emisyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
emisyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yargı havalimanına 'iklim için dur' dedi

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Şubat 2017

İstanbul’da 2,5 milyon ağaç ve o ağaçların parçası olduğu ekosistemde yaşayan yüzlerce canlı 3. Havalimanı projesi için yok edile dursun, Avusturya’nın Federal İdare Mahkemesi, benzer bir projede doğa lehine karar verdi. Avusturya’nın başkenti Viyana’daki havalimanına eklenmesi düşünülen üçüncü piste dur diyen mahkemenin itiraz gerekçesi iklim değişikliği. Yol kenarına fidan dikerek çevreci olduklarını sananlar iyi okusun. Mahkeme, “Projenin olumlu yönleri, çok miktarda karbondioksit emisyonunun yaratacağı kirliliği meşrulaştıramaz” dedi. Uçaklar yakıt tüketimlerinin fazla olması nedeniyle diğer araçlara göre daha fazla seragazı üretiyor; iklim değişikliğine neden oluyor. Mahkeme de sefer sayısının artmasının dünyanın iklimini değiştireceğini söyleyerek havalimanının büyümesine izin vermedi.

Bizim 2,5 milyon ağacı göz kırpmadan kesmemiz, yerinden etmemiz tarihe kara harflerle, Avusturya’nın ekonomik büyüme, gelişme gibi argümanları bir yana bırakıp iklimi koruma adına daha fazla uçağa hayır demesi ise yaldızlı harflerle yazılacak. Bizde olsa iklim değişikliğini sadece Çin ve ABD’nin sorunu yapar, parayı da her şeyin önüne koyardık. Avusturya’nın seragazı emisyonları bizden daha az (yaklaşık 7’de 1’i) ama kendilerini dünyanın geleceği konusunda bizden daha sorumlu hissediyorlar. Şimdi gözler bir üst mahkemede. Havalimanını işleten şirket karara itiraz edeceğini söylüyor. Yılda 23 milyon yolcu kapasiteli havalimanı ülkeye 1 milyar avro civarında vergi geliri sağlıyor. Bakalım bu rakamlar mı yoksa çevre mi kazanacak?

Gelişmiş ülke dediğin artık uçak, araba sayısıyla ölçülmüyor. Bağımsız mahkemeler, halkın söz hakkı, çevreye gösterilen saygı bir ülkeyi gelişmiş yapıyor. Avusturya’nın kararı çevre hukuku açısından da çok önemli. İleriki günlerde iklim için durdurulan başka projelere de rastlayabiliriz.

Hava kirliliğinde dış güçleri geride bıraktık
Futbolda, ekonomide, eğitimde hep geride kalmak çoğumuzun moralini bozuyordu. En sonunda dış güçleri geride bıraktığımız bir alan bulduk. Hava kirliliğinde Türkiye Avrupa’daki hemen hemen her kenti geçerek, en kirli 10 kent listesine 8 kent sokmayı başardı. Guardian gazetesinin Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerini kullanarak yaptığı sıralamada, PM 2,5 değerleri esas alındı. Bunlar, havada bulunan insan saçının çapından üç kat küçük partiküller, soluduğumuzda sağlığımızı ciddi anlamda tehdit ediyorlar.

Listenin birinci sırasında Makedonya’dan Tetova var, onu Batman, Gaziantep ve Hakkari İzliyor. Bosna’dan Tuzla’nın yanısıra Siirt, Karaman, Iğdır, Isparta ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun memleketi Afyon, Avrupa’nın havası en kirli 10 kenti arasında yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü PM2,5 değerlerinin yıllık ortalamasının metreküpte 10 mikrogram olması gerektiğini söylüyor. Batman’da bu rakam 67, Isparta’da 52. Sınır değerin 5-6 kat üstündeyiz. Hava kirliliğinin kaynakları belli. Enerji üretimi (başta kömür), ulaşım ve sanayi. Bir de bu kirliliği büyüten nedenler var. Bunun başında da çarpık kentleşme geliyor. Dev binalarla doldurduğunuz, parksız, yeşil alansız, trafiği sıkışık kentler hava kirliliğine davetiye çıkarıyor. PM 2,5 verilerinin yüksek olması ise özellikle ulaşım kaynaklı kirliliğe dikkat çekiyor. Avrupa’da dizel araçlar bu nedenle gözden düştü. Bizde ise ekonomik nedenlerden dolayı tercih ediliyor. Türkiye’de dizel otomobillerin pazar payı yüzde 62, dünyadaki en yüksek rakamlardan biri[1]”. Dizel araçlara sınırlama şart. Toplu taşımayı ihmal ederek, dev kentler yaparak, yeşil alanları yok ederek, hava kirliliğinin Türkiye’de daha çok can almasına, daha fazla insanı hasta etmesine davetiye çıkarıyoruz.

İzmir’den örnek proje
Ulaşım kaynaklı hava kirliliğini önleme konusunda belediyelere de büyük iş düşüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi güzel bir adım attı; 20 elektrikli otobüsü denemeye başladı. Her şey yolunda giderse İzmir’de elektrikli yolcu otobüsü sayısı 400’e çıkacak. Otobüslerin menzili 250 km. Elektrikli araçlar gürültü ve egzoz gazı kirliliğine neden olmuyor ama bu sizi yanıltmasın. Sonuçta, otobüsün akülerini doldurduğunuz elektriğin hangi kaynaktan üretildiği önemli. O elektrik bir kömür santralinden geliyorsa hava yine kirlenir. İzmir Büyükşehir Belediyesi o konuyu da düşünmüş. Otobüslerin elektrik ihtiyacının (en azından bir kısmının) karşılanması için garaj ve son duraklara güneş panelleri yerleştirilecek. Güneş enerjisiyle çalışan otobüslerin dünyadaki en çevreci ulaşım seçeneği olduğunu söyleyip İzmir’e teşekkür edelim. Belediye, Kültürpark projesi için yapılan itirazları da değerlendirirse ‘yeşil belediyecilik’ konusunda herkese örnek olabilir.

[1] İPM, Türkiye’de Otomotiv Sektörüne Bakış, Peter Mock.

Paris’te her şey bitmedi asıl şimdi başlıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Mart 2016

2015 sonunda Paris’te imzalanan iklim anlaşmasıyla sorunun çözümü bulundu sananlar yanılıyor. Paris’te, 2020’de sonlanacak Kyoto’nun yerine geçecek yeni bir anlaşmanın ana metni üzerinde anlaşıldı ancak bu anlaşma henüz onaylanmadı. 22 Nisan’da bu süreç başlıyor. Dünyanın Paris Anlaşması’nı hayata geçirmek için tam bir yılı var. 21 Nisan 2017’ye kadar, dünyadaki seragazı emisyonlarının yüzde 55’inden sorumlu en az 55 ülke anlaşmayı imzalarsa ilk adım tamam. İmzalamazsa sil baştan!

BM Genel Sekreteri Ban Ki Mun, 22 Nisan’da New York’ta elini taşın altına koyan ilk ülkeleri açıklayacak. Bir yıl boyunca çetin pazarlıkların olacağı garanti çünkü Paris’te verilen taahhütlerin değiştirilme şansı bile var. Ülkeler isterse, daha iyi bir hedefle anlaşmaya taraf olabilecek. Türkiye’nin ne yapacağı belli değil. Meclis’te Paris Anlaşması’na atılacak imzanın onaylanması gerek. 22 Nisan’a yetişir mi; şüpheli. Ortada adamakıllı yapılmış bir hesap, plan olmadığı gibi bu işi takip eden bir milletvekili veya bakan da yok. Birkaç gün önce Ankara’da TBMM’nin İklim Değişikliği Politikasındaki Rolü adlı bir rapor[1] açıklandı. Meclis’in iklimle ilgili çalışmalarını araştıran çalışma, 24. Yasama döneminde verilen 72 bin 320 soru önergesinden sadece 20 tanesinin içinde iklim değişikliği konusuna yer verildiğini ortaya koyuyor. Rejim değişikliği için çabalayan çok kişi var ama iklim değişikliğini durdurmaya çalışan neredeyse yok. En azından bir tutarlılıktan bahsedebiliriz, ne istiyorlarsa zararımıza!

Bildiğiniz gibi Paris’e giderken Türkiye bir söz vermiş, 2030’a kadar seragazı emisyonlarımı arttırmaya devam ederim ama sizin cici hatırınız için, biraz daha az arttırırım demişti. Türkiye’nin bu sözünün de iklim değişikliğini yavaşlatma ya da durdurma açısından pek kıymeti harbiyesi yok. Burada biz bizeyiz, fısıldamadan söyleyeyim. Hükümet bizim sele kapılmamızı, kuraklıkta çatlamamızı, ormanların yanmasını, sıcak hava dalgaları yüzünden kalp krizi geçirip ölmemizi umursamıyor. Onların derdi, kömür, petrol, doğalgaz, otoyol, köprü, inşaat sektörüne girmiş eş dostu memnun etmek.

Süreç Türkiye’nin istediği gibi gider mi onu göreceğiz. İlk iş, dünyadaki seragazı emisyonlarının yüzde 55’inden sorumlu en az 55 ülke bulmak. BM Sekretaryası’nın verilerine göre Türkiye küresel emisyonların yüzde 1,24’ünden sorumlu. Anlaşma sürecinde 200 civarında ülke olduğunu düşünürseniz, Türkiye’nin bu işte payı yok, sorumluluk almamalı diyenlerin bir hayal aleminde yaşadıklarını daha iyi anlarsınız. Yüzde 55’i yakalamak için kritik öneme sahip dört güç var: Çin (%20), ABD (%17,89), AB (%12.10) ve Rusya (%7,5). AB’nin sorun çıkarmayacağını, ABD ve Çin’in de anlaştığını düşünürseniz geriye yüzde 5’lik bir pay kalıyor. Rusya Kyoto’ya taraf olarak orada kahramanlık yapmıştı ancak bu politik durumda ne yapar belli değil. Bu nedenle, yüzde 4’lük paya sahip Hindistan, 2,5’luk paya sahip Brezilya veya 1,70’lik paya sahip Meksika’nın kararları kritik.

Türkiye’nin de sorumlu olduğu emisyon miktarıyla Brezilya, Endonezya ve Meksika gibi ülkelerin bulunduğu ligde yer aldığını görebiliyoruz. Verdiği taahhüt ise azaltma bile değil. Sınıfdaşlarından çok kötü durumda, halbuki bundan daha iyisini yapabilir ve yapmalı. Hiçbir şey yapmazsam 2030’da 1 milyar 175 milyon ton seragazı çıkaracağım, sizin için %21 oranında az arttırayım 929 milyon tonda kalsın diyor. Şu anda 460 milyon ton saldığımızı düşünürseniz, bırakın azaltmayı, seragazı çıkışını sabitlemeyi bile önermiyor. İki katına çıkarma sözü veriyor. Hiçbir önlem almasak seragazı emisyonlarımız zaten bu kadar artar. Bakalım bu eylemsizliği Meclis’ten geçirebilecekler mi?

Aslında Türkiye’nin yapacağı iş belli. Hem petrol, kömür ve doğalgaz gibi kirletici/dışa bağımlı kaynaklardan kurtulmak, hem de daha sağlıklı bir çevrede yaşamak için yüzünü güneşe dönmeli. Bir sözüm de sivil toplum kuruluşlarına. Şu ana kadar iklim konusunda çalıştığını iddia eden çoğu STK bu durumu film gibi izliyor. Bazıları hükümetle arasını bozmamak için iklim görüşmelerini kapalı kapılar ardına bile taşıdı. Birkaç yıl önce sokakta gördüğünüz “aktivistler” bürokrat oldu. Herkes sus pus! Fazla seragazının yan etkisi olsa gerek.


[1] Yasader, Tüvikder ve Küresel Denge Derneği’nin hazırladığı rapora Yasader.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Türkiye yılın fosili ödülüne aday

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Ekim 2015

Yıl sonunda Paris’te çok önemli bir iklim konferansı var. Kyoto’nun yerini alacak anlaşmanın şartları belirlenecek, imzalar atılacak. Birleşmiş Milletler bu defa işi daha sıkı tutuyor. Bütün ülkelerden Paris’e gitmeden önce iklim değişikliğine yol açan seragazı emisyonlarını ne kadar azaltacaklarını ve bunu nasıl yapacaklarını açıklamalarını istiyor. Türkiye de iki gün önce hedefini açıkladı. Tarihinde ilk kez, iklim değişikliğini durdurmak için ne yapacağını söyledi; aslında ne yapmayacağını. “İşleri oluruna bırakırsak, 2030’a kadar 1175 milyon ton seragazı emisyonu (karbondioksit eşdeğeri) üretiyoruz ama merak etmeyin o kadar üretmeyeceğiz 929 milyon tonda sınırlayacağız” dedi. Yani, ‘arttıracağız ama daha az arttıracağız’. Bu neden iklim hedefi sayılmaz, madde madde anlatalım.

Yatağan Termik Santrali-Foto: O. Gurbuz
Türkiye 1990 yılından bu yana seragazı emisyonlarını yüzde 110 arttırdı. Ek-1 denilen gelişmiş ülkeler içinde bu Türkiye’yi listenin en başına koyuyor. Türkiye birçok ülkeye göre ekonomik büyümesine sonra başladığı için bu artış oranı biraz anlaşılabilir. Ancak bundan sonraki yıllarda da neredeyse aynı hızla arttıracağım demek kabul edilebilir bir şey değil. Önerilen plana göre, Türkiye iklim değişikliğini ‘durdurmak’ için 1990-2030 arasında emisyonlarını yüzde 426 oranında arttırmayı öneriyor. Bir süre daha arttıracağım ama daha sonra düşecek bile demiyor!

Ülkelerin sorumlulukları ve hedefleri belirlenirken sadece toplam emisyon rakamına bakılmıyor. Daha adil bir hesaplama için kişi başına düşen emisyon miktarına da bakılıyor. Dünyada en çok seragazını Çin üretiyor ama Katar’da kişi başına düşen emisyon miktarı Çin’den çok daha fazla. Türkiye’de kişi başına düşen yıllık seragazı emisyonu miktarı 2013 sonunda 6 tonu buldu. Yani, her birimiz uçağa binerek, kömürlü santrallerden elektrik satın alarak, petrol yakarak yılda 6 ton seragazı ürettik (kimimiz az kimimiz fazla). Türkiye’nin açıkladığı 2030 hedefi bu rakamı azaltmıyor. 2030’da Türkiye nüfusu tahmin edildiği gibi 86 milyon olursa, kişi başına düşen seragazı emisyonu 11 tona yaklaşacak. Bugünkü AB ortalamasının bile üstüne çıkacak. Açıklanan hedef sadece gelişmiş ülkelerin değil gelişen ülkelerin taahhütlerinin de gerisinde. Meksika’yı ele alalım. Ekonomisi bize benziyor, kişi başına düşen milli gelir hemen hemen aynı. Meksika’da kişi başına düşen emisyon miktarı ise yılda 5,9 ton. Meksika 2030 için şartsız öne sürdüğü hedefe ulaşırsa bu rakamı bizim gibi artmayacak aksine yaklaşık 5,6 tona düşürecek.  

Türkiye’nin seragazı emisyonlarını arttırma hedefine ulaşması için yapmayı taahhüt ettiği işler de ilginç. Ülkedeki tüm hidroelektrik potansiyelini kullanmak gibi bilimsellikten, çevresel kaygılardan uzak bir hedef var. Liste, 2030’a kadar nükleer santral kurmak, eldeki santralleri rehabilite etmek, enerji verimliliğini yükseltmek gibi bildik sloganlarla devam ediyor. Rakamsal veri ve yaptırım yok. Tüm bu maddelerin içinde sadece güneş ve rüzgar enerjisi için kurulu gücü 2030’a kadar sırasıyla 10 ve 16 gigawata çıkarmak gibi sayısal, ölçülebilir hedefler var.

Bir de elektrikte kayıp-kaçak oranını yüzde 15’e düşürme hedefi konmuş. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim çünkü 2014 yılı Bütçe Sunumu’nda eski Enerji Bakanı Taner Yıldız, kayıp-kaçak oranının ülke genelinde yüzde 15’e düşürüldüğünü zaten açıklamıştı (sayfa 24). Hedefi tutturmuşuz bile! Demek ki önümüzdeki 15 yıl yerimizde saymak için bir plan yapmışız. Gelişmiş ülkelerde bu oranın yüzde 3 ila 7 arasında değiştiğini ve yüzde 10’luk kaybın neredeyse Akkuyu’da kurulmak istenen nükleer santralin üreteceği elektriğe eşit olduğunu hatırlatalım. Görüldüğü gibi iklim hedefine yazılan rakamlar bile şaibeli.

Asıl komedi, bu göstermelik bile diyemeyeceğim hedefe ulaşmak için Yeşil İklim Fonu gibi mekanizmalardan yararlanarak finansal yardım talebinde bulunulması. Türkiye bu talebini 2011 yılında Güney Afrika’daki iklim konferansında da dile getirmiş, sivil toplum örgütleri Türkiye’ye günün fosili ödülünü vermişti. Paris’te bu hedefle masaya oturulursa yılın fosili ödülünü alıp eve dönebiliriz.

Türkiye’de emisyon testinin sahibi yok!

Özgür Gürbüz-BirGün/1 Ekim 2015

Tüm dünyayı sarsan Volkswagen çevre skandalının Türkiye ayağındaki gelişmeler, ABD’de skandala yol açan emisyon ölçümlerini Türkiye’de yapan bir kurum olmadığını gösteriyor. Çevre Bakanlığı ve egzoz emisyonu yapan kuruluşların yaptığı açıklamalar ve gümrükteki uzmanlardan aldığımız bilgiler, Türkiye’ye getirilen ithal araçların üretici şirketlerin beyanlarındaki emisyon rakamlarıyla ülkeye kabul edildiğine ve ayrı bir ölçüm yapılmadığına işaret ediyor. İthal edilen araç AB kurallarına uygunsa, bu uygunluğu gösteren belgeleri Türk Standartlar Enstitüsü’ne göndermeniz yetiyor.  

BirGün’de gündeme getirdiğimiz sorulara verilen yanıtlar, başta azotoksit olmak üzere skandala neden olan söz konusu gazların ölçümünden kimsenin sorumlu olmadığını gösteriyor. Volkswagen grubunun Türkiye temsilcisi Doğuş Otomotiv yaptığı açıklamada emisyon ölçümünden bahsetmiyor. Grup, Türkiye’de bu skandaldan etkilenen araçların detaylarını Volkswagen’in merkezinden gelen bilgilere göre açıklayacağını belirtiyor. Şu ana kadar Almanya’dan gelen açıklamalar da, 5 milyonu Volkswagen olmak üzere toplamda 11 milyon aracın emisyon ölçümlerini yanıltan yazılıma sahip olduğuna işaret ediyor. Doğuş Otomotiv Türkiye’ye getirdiği araçların emisyon ölçümünü yapmıyor, Volkswagen ve ithal ettiği diğer araçların verilerini kullanıyor.

Türkiye’de 2 milyon 700 bin aracın egzoz emisyonunu ölçtüğünü belirten TüvTürk ise Volkswagen skandalına konu olan emisyonların ölçülmesinden kendilerinin sorumlu olmadığını belirtiyor. Yaptıkları egzoz emisyon testinin bu olayla bir bağlantısı olmadığını söyleyen kurum yetkilileri, BirGün’e yaptığı açıklamada, “Her ülke, kendi araç parkına, ülkede satılan yakıt cinsine göre farklı ve tavan sınırlar belirler. Tüm araçlar bu tavan sınırlarla test edilir. Ülkemizde de tavan değerler T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından satılan akaryakıtın niteliğine ve yaş ortalaması 13 olan toplam 19 milyon adetlik araç parkı göz önüne alınarak insan sağlığına zararlı olmayacak değerler göz önüne alınarak belirlenmektedir” diyor.

Gözler ister istemez konuyla ilgili bakanlıklardan Çevre ve Orman Bakanlığı’na yöneliyor. Çevre Bakanlığı’ndan ismini vermeyen bir yetkili Reuters’e yaptığı açıklamada, “Volkswagen olayı yeni bir süreçtir. Egzoz ölçümleri bizde genelde araç muayene istasyonlarında yapılıyor” diyor. Bakanlık yetkilisi, “Amerika'da seyir halinde ve rölantide emisyon ölçümü yapılmış ve bu ölçümler arasında kırk kat fazla değer ortaya çıkmış. Eğer hareket halindeki değerlerle sabit değerler arasında böyle farklılıklar varsa biz dahil bütün ülkeler egzoz ölçümünde yeni konsepte geçmek zorundayız” diye de ekliyor. Bu da gümrükten gelen haberleri doğruluyor. Konuştuğumuz uzmanlar, ithal araçların beyana dayalı bir sistemle ülkeye sokulduğunu, AB standartlarına uygunluğun yeterli olduğunu belirtiyor. Çevre Bakanlığı da periyodik egzoz ölçümlerinden farklı bir ölçüm yapıldığına dair bir açıklama yapmıyor. Tüm bu açıklamalar, hava kirliliğine yol açan ve akciğer kanseri gibi birçok hastalığa yol açan azot oksit emisyonlarının ölçümünün tamamen otomobil firmalarının eline bırakıldığını gösteriyor.   

Tüm bu tartışmalar, Türkiye’de egzoz ölçümlerinin ne kadar güvenli yapılıp yapılmadığını da gündeme getirdi. Araç muayenesi konusunda tek yetkili TüvTürk yaptığı açıklamada, egzoz emisyonlarının yüzde 35’ini kendilerini kalan yüzde 65’inin ise TSE 12047’ye sahip otomotiv servisleri tarafından yapıldığını açıklamıştı. Bunların içinde otomotiv bayileri de var. Tüm bu yetkili servisler otomotiv sektörüyle yakından ilgili ve zincirin bir parçası. Volkswagen skandalından sonra sektör oyuncularının bir parçası olduğu bu denetim sistemi de tartışılmaya başlandı. İşin ilginç tarafı, bağımsız ve hatta işi çevreyi, toplum sağlığını korumak olan kuruluşların denetim ayağında daha aktif rol almak için ortaya çıkmamaları. Türkiye’de üniversiteler ve meslek odaları neden sessiz, yeterli teknik kapasiteye mi sahip değiller; anlamak zor.

Volkswagen skandalının Türkiye ayağı daha karışık

Türkiye’deki Volkswagen’lerden kaç tanesi emisyon ölçümlerini yanıltan yazılıma sahip belli değil. İthalatçı Doğuş Grubu hâlâ bir açıklama yapmadı. Egzoz emisyonlarının ölçümünde de aynı grubun adı geçiyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Eylül 2015

Yalana son! Foto: Greenpeace
Volkswagen’in dünya çapında 11 milyon araca özel bir yazılım yükleyerek emisyon ölçümlerini olduğundan düşük göstermesinin yankıları sürüyor. Tüm dünyada tüketiciler, sadece Volkswagen değil diğer otomobil üreticilerine de şüpheyle bakmaya başladı. Spot ışıklarının tutulduğu bir başka alan da egzoz emisyonlarını ölçen kuruluşlar. İngiltere Hükümeti emisyon ölçümleri için kendi testlerini yapmaya ve bunları yoldaki araçlarla karşılaştırmaya hazırlanıyor. Türkiye’de ise sorun daha karışık çünkü yılda 2 milyon 700 bin aracın egzoz emisyonunu ölçen TüvTürk’ün ortakları arasında Volkswagen’in Türkiye temsilcisi Doğuş Otomotiv de yer alıyor. Doğuş Otomotiv, Volkswagen dışında Audi, Porsche, Bentley, Lamborghini, SEAT, Skoda, Scania, Krone ve Meiller gibi markaların satış ve bakımını da yapıyor.

Volkswagen skandalı iki bağımsız araştırmacının (Peter Mock ve John German) ABD Çevre Koruma Müdürlüğü’ne (EPA) yaptıkları araştırma sonuçlarını iletmeleriyle ortaya çıktı. Aslında dizel motorların da çevreci olabileceğini göstermek isteyen bu iki kişi, Volkswagen’in verdiği rakamlarla emisyon testlerinde elde ettikleri sonuçların örtüşmediğini gördü. EPA, Volkswagen’in üzerine gidince dünyanın en büyük otomobil üreticisi suçunu itiraf etti. Bu da tüm dünyada egzoz emisyon ölçümlerinin ne kadar güvenli olduğuna dair yeni soruları gündeme getirdi. Türkiye’deki durum daha da karışık. Türkiye’de egzoz ölçümü konusunda tek yetkili yok ama otomobil muayenesinde tek yetkili kuruluş TüvTürk. TüvTürk, aynı zamanda egzoz emisyonlarını da ölçüyor.

TüvTürk’ün üç ortağı var. Doğuş Otomotiv, Almanya menşeli Tüv Süd ve Londra merkezli özel bir sermaye fonu Bridgepoint. Doğuş Otomotiv, TüvTürk’teki hisselerin yüzde 33’üne sahip. Firma, 2008 yılında kazandıkları ihaleyle Türkiye’deki araç muayene istasyonlarının yapım, bakım ve işletme hakkını 20 yıllığına almıştı. Türkiye İstatistik Kurumu’na göre ülkedeki motorlu araç sayısı 19 milyon civarında. TüvTürk verilerine göre egzoz emisyonu ölçümü yaptıkları araç sayısı 2 milyon 700 bin. Bu da onları egzoz ölçümü konusunda en büyük oyunculardan biri yapıyor. TüvTürk ve Doğuş Otomotiv’e de konuyla ilgili sorularımız yönelttik ama henüz yanıt alamadık.

Yanıtlanması gereken 5 soru

1.     Türkiye’deki egzoz emisyonu denetimleri yeterli mi? Volkswagen skandalına yol açan yazılımları tespit etmek için gerekli teknolojik altyapıya sahip miyiz?
2.     ABD’de emisyon hilesinin bağımsız araştırmacılar tarafından ortaya çıkarıldığı düşünülürse, egzoz emisyonlarının Türkiye’de de bağımsız kuruluşlar tarafından yapılması veya denetlenmesi gerekmez mi?
3.     Ulaştırma ve Çevre Bakanlığı yetkilileri neden hiçbir açıklama yapmıyor? Türkiye’de İngiltere benzeri bir araştırma başlatılacak mı?
4.     Doğuş Holding Türkiye’de kaç Volkswagen’in emisyon rakamlarını değiştiren yazılıma sahip olduğunu biliyor mu? Bu rakamı açıklayacak mı? Türkiye’de söz konusu araçlardan varsa bu araçlar geri çağrılacak mı?
5.     Egzoz emisyonlarını ölçen şirketin ortakları arasında bir otomobil ithalatçısının bulunması ne kadar doğru?

10 maddede Volkswagen’in çevre skandalı

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Eylül 2015

1.     Dünya Volkswagen (VW) skandalını konuşuyor. Skandal, ABD Çevre Koruma Müdürlüğü’nün (EPA) VW’nin ürettiği dizel araçlarının emisyon testlerinin yanlış olduğunu açıklamasıyla başladı. Yaklaşık yarım milyon aracın piyasadan çekilmesi istendi. Teknik hata olsa durum farklı olurdu ama EPA, Volkswagen’in egzoz emisyon ölçümlerinde bilerek gerçek rakamları gizlediğini iddia ediyor.

2.     Firmanın hisseleri yaklaşık 25 milyar avroluk kayba uğradı. EPA’nın ise VW’ye 18 milyar doları bulabilecek bir ceza kesebileceğinden bahsediliyor. İtibar ve olası pazar kaybı da cabası. Herkes bu rakamları konuşuyor ama cezanın nedeni rakamlardan önemli. Volkswagen bu cezayı çevreyi hiçe saydığı için yedi.

3.     Sorun ABD’deki 482 bin dizel araçla sınırlı değil. Nitrojen oksit emisyonlarını olduğundan 40 kat daha düşük gösteren bir aleti ve yazılımı araçlara yerleştiren Volkswagen’in itirafına göre, tüm dünyada 11 milyon araçta bu düzenekten var. Tüm dünyada aynı yöntemle egzoz emisyon ölçümleri hiçe sayılmış olabilir.

4.     Türkiye’de Volkswagen araçların dağıtımını yapan Doğuş Grubu’ndan henüz bir açıklama gelmedi. Ana akımdaki gazeteler de bu büyük reklam verenin üzerine gidemiyor gibi. Halbuki, Türkiye’deki araçların durumunu biran önce öğrenmeli ve gerçek egzoz ölçüm sonuçlarını bilmeliyiz. Skandal BirGün gibi bağımsız gazetelerin değerini okuyucuya bir kez daha hatırlattı.  

5.     Dizel araçları son yıllarda popüler yapan faktörlerden biri iklim değişikliğine benzinli araçlar kadar katkıları olmamasıydı. Dizel motorların eksiği ise hava kirliliği. Dizel araçlar İngiltere’de hava kirliliği sonucu meydana gelen ölümlerin dörtte birinden sorumlu tutuluyor. VW’nin düşük gösterdiği nitrojen oksit (NOx) emisyonları da hava kirliliğine, beyin ve akciğerlerde ciddi sorunlara yol açıyor.

6.     Emisyon ölçümü önemli çünkü petrolle çalışan tüm taşıtların iklim değişikliği ve hava kirliliğine yol açan emisyonları azaltması isteniyor. İklim değişikliği sorunu son yıllarda daha öne çıktığı için benzinden dizele geçiş başlamıştı ancak bu defa da hava kirliliği sorun oldu. Dizel motorlar benzinlilere göre yüzde 15 daha az karbondioksit (CO2) çıkarıyor ancak 4 kat fazla Azot Oksit ile 22 kat daha fazla partikül üretiyor. Skandal, ikisinin de çözüm olmadığını gösterdi. Kısa vadede çözüm, toplu taşıma, bisiklet ve yenilenebilir enerjiyle şarj edilecek elektrik motorlu araçlar gibi gözüküyor.

7.     Avrupa Birliği otomobil emisyonları için sınır değerleri belirliyor. Mevcut sınır değerlere göre yeni benzinli otomobillerin yakıt tüketimi 100 kilometrede 5,6 litreyi geçemiyor. Dizel motorlarda bu rakam 4,9 litre. 2021’de ise yakıt tüketimi sınır değerleri benzinli motorlar için 4,1; dizeller içinse 3,6 litreye düşürülecek.

8.     Türkiye’deki mevcut otomobil filosunun yakıt ortalaması AB’den yüksek. Benzinli otomobillerin yakıt tüketimi ortalaması 100 kilometre için 6,2; dizel araçlar içinse 4,98 litre. AB hedefi sadece yeni araçlar için geçerli olsa da bu kıyaslama Türkiye’nin neler yapması gerektiği hakkında ipuçları veriyor.

9.     Volkswagen’in başına gelenler ve gelecekler kapitalizmin çevre sorunlarını önlemek adına bulduğu “kirleten öder” ilkesinin bir sonucu. Aynı ilke 2010’da BP’nin Meksika Körfezi’nde yol açtığı petrol sızıntısında da uygulanmış ve dev petrol şirketi 18,7 milyar dolarlık bir ceza ödemişti. Bu ilkenin caydırıcı olabilmesi cezaların şirketlerin bu bedeli ödemekten çekinmesine neden olacak derecede yüksek olmasına ve denetimin bağımsız kuruluşlar tarafından yapılmasına bağlı.

10.  Bütün bunlara rağmen “kirleten öder” ilkesinin çevreye verilen hasarı önlemedeki etkisi tartışılıyor. VW’nin aldığı ceza söz konusu araçların hava kirliliğine yaptığı katkıyı azaltmayacak; bundan sonrası için bir iyileştirmeye neden olacak. Kirleten öder ilkesi yüksek cezalarla desteklenirse belki caydırıcı olabilir. Bu ilkenin Türkiye’deki kullanımı çevreye bedel biçme esasına dayanıyor. Yani, cezayı öder, günahımı kapatırım deniyor. Yırca’yı hatırlayın. Yırca’da kesilen 6 bin zeytin ağacı nedeniyle firmaya 511 bin TL ceza kesildi. Zeytin ağacı başına sadece 85 TL! Hatırlarsanız firma ilk başta 1300 civarı ağaç kesmiş, ceza yemesine rağmen kalan ağaçları kesmeye de devam etmişti. Cezanız ödül gibi olursa caydırıcı değil, teşvik edici olabilir. “Kirleten öder” ilkesinin diğer sakıncası da, ödenen cezaların nerede kullanıldığını (hükümetin kasasına giren para çevreye zarar veren başka bir projede kullanılabilir) bilmemek. Henüz o ilkeyi tartışma aşamasına bile gelemedik; o başka!

İklim ve İslam

İklim değişikliğini durdurmak için çağrı yapan din insanlarına Müslümanlar da eklendi. İyi niyetli bu çağrıya kulak vermeli ama etkisi hakkında çok umutlanmamalı.

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Ağustos 2015

İstanbul bu hafta iklim değişikliğine karşı mücadele çağrısı yapan Müslüman din adamlarına ev sahipliği yaptı. İki günlük sempozyumun başında da bir bildirge yayımlandı. Kur’an’dan hadislere de yer veren bildirge, Müslümanlara iklim değişikliğine karşı mücadele etmenin dinen uygun ve hatta gerekli olduğunu söylüyor. İyi niyetli bir girişimden bahsediyoruz ancak yer, zamanlama ve kapsayıcılık açısından ciddi sorunları var.

Bildiri bilime, hatta yüzde 100 yenilenebilir enerji gibi iddialı hedeflere bile gönderme yapacak kadar açık fikirli. Yine de, yer yer fetva havasıyla bizim bu ülkede alışık olmadığımız bir kültürün temsilcisi. Türkiye gibi laik bir devletin bu bildiriyi açıklamak için doğru yer olduğunu düşünmüyorum. Bu toplantıyı düzenleyen çevreciler ilk kırık notu “yer seçiminden” aldı. Aynı şekilde, katılımcıların kapsayıcılığı konusunda da ciddi soru işaretleri taşıyorum. Diyanet’in çağrılmasına rağmen katılmadığı toplantıda Anadolu Alevileri de temsil edilmedi. Türkiye’deki Müslümanların iki büyük temsilcisi toplantıda yoktu. O zaman toplantı neden Türkiye’de yapıldı? O sorunun yanıtı yok, mecburen buradan da biraz “not kıracağız”. İstanbul dinlerin ve kültürlerin buluşması noktasında önemli bir kent ama tek bir dinin, tek bir kültürün fikrini yansıtacaksanız başka yerlere bakmalısınız. Başka dinlerin temsilcileri benzer çağrılar yaptı diye aynı eylemi İslam dünyası için tekrarlamak anlamsız. Türkiye’de tüm dinlerin temsilcilerinin bir araya gelip, iklim değişikliğini durdurma çağrısı yapması daha anlamlı olurdu.

İklim için herkese ihtiyaç var
Olumsuzluklar var ama bir gerçek de şu ki, iklim değişikliğini durdurmak için herkese ihtiyacımız var. Asıl sorun aslında İslam’ın içinde bulunduğu durumla ilgili. 1 milyar 600 milyon Müslümanı eyleme davet edenler, Müslümanların yaşadığı devletlerin içinde bulunduğu çatışma ve kaotik durumun farkında mı acaba? Müslüman nüfusun çok olduğu ülkelerin birçoğunda kan gövdeyi götürüyor. Kuzey Afrika ülkelerinde darbeler, iç hesaplaşmalar ve terör saldırıları var. Suudi Arabistan komşusu Yemen’i bombalıyor, Suriye ve Irak’ın durumu belli. Afganistan’da bombasız gün geçmiyor. Liste uzayıp gidiyor. İslamın iklim değişikliği konusunda insanları ve hükümetleri harekete geçirmek için bir birleştiriciliği olmalı. Yukarıdaki kısa özette bu birleştiriciliğe dair sinyaller yer almıyor.

Bu birleştiricilik dünyaya karşı sorumluluğunu bilerek, bencilleşmeyerek, yeni bir “yeşil ahlak” çevresinde olabilir. Kendini doğaya karşı sorumlu hisseden insanların bireysel yaşam tarzlarını değiştirmesi, az tüketmesi ve yine benzer kararları siyasete yansıtmalarıyla gerçekleşebilir. İslamın kapitalizme yenik düşmesi (hemen hemen her din ve bireyin olduğu gibi) sözünü ettiğimiz “yeşil ahlak”tan uzaklaşmasına neden oluyor. Başta Orta Doğu olmak üzere yaşanan savaşların ardındaki iktidar hırsı, inşa edilen kentlerdeki zenginlik tutkusu, gücü paylaşmamayı savunan otokratik yönetim biçimleri çelişkiyi güçlendiriyor.  İslamın çevreci bir anlayışla örtüşebilmesine fırsat tanıyacak dini ve felsefi akımlar da unutuldu. Azla yetinme, paylaşma, tüketmeme gibi değerler unutulunca da şu tablo ortaya çıkıyor: Kişi başına düşen karbondioksit emisyonlarına baktığınızda ilk onda yedi İslam ülkesi var. (Katar, Kuveyt, Brunei, Umman, BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn) yer alıyor. ABD’nin bile önündeler. İslam ülkelerinde tüketim toplumunun ciddi çevre sorunları yarattığı ortada.
  

Kişi başına düşen karbondioksit emisyonlarında 
 ilk 10 ülke (2011)

Ton(yıllık)
1.Katar                                                  
43,9
2.Trinidad Tobago                                
37,2
3.Kuveyt                                                
29,1
4.Brunei                                                
24
5.Auraba                                               
23,9
6.Umman                                               
21,4
7.Lüksemburg                                        
20,9
8.BAE                                                   
20
9.Suudi Arabistan                                  
18,7
10.Bahreyn       
18,1
60.Türkiye                                          
4,4*
Kaynak: Dünya Bankası, TÜİK
*Türkiye’nin 2013 verisi 6,04 ton.

Otomobiller Türkiye’yi esir alıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Ocak 2015*

31 Ocak 2012’de Haydarpaşa Garı’nın kapatılmasıyla başta İstanbul-Ankara olmak üzere birçok tren seferi iptal edilmişti. Sonuçları ortaya çıkmaya başladı. 2012 yılında Türkiye’de trenle seyahat eden yolcu sayısında yüzde 22 oranında düşüş yaşanmış. Tren olmayınca yolcular mecburen kara taşımacılığına yönelmiş. Aynı yıl otomobille yapılan yolculuklar yüzde 10,5 artarken, havayolu taşımacılığındaki artış da Türkiye’yi bu alanda Avrupa’nın 'lider ülkesi' yapmış. Sakın sevinmeyelin. Emisyon rakamlarını görünce havayolu taşımacılığındaki artışın övünülecek bir durum olmadığını göreceksiniz.  

Avrupa Çevre Ajansı’nın (AÇA) şehirlerarası ulaşımın yarattığı çevre baskısını incelediği raporu, çok açık bir şekilde bir otomobil ülkesi olma yolunda ilerlediğimizi gösteriyor. Yüksek hızlı tren reklamlarına aldanmayın. Yapılan otoyollar, otomobil üreticilerine verilen gizli ve açık teşvikler, köprüler ve bireyselliği öne çıkaran devlet politikası otomobilleri yolların kralı yaptı. 2008-2012 yılları arasında demiryoluyla yapılan seyahatler yüzde 9,8 oranında azalırken, 2009-2012 arasında kişi başına düşen otomobille seyahat sayısı yüzde 25,2 oranında arttı.

Artık, yurtiçi yolcu taşımacılığında yüzde 60’lık payla otomobil tercih ediliyor. 1995 yılında bu oran sadece yüzde 36,5’tu. Demiryolu ise neredeyse yok, payı 2012’de yüzde 1,7’ye kadar geriledi. Kalanı da otobüslerle yapılıyor ama onun oranı da hızla düşüyor. Bundan 10 yıl öncesine kadar otobüsler otomobillere karşı direnebiliyordu. Özellikle 2005’ten sonra direksiyon tamamen otomobile doğru kırıldı.

Türkiye’deki şehirlerarası yolcu taşımacılığında araçların payı (%)

Otomobil
Otobüs
Tren
1995
36,5
59,4
4
2005
50
47,5
2,5
2012
61,6
36,6
1,7
Kaynak:  EEA, Focusing on environmental pressures from long‑distance transport.

Sadece otomobil değil, havayolu taşımacılığı da artıyor. Her iki ulaşım yöntemi başta iklim değişikliği olmak üzere çevreye zarar veriyor. 1990-2012 arasında Türkiye’nin havayolu kaynaklı emisyonları yüzde 311 oranında artmış. Avrupa’daki 32 ülke arasında, Letonya ve Romanya’dan sonra en çok artışın olduğu ülkeyiz. Daha sık uçağa biniyoruz, daha çok kirletiyoruz.

Türkiye’de her 100 kişiden 11,4’ünün otomobili var. İngiltere’de bu rakam 46, Fransa’da 51. Avrupa’ya göre rakam hâlâ düşük ama eğilim onların yaptığı hatayı tekrar ettiğimizi gösteriyor. Otomobil bağımlılığı belalı. Avrupa en çok ulaşım politikalarını değiştirmekte zorlanıyor. Bu yüzden hedefler koyuyor. Bakın Avrupa ne yapmak istiyor, biz ne yapıyoruz.

Ulaşım kaynaklı seragazı emisyonlarını 2050’ye kadar 1990 seviyesinin yüzde 60 oranında altına çekmek istiyorlar. Biz ise havaalanı açıp duruyoruz. Orta mesafedeki şehirlerarası yolculuklarda hedef, 2050’ye kadar büyük çoğunluğunun demiryoluyla yapılması. Bizim hedefimiz ise daha çok karayolu ve köprü.

Avrupa’da 2015 hedefi yeni otomobillerin kilometre başına 130 gramdan az karbondioksit çıkarmasıydı. Bu hedefe şimdiden ulaştılar. Bizde sabah akşam yerli otomobil konuşuluyor ama çevreyle ilgili bir şey duymadık. Avrupa’da sürdürülebilir biyoyakıtla çalışan araç sayısı şimdiden yüzde 5’i geçti. Bizde otomobillerin yüzde 50’si, çevreci olduğu iddia edilen, ithal gazla (LPG) çalışıyor.

Nasıl sıkışmış bir trafik kornaya basarak açılmıyorsa, çevreci bir ulaşım politikası da, “biz çok çevreciyiz” demekle olmuyor. Plan, hedef ve icraat lazım.

*Bu yazı gazetede basılandan biraz farklı. Anlam hatalarına neden olmamak için birkaç yerde düzeltme yaptım. Örneğin, biyoyakıtın sürdürülebilir biyoyakıt olduğunu yazdım.

Türkiye Paris’te ne yapacak

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/15 Ekim 2014

New York’ta yapılan 23 Eylül’deki İklim Zirvesi, bir süredir yerinde sayan iklim müzakerelerini hareketlendirdi. Hem iklim anlaşmalarına imza atmış devletler hem de sivil toplum üzerindeki ölü toprağını attı. Çağrıcı Birleşmiş Milletler, tüm ülkeleri 2015’te Paris’te yapılacak Taraflar Toplantısı (COP 21) öncesi yeni hedefler almaya, taahhüt etmeye çağırdı. Zirve’de başta Avrupa Birliği olmak üzere birçok ülke yeni, ölçülebilir hedefler açıkladı. New York Zirvesi’nin en büyük hedefi ise yıl sonunda Peru’da yapılacak toplantıda yeni bir küresel anlaşmanın taslak metninin ortaya çıkması ve gelecek yıl Paris’te imzalanmasıydı. Bu başarılırsa, 2020’den itibaren yürürülüğe giren, yeni ve bağlayıcı bir uluslararası iklim anlaşmamız olacak. Kyoto’nun birinci dönemindeki gibi ancak daha yüksek oranlarda seragazı azaltmayı mecbur kılacak bu anlaşma ülkelerin ekonomi ve enerji politikalarını etkileyecek. Peki, dünyada bu gelişmeler yaşanırken Türkiye ne yapıyor ve Paris’te ne yapacak?

Aslında Paris’ten önce Lima’da, 20. Taraflar Toplantısı var ama New York’ta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmaya bakılırsa Türkiye bu toplantıya hazır değil. Erdoğan’ın 2011’deki söylemi tekrarlayan konuşması, bir anlamda son üç yılın boşa harcandığının işareti oldu. Türkiye şunu anlamak zorunda. Seragazı emisyonları kelime oyunlarıyla değil, eylemle azalıyor. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (İDÇS) imza koyduğumuzdan bu yana her yıl BMİDÇS Sekretaryası’na düzenli envanter raporu veriyoruz. O raporda da emisyonlarımızın 1990’dan bu yana yüzde 133,4 oranında arttığı yazıyor. Bunu yok sayamayız. Müzakereler öyle bir sürece giriyor ki, ya ok yaydan tamamen çıkacak ya da herkes elini taşın altına koyacak. Aklı başında hiçbir devlet ‘vurdumduymazlık senaryosuna’ güvenip plan yapmaz. Türkiye’de seller ve kuraklığın sadece bu yılki bilançosuna bakmak bile sokaklara ceset torbaları bırakmanın önlem almak olmadığını göstermeye yetiyor. O halde ne yapabileceğimizi çalışıp, toplantılara öyle gitmeliyiz.

Türkiye’nin bahanesi kalmadı
Türkiye bugüne kadar iki bahanenin arkasına sığındı. İklim müzakerelerinden sonuç çıkmaması birinci bahaneydi. Sorumluluğun başka ülkelerde olduğu ise ikinci bahane. İlk bahanenin Paris’te geçerliliğini yitirdiğini ve herkesin yeni bir anlaşmayla yola koyulduğunu düşünelim. Türkiye bu anlaşmanın dışında kalabilir mi? Hiç sanmıyorum. Kyoto sürecine yanlış başlayıp, geç dahil olduğumuz için sorumluluk almadık ama artık sürecin içindeyiz. Peki, yeni süreçte nasıl ve hangi sözlerle yer alacağız? Yine, “bizim kişi başına düşen emisyon miktarımız az, bu iş gelişmiş ülkelerin sorumluluğu” argümanının ardına sığınabilir miyiz? Bakalım.


Türkiye’de kişi başına düşen emisyon miktarı 2012 sonu itibariyle 5,9 ton. 2011 ile 2012 arasındaki artış hızımızı (%3,7) temel alırsak ve her yıl bu oranda artış öngörürsek (bu son yıllardaki en düşük artış hızı) Türkiye’nin toplam seragazı emisyonları 2020 yılında 600 milyon tona ulaşıyor. Yılda kişi başına düşen emisyon miktarı da 7,1 tonun üzerine çıkıyor. Aynı zaman diliminde, Avrupa Birliği ülkelerinin kişi başı emisyonları da muhtemelen 7 ton seviyesine inecek. 2012 itibariyle AB-28 ortalaması 8,9 ton. AB-15 ortalaması ise 9 ton. Avrupa Birliği ülkeleri seragazı emisyonlarını hızla azaltıyor ve taahhütlerini sürekli yükselttikleri için daha da azaltacak. 2002’de, AB-15’te kişi başına düşen emisyon miktarı 11 tondu ve 10 yılda 2 ton azaltmayı başardılar. 2020’de Türkiye’nin AB ortalamasını yakalayacağını söylemek falcılık olmaz. Kısacası, 2020’de devreye girecek bir anlaşmada, kişi başına düşen emisyon miktarı Türkiye’nin sorumluluk almaması için bir bahane olamayacak.

Sorumluluğu başka ülkelere atmakta kullandığımız bir diğer ‘argümanımız’ ise onların tarih boyunca atmosferi kirlettikleriydi. Türkiye’nin atmosfere seragazı bırakmasının son 20 yıl ile sınırlı kaldığı, bu yüzden de hâlâ kirletme hakkımız olduğu savunuluyordu. Acı gerçek ise şu: Son yıllarda o kadar çok miktarda seragazını atmosfere bıraktık ki, tarihsel emisyon miktarlarında da gelişmiş ülkeleri yakalamaya başladık. Türkiye’nin 1850-2011 yılları arasında atmosfere bıraktığı seragazı miktarı 6 milyar 956 milyon ton (Kaynak: The Carbon Map). Bu bizi tarihsel emisyon sıralamasında 185 ülke asında 27. yapıyor. Bizimle benzer ekonomik koşullardaki ülkeleri inceleyelim çünkü onların yeni dönemdeki hedefleri bizden de istenebilir. Meksika’nın tarihsel emisyonları 14,5 milyar ton. Brezilya’nın 11,2; Güney Afrika’nın 14,7 ve İspanya’nın 12 milyar ton. Bu ülkeler önümüzdeki dönemde yükümlülük alır veya almaya devam ederse, benzer ekonomik yapıya sahip Türkiye’nin dışarıda kalması zorlaşacak. Aşağıdaki tabloda detayları görebilirsiniz.

Son olarak, New York’taki zirvede, Paris’i beklemeden taahhütte bulunan ülkelerden bazılarına bir bakalım. Endonezya, 2020’ye kadar seragazı emisyonlarını yüzde 26, Malezya yüzde 40; Uruguay ise 2030’a kadar yüzde 85 azaltmayı taahhüt etti. Avrupa Birliği’nin 2030 hedefi ise emisyonlarını yüzde 40 oranında azaltmak. Birlik içerisinde bu hedefi görüp arttıranlar da var. İrlanda’nın azaltım hedefi 2050’ye kadar yüzde 80. Hindistan, 2030’a kadar güneş ve rüzgardan elde edeceği enerji miktarını iki katına çıkarmayı, Şili ise 2025’e kadar elektrik üretiminin yüzde 45’ini yenilenebilir enerji kaynaklardan sağlamayı hedefledi. 

Her şey tozpembe değil. Çin ve ABD’nin birbirini sınaması, Rusya ve Kanada’nın ortalarda gözükmemesi hâlâ soru işaretleri yaratıyor. Japonya’nın yeniden görüşmelere döneceğinin sinyallerini vermesi, Kore ve Fransa’nın iklim fonuna para aktarması ise yeterli olmasa da iyi sinyaller. Bu durumda Türkiye’nin şu ana kadar sürdürdüğü çözümsüzlük stratejisini rafa kaldırıp, Paris’e samimi bir hedefle gitmesi, en azından hazırlanması, en doğru iş olacak. Sular altında kalma tehlikesi yaşayan Tuvalu halkı, kendilerine 2020’ye kadar yüzde 100 yenilenebilir enerji hedefi koyarken, bizim de en azından o insanların yüzüne bakabilecek bir taahhütle masaya oturmamız, stratejileri geçtim, insanlığın gereği. Umarım sorumlular bizi utandırmaz.