Özgür Gürbüz/4 Mayıs 2012
Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu sadece depremler meydana geldiğinde hatırlandığı için bugün bu ülkede hâlâ nükleer santraller konuşuluyor. 3 Mayıs 2012 Perşembe günü, saat 09:24'te Mersin ili sınırları içerisindeki Yeşilovacık beldesinde meydana gelen 4,0 büyüklüğündeki deprem yine akla nükleer santralleri getirdi. Yeşilovacık, nükleer santral yapılmak istenen Büyükeceli'ye 15 km uzaklıkta, Akkuyu mevkine ise 17-18 km. Bölgede ve özelikle santralin kıyısına kurulacağı Akdeniz'de ciddi bir sismik araştırma yapılmamış olmasına rağmen nükleer santralde ısrar eden hükümet, bölgenin deprem riski taşımadığını iddia ediyordu. Dün sabah (3 Mayıs) meydana gelen deprem ise tam tersini söylüyor, depremi hisseden Büyükeceli ve Gülnarlılar da.
Tehlikeye karşı tüm Türkiye'yi uyarmak isteyen Mersin Nükleer Karşıtı Platform (NKP) bugün yaptığı basın açıklamasında hükümeti göz göre göre geliyorum diyen tehlikeye karşı bir kez daha uyardı. Mersin NKP açıklamasında bilim insanlarının Akkuyu'yu etkileyebilecek depremlere daha önce de dikkat çektiğini hatırlattı. Yapılan açıklamada, başta Ecemiş Fayı olmak üzere, Kıbrıs Dalma Batma Kuşağı, Ölü Deniz Kırığı, Güney Ege Dalma Batma Kuşağı ve Doğu Anadolu kırıklarının hareketli olduklarına ve tarihte meydana getirdikleri 7,9 büyüklüğünde depremlerin ve tsunamilerin binlerce kişiyi öldürdüklerinin belgelendiğinin bizzat bilim insanlarınca açıklanmış olduğuna dikkat çekildi.
Mersin NKP açıklamasında, "Akkuyu'da kurulması planlanan nükleer santralde uygulanması düşünülen VVER1200 reaktör modeli dünyada denenmemiş bir teknolojidir. İşletmeye alınmayan bir teknolojinin yaratacağı riskler hakkındaki bilgi ve deneyim yetersizlikleri ortada iken deprem kuşağında olan ülkemizde kurulacak Akkuyu nükleer santrali başta ülkemiz olmak üzere tüm dünya için büyük bir felaket olacaktır. Japonya'da bulunan tüm nükleer santraller 9 büyüklüğündeki depreme dayanıklı olarak yapılmasına rağmen geçen yıl Mart ayında meydana gelen deprem sonrasında meydana gelen Fukuşima Nükleer Santral felaketi, nükleer santrallerin güvensizliğini, kaza riskinin yüksek olduğunu göstermiştir" denildi.
Mersin NKP, Japonya'da kaza sonrası sağlam kalan 50 reaktörden sadece bir tanesinin çalışır durumda olduğuna da değindi. Bu bilgi doğru. Son anda bir değişiklik olmazsa, yarın bu son reaktörde bakıma alınacak ve 1966 yılından sonra ilk kez Japonya'da nükleer santral kaynaklı elektrik üretimi 'sıfıra' inecek.
Bu haberi Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un sözleriyle noktalayalım: "Deprem kuşağında olan ülkemizde, güvenlik kültürünün yerleşmediği, siyasal iktidarların, bilim insanlarını ve meslek odalarını hiçe sayan politikalarla günü kurtarmaya çalıştığı bir ülkede, nükleer santraller tehlike kaynağı olacaktır. Çakma sütlerle çocuklarını zehirleyen, insanların güvenli yaşamaları için önlem alamayan bir anlayışla Türkiye’de Nükleer santral kurulamaz. Planlanan tüm nükleer santral projelerinden derhal vazgeçilmesini talep ediyoruz".
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Çernobil'i unutmamızı neden istiyorlar?
Özgür Gürbüz-Birgün/29 Nisan 2012
26 Nisan 2012 Taksim. Foto: O. Gurbuz |
ABD'deki Üç
Mil Adası santralindeki nükleer kazadan sonra bir daha böyle bir kaza
olmayacağını söylemişlerdi; yıl 1979. Yedi yıl sonra sonuçları başka bir
endüstriyel kazayla kıyaslanamayacak derecede büyük, dünya tarihinde görülmemiş
bir başka nükleer santral kazası yaşandı. Bundan tam 26 yıl, üç gün önce; 26
Nisan 1986'da Çernobil nükleer santralindeki dört numaralı reaktör patladı.
Nükleeri savunanlar ‘patlama’
kelimesini sevmiyorlar ama işin doğrusu bu. Reaktör kontrolden çıktı ve büyük
bir patlama sonrasında doğaya çok ciddi miktarda radyasyon sızdı. Sayılarının
600 ile 800 bin arasında olduğu belirtilen tasfiyeciler (temizlik işçileri) günlerce
yangını ve sızıntıyı kontrol altına almaya çalıştılar. Binlerce işçi hâlâ
Çernobil'de çalışıyor. 400 bin kişi evlerini bir daha geri dönmemek üzere terk
etti. Ölü sayısının neden olacağı kanser vakaları nedeniyle 1 milyonu
bulacağını iddia eden araştırmalar bile var. Nükleer endüstri bu kazadan sonra
da aynı masalı anlattı. Bunun bir daha tekrarlanmayacağını, insan hatasından
kaynaklandığını söyleyip durdu. Hatta daha da ileri giderek, kazadan ölenlerin
sadece 37 itfaiyeci olduğunu uzun süre iddia ettiler. Çernobil kazası ister
istemez yeni santral siparişlerinin azalmasına, birçok ülkede nükleer enerji
karşıtı politikaların kuvvetlenmesine neden oldu. Nükleer santral
pazarlayıcıları bir süre ortadan kaybolmaya karar verdiler. Kazayı unutturmanın
bir yolu nükleer enerji özendirmelerine ve lobi faaliyetlerine ara vermekti.
DOĞALGAZ
VE RÜZGAR NÜKLEERİ ZORLUYOR
2011 yılında ise Japonya'daki büyük depremden
sonra Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki dört reaktörde aynı anda kaza oldu.
Kullanılmış yakıtların geçici bir süre bekletildiği atık havuzunda da soğutma
suyunun azalması nedeniyle ciddi sorunlar yaşandı. Nükleer endüstrinin bu
kazadan sonra artık uyduracak bahanesi kalmadı ancak Çernobil sonrası
yaptıklarını yapıp bir başka kış uykusuna yatma şansları da yok. Hiçbir şey
olmamış gibi yola devam etmek zorundalar fakat kimse sandıkları kadar aptal
değil. Nükleer endüstrinin ya da lobinin bu acelesi ve çaresizliğinin nedeni
var. Enerji pazarında artık eskisinden çok daha fazla oyuncu yer alıyor.
Nükleerin en büyük rakibi yenilenebilir enerji kaynakları ucuz ve sorunsuz
elektrik üretebiliyor. Bunu yaparken halkın tepkisiyle karşılaşmıyor, istihdam
yaratıyor ve gelişme yönündeki ülkeler için teknoloji transferine daha fazla
fırsat sağlıyor. Yenilenebilir enerjilerin yerli kaynak olmaları ve petrol
fiyatlarından etkilenmemeleri de bir başka avantaj. Doğalgaz da nükleere karşı
avantajlı. Yenilenebilir enerji kaynakları gibi çevreci bir üretim yöntemi
değil ancak nükleeri birçok alanda alt edebilecek özelliklere sahip. Güvenlik
ve nükleer atık gibi sorunları yok. Yapımı hızlı ve sorunsuz, fiyat ve sürekli
elektrik üretebilme konularında da nükleerle çok rahat rekabet edebiliyorlar.
Birçok ülkede fosil ve nükleer yakıtlardan temiz enerjilere geçişte doğalgazın
köprü görevini üstlenmesi planlanıyor. Doğalgazın önünde iki ciddi engel var;
dışa bağımlılık ve varsa, ülkelerin ciddi iklim politikaları. Türkiye’de bu iki
konuda da edilen laf çok ama icraat yok. O yüzden doğalgaz santrallerinin
sayısı giderek artıyor ve artmaya da devam edecek. Bakanlık doğalgazdan
yakınıyormuş gibi gözüküyor ama bir yandan da yeni santrallere lisans
dağıtıyor. Şu anda Türkiye’de 14 bin megavatın üstünde lisans almış doğalgaz
santrali var. Yeni başvurularla bu rakam 19 bine yaklaşıyor. Mevcut kurulun
gücün üçte birinden biraz fazla! Rüzgarda bu rakam 8 bin 500, güneşte ise 'sıfır'.
NÜKLEER
ENDÜSTRİ NEDEN TÜRKİYE'DE ISRARCI?
26 Nisan 2012 Taksim. Foto: O. Gurbuz |
Enerji talebinin hızla arttığı dünyamızda,
nükleer santrallere ayrılacak milyarlarca doların diğer enerji kaynaklarına
özellikle de yenilenebilir kaynaklara (rüzgar, güneş ve hidrojen gibi) gitmesi
nükleer endüstriyi bir daha geri dönemeyeceği bir bataklığa gönderebilir. Bütün
kavga da bu zaten. Nükleer enerjinin Çernobil sonrası gözden düşmesi genç
mühendisleri başka konularda çalışmaya itti. Şu anda ABD’deki nükleer
santrallerde çalışanların üçte biri dört yıl sonra emekliliğe hak kazanacak.
Almanya’da yıllardır nükleer enerji alanında çalışan Siemens firması bu
bölümünü kapattı. Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede nükleer mühendislik
bölümlerinin sayısı azaldı. Sadece bu da değil. 2011 yılında Avrupa’da yeni
kurulan santrallerin yüzde 47’si güneş fotovoltaik, yüzde 22’si doğalgaz ve
yüzde 21’i de rüzgardı. Nükleerin payı ise yüzde 1’de kaldı. Nükleer enerji
ayakta kalabilmek istiyorsa yeni santraller inşa etmek ve yeni çalışanlar
yetiştirmek zorunda. O nedenle Çernobil sonrasında olduğu gibi 10-15 yılı boş
geçirme şansları yok. Fukuşima’yı unutturmak, Batı’daki nükleer karşıtlığın
Doğu’ya yayılmasını önlemek zorundalar. Türkiye'de hükümetin nükleer enerji
konusundaki ısrarcı tavrını, endüstrinin hırsından ayrı düşünmek işte bu yüzden
mümkün değil. Türkiye pazarı sadece buradaki siparişler açısından değil,
Türkiye’yi yakından izleyen diğer gelişme yönündeki ülkelere yön gösterme
açısından da önemli. İran’da Almanya’nın yarım bıraktığı reaktörü tamamlayan
Ruslar, bunun Ortadoğu’da bir nükleer yarışa neden olacağını eminim
hesaplamışlardı. Nükleer santral sahibi olmanın, kısmen yanlış bir algı da
olsa, nükleer silah ve güce sahip olma anlamına geldiğini düşünenler
Ortadoğu’da çok. Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır
gibi ülkelerin son yıllarda nükleer santral kurmayı dillendirmesi bu planın
işlediğini gösteriyor.
Nükleer endüstri ateşle oynama pahasına
kendisine yeni bir pazar açmak için ilk adımı attı. Şimdi, Türkiye pazarına
girerek ikinci adımı atmak istiyor. Temiz enerji cenneti bu ülkeyi de ele
geçirirlerse yeni pazarların önü açılacak, yenilenebilir enerji kaynaklarının
gelişimine sekte vurulacak. Enerji verimliliği gibi bir kavram hiç gündeme
gelmeyecek. Böylece kendi kalemize gol atmış olacağız. Halk elektrik
zamlarından yakınacak ama kendi elektriğini üretemediği için dev nükleer
firmalarla göbek bağını bir türlü kesemeyecek. Şirketlerin oyuncağı olacak. Tüm
bunlar hükümetin umurunda değil. Kamuoyu araştırmaları halkın büyük bir
bölümünün nükleere karşı olduğunu gösteriyor ama hükümet artık kendisine oy
verenleri bile dinlemiyor. Hal böyle olunca tek seçenek deneyerek öğrenmek.
Daha önceki santral kurma girişimleri gibi bu nükleer macera da AKP hükümetine
ciddi bir ders vereceğe benziyor. Olan halkın sağlığına ve parasına olmasa dert
değil ama... Uyarması bizden!
***
Gerzeliler ilçelerine yapılması istenen
termik santralin 30 Nisan sabahı gerçekleşecek ÇED toplantısına katılmak için
günlerdir yollarda. Sinop'tan Ankara'daki İller Bankası'na kadar yürüyecekler.
Ankaralı doğa dostlarına duyurulur.
Çernobil'in 26. yıldönümünde nükleer karşıtları eylemde
Çernobil'in 26. yıldönümünde Türkiye'deki nükleer karşıtları hemen hemen her kentte etkinlikler düzenliyor ve Türkiye'nin nükleer santral kurma planlarına karşı çıkıyor. Bu etkinliklerin birçoğunu sizler için derlemeye çalıştım.
İstanbul
Özgür Gürbüz-Gazeteci/Enerji Analisti,
Prof. Dr. Fatma Evyapan-Pamukkale Üni. Göğ. Hast. Ana Bil. Dalı,
Dr. Derman Boztok-Halk Sağ.Uzmanı/NÜSED.
ASSA ( Ankara Sokak Sanatları Atölyesi): Canlı Heykel, Pandomim
Özgür Tiyatro: Sokak Tiyatrosu
Katılımcılar:
Şükrü Erbaş
Hasan Kıyafet
Zekiye Yüksel
Betül Tarıman
Adana Nükleer Karşıtı Platform bir basın açıklaması yapacak.
Yer: Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Adana (Atatürk Caddesi Civarı)
Tarih: 26 Nisan 2012 Perşembe
Saat: 12:30
İstanbul
Karadeniz İsyandadır Platformu 26
Nisan'da Taksim tramvay durağından Tünel'e kadar yürüyor. Saat
19:00'da başlayacak yürüyüşe İstanbul Nükleer Karşıtı
Platform da destek veriyor.
TMMOB Makine Mühendisleri Odası
İstanbul Şubesi'nde 'Çernobil Unutulmayacak' filmi saat
20:00'de gösteriliyor. Ardından Özgür Gürbüz ile “Nükleer
yalanlar” başlıklı bir söyleşi yapılacak.
28 Nisan günü Göztepe Özgürlük
Parkı'nda nükleer karşıtı konser düzenleniyor. Gökkuşağı
Şenliği adındaki bu etkinlikte Moğollar, Marsis, Serap Yağız ve
Taner Öngür, Teneke Trampet, Karagüneş, Kül, Meluses, Nejat
Yavaşoğulları sahne alacak. Konser saat 14:00'de başlıyor.
Kentin birçok noktasında yaklaşık
bir haftadır imza masaları açılıyor.
Mersin
Çernobil'in 26. yılında nükleer
enerjiye dur demek için alanlardayız mesajıyla etkinlikler
düzenleyen Mersin Nükleer Karşıtı Platform ise 26 Nisan saat
12:30'da Mersin Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması
yapıyor.
Sinop
26 Nisan 2012 tarihinde 'Çernobil
Unutulmayacak' filmi saat 20:00'de Sinop Eğitim Araçları
Merkezi'nde gösteriliyor.
'Çernobil'den Fukuşima'ya Nükleer
Tehlike-Çevre ve Sağlık' başlıklı panel 28 Nisan'da Melia Kasım
Hotel'de saat 13:30'da başlıyor.
Panelistler:
Cengiz Göltaş-EMO Yön. Kur. Başkanı,
Özgür Gürbüz-Gazeteci/Enerji Analisti,
Prof. Dr. Fatma Evyapan-Pamukkale Üni. Göğ. Hast. Ana Bil. Dalı,
Dr. Derman Boztok-Halk Sağ.Uzmanı/NÜSED.
Ankara
İmza Standı: 24- 26 Nisan / Yüksel
Caddesi
AFSAD 'İklimler' Fotoraf Sergisi
24- 26 Nisan / Yüksel Caddesi
26 Nisan Yüksel Caddesi 'ndeki diğer etkinlikler:
Çernobil Fotoğraf Sergisi: (Özgür Gürbüz ve İbrahim Günel'in fotoğraflarıyla)
Baraka Sanat Atölyeleri: Stencil,
Pankart Boyama, Kil AtölyesiASSA ( Ankara Sokak Sanatları Atölyesi): Canlı Heykel, Pandomim
Özgür Tiyatro: Sokak Tiyatrosu
Etkinlikler 26 Nisan saat:18:30'da
Yüksel Caddesi'nde yapılacak basın açıklaması ve horon gösterisiyle sona erecek.
Film Gösterimi: 'Çernobil
Unutulmayacak'
26 Nisan, 19:30 EMO Konferans Salonu,
Ihlamur Sokak No: 10
Antalya
'Çernobil'i Unutma Nükleere Bulaşma'
başlıklı söyleşi saat 17:00'de Bahçe Kafe'de.
Katılımcılar:
Şükrü Erbaş
Hasan Kıyafet
Zekiye Yüksel
Betül Tarıman
Antalya Nükleer Karşıtı Platform saat 18:15'de ise Attalos Heykeli
önünde basın açıklaması
yapıyor.
İzmir
İzmir Nükleer Karşıtı Platform 26 Nisan 2012 tarihinde Dominik Caddesi'nde saat 12:30'da bir basın
açıklaması yapacak.
Saat 19:30'da ise Gündoğdu Meydanı'nda Çernobil felaketinde hayatını yitirenler anısına denize karanfil bırakılacak.
Saat 19:30'da ise Gündoğdu Meydanı'nda Çernobil felaketinde hayatını yitirenler anısına denize karanfil bırakılacak.
Tüm gün boyunca Dominik Caddesi'nde (Alsancak, Gazi İlkokulu arkası) imza masası açılıyor.
Adana
Yer: Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Adana (Atatürk Caddesi Civarı)
Tarih: 26 Nisan 2012 Perşembe
Saat: 12:30
Sahadaki şiddet ve ırkçılık sürpriz mi?
Özgür Gürbüz-Birgün/22 Nisan 2012
Granada-Real Sociedad maçından bir görüntü. Foto: E. Aslan |
Fenerbahçeli
Emre Belezoğlu, Trabzonspor’la oynadıkları maçta rakibi Didier Zokora’ya hakaret
ettiği gerekçesiyle iki maç ceza aldı. Trabzonspor ise Emre’nin sözlerinin
ırkçı söylem olduğunu iddia ediyor ve yargıya başvuruyor. Video görüntülerinde
her şey açık diyor. Söylendiği iddia edilen kelimeleri yazmak bile zor. İşin
doğrusu eninde sonunda ortaya çıkar. Kararı alan yedi üyeden üçünün Emre’nin
sözlerini ırkçı söylem şeklinde yorumladıklarını da anımsatalım.
İki
gün sonra, Beşiktaş-Galatasaray maçında yaşananlar da bu olayın üzerine
tuz-biber ekti. Galatasaray’da oynayan zenci futbolcu Ebuoe, bazı Beşiktaşlı
taraftarların ırkçı hakaretlerine maruz kaldı. Maçtaydım, Ebuoe’ye ‘maymun’
diye bağırıldığını kulaklarımla duydum. Arkama dönüp o kişileri bulmayı denedim
ama bir türlü yakalayamadım. Bu ırkçı hakaretin az sayıda kişi tarafından
tekrarlanmış olması suçu hafifletmez. O taraftarları susturamayan herkes benim
gibi suça ortak oldu. Maçta neredeyse 90 dakika boyunca edilen küfürler ise bir
başka dertti. Sahadaki futbolcu ve hakemlere saldıranlar ise bence potansiyel
katil kabul edilmeli. “Pardon, saatiniz kaç?” diye sormak için sahaya inmedikleri
ortada.
DİLDE
AYRIMCILIK VE ÖTEKİLEŞTİRME
Sporda
ırkçılık ve şiddet tabi ki bu hafta ortaya çıkmadı. Beşiktaşlı Les Ferdinand’a
tüküren futbolcuları hatırlayın. Toplumun ötekileştirmeyi, ırkçılığı nasıl kanıksadığını
da unutmayalım. Zencilere ‘gündüz feneri’ diyerek espri yaptığını düşünenlerin
çoğunlukta olduğu bir yerdeyiz. Bu ülke Ermeni kelimesini hakaret niyetine
kullananlarla dolu. İstanbul’dan Bitlis’e gidenlere ‘taşındı’, Bitlis’ten
İstanbul’a yerleşenlere ise ‘göçtü’ deniyor. Dilde ayrımcılığın başka örnekleri
de var. Çingenelere Romen, Yahudilere Musevi diyoruz; azınlıkların gerçek
kimliklerini söyleyemeyerek, farklı ırk ve dine mensup olmanın hakaret kabul
edilmesinin yolunu açıyoruz.
Futbolda,
basketbolda ırkçılığın ve şiddetin görünür hale gelmesi kimseyi yanıltmasın,
sokağın spor salonunu ziyaret etmesinden başka bir şey değil yaşanan. Futbolda
bugün yaşananlara şaşırmak için Türkiye’de ırkçılığın ve şiddetin
olağanlaşmadığını söylemek gerekir; söyleyebilir misiniz?
15
BİN KOLTUĞA BEŞ MAÇ CEZA
Durum
tespiti yapmak bir işe yaramıyor, çözüm de üretmek gerekli. Sporda şiddet ve
ırkçılığın önüne geçmek için kısa vadede yapılacaklar arasında cezaları
ağırlaştırmak bir seçenek. Maçta olay çıkaranlar, sahaya inenler, oyunculara tükürenler
veya sahaya yabancı madde atanlar için cezalar arttırılabilir. İngiltere’de
kameralar saha içinde ve dışında bu kişileri tespit ediyor, onları uzun süre
hatta ömür boyu spor karşılaşmalarından men edilebiliyor. Hiç unutmuyorum, 2007
yılındaki Galatasaray-Fenerbahçe maçında tribünlerdeki koltukların neredeyse
tamamı (bazı gazetelerde 15 bin koltuk deniyor) sahaya atılmıştı. Hakem,
oyuncular hayati tehlike altında olmasına rağmen maçı bile iptal etmedi.
Sahanın kenarları koltukla doldu. Galatasaraylı seyircilerden çok azı bu
eylemden dolayı ceza aldı. Bu olay holiganlarından yakındığımız İngiltere’de
olsa Galatasaray’ın küme düşürülmesi veya bir sezon seyircisiz oynaması bile
gündeme gelebilirdi. Galatasaray’a beş maç seyircisiz oynama cezası verildi. 2009
yılında Bursa ile Diyarbakırspor arasında oynana maçta Bursa taraftarı, “PKK
dışarı”, “Apo’nun …leri” diye bağırdı. Bursaspor’a sadece 100 bin lira para
cezası verildi. Bu komik cezalar bile başlı başına ırkçılığa, şiddete verilmiş
bir ödül değil mi? Cezaların yetersizliği işin bir boyutu.
Ülkede
ırkçılık ve şiddetle mücadelede ceza sışında eğitimin rolü de çok önemli. Bu
ülkede insanlar, ‘bankada, postanede sıraya nasıl girilir onu bilmeden’ liseyi
bitiriyor. Matematik, fizik kadar bu konuların da okullarda anlatılması lazım. Oturmuş
haftalardır dini eğitimi tartışıyoruz. Dini eğitimin şu anda yüzleştiğimiz
onlarca soruna çözüm getirmeyeceği ortada. Beşiktaş’ın son maçında sahaya
sandalye atanların, tüm maç ağza alınmayacak küfürleri edenlerin maçta birkaç
kez de ‘tekbir’ getirdiklerini hatırlatalım. Dinin bireylerin ahlaklarına etkisi
artık çok sınırlı. Deniz Feneri meselesinden sokakta küfür eden, kavga eden
dindar insanlara kadar bu konuda bin tane örnek var. Dindar olduğunu iddia eden
politikacıların nutuklarında bile ayrımcılık, ötekileştirme içeren unsurlara
rastlanıyor. Güzel ahlaklı insanın değil, zengin olanın iyi kabul edildiği bir
düzen bu.
Granada-Real Sociedad maçında bir çocuk. Foto: E. Aslan |
TÜM
KÖTÜLÜKLERİN KAYNAĞI
Bundan
birkaç hafta önce İspanya’da Granada-Real Sociedad futbol maçını, Zagreb’de ise
Cibona Zagreb-Cedevita basketbol maçını izledim. İki maçta da kadın ve çocuk
seyircilerin sayısı gözle görülür derecede fazlaydı. İki maçta da bira satışı
serbestti (demek ki içki tüm kötülüklerin kaynağı değilmiş). Taraftarlar her
iki maçta da yan yana oturuyordu. Zagreb maçında sonuç üçüncü uzatmadan sonra
belli oldu. Hayatımda izlediğim en çekişmeli basketbol maçlarından biriydi ama
taraftarlar arasında en ufak bir itişme bile yaşanmadı. Granada maçı bol gollü
ve gerilimliydi. Ev sahibi 4-1 kazandı, Sociedad’dan bir oyuncu kırmızı kart
gördü ve teknik direktörü de hakeme itirazı nedeniyle oyundan atıldı. Bir de
tartışmalı penaltı pozisyonu vardı. Maç bitti, iki takımın taraftarları yan yana
stadı terk etti. Hakemin kafasına sandalye, bıçak veya su bidonu atılmadı. Bir
stat dolusu insan içki içiyor ve en ufak kavga bile çıkmıyorsa, trafikte,
statta ve evde alkolsüz olmalarına rağmen dakika başı birbirine saldıran insanların
ülkesinde bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Şiddeti ve ırkçılığı
normalleştiren her söylemi ortadan kaldırmalıyız.
HAKEMLER
BASKI ALTINDA
Son
sözüm de hakem sorunuyla ilgili. Türkiye’de hakemlerin bu kadar kötü olmasının
ardında medyanın da rolü büyük. Televizyonlarda her önüne gelen, maçtan sonra
hakemler veya futbolcular hakkında ileri geri konuşuyor. Hakem maça, ‘Acaba 20
milyon insan maçtan sonra benim hakkımda neler duyacak’ korkusuyla çıkıyor. Bu
durumda sağlıklı karar vermesi zor. İngiltere’de maç özetleri normal kanallarda
3-4 dakika sürer. Bizde bütün gece devam ediyor. Önerim maç sonrası
programlarının özet görüntülerle sınırlandırılması. Eleştirmeyi ve eleştirinin
hakaret ve ithamlardan arındırılmasını öğrenene kadar bu uygulama devam
etmeli.
Tüm
bu önlemlerin alınmasını engelleyen tek şey sporun kapitalizme teslim edilmiş
olması. Bahislerden, TV gelirlerinden vazgeçemeyen spor endüstrisi, gelir
kaybına uğramamak için oyunun ne olursa olsun devam etmesini istiyor. Bu
nedenle sahada futbolcuların ölmesine, ırkçı ve şiddet dolu saldırıların
sıklaşmasına göz yumuluyor. Maçı kaybetmek üzereyiz, uzatmaları oynuyoruz kimse
oralı değil.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)