabilir.
Türkiye, dünyadaki her aklı başında ülkenin kurtulmak
istediği nükleer atıkları satın alır, üstüne bir de para verir mı bilmem ama bu
gidişle her yer Gaziemir olur herkes de kanserden ölür. Az buz değil tonlarca
nükleer atıktan bahsediyoruz. TAEK bu süreçte yok, hükümet oralı değil. Süreci
denetleyecek bağımsız kuruluşlar var mı; yok! Denetleme kontrol işini
yapabilecek personel desen, o da yok! Türkiye'deki milyonlarca insanın kaderi
bir şirketin elinde, kimsenin haberi var mı? Bence yok.