'Kanser Ovası'na dönüşen Dilovası'na 500 milyon dolarlık çevre yatırımı

Her üç ölümden birinin kanserden kaynaklandığı Kocaeli Gebze'ye bağlı Dilovası beldesinde sanayiciler çevre sorunlarını azaltmak için 500 milyon dolarlık yatırım yapıyor. Meclis Araştırma Komisyonu ise bölgeyle ilgili raporunu önümüzdeki günlerde Meclis Başkanlığı'na verecek.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 10 Ekim 2006

Acı ama gerçek: Dilovası denince akla kanser geliyor. 1995 ile 2004 yılları arasında kayıtlara geçen 494 ölümün yüzde 32'si kanserden. Bu rakam Türkiye ortalamasının tam üç katı. Hal böyle olunca halk arasında Dilovası'nın adı "Kanser Ovası" olmuş. Bu yılın başında Türkiye Büyük Millet Meclisi, sorunun nedenlerini bulmak için bir araştırma komisyonu kurdu. Komisyon, hazırladığı raporu Meclis Başkanlığı'na bu ay içinde sunmaya hazırlanıyor. Şikâyetlerin odak noktasında yer alan Dilovası Organize Sanayi Bölgesi (DOSB) yetkilileri, yaklaşık 500 milyon doları bulan çevre yatırımları için kolları sıvadıklarını söylüyor.

TBMM Araştırma Komisyonu üyelerinden AK Parti Kocaeli Milletvekili Eyüp Ayar'ın, "Ucunu açık bırakmıyoruz, önerilerimizi sorumlu kurumları belirterek yapıyoruz" dediği rapor bu ay Meclis Başkanlığı'na sunulmuş olacak. Rapor yapılacak işleri kısa, orta ve uzun vadeye bölüyor, sorumlu kurumları işaret ediyor.

Arıtma tesisi 2007'de devreye girecek
DOSB Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Türker, "Komisyon kurulmadan önce, organize sanayi bölgesi (OSB) olduktan sonra yatırımlarımıza başlamıştık. Yatırımlar süratle devam ediyor ve bir kısmı da bitti" diyor.

Biten yatırımların başında en çok şikâyette bulunulan Çolakoğlu Metalurji'nin hurda işleme tesisi var. Çolakoğlu, 200 milyon dolarlık yeni tesislerine taşınıp, 70'lerden kalan eski tesisi kapatıyor. Yöre halkı demir tozlarından gürültüsüne kadar birçok konuda bu tesisten şikâyet ediyordu. Bir başka metalurji firması (Diler Çelik) ise arıtma tesislerini yenilemiş. 2007 sonuna kadar tüm ana ve ara yollar asfaltlanacak yani artık toz kalkmayacak. Bölgedeki kömür depolarından da toz kalkmaması için depoların Tavşancıl'ın üst kısımlarına taşınması söz konusu. Yeterli yer olmaması yüzünden bu sorun tam olarak çözülmüş değil, mahkemelik olanlar var. Kanserden ölenlerin yüzde 44'ünün akciğer kanseri olduğu düşünülürse toz meselesinin önemi daha da iyi anlaşılıyor. Sanayi bölgesi ve Dilovası'nın atıklarını arıtacak bir arıtma tesisi 2007 sonuna yetiştirilmeye çalışıyor. 15 milyon euroluk tesisin finansmanını karşılayan DOSB, daha sonra arıttıkları sular için belediyeden ve firmalardan belirli bir bedel alarak geri ödemeyi sağlayacak.

En sorunlu konu, tesislerin içindeki konutlar
Türkiye'nin tüm dünyanın geçtiği bir süreçten geçtiğini söyleyen Türker, "Biz Türkiye olarak bu süreci daha hızlı geçme gayreti içerisindeyiz. Her şeyin bir maliyeti var. Türkiye'nin sanayi geçmişi 40 yıl. 40 yıl önce, o zamanın sermaye birikimiyle devlet, 'Sen yatırım yap, çevreyi bırak' demiş. Kimsede çevre bilinci yoktu ki? Çevre Bakanlığı yoktu, Çevre Kanunu 1993'te çıktı. 'Sanayiciyim, her şeyi yaparım' demiyoru
m ama sanayici olmak da zor. Burası 20 yıl önce OSB olsaydı tedbirler daha önce alınırdı. Çok büyük aşamalar kaydedildi. Kamuoyunda, sanki Meclis raporu çıkacak ondan sonra bir şeyler olacakmış gibi bir durum var. Rapor hazırlanırken yatırımlar devam ediyor" diyor.

Tüm firmaların yaptığı tevsi yatırımlarının 500 milyon doları bulacağını söyleyen Türker, en sorunlu konunun sanayi bölgesindeki konutlar olduğunu söylüyor. OSB'nin yanında iki mahalle var: Fatih ve Yıldız Mahallesi. OSB, Yıldız Mahallesi'ndeki tapulu arsaları satın alıp bu arazileri sanayi bölgesine katarak bu sorunu çözmeyi planlıyor. Bu konuda halkla anlaşılacağı konusunda sanayici iyimser.

Komisyon Başkanı Eyüp Ayar da mahallelerin taşınmasına sıcak baktığını söylüyor. Fatih Mahallesi'nde ise bir sorun var çünkü tüm yapılar orman arazisine yapılmış. Sanayici bu arsaları kullanamayacağı için para vermek istemiyor. Bir diğer konu da halktan alınan arazilerin nasıl kullanılacağı. Ayar, raporda bu alanların yeşil alan olmasını önerdiklerini söylüyor ama son sözü sanayici söyleyecek çünkü OSB'ler imar planlarını kendileri yapıyor.

AKP Kocaeli Milletvekili Eyüp Ayar:

Dilovası'nda yeni bacalı sanayi istemiyoruz
Sanayiciye çevreyle ilgili yatırımları bir an önce yapmasını söylüyor, takip ediyoruz. Olabilecek şeyleri öneriyoruz. Dilovası 5 etaplı bir OSB, ikinci etap daha bitmemiş. Bizim önerimiz bu yeni bölgelere yapılacak fabrikalarda kesinlikle, "baca sanayi" denilen havaya veya suya atık veren yatırım yapılmaması. Bu kararı aldırtmak istiyoruz. OSB'de 168 firma var, 50 tanesi çok ciddi yatırımlar yapıyor. Bu yatırımların mutlaka çok daha önce yapılması gerekiyordu. Variller de denk geldi. Kamuyu da ilgilendiren yatırımlar var, Dil Deresi'nin ıslahı, doğalgaz çalışmaları gibi. Taş ocakları daha iyi standartlarda çalışacak, kömür depoları taşınacak. 2007 ortasına kadar Gebze ve Dilovası'nda açık çöp olmayacak. Dilovası'nda toplu konutların yapılması ve tüm gecekondulardan kurtulmak lazım. Sanayicilerin tehlikeli atıkları birikmeye başladı. İZAYDAŞ'ın kapasitesi yetmiyor. Yeni Çevre Yasası ile ceza geliyor. Kural şu: Çevreye verdiğiniz zararı mutlaka telafi edeceksiniz. Etmezseniz ilgililer telafi edip parasını sizden alacak. İşyeri kapatma ve hapis cezası var.

Güler, İspanya'dan ilham alsın

Özgür Gürbüz / 24 Şubat 2006

Hükümetin 3 tane nükleer santral kurma planları nükleer karşıtlarını da hareketlendirdi. Ankara'da birçok sivil toplum örgütü ve çevreciler bir nükleer karşıtı toplantıda biraraya gelirken, İstanbul'da ise Yeşiller grubu bir basın açıklaması yaparak, Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanı Hilmi Güler'e İspanya'dan ilham almasını gerektiğini söyledi.

İspanyol Sanayi, Ticaret ve Turizm Bakanı Jose Montilla Aguilera'nın davetlisi olarak İspanya'da bulunan Hilmi Güler'e seslenen Yeşiller Uluslararası İlişkiler Koordinatörü Ender Eren, "Umarız dünyanın en büyük ikinci rüzgar kurulu gücüne sahip İspanya'yı ziyareti sırasında Hilmi Güler gözlerini kapamaz ve ağırlık verilen yeni enerji politikalarını görür" dedi. Eren, İspanya'nın yeni Başbakanı Zapatero'nun iktidara gelir gelmez halkına verdiği nükleer enerjinin yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının devreye alınması sözünü anımsatarak, Güler'in 30 Nisan 2006'da İspanya'ya bir daha giderek, Jose Cabrera(Zorita) reaktörünün kapatılışına tanıklık etmesini istedi.

Yapılan açıklamada İspanya'nın Vandellos-1 reaktörünü sadece 28 yıl çalıştırdıktan sonra kapattığı ve 10 bin 27 megavatlık kurulu rüzgar gücüyle dünya ikincisi olduğuna dikkat çekildi. Tam kapasiteyle çalıştığında elektrik ihtiyacının yüzde 24'ünü sağlayabilen rüzgar santralleri İspanya'da 30 bin kişiye istihdam sağlıyor diyen Ender Eren; "Sinop'tan Konya'ya; Türkiye'nin hiçbir yerinde insanlar, radyasyonla, kanserle, Çernobil'le birlikte anılan nükleer santralleri şehirlerinde görmek istemiyor" dedi. Yeşiller, Enerji Bakanı'na çağrı yaparak, en pahalı ve en kirli elektrik üretim biçimi olan nükleer enerjiyi Türkiye'ye bulaştırma çabalarından vazgeçmeye çağırdı.

Tünel yollara mimarlardan tepki var

Kentte kara ulaşımı için kullanılacak bu tünellerin toplam uzunluğu 78 kilometre olacak ve yaklaşık 2 milyar dolara mal olacak. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın fikri olan projeye Mart ayında başlanması ve 2 yıl içinde de bitirilmesi planlanıyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 23 Şubat 2006

İstanbul'da Galata Kulesi'ne çıkıldığında, kentin meşhur 7 tepesini tek tek göstermek pek de kolay değil. Ancak İstanbul'da oturanların çoğu, size değil 7, 70 tane kördüğüm olmuş kavşak ya da cadde sayabilir. Bu nedenle, İstanbulluları canından bezdiren trafik sorununu çözmek için hergün yeni bir proje ortaya çıkıyor. 116 yeni kavşak projesinden sonra, "Yedi Tepeye Yedi Tünel" projesiyle trafiğin yoğun olduğu bölgelere nefes aldırmayı amaçlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, uzunlukları 8 kilometreyle 500 metre arasında değişen 32 tünel kazmaya başlıyor. 25'i Avrupa, 7'si Anadolu yakasında yapılacak tünel-yolların ihale şartnameleri bitmek üzere. Mart ayı başında ihalelerin sonuçlanıp, ilk kazmanın da Mart ayı sonunda vurulması bekleniyor. Projenin 2 milyar dolarlık bir maliyetinin olacağı varsayılırken, gerçek maliyet ihale sürecinde ortaya çıkacak.

Raylı sistemden daha ucuz
Toplam uzunluğu 78 kilometreyi bulan ve topoğrafik yapısı nedeniyle tünel yapımına elverişli olduğu söylenen bu yolların hepsinin 2 yıl içerisinde bitirilmesi planlanıyor. Tünellerin, özellikle trafik sıkışıklığının yaşandığı ana arterlere alternatif olması ve seyehat sürelerini kısaltması bekleniyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Mesut Pektaş, "İnşa edilecek tünel-yollarla mevcut trafiğe alternatif ana arterler kazandırılacak ve İstanbulluların günlük hayatta ulaşım için harcadıkları zaman kısalacak" diyor. Tüneller sayesinde hızlı, güvenli ve ekonomik yolculukların yapılacağını belirten Pektaş, raylı sistem yerine karayolunun seçilmesinin nedenlerini de şöyle özetliyor: "Raylı sisteme girdiğinizde maliyetler artıyor, fizibilite çalışmaları uzuyor ve yurtdışından destek almak zorunda kalınıyor. Kaldı ki, metroyla sadece insan taşınıyor. İstanbul içinde yapılan yük taşımacılığı için karayoluna da gerek var."
Raylı ulaşımla ilgili projelerde de çalışmaların sürdüğünü belirten Pektaş, raylı ulaşım için uluslararası ihaleye çıkılması gerektiğini, tünellerin ise yerli firmalar tarafından yapılabildiğine dikkat çekiyor. Tünel tercihinde önemli bir kriterde İstanbul'da yer üstünden ana arter olarak yol açma şansının artık bulunmaması gösteriliyor.

Tünel projesi çözüm değil
Mimarlar Odası Genel Başkan Yardımcısı Duna ise "Böyle bir maliyet göze alınıyor, ulaşımın rahatlatılması düşünülüyorsa; bunun raylı sistemler üzerinden tasarlanması gerekir" diyor. Bülend Duna, "İstanbul'un topoğrafyası zor; bu zorluk hem olanak hem de fırsatlar getiriyor. İstanbul'un ulaşım sorunuyla ilgili getirilen tüm çözüm önerilerinin iyi irdelenmesi gerek. Örneğin, 116 projenin önemli bir kısmı kavşak projesi. Bu projeler kısa süreli rahatlama getiriyor ama motorlu araç kullanımını teşvik ediyor ve diğer projelerin önünü tıkıyor" yorumunu getiriyor. Duna'ya göre İstanbul trafiği içinde yük taşımacılığının payı düşük ve Altunizade'de bir örneği olan tünel projesinin çözüm olmadığını görmek için sabahları gidip gözlerinizle görmeniz gerek.

Kuruluşlar birbirinden habersiz
Bülend Duna, "Üçüncü köprü içinde 'transit taşımacılığın getirdiği yükü hafifletecek' argümanı kullanılıyor. Halbuki, transit trafiğin İstanbul trafiği içindeki payı çok çok az. Farlı sistemler birbirine entegre olmakta sıkıntı çekiyor. Bu yönetim, daha önceki yönetimlere göre daha çok raylı sistem yatırımı yaptı ama yeterli değil" diyor. Tünellerde kaza riskinin de fazla olduğuna değinen Duna, "İstanbul'da 17 ayrı kuruluş ulaşımla ilgili, bazen birbirinden habersiz, projeler yürütüyor. Bu kuruluşlar arasında koordinasyon eksikliği var. Hükümetin de, köprü projesi gibi, yerel yönetimin kararlarını hiçe sayıcı şeklinde baskın projelerle İstanbul'a müdahalesi sözkonusu. Katkı yaptıklarını sanıyorlar ama bence çok yanlış yapıyorlar" diyerek sorunun bir başka boyutuna dikkat çekiyor.

Tünelli çözüme mimarlar temkinli yaklaşıyor
Kentte kara ulaşımı için kullanılacak toplam 78 kilometre uzunluğundaki 32 tünel-yolun yapımına mart ayında başlanacak. 2 yıl içinde bitirilmesi planlanan projeye Mimarlar Odası sıcak bakmıyor. Mimarlar 'Ulaşımın rahatlatılması düşünülüyorsa; bunun raylı sistemler üzerinden tasarlanması gerekir' diyor.

Tünel-Yol Projeleri

AVRUPA YAKASI

1a Hasköy-Taşkızak 860 m
1b Taşkızak Bahriye Cad. (İlave Tek Tüp) 670 m
2 Şişhane-Tophane 970 m
3 İplikçi-Tophane 1500 m
4 Kağıthane-Halilpaşa 1550 m
5 Piyalepaşa-Dolapdere 1150 m
6 Dolapdere-Kadırgalar 1080 m
7 Kadırgalar-Fulya 1480 m
8 Fulya-Ortaköy 1950 m
9 Ortaköy-Kuruçeşme 1280 m
10 Fulya-Kağıthane (Cendere Yolu) 4196 m
11 Kağıthane-Ayazağa (Cendere Yolu) 2700 m
12 Ayazağa-Tarabya Kavşağı 4200 m
13 Yıldız Sarayı-Akmerkez (Levazım Yolu) 2230 m
14 Akmerkez-Armutlualtı (Levazım Yolu) 3500 m
15 Armutlualtı-Tarabya Kavşağı 4670 m
16 Bebek-Baltalimanı 2261 m
17 Baltalimanı-İstinye 1948 m
18 Çayırbaşı-Sarıyer 2500 m
19 Kuyumcukent-Bahçelievler 2960 m
20 Bahçelievler-Davutpaşa 4400 m
21 Davutpaşa-Samatya 4350 m
22 Davutpaşa-Eyüp 5800 m
23 Kuyumcukent-Bayrampaşa 8158 m
24 Bayrampaşa-Eyüp 4500 m GENEL TOPLAM 70863 m

ANADOLU YAKASI

1 Kadıköy-Kuşdili 920 m
2 Harem-Ahmediye 1115 m
3 Ahmediye-Üsküdar 576 m
4 Kuzguncuk-Beylerbeyi 1300 m
5 Beylerbeyi-Çengelköy 1000 m
6 Çengelköy-Vaniköy 2000 m
7 Vaniköy-Göksu 1050 m
Toplam Tünel Boyu 7961 m

TÜM PROJELER TOPLAM BOY : 70.863 + 7961 = 78.824 m

Statların güvenliği AB fonuyla eğitilen holiganlara emanet

Türkiye'de ilk kez bir futbol kulübü Avrupa Birliği'nden (AB) fon aldı. Bursaspor aldığı 37 bin euroluk fonla bir yıl boyunca, yeşil sahalardaki şiddeti önlemek için kampanya yürütecek ve taraftarları arasından seçilecek 150 kişiye bu konuda eğitim verecek

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 18 Şubat 2006

Türkiye liglerinin en renkli takımlarından Bursaspor, önemli ve renkli taraftar kitlesiyle de ilgi çeker. Öyle ki Bursaspor taraftarının korkusu Beşiktaş'ın son kupa maçında dolaylı da olsa İnegölspor'a yenilmesine yol açtı. İnegölspor, İnegöl'de oynanacak karşılaşmadan daha fazla bilet geliri elde etmek için, maçın Bursa'ya alınmasını istemişti. Beşiktaş Teknik Direktörü Tigana ise iki sene önce Süper Lig'den düşen Bursaspor'un çılgın taraftarlarının Beşiktaş'a rahat vermeyeceğini iddia ederek, karşılaşmanın İnegöl'de oynanmasını sağladı. Çünkü Bursaspor'un küme düştüğü sene Beşiktaş ligin son haftalarında, yeşil beyazlıların düşme potasında olan iki rakibine de yenilmişti. İnegöl'de bozuk bir zeminde oynanan maçı da Beşiktaş 1-0 kaybetti.

"Teksas" ve "Radikal" gibi nevi şahsına münhasır iki taraftar grubu bulunan Bursaspor bir ilki gerçekleştirerek, futbolda şiddetin önüne geçilmesi için AB'den fon aldı. Yeşil-beyazlılar bu konuda bir proje hazırlayıp, Avrupa Birliği’nden 37 bin 700 euroluk bir hibe-fon elde ettiler. Sırada bir yıl sürecek bu projeyi hayata geçirmek var.

Cezayla gelen proje
Bursaspor’un aldığı hibe, Türkiye'de kamu sektörü ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK) arası işbirliğinin geliştirilmesi ve STK'ların demokratik katılım düzeyinin güçlendirilmesi için AB tarafından ayrılan fondan sağlandı. Projenin mimarlarından ve daha önce uzun süre Nilüfer Belediyesi’nde görev almış Bursaspor Genel Müdürü Mehmet Tan, "Bursaspor’un sahasında şiddetin önlenmesi projesiyle yola çıktık" diyor. Bursaspor Profesyonel Futbolcular Dayanışma Derneği’nin yürütücülüğünü üstlendiği bu projede 20'nin üzerinde sivil toplum örgütü yer alıyor. Mehmet Tan bu 20 farklı kuruluşu Bursaspor’un paydaşları olarak niteliyor. Emniyet Müdürlüğü’nden Yerel Gündem'e kadar çok farklı gruplar işin içinde. İçlerinden 5 tanesi iştirakçi olarak yer alıyor. Bursa Olay TV, As TV, Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Bursa Şubesi, Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Emniyet Genel Müdürlüğü iştirakçiler yani elini taşın altına biraz daha fazla koyanlar. Bursaspor Hukuki İşler Sorumlusu Hakan Öztürk, projenin Sakarya maçından sonra yaşanan olaylar ve alınan cezanın ardından daha da önem taşıdığını belirterek, "Projenin hedefe ulaşacağına eminim. Kurumsallaşma açısından önemli bir proje. Önemli olan taşı atana yanındakinin müdahale etmesidir" diyor.

Taraftarlar 9 ayrı ders görecek
Kampanya dahilinde kentteki billboardlar kullanılacak, belediye toplantılara yer tahsis edecek. Yazılı ve görsel basın da şiddetin futbol sahalarından uzaklaşması için bu seferberliğe katılacak. Gelişmelerden sadece Bursa değil, aslında tüm Avrupa kulüpleri haberdar olacak. Çünkü hem Türkiye Futbol Federasyonu hem de UEFA bu girişimleri destekliyor ve sonuçlarını yakından izliyor. Tan, “UEFA olsun, federasyonumuz olsun artık her şeyden kulüpleri sorumlu tutan bir anlayışı benimsiyor. Kulübün sorumluluğu sahaya 11 futbolcu çıkarmakla bitmiyor. Hafta sonu seyircilere yönelik bir ürün çıkartıyorsak onların rahat etmesi de zevk alması da bizim elimizde” diyor.

Projenin en ilginç yanlarından biri stadlarda şiddetin engellenmesi için çalışacak ve proje sürecinde yoğun bir eğitimden geçecek olan 150 kadar kişinin taraftarların arasından seçilecek olması. Bugün, Teksas ya da Partizan tribününde oturan bir kişi bir yıl sonra üniformasıyla diğer taraftarlara yol gösterecek. Tribünlerden seçilecek bu 150 kişi, özel güvenlik yasasına bağlı olacak ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kontrolünden geçecek. 90-120 saate varan, topluluk yönetiminden ekolojiye kadar 9 ayrı ders alacak, kapılarda diğer taraftarları karşılamaktan bilet kontrolüne kadar çeşitli görevleri üstlenecekler. Taşkınlık yapanları uyaracaklar ve tüm bunları yaparken içlerinden biri olmaları da işlerini kolaylaştıracak; en azından umulan bu. Özel güvenliğin, insanları, atmosferi bilmemesi veya sporla ilgilerinin yeterli olmaması gibi handikaplara da sahip olmayacaklar. Mehmet Tan, futbol sektörünün Türkiye’de ve dünyada geliştiğini polisin stadyumdan çıkması yönünde de bir çalışma olduğuna değiniyor. Tan, “Kulüpler spor hizmetlisi olan insanları bulma arayışında. Biz bu insanların tribünlerden olmasını daha uygun buluyoruz. Sorunu yukarıdan emir vererek çözemezsiniz, katılımcılarla birlikte çözmelisiniz. Hibe almasak bile, bu projeyi hayata geçirmeyi deneyecektik. 2004'ten bu yana böyle bir projeyi düşünüyorduk” diyor.

AB, UEFA ve Futbol Federasyonu kadar herkes bu projenin nasıl sonuçlanacağını bekliyor. Bakalım, Bursaspor, timsah yürüyüşünden sonra bir başka ilke daha imza atıp, yeşil sahaları yeniden gerçek futbolseverlere açabilecek mi?

Teksas da var Radikal de
Projenin ilk bakışta görülmeyen başka çıktılarının da olması umuluyor. 20'ye yakın kuruluşun dışında Teksas, Partizan, Radikal gibi 10 adet taraftar derneği ve grupların da kamuoyuyla buluşması amaçlanıyor. Belki de yan yana oturan ama pek iç içe oturmayan bu gruplar beraber iş yapmayı öğrenecekler. Diyalog için bir şans doğacak. Mehmet Tan, Bursaspor kulübünün ruhunda zaten sivil toplumculuk olduğuna dikkat çekiyor ve şöyle devam ediyor: “Burası bir dernek. Üyeleri var, seyircileri, fanatikleri var. Görselliğin dışında bir anlamda duygu ve bilgi de satıyoruz. Bursaspor'u yönetenler de tüm bu aktörleri dikkate almak zorunda. Kurumsal anlamda şirket olunsa da STK ruhuyla yönetilmeli. Sermayenin yüzde yüzü size de ait olsa bile bugün kamuoyunun katılımı olmadan hiç bir iş yapamazsınız. Biz sosyal bir kuruluşuz, insanlar bize gönüllü olarak geliyorlar, yıllık aidatlarını veriyorlar, formalarımızı satın alıyorlar”.

Bursaspor'un 2005 yılı cezaları

Maçın Tarihi / Maç / Ceza Türü / Miktarı
28/08/2005 Bursaspor-Mardinspor Para Cezası 2000
04/09/2005 Türk Telekomspor-Bursaspor Para Cezası 1000
18/09/2005 Kocaelispor-Bursaspor Para Cezası 8000
25/09/2005 Bursaspor-A. Sebatspor Saha Kapatma 1 Maç
16/10/2005 Uşakspor-Bursaspor Saha Kapatma 1 Maç
27/11/2005 Orduspor-Bursaspor Para Cezası 4000
18/12/2005 Sakaryaspor-Bursaspor Seyircisiz oynama 1 Maç

Bursaspor Karşılaşmalarında Şiddetin Önlenmesi Projesi kapsamında www.bursasporabprojesi.org adresiyle bir web sayfası da açıldı. Projede görev almak isteyenler internet üzerinden başvuru yapabiliyor. Projeyi takip etmek ve görüşlerini belirtmek isteyen taraftarlar da yine aynı siteden tartışmalara katılıp görüşlerini bildirebiliyor.


İTÜ'deki deneme reaktörü devreye giriyor

Enerji Bakanı, 2020 yılına kadar Türkiye'nin 128 milyar dolarlık enerji yatırımı yapması gerektiğini söyledi. Güler, Türkiye'nin tükettiği enerjinin yüzde 70'ini dışarıdan temin ettiğini, bunun yüzde 38'ini petrol, yüzde 23'ünü ise doğalgazdan oluştuğunu vurguladı.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 16 Şubat 2006

Enerji Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığının artmasının önüne geçebilmek için nükleer santrallerin devreye sokulması gerektiğini söyledi. Güler, Türkiye'nin 2020 yılına kadar 128 milyar dolarlık enerji yatırımına ihtiyacı olduğunu da belirtti.

Kulislerde nükleer enerji dosyasının başbakanlığa gönderildiği haberini dolaştığı şu günlerde gözler eski deneme reaktörlerine çevrildi. Türkiye'de, biri Çekmece Nükleer Araştırma Enstitüsü'nde diğeri ise 1979 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nde (İTÜ) kurulan iki adet deneme-araştırma reaktörü bulunuyor. Dün İTÜ'de düzenlenen "Isıtma Sistemlerinde İleri Teknolojiler ve Biyoyakıtların Kullanımı Çalıştayı"na katılan Güler, iki seneden uzun bir süredir çalıştırılmayan 350 kilowatlık kurulu güçteki bu reaktörün yeniden devreye sokulması gerektiğini ifade etti. Güler'in açıklamaları, bundan önceki nükleer enerji girişimlerinde de önemli rol oynayan ve 5 yıl önce adı "enerji enstitüsü"ne çevrilen İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü'nün birikimine ve kadrosuna yeniden iş düşeceğinin bir işareti oldu.

Bağımlılık artabilir
Türkiye'nin 2020 yılına kadar enerji alanında 128 milyar dolarlık yatırım yapması gerektiğini vurgulayan Güler, "Yerli kaynakların kullanılması ağırlıklı ve dışa bağımlılığı azaltmaya yönelik bir politika uygulamaya çalışıyoruz" dedi. Enerji ihtiyacının şu anda 88 milyon ton petrole eşdeğer olduğuna işaret eden Güler, yüzde 70-72 oranında bir dışa bağımlılığın söz konusu olduğunu, bunun yüzde 38'ini petrol, yüzde 23'ünü doğalgazın oluşturduğunu vurguladı. Tedbir alınmaması halinde yüzde 80'e çıkma riski bulunan bu oranın mutlaka yüzde 50 seviyesine indirilmesi gerektiğini dile getiren Güler, bu durumun en azından karşılıklı bağımlık haline getirilmesinin şart olduğunu ifade etti.

Yerli kaynakların kullanılması için 21 jeotermal ve 6 kömür sahasını ihaleye çıkardıklarını söyleyen Güler, Türkiye'nin jeotermal enerjide Avrupa birincisi ve dünya yedincisi olduğun anımsatarak yüksek sıcaklıkta olan sahaları elektrik üretimi, düşük ısılardakileri ise sera ve ısıtma amaçlı kullanılacağını söyledi. Türkiye'deki tüm kömür sahalarını enerji üretimi için kullanıma açacaklarını aktaran Güler "Altı kömür sahası ihaleye çıktı. 1.5 milyon ton kömürde dar gelirlere dağıtıldı. 14 bin kişiye iş imkanı çıktı" diye konuştu.

80 bin kişiye istihdam olanağı
Biyodizel ve biyo-etanolün önemine değinen Güler, Türkiye'nin 1.2 milyon tonluk biyo dizel, 3.6 milyon tonluk da biyo-etanol üretim kapasitesi olduğuna dikkat çekerek, bu potansiyelin 80 bin tarım işçisine iş imkanı sağlayacağını ve 3 milyarlık bir ciro yaratacağını belirtti. Güler'in rakamlarına göre bu kaynakların kulllanılması 2 milyar YTL'lik tüketici, yaklaşık 1.4 milyar YTL'likte ithalat tasarrufu sağlayacak.

İTÜ Enerji Enstitüsü Müdürü Abdurrahman Satman, enerji enstitüsünün 5 yıllık bir geçmişi ve üniversiteler içinde tek, tüm kurumlar göz önüne alındığında ise enerji enstitüsü olarak iki kuruluştan biri olduğunu söyledi. Enstitüde 30 öğretim elemanının çalıştığını belirten Satman, "Nükleer reaktörümüz var. Bu bize çok önemli bir birikim ve alt yapı sağlıyor. Türkiye eğer nükleer enerjiye geçecekse bu kuruma ve bize çok şey düşüyor" diye konuştu.

Enerji Bakanı Hilmi Güler ile Romanya Ekonomi ve Ticaret Bakanı Ioan Codrut Seres, denizaltından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak projenin ortak metnini dün imzaladı. Güler, Romanya ile enerji konusunda önemli bir işbirliği adımı attıklarını belirterek, “Şehir olarak da Köstence ile İstanbul arasında, deniz altından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak çalışmanın ortak metnini imzaladık” dedi. Seres de, Türkiye ile 20 yıl önce iyi ilişkilerin gelişmeye başladığını, şimdi de bunun somutlaştırıldığını söyledi.

Romanya ile işbirliği
Enerji Bakanı Hilmi Güler ile Romanya Ekonomi ve Ticaret Bakanı Ioan Codrut Seres, denizaltından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak projenin ortak metnini dün imzaladı. Güler, Romanya ile enerji konusunda önemli bir işbirliği adımı attıklarını belirterek, “Şehir olarak da Köstence ile İstanbul arasında, deniz altından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak çalışmanın ortak metnini imzaladık” dedi. Seres de, Türkiye ile 20 yıl önce iyi ilişkilerin gelişmeye başladığını, şimdi de bunun somutlaştırıldığını söyledi.

ABD pes etmiyor! Kyoto'ya alternatif arayışları sürüyor

Özgür Gürbüz - Analiz / 13 Şubat 2006

Aralık ayında Montreal'de, Kyoto'nun ilk safhasının sonrasında hangi önlemlerin alınması gerektiğini saptamak için masaya oturacağını belirten ABD, geçtiğimiz ay Sidney'de yapılan toplantıda ise zorunlu tedbirler yerine teknolojik gelişmelerle gönüllü destekten yana tavır koydu.

Aralarında Japonya, Avustralya, Hindistan, Çin ve Güney Kore'nin de olduğu 6 ülke, "temiz enerji" projelerini desteklemek için bir fon oluşturmaya karar verdi. Dünyadaki toplam sera gazlarının yarısından sorumlu olan bu 6 ülke, Kyoto'nun aksine, temiz kömür, karbon gömme ve nükleer enerji gibi teknolojilere yatırım yapılmasını savunuyor. Fosil yakıtlara dayalı enerji sistemlerinin ekonomileri için hayati önem taşıdığını belirten ülkeler adına açıklama yapan Avustralya Dışişleri Bakanı Alexander Downer, Kyoto'ya taraf olmayan Avustralya ve ABD'nin sözkonusu fonun çalışması için ilk adımı atacaklarını söylemiş, diğer 4 ülkenin de bu adımı destekleyeceğini belirtmişti. Henüz ne kadar paranın bu fon için ayrılacağı açıklanmasa da, Avustralya'nın 75 milyon dolarlık bir kaynak ayırması bekleniyor. Halihazırda her yıl 3 milyar doları hidrojen enerjisi, karbon gömme teknolojileri ve yenilenebilir yakıt teknolojilerine harcayan ABD'nin payının ise daha fazla olması bekleniyor.

Uluslararası Enerji Ajansı'nın, bugünkü politikaların değişmemesi halinde, 2030 yılındaki karbondioksit emisyonu miktarının 2005'e göre yüzde 50 daha fazla olacağını söylediği bir zamanda, zorunlu tedbirlerden bahsetmeyen bu toplantının bir ilginç yanı ise, 80 büyük enerji ve madencilik firmasının da toplantıya büyük ilgi göstermesiydi. Bir diğer ilginç nokta da, Kyoto görüşmelerine aktif katılımcı olan birçok çevreci grubun bu toplantıyı tamamen "boşa konuşma" olarak nitelendirerek 2 gün boyunca protestolara katılması oldu. Greenpeace sözcüsü Catherine Fitzpatrick, "Konuşmak ucuz, eylemsizliğin fiyatı ise çok pahalı" derken, Avustralyalı Yeşiller ise Exxon Mobil ve Rio Tinto gibi büyük kömür ve petrol endüstrisinin bu paktın arkasında olduğunu öne sürdü. Monash Üniversitesi'nden iklim uzmanı Prof. Amanda Lynch'e göre de, ciddi önlem alma anlamında hiçbir anlaşma sağlanmadı.

İki günlük toplantının sonunda, yatırım yapılması beklenen alanlar arasında daha az hava kirliliğine yol açacak "temiz kömür" olarak adlandırılan teknolojiler, çıkan karbondioksitin tutularak yeniden yeraltına, boşalan kömür ve gaz yataklarına gömülmesini öngeren karbon gömme teknolojileri, yenilenebilir enerji, hidrojen ve nükleer öne çıkıyor. Kyoto Protokolü ise, 2012 yılına kadar gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonlarını 1990 yılının yüzde 5,2 aşağısına çekmesini hedefliyor. Hedeflere ulaşamayan ülkeler, 2013 yılında başlayacak ikinci yükümlülük döneminde hem eski hedeflerini yakalamak hem de yüzde 30'luk bir ek yükümlülüğünün de altına girmek zorundalar.

Türkiye'de rüzgâr esmiyor mu?

Özgür Gürbüz - Analiz / 11 Şubat 2006

Avrupa'da geçen yıl yeni bir rekora imza atarak altın çağını yaşamaya devam eden rüzgâr enerjisi bizde daha çok konuşuluyor. Geçtiğimiz mayıs ayında çıkan yeni ama Avrupa'daki örneklerine kıyasla birçok eksiği olan Yenilenebilir Enerji Yasası sonrası biraz umutlanan rüzgâr enerjisi yatırımcıları hâlâ projelerine kredi bulmakta zorlanıyor. Bunun arkasında iki ana neden var. Birincisi, devlet tarafından verilen 7 yıllık alım garantisinin Yeni Türk Lirası cinsinden olması, ikincisi de bu miktarın hâlâ netleşememesi. Rüzgâr çitliklerini finanse etmek isteyen yabancı bankalar olası bir "kur farkı" probleminden korkuyor. Kredilerin geri ödemesini verdikleri yabancı para cinsinden alacak olan bankalar, Yeni Türk Lirası'nda yaşanacak değer kaybının yatırımcıyı zor duruma sokacağını düşünüyor. İkinci problem ise, 7 yıl boyunca satın alınacak her kilovatsaat için ödenmesi düşünülen miktarın bir önceki yıla ait Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatına göre belirlenecek olması. enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) geçtiğimiz günlerde bu fiyatın nasıl hesaplanacağına dair bir formül açıkladı. Ancak, formül üzerine homurdanmalar olacağa benziyor. Ortalama fiyatla ilgili ikinci problem de her yıl bu fiyatın hesaplamalar dolayısıyla değişecek olması. Bakanlar Kurulu'nun da yine her yıl yüzde 20 artırım yapma hakkı var. Tüm bunlar, kredi ödemelerini garanti altına almak isteyen bankalarda güven eksikliği yaratıyor.

İki tribün dışında yatırım yok

Türkiye'nin 1997 yılından beri rüzgâr enerjisine 2 tribün dışında hiç yatırım yapmamış olmaması ve enerjide dışa bağımlılığın ayyuka çıktığı günümüzde rüzgârın enerjisinin hâlâ gündeme gelmemiş olması oldukça üzücü. rüzgâr enerjisi konusunda kamuoyunun yanlış bilgilendirildiği de bir gerçek. Öncelikle rüzgâr çiftliklerinin diğer konvansiyonel santraller gibi biner MW'lık tesisler olmadığını, genellikle 10-50 MW arasında değişen büyüklüklere sahip mikro santraller olduğunu bilmek gerek. Bu nedenle, ülkelerin değişik bölgelerine dağılan bu mikro santrallerin bulunduğu alanların hepsinde bir rüzgâr kesintisinin olmayacağını da kavramak lazım. rüzgâr enerjisine getirilen eleştirlerden rüzgâr türbinlerinin kapasite faktörleri yüzde 40 civarında. En iyi orana sahip olan doğalgaz santralleri ise bunun hemen hemen iki katı değere sahip. Kaba bir hesapla 100MW'lık doğalgaz için 200 MW rüzgâr kurarak aynı verimi elde edebiliyorsunuz. Kuruluş maliyetleri de birbirine yakın ama arada önemli bir fark var. Rüzgâr'ın ne yakıt parası ne de atık sorunu var. Sosyal maliyet yok, çevresel risk sıfır.

Rüzgâr, güvenilir enerji kaynağı

Konvansiyonel kaynaklara kıyasla küçük üniteler oldukları için arz güvenliği konusunda da büyük sorun yaratmıyorlar. Reuters, 20 Ocak 2006'da Güney Afrika'nın bin 800 MW büyüklüğündeki nükleer reaktörünün bir ünitesinin 3 aylığına kapandığı haberini verdi. Nedeni yanlış yerleştirilmiş bir cıvata! Afrika'nın tek nükleer santrali geçtiğimiz yılda yine yakınındaki bir yangın ve teknik nedenlerden dolayı bir süre kapalı kalmıştı. Güvenlik önlemleri yüzünden nükleer santrallerdeki en ufak bir aksaklık uzun süreli kontrollere neden oluyor. Üç ay boyunca Cape Town bölgesinde elektrik kesintileri kaçınılmaz. İki günlük doğalgaz krizini anımsarsak, neredeyse Keban Barajı gibi bir santralin 3 ay devreden çıkmasının faturasını iyi analiz etmek gerekir. rüzgâr enerjisinde ise arızalar mekanik olduğu için hemen giderilebiliyor ve 100 türbin aynı anda bozulsa bile bunun kurulu gücü 150-200MW'ı geçmiyor. Arz güvenliğinin bir de bu boyutu var.

Avrupa rüzgâr enerjisinde hedefine 5 yıl erken ulaştı

Fiyat dalgalanmalarından etkilenmeyen ve dışa bağımlı olmayan rüzgâr enerjisi Avrupa'daki toplam kurulu gücünü 40 bin megavatın üzerine çıkardı. Rüzgâr türbini üreticileri 6 milyar euro ciroya ulaştı.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /11 Şubat 2006

Enerji arz güvenliği, petrol fiyatlarındaki artış ve küresel ısınma, 10 yıl içinde rüzgâr enerjisini giderek daha çok ön plana çıkarıyor.

Diğer enerji kaynaklarına göre çok hızlı kurulabilen rüzgâr enerjisi, 2005 yılında altın yıllarından birini yaşadı. Avrupa Birliği üyesi 25 ülkede 6 bin 183 megavatlık(MW) kurulu kapasite toplam 40 bin MW'ın seviyesine ulaştı. AB pazarında yaşanan yüzde 18'lik artış, yıllık cirosu 6 milyar euro'yu bulan rüzgâr türbini üreticilerinin yüzünü de güldürüyor.

Avrupa Birliği'nin 2010 hedefi olan 40 bin MW'a 5 yıl öncesinden ulaştığını belirten Avrupa rüzgâr Enerjisi Birliği(EWEA) Başkanı Prof. Arthouros Zervos, büyümeyi rüzgâr enerjisi teknolojisinin hızlı, temiz ve büyük miktarda enerji sağlayabilme avantajlarına sahip olmasının bir göstergesi olarak yorumluyor.

AB enerji ihtiyacının yüzde 2.8'i rüzgârdan

1995-2005 yılları arasında AB ülkelerinde kurulu rüzgâr gücü yılda ortalama yüzde 32 büyüme kaydetti. 2004 yılında 5 bin 838 MW'lık bir güç bu şebekeye eklenirken, 2005 yılında bu rakam yüzde 6 artarak 6 bin 183 MW'ı düzeyini yakaladı. Önceki yıllarda İspanya ve Almanya merkezli büyüyen pazar, bu yıl İngiltere, İtalya, Portekiz ve Fransa gibi diğer ülkelerin de büyük güçler ilave etmesiyle daha geniş bir eksene yayıldı. Zervos, sektördeki büyümenin Avrupa'daki belli pazarlara bağımlılığının giderek daha da azaldığına dikkat çekerek, "Bu trendin ABD ve Hindistan'ın da olduğu dünya pazarına bakıldığında daha güçlü olduğu görülüyor" yorumunu yapıyor. 2005 yılı sonunda Avrupa'da iki ülke (Almanya ve İspanya) 10 bin, 5 ülke de(Danimarka, İtalya, İngiltere, Hollanda ve Portekiz) bin MW'ın üzerinde kurulu güce sahip hale geldi. Yılda 83 Teravat-saat'lik elektrik üretebilen rüzgâr enerjisi, 2004 yılı tüketim rakamlarına göre Avrupa Birliği'nin ihtiyacının yüzde 2,8'ini karşılayabiliyor.

Türkiye yeterince yararlanamıyor

Türkiye'de ise deyim yerindeyse, rüzgâr enerjisi hâlâ yerinde sayıyor. İngiltere'den sonra Avrupa'da en önemli potansiyel kaynaklara sahip olan Türkiye'nin 1997 yılından beri şebekeye eklediği güç 1,2MW iken, Faroe Adaları'nın sadece geçen yıl eklediği kapasite bunun 3 katı. Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili yasanın yürürlüğe girmesinin ardından 14 bin MW'a varan rüzgâr santrali lisanslarından ne kadarının hayata geçirilebileceği ise belirsizliğini koruyor. Türkiye'deki sayılı rüzgâr çiftliklerinden birine sahip olan Demirer Holding Yönetim Kurulu üyesi Önder Demirer, Türkiye'deki kanunun yeterli bir olmadığını ifade ediyor. Eksikliklere rağmen 70MW'lık yeni rüzgâr çiftliklerinin bu yıl devreye gireceğini belirten Demirer, "Lisans almış birçok santral projesi hayata geçirilemeyecek. Kanun, çok net olmadığı için kredi bulmak çok zorlaşıyor. Biz, 10 yıldır bu sektörde olmanın ve kendi üretimimizi yapmanın avantajına sahip olduğumuz için biraz daha şanslıyız" diyor. Diğer yatırımcıların kredi bulmakta çok zorlandığına da değinen Önder Demirer, bankaların rüzgâr sektörünü bilmemesinin ve yatırımcıların yeni olmasının da süreci zorlaştırdığını söylüyor. İzmir'de 450 kişinin çalıştığı Türkiye'deki ilk kanat fabrikasının yanı sıra Çeşme ve Bozcaada'da rüzgâr santralleri kurmuş olan Demirer Holding, 2006 yılında da Çeşme'de 40MW, Çanakkale'de de 30 ve 15MW'lık üç ayrı rüzgâr santralini faaliyete geçirmeyi planlıyor. Demirer, önümüzdeki yıllarda kurulacak yeni santrallerin, Türkiye'de de İspanya ve Portekiz'de yaşanan benzer bir büyümenin yolunu açacağına inanıyor. Doğalgaz krizi sırasında rüzgâr enerjisin öne çıkması gerekirdi diyen Demirer, "rüzgâr enerjisi bilinmediği için inanılmıyor da. Türkiye'de insanlar görmeden inanmıyorlar" diyor

Almanya'da 50 bin kişi çalışıyor
Avrupa'nın yanı sıra başta Çin, Hindistan ve ABD'de hızla büyüyen rüzgâr enerjisi sadece çevrecilerin değil yatırımcıların da ilgisini çekiyor. Sadece Almanya'da 50 binin üzerinde insanın çalıştığı sektörün aktörleri de değişiyor. türbin üreticilerinin cirosu 6-8 milyar euro'yu buluyor. General Elektric geçen yıl Almanya'da aldığı 7 küçük rüzgâr çiftliği ve Kaliforniya'daki 50 MW'lık yatırımıyla büyük enerji devlerinin de rüzgâra olan ilgisinin ufak bir örneği. Hızla büyüyen sektörü, Almanya'nın eski Çevre Bakanı Juergen Trittin çok iyi anlatıyor: "10 yıl önce bazı insanlar bana rüzgâr enerjisinin elektrik üretiminde hiçbir zaman hatırı sayılır bir paya sahip olamayacağını söylüyordu. Şimdi aynı insanlar bana çok fazla rüzgârımız olduğunu ve ihraç etmemiz gerektiğini söylüyor."

Yunan hükümetinden rüzgâr enerjisine güçlü destek
AB'ye üye ülkeler, 2010 yılında enerji gereksinimlerinin yüzde 12'sini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlama hedefine ulaşmaya çalışıyor. Yunanistan bu hedefe ulaşmak için hazırladığı yenilenebilir enerji yasası birçok ülkeye oranla önemli avantajlar sunuyor. Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından ülkede rüzgâr santralleri kurmak isteyenler 15 bin MW'a varan lisans başvurusunda bulundu. Yunanistan'ın 10 bin MW'larda olan toplam kurulu gücünden fazla olan bu başvuruların, Yunanistan hükümetinin planlamalarına uygun kademeli olarak devreye girmesi bekleniyor.
2004 yılında eklediği 100 MW'lık rüzgâr çiftlikleriyle kapasitesini 573'e çıkaran Yunanistan'da AB hedefini yakalamak için rüzgâr enerjisinin adı ön plana çıkıyor. Uzmanlar, hükümetin bu konuda net davranması ve kamuoyu desteğinin rüzgâr enerjisinin önünün açtığını düşünüyor. Yunanistan'daki gelişmeler, rüzgâr endüstrisinin ilgisini çekiyor. 27 Şubat-2 Mart tarihleri arasında yapılacak olan Avrupa rüzgâr Enerji Konferansı ve Sergisi'nin Atina'da yapılacak olması da bunun bir işareti olsa gerek.

Kanat fabrikası kanatlanıyor

3 türbinle işe başladılar 28 milyonluk ihracat kapasitesine ulaştılar

1998 yılında Türkiye'nin ilk rüzgar santralini Çeşme'de kuran Demirer Holding, 2006 yılında 3 yeni rüzgar santrali daha kuracak. 3 adet türbinle işe başlayan Demirer Holding Türkiye'nin ilk ve tek kanat üretimi yapan fabrikaya da sahip ve bu yıl için 28 milyon euroluk ihracat anlaşmasına imza attılar.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Şubat 2006

Bozcaadaki evinde dinlenmeye çalışırken, Ada'nın bıktıran rüzgarları Önder Demirer'e soluğu Almanya'da, rüzgar enerjisiyle ilgili bir fuarda aldırmış. Fuarda rüzgar enerjisinin çok geliştiğini gören Demirer, 2-3 gün içerisinde yatırım kararı almış ve 8 gün sonra, Mayıs 1996'da rüzgar ölçümlerine başlanmış. 1997 sonunda sonuçların olumlu çıkması sonucu 3 türbin sipariş eden Demirer Holding, Şubat 1998'de türbinlerden ilk elektriği üretmeye başlamış. Arkasından da ilham perisi olan Bozcaada'da, 10 megavat güce sahip 17 türbinin temelleri atılmış. Bu 17 türbin şimdi adanın ihtiyacının 30 katı enerjiyi Çanakkale'ye veriyor ve 30 bin kişinin elektrik ihtiyacını karşılıyor.

Demirer Holding, bu yıl 3 yeni rüzgar santrali daha devreye sokacak. Çeşme'de 40, Çanakkale Burgaz'da 30 ve İntepe'de 15MW'lık üç ayrı projeyi hayata geçirecek. Kurulacak türbinlerin kanatları da İzmir'de Alman Enercon firmasıyla beraber kurdukları fabrikada üretilecek. Bu yıl kapasite arttırımına giden kanat fabrikası yılda 1000 adet kanat üretebiliyor ve üretimin yüzde 60'ı ihraç ediliyor. Demirer Holding Yönetim Kurulu Üyesi Önder Demirer, geçen yıl 8,4 milyon euro olarak gerçekleşen ihracatın, kesinleşen anlaşmalarla 28 milyon euroya ulaştığını söylüyor. 2007 yılında da üretilen kanatların bir bölümü Datça ve Manisa'da kuracakları santrallerde kullanılacak.

Türkiye'de rüzgar enerjisine yatırım yapmak isteyenlerin sorunu kredi bulmak. Önder Demirer, daha önceki deneyimleri ve Enercon gibi Almanya rüzgar enerjisi pazarının lideri bir şirketle ortak yatırım yapmalarının kendilerine avantaj sağladığını düşünüyor ve ekliyor: "Diğer ülkelerde, konvansiyonel enerji kaynaklarının yol açtığı harici(çevresel) maliyetler hesaplanıp bu fark, rüzgar enerjisinden üretilen elektrik satın alınırken teşvik olarak veriliyor. Bizde hiçbir teşvik olmamasına rağmen yapabiliyoruz ama çok iyi rüzgarlı yerler olması, çok iyi türbin kullanılması lazım. Türkiye'de bankalar rüzgarı fazla bilmiyor, yabancı bankalar da Türkiye kanunlarını. Kur farkı gibi problemler var". YEK'in ilerlemesi için bizim taslakta önerdiğimiz 5 euro sent'lik sabit fiyat olmalıydı diyen Önder Demirer, yasanın eksikliklerini şöyle özetliyor: "Son anda Ali Babacan tarafından bu yasa geri çekildi. O gün ortalama fiyatın 4,5 euro sent'in altında olması bizim istediğimiz 5 sent'lik sabit fiyattan alım garantisini bir sübvansiyon gibi gösterdi. Bugün ortalama fiyat 5,3 euro sent. Bugün olsa, kanun belki de istediğimiz gibi çıkardı. Şimdi yabancı bankalar sorun çıkarıyor; senin uzun vadeli satış anlaşman yok, alımın YTL üzerinden ve geçen seneki fiyattan diyor. Bankaları ikna etmek zor. Ayrıca Bakanlar Kurulu'nun her yıl, ortalama fiyatın yüzde 20 fazlasını verip vermeyeceği de belli değil". Almanya'da alım garantisinin 8,2 sent'ten 6 yıl boyunca sürdüğünü sonra da yüzde 20 düşürülüp, ömürboyu devam ettiğine dikkat çekiyor. Rüzgarın kilovatsaatine, yatırımların yüzde 30'unun hibe edildiği Yunanistan'da 7, İtalya'da 10 euro sent veriliyor. Çok büyük teşvik istemediklerini belirten Demirer, "5 sent istenmişti, bugün ortalama fiyat 5 euro sent. Sabitlense yatırımcı önünü görecek ve daha rahat kredi bulacaktı" diyor.

Rüzgarın sanıldığının aksine çok düzenli bir kaynak olduğunu anlatan Demirer, her gün iki rüzgar santrallerindeki yetkilililerle "rüzgar-toto" oynadıklarını ve tahminlerinin doğru çıktığını anlatıyor. Çeşme'de yılda 4,5 milyon kilovatsaat üretim yapacaklarını planlamışlar ve 8 yıldır çalışan santralin ortalaması 4,6. Bozcaada tahminleri 34 milyonmuş ve 5,5 yıllık ortalama 36 milyon olarak gerçekleşmiş. İki santral birbirlerine uzak olmalarına rağmen aynı paralelde elektrik üretmiş. Yağışların çok değişebildiğini ama rüzgarda durumun öyle olmadığını söylüyor. Bir sürü teknik analiz ve rapora sahip olan Önder Demirer'i Türkiye'nin potansiyeliyle ilgili şaşırtan bir başka gelişme ise Almanya'da gördüğü kabartma harita olmuş. Rusya'nın üstünün tamamen düzlük ve tam Türkiye'ye gelen Karadeniz'in üstünün en alçak yer olduğunu farkeden Demirer, haritanın hikayesini şöyle anlatıyor: "O kabartma haritadan rüzgarların Kuzey Kutbu'ndan tam bize geldiğini görüyorsunuz. O kadar veriden sonra kabartma bir dünya haritasına bakarak durumun bu kadar net görüleceği hiç aklıma gelmemişti. Karadeniz'in ucunda, Rusya'daki dağların etkisi yüzünden daha düşük rüzgar var. Sinop'ta örneğin ama düşük dediğim oran bile Almanya'dan daha yüksek. Oraya da kurulabilir. Ben kurarmıyım bilmiyorum, bu bürokrasiyle uğraşmaktan bıktım".

Türkiye'nin tek kanat fabrikası
Yılda 1000 adet 24 metrelik kanat üretmesi planlanan fabrikanın yatırım maliyeti 15 milyon dolar. 2002 yılında kurulan fabrikada 425 kişi çalışıyor. 2005 yılında tamamen ihracata yönelik üretim yapan fabrikada üretilen kanatlar Almanya, İtalya, Yunanistan, Polonya ve Estonya gibi ülkelere ihraç edildi. Bu yıl üretimin yüzde 40'ı Türkiye'de kurulacak rüzgar santrallerinde kullanılacak. Enercon Aero Endüstrisi A.Ş., İzmir Serbest Bölgesi'nde, 12 bin metrekaresi kapalı olmak üzere 30 dönüm arazi üzerinde kurulu.

Hasankeyf'in kaderi bankalarının elinde

Mart ayında temel atılması beklenen Ilısu barajı için yabancı ihracat kredi bankaları kilit durumda. Barajın yapımını üstlenen konsorsiyumun yabancı ortakları, kredi garantisi için Avusturya, Almanya ve İsviçre ihracat kredi bankalarından gelecek olumlu haberi bekliyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Şubat 2006

Milattan sonra 4. yy.'a kadar uzanan ve Hasankeyf şehrini sular altında bırakacak baraj projesi için kredi garantisi arayan firmalar, ihracat kredi bankalarından yanıt bekliyor. Bankalardan olumlu yanıt gelirse, barajın inşasının önündeki büyük bir engel kalkmış olacak. Daha önceki girişimde İngiliz firması Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmalar, kredi garantisi alamayınca 2001 yılında projeden çekilmişlerdi. Nurol İnşaat ve Ticaret A.Ş. önderliğinde kurulan yeni konsorsiyum ise çalışmaları 2005 başında hızlandırdı ve Mart ayında barajın temelini atmaya hazırlanıyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün işveren olduğu projenin finansmanının yüzde 100 dış krediyle sağlanması hedefleniyor. Avusturyalı VA Tech firmasının önderliğinde bir grup banka tarafından sağlanacak kredilerin bir bölümü ticari, bir bölümü de hazine garantili. 2400 MW'lık (megavatlık) Atatürk, 1800MW'lık Karakaya, 1330MW'lık Keban barajlarından sonra 1200 MW'lık kurulu gücüyle Türkiye'nin dördüncü büyük barajı olması beklenen Ilısu için istenen dış kredi tutarı da 1 milyar 200 milyon Euro. Aralık ayında yapılan bilgilendirme toplantısında bu paraya Hasankeyf'in tarihi ve kültürel varlıklarının korunması ve kurtarılması için kullanılacak olan 25 milyon Euro'nun da dahil olduğu belirtilmiş. 2006 yılında baraj inşaatı için 179 milyon YTL, kamulaştırma işleri için de 30 milyon YTL bu paradan ayrılacak.

İsviçre ihracat kredisi bankası ERG (Swiss ECA), 2005 yılında yeniden güncellenen Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (ÇED) ve göç edecek insanları yeniden yerleştirmek için hazırlanan planları, sivil toplum kuruluşlarının yorumlarını almak için kamuoyuna açtı ve 20 Şubat'a kadar yanıt bekliyor. Raporların uluslararası standartlara uygun olmaması bu kredilerin önünü kesebilir. Bu durumda konsorsiyumu oluşturan firmalar yerli finansman arayacak. Türkiye'de yürütülen kampanyaya destek veren ECA-Watch(İhracat Kredi Ajansı İzleme Örgütü) gibi uluslararası kuruluşlar, gönderilen dökümanların daha önce kredi kuruluşlarının kriterlerine takılan dökümanlardan farklı olmadığını öne sürüyor ve onay alamayacağını düşünüyor. Bu kuruluşlara göre ÇED raporunun Türkçe hazırlanmamış olması bile yeter sebep. Projeden etkilenecek olan insanların bilgilere rahatlıkla ulşması aranan standartlardan.

Jet-ski alın!
Hasankeyf Gönüllüleri Derneği Başkanı Arif Aslan, Hasankeyf'i taşıma planlarına karşı çıkıyor. Aslan, "Nurol firması yetkilileri köprüyü, Zeynel Bey Türbesi'ni Batı Rahman eteklerine götüreceklerini ve sadece 2 bin mağaranın sular altında kalacağını söylüyor. Köprüyü dağa götürebilirsiniz ama altından suyu nasıl geçireceksiniz?" diye soruyor. Geçtiğimiz günlerde yöreyi ziyaret eden Nurol firmasının yetkilisi Yunus Bayraktar'ın "jet-ski alın, sal alın. Buraya turistler sörf yapmaya gelecek. Değişik su sporları öğreneceksiniz" dediğini ve halkın bu sözlere tepki gösterdiğini anımsatan Aslan, "DSİ'nin ve firmaların tutumunda hiçbir değişiklik yok. 2,5 milyon hektarlık verimli toprak su altında kalacak. Belediyeler, sivil toplum ve halk bu işin içinde değil. Halk, turizm yatırımı beklerken, ellerindeki son turizm hazinesini de kaybetmek üzere" diyor. Aslan iki küçük barajla Hasankeyf'in kurtarılabileceğini ve kimsenin yatırıma karşı olmadığını da ekliyor.

56 belediyenin de katılımıyla oluşturulan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, 17-18 Şubat'ta Batman'da bir forum ile miting düzenleyecek. Akademisyenler, belediyeler, çevre örgütleri ve Nurol firması yetkilileri panelin davetlileri arasında.

Ilısu Konsorsiyumu

İnşaat İşleri Ortak Girişimi
Nurol İnşaat ve Ticaret A.Ş.
Cengiz İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Çelikler İnşaat A.Ş.

İnşaat İşleri Yapım Ortağı
Ed. Zülbin AG (Almanya)

İnşaat İşleri Proje ve Koordinasyon
Stucky Ltd. (İsviçre)
Temelsu Uluslararası Mühendislik

Elektromanyetik İşler
VA tech Hydro GmbH&Co. (Avusturya)
Alstom Ltd. (İsviçre)

Mühendislik ve Müşavirlik
Colenco Power Engineering Ltd. (İsviçre)
Maggia Engineering Ltd. (İsviçre)
Dolsar Mühendislik
Ralsar Mühendislik

Hasankeyf'ten vazgeçmek, barajdan vazgeçmekten daha (mı) kolay

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Şubat 2006

2001 yılında Balfour Beatty ve baraj yapımına talip olan diğer firmalar, sivil toplum kuruluşlarından gelen baskılardan tedirgin olan İngiliz Hükümeti ve ihracat kredi ajanslarının da geri adı
m atmasıyla projeden vazgeçmiş, Hasankeyf tartışmaları da son bulmuştu. Ancak, ilk olarak 1954 yılında Dicle Nehri'nin toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi kapsamında gündeme gelen, 1971'de yazıya dökülen ve 1982'de fizibilite raporu hazırlanan projeden vazgeçmek, Hasankeyf'ten vazgeçmekten daha zor gibi gözüküyor.

2003 yılında proje tekrar gündeme getirildi. Ilısu Barajı için ilk kazmayı mart ayında vurmaya hazırlanan konsorsiyum, bir yandan da Avrupa'daki bankaları kredi konusunda ikna etmek için çalışıyor. Kısaca, yüzde yüz dış krediyle yapılması planlanan Ilısu Barajı'nın bu tarihi kenti, kelimenin tam anlamıyla tarihin derinliklerine gömüp gömmeyeceği, önümüzdeki günlerde belli olacak. Konsorsiyum içinde yer alan Avusturya, Almanya ve İsviçre firmaları ihracat kredi ajanslarının garantisi olmadan bu işe girmeye pek hevesli değil. Bu ajanslar ise Hasankeyf'i kurtarmak isteyen gruplar tarafından, kredi garantisi verilmemesi için ablukaya alınmış durumda.

İkna edilecek çok kişi var
Hasankeyf'te güneş doğudan doğuyor ama aydınlık bir sabahı bekleyen gözler hep batıya bakıyor. Nurol İnşaat'ın liderliğini yaptığı konsorsiyumun Avrupa'daki bankalar dışında ikna etmesi gereken oldukça fazla kişi ve kuruluş var. Örneğin baraj gölüne su toplanmasıyla birlikte yeniden yerleştirilmek zorunda kalacak 70-80 bin kişi gibi. Bu rakam, inşaatı yapacak olan firmalara göre daha az. Onların rakamı doğru olsa bile Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak il sınırları içinde yaşayan 60 bin kişiye yeni yerleşim yerleri bulmak gerekecek. ÇED raporunda, 1997 nüfus sayımı baz alınarak hesaplandığı belirtilen ve yeniden yerleştirilmek zorunda olan bu 60 bin kişi, Hasankeyf ilçesi dışında, 4 belde, 95 köy ve 99 mezradan oluşan toplam 199 yerleşim merkezinde yaşıyor. Bölgede göç sorunun halihazırda korkunç boyutlara ulaşmış olması, bu konuyu en az kültürel miras sorunu kadar öne çıkarıyor. 1990'lı yıllarda yaşanan göçler zaten Diyarbakır, Batman ve Urfa gibi birçok kentin nüfusunu üçe katlamış durumda. Başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu’da büyük bir sorun haline gelen gecekondulaşma, kapkaç ve hırsızlık gibi birçok sosyal problemin ardında kentlere göç etmek zorunda kalan aileler yatıyor. Köylerinde kendi yetiştirlikleriyle en azından açlıktan uzak yaşayan bu insanlar kentte geçimlerini sağlayamıyor. GAP projesi kapsamında faaliyete geçmiş olan diğer baraj projelerinden dolayı göç etmek zorunda kalan insanlara verilen tazminat ve ev sözlerinin de yerine getirilmemiş olması, bu proje sonunda da aynı hayal kırıklığının yaşanacağı konusunda şüpheleri arttırıyor.

İş sağlayacağı muamma
Konsorsiyum ortaklarıyla Ilısu projesine karşı çıkanlar istihdam rakamları konusunda da farklı görüşlere sahip. İnşaat ortakları Batman, Şırnak, Mardin ve Diyarbakır illerinde “80 bin kişiye iş ve aş sağlanacağını” söylerken yöredekiler sadece birkaç yıl boyunca 3 bin 500 kişiye iş sağlanacağını öne sürüyor. Hasankeyf’in sular altında kalmamasını isteyenlerin baraja alternatif önerileri de kişiden kişiye değişiyor. Ilısu barajı yerine üretilecek enerjinin rüzgar, güneş ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması, enerji verimliliği ve kayıpların azaltılması ya da bir büyük baraj yerine birkaç küçük baraj yapılarak, baraj göllerinde biriktirilecek su seviyesinin daha aşağıda tutulması bunlardan birkaçı. DSİ ve inşaatı üstlenen firmalar ise bu projelerin ya daha pahalıya malolacağını ya da gereken ihtiyaca yanıt vermeyeceğini öne sürerek, alternatif projeleri geri çeviriyor.

Baraj inşaatının Hasankeyf gibi tarihi Roma uygarlığına kadar uzanan ve
Akkoyunlulardan Perslere, Osmanlılardan Asurlulara kadar 30'a yakın farklı uygarlığa ev sahipliği yapmış bir kenti sular altında bırakacak olması da bir başka itiraz noktası. Hasankeyf Gönüllüleri Derneği ayrıca bu projenin aradan geçen onca yıla rağmen hala aynı ana hatlarıyla tekrar gündeme getirilmesine ve orada yaşayan insanların görüşlerinin dikkate alınmamasına da oldukça tepkili. Kayalıklardaki mağaralarda az sayıda da olsa hala yaşayanların olduğu, yaz aylarında Dicle'nin buz gibi sularıyla serinlediğiniz ve şimdi sadece ayaklarıyla ayakta kalmaya çalışan köprünün üzerinden güneşin batışını izlerken, köprüden kimlerin geçtiğini düşündüğünüz Hasankeyf'in tarihi kalesi yine savunmada anlayacağınız...

Hasankeyf'in tarihi
Batman'ın 36 kilometre güneydoğusunda ve Gercüş ilçesinin 26 kilometre kuzeyinde bulunan Hasankeyf, Anadolu'da Ortaçağ'a ait bütünlüğünü koruyabilen tek kent olma özelliğini taşıyor. Eski kaynaklarda adı "Hısn Kayfa", "Hısn Keyba", "Hısn-ı Keyfa" olarak geçen Hasankeyf'e Roma tarihçileri Kipas, Cehpa, Ciphas isimlerini vermişler. İslamiyet döneminde "Kaya Kalesi" anlamına gelen "Hasın Kayfa" olan kentin adı zamanla Hasankeyf'e dönüşmüş. Hasankeyf'in Geç Asur ve Urartu devirlerine kadar inen bir geçmişi olduğu biliniyor. Bazı tarihçiler, Hasankeyf'teki ilk yerleşimi on bin yıl öncesine dayandırıyor.