İklim krizi dünyayı bunaltıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Temmuz 2022

Photo by Matt Palmer on Unsplash
İngiltere’de tarihi sıcaklık rekorları kırıldı. Yunanistan, İspanya ve Fransa, bizim gibi orman
yangınlarıyla boğuşuyor. Güney Avrupa’da sıcak hava dalgası nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı şimdiden binin üzerine çıktı. Çıkan yangınlar nedeniyle Londra İtfaiyesi, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra en yoğun gününü yaşadı.

Baştan söyleyeyim, bir şehirde sıcaklık rekorunun kırılmasına, en soğuk günün yaşanmasına bakarak, “işte iklim krizi” diyemeyiz. İklim inkarcısı trollerin aksine biz bilimin ve bilimsel olanın peşindeyiz. İklim bilimi bize, sıcaklık ve yağış rekorları gibi aşırı hava olaylarının sık sık tekrar edeceğini ve şiddetini artıracağını söylüyor. Olan tam da bu. Geride bıraktığımız son 7 yıl gezegenin tanıklığı ettiği en sıcak 7 yıl oldu. Hepsinin arka arkaya gelmesi elbette tesadüf değil.

Sosyal medyada boy gösteren iklim trolleri size bundan bahsetmiyor, “bu yıl sıcak, daha önce de sıcak yıllar olmuştu” diyor. Ya da soğuk bir kış gününün ardından, “hani ısınıyorduk” diye yazıyorlar. Halbuki durum trollerin anlayamadığı kadar ciddi. Dünya Meteoroloji Örgütü, “1980’den bu yana her 10 yıl bir önceki 10 yıldan daha sıcak. Bunun devam etmesi bekleniyor” diyor. Troller ya bilerek ya da “trol” oldukları için bu bilimsel uyarıları görmezden geliyor.

Birleşmiş Milletler Afet Riski Azaltma Ofisi (UNDRR) 2000 ile 2019 yılları arasındaki en ölümcül 10 afeti sıralamış. Altısı deprem ve tsunamiyle ilgili, kalan dört afet ise aşırı hava olayları sonucunda meydana gelmiş. 2010’da Rusya’da 55 bin kişi sıcak hava dalgası, aynı yıl Somali’de 20 bin kişi kuraklık, 2008’de Myanmar’da 138 bin kişi fırtına, 2003’te Avrupa’da 72 bin kişi sıcak hava dalgası nedeniyle hayatını kaybetmiş. Sıcak hava dalgalarının Türkiye’deki sonuçları konusunda elimizde fazla veri yok ama Dünya Sağlık Örgütü bizi de en kırılgan ülkeler arasında gösteriyor.

Türkiye’nin 2021 yılındaki ortalama sıcaklığı 14,9 derece ile 1981-2010 yılları ortalamasının 1,4 derece üzerindeydi. 2000 yılından bu yana, bir yıl hariç her yıl ortalama sıcaklık sapması hep yukarı yönlü oldu. 21 yılda sadece bir yıl ortalamalara göre serin geçerken diğerleri hep sıcaktı. İklim krizi Türkiye’de daha çok sel, yangın, hortum ve kuraklıkla kendini gösteriyor. Biz ise iklim kriziyle şiddeti ve sıklığı artan aşırı yağışların, altyapısı kötü kentlerde daha büyük felaketlere yol açacağını bile söyleyemiyoruz. Siyasi beklentileri de öne çıkararak sadece altyapıya odaklanarak bu olayları iklim krizi bir etken değilmiş gibi değerlendirmeye devam ediyoruz. Kentleşme konusunda bizden daha iyi durumdaki Avrupa kentlerinde de sel baskınlarının can ve mal kaybına yol açtığını, orman yangınlarının orada da olduğunu görmüyor gibiyiz. İklimi değiştiren kömürlü termik santralları kapatmak için tarih veremeyen Avrupa’daki beş ülkeden biri Türkiye ama konu bir türlü oraya gelmiyor.

İklim krizinin yol açtığı sorunlara karşı önlemler almak zorundayız ancak bu bizi krizden tamamen koruyamaz. Krizden çıkmak için enerjiden gıdaya, ulaşımdan üretime her alanda başka bir dünya kurmalıyız. Kapitalizmden vazgeçmek de diyebiliriz çünkü trolleri de yanlış bilgilerle besleyen aslında değişmek istemeyen bu sistemin ögeleri. Kazancını petrole borçlu ExxonMobil’in 22 yılda 37 milyon doları iklim inkarcısı gruplara verdiği biliniyor. Troller, kulağa hoş gelen iklim inkarcısı metinleri yayarak kimlere hizmet ettiğinin belki de farkında bile değiller. Bazıları da bizzat petrol, kömür, nükleer ve gaz endüstrisindeki işlerini korumayı, insanlığı korumaya yeğliyor. Nükleer demişken; iklim krizinden bizi kurtaracak denen nükleer santrallar, soğutma sularının havayla birlikte ısınması nedeniyle Belçika ve Fransa’da ya durduruluyor ya da düşük kapasitede çalıştırılıyor. Sıcakta çalışamayan atom santralları bizi kurtaracak öyle mi? Tam bir komedi!

İklim krizinin doğaya, ekonomiye verdiği zararın yanında can kayıplarıyla hayatımızı doğrudan etkilediği günlerde, Trollerin, o saçma sapan komplo teorilerini yayarak binlerce insanın hayatını riske attığının farkında olduğunu bile sanmıyorum. Trol, karakteri gereği araştırma yapmayı sevmez, bilimle ilgilenmez ve güneşten nefret eder. Yerin altında olmayı tercih ettiği için de fosil yakıtlara yakın, iklim krizinden çıkışta önemli bir role sahip güneş gibi enerji kaynaklarından uzaktır. Siz de trollerden uzak durun.

3,2 milyar dolar nerede

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Temmuz 2022

Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’na taraf olmasının üzerinden dokuz ay geçti. Türkiye’nin anlaşmaya taraf olma kararını açıklamasından önce Dünya Bankası, Almanya ve Fransa, 3 milyar 157 milyon dolarlık kaynağın Türkiye’ye verileceğini açıklamıştı. Arkasından hemen imzalar atıldı. Türkiye de anlaşmaya taraf olmak için kendisine mali destek verilmesini istiyordu. İklim müzakereleri sürecindeki 197 ülke içinde anlaşmaya taraf olmayan altı ülkeden biri olan Türkiye bir anda fikrini değiştiriverdi.

3,2 milyar doların kaynağını Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yeşil İklim Fonu” diye açıkladı, haberlere de haliyle böyle geçti. İklim gazeteciliği bir kez daha kötü bir sınav verdi ülkemizde. Türkiye yıllardır Yeşil İklim Fonu’na dahil olmak istediğini söylüyordu ancak iklim müzakerelerindeki statüsü gereği olmayacak bir işti bu. Onaylamak adına Dünya Bankası Türkiye Ofisi’ne de sordum. 3,2 milyar doların 2 milyar doları Dünya Bankası’ndan, kalanı ise Fransa ve Almanya’dan gelecek. Kredi, hibe ve projelere harcanacak. Koordinasyonun Türkiye ayağında Hazine ve Maliye ile Çevre, Şehircilik, İklim Değişikliği bakanlıkları var. Peki ama nerede bu 3,2 milyar dolar?

Şimdi aldığım duyumları paylaşayım. Henüz kredi, hibe ve projeler konusunda bir anlaşma yok, para kullanıma açılmamış. Fonun büyük bir miktarının da kredi şeklinde kullandırılacağı belirtiliyor. Yanıtsız bırakılan sorular da var. 3,2 milyar dolarlık kaynağın çarçur olmaması için bu konuda daha fazla şeffaflık gerekiyor. Türkiye tarafı mı yoksa Dünya Bankası, Almanya veya Fransa mı bunu yapar bilmiyorum ancak bu fonun nerede, nasıl kullanılacağı kamuoyuyla paylaşılmalı.

Kasım ayında Mısır’da yapılacak Taraflar Toplantısı’na (COP27) yeni bir Ulusal Katkı Beyanı vermek zorundayız. Bu beyanda seragazı emisyonlarının 2030’a kadar nasıl bir yol izleyeceği gösterilecek. Umarım, kömür santrallarını kapatacağımız tarihi veya ipuçlarını da bu beyanda görürüz. Türkiye’nin iklim konusunda yapılacaklar listesi dağ gibi büyüyor. Sınırlı kaynaklar ciddi hedefleri hayata geçirme yolunda kullanılmalı. Eğitim, kapasite geliştirme ya da şaşalı ama başarısız İklim Şurası benzeri toplantılara harcanmamalı.

***
Cüneyd Zapsu Akkuyu’da
Geçtiğimiz hafta dünya kamoyunu sarsan bir gelişme oldu. İnternet üzerinden araç çağırma servisi sunan Uber’in kirli dosyaları açığa çıktı. DW Türkçe’de Pelin Ünker’in detaylı haberinde, Türkiye’de taksicilerin tepkisiyle karşılaştığı dönemde Uber’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ulaşmaya çalıştığı yazıyor. Başka ülkelerde de benzer lobi faaliyetleri yürüten Uber, Türkiye’de AKP’nin kurucularından, eski milletvekili Cüneyd Zapsu’dan da danışmanlık almaya çalışmış. 2001-2008 tarihleri arasında AKP’nin Merkez Yürütme Kurulu üyesi de olan Zapsu, 2008 yılında aktif siyaseti bırakarak Cüneyd Zapsu Danışmanlık A.Ş. şirketini kurmuştu. Sızan kayıtlara göre Zapsu, Uber’den üç aylık danışmanlık işi için 150 bin dolar istemiş. Fiyatta anlaşamamışlar ancak Uber’in üst düzey bir yöneticisi, “Fiyat çok yüksek ama muhtemelen Türkiye'de gerçekten büyümemizin tek yolu Cüneyd Zapsu gibi nüfuz sahibi birinin bizi önemli Türklerin radarına sokması” yorumunu yapmış. İstanbul’daki yemekli buluşmada Zapsu’nun şirketi Uber’in işlerini kolaylaştıracak 30 kişilik bir liste çıkarmış, aralarında valiler, belediye başkanları da var…

Zapsu’nun pek bilinmeyen bir başka işi daha var. Rusya’nın yüzde yüz hissesine sahip olduğu ve yapımı süren Mersin’deki Akkuyu Nükleer Santralı’nın Yönetim Kurulu’nda Türkiye’den tek bir isim var; Cüneyd Zapsu. Akkuyu Nükleer A. Ş.’nin 25 Eylül 2013 tarihindeki Olağanüstü Genel Kurul toplantısıyla ilk defa Yönetim Kurulu'na giren Zapsu, halihazırdaki yönetimin de bir üyesi. İlk Yönetim Kurulu üyeliği 14 ay süren Zapsu’nun alacağı ücret de 3 Eylül 2014 tarihinde yapılan olağanüstü toplantı çağrısında, ayrı bir gündem maddesi olarak kayda geçmiş. Arada Yönetim Kurulu’ndan çıksa da en uzun dönem kurulda kalan isimlerden biri. 12 yıldır Türkiye’den başka bir isim Akkuyu Nükleer’in Yönetim Kurulu’na girmedi.

Uber dosyasına bakınca Akkuyu Nükleer A.Ş. için Zapsu’yu çekici kılan unsurun ne olduğu haliyle merak konusu oluyor.

Sağ partiler nükleer ve gaza can simidi attı

Özgür Gürbüz-BirGün / 8 Temmuz 2022

Avrupa Parlamentosu’nda iki gün önce yapılan oylamada, AB Taksonomisi adı verilen bir sınıflandırma sistemine nükleer enerji ve gazın (doğalgaz) eklenmesi 278’e karşı 328 oyla kabul edildi. 50 oy farkla yeşile boyanan bu iki kirli enerji kaynağı, belirli koşulları karşılamak kaydıyla AB Taksonomi listesine alınabilir.

Alınabilir diyorum çünkü süreç bitmedi. 27 üye ülkeden 20’si bu kararı veto ederse tasarı iptal edilir. Fransa gibi nükleer endüstriye bel bağlamış ülkelerle, Rusya’dan gaz almakta sorun görmeyen Bulgaristan, Macaristan gibi ülkeler iki enerji türünden birini desteklediği için veto zor görünüyor. Ukrayna’nın işgaline kadar Almanya da nükleer ve kömürden vazgeçerken gazı kullanma derdindeydi; durum şimdi değişti. Parlamentodaki oylama aslında politik bir ders niteliğindeydi. Aşırı sağcı partilere üye milletvekillerinin neredeyse tamamı, liberal ve Hristiyan demokratların da çoğunluğu nükleer ve gaza yeşil ışık yaktı. İki kirletici enerji endüstrisinin arkasında sağ partilerin olması herhalde tesadüf değil. Yaşadığımız ekolojik yıkımın sağ siyasetle net bir bağı var.

FİNANS KURULUŞLARI DA TEPKİLİ
Veto gerçekleşmezse de iş bitmiyor. Kararı mahkemeye taşıyacak uzun bir liste oluşmaya başladı. Lüksemburg ve Avusturya’nın yanı sıra Greenpeace, Client Earth gibi birçok sivil toplum örgütü de şimdiden mahkeme sırasına girdi. Avrupa Adalet Divanı yolu göründü.

AB kararıyla nükleer yeşil de olmadı. AB’nin böyle bir otoritesi yok. Olmadığını da hemen görmeye başladık. Avrupa Yatırım Bankası, Financial Times’a kararı görmezden geleceklerini söyledi. Danimarka Emeklilik Fonu da nükleer enerjinin yenilenebilir enerji enerji gibi uygun finans araçlarına ulaşmasını kabul etmeyeceklerini açıkladı.

NÜKLEER ATIKLARA YER LAZIM
AB Taksonomi listesinde olmak özellikle finansman açısından önemli. Finans kuruluşları kredi verdikleri projelerin AB Taksonomi listesinde olması halinde sürdürülebilirlik raporlarını olumlu notlarla dolduracak. Bu durum gaz ve nükleer enerjiye daha fazla finansman sağlayabilir ancak birçok kıstası da yerine getirmek zorundalar. Örneğin, doğalgaz santralları için ürettikleri kilovatsaat elektrik başına en fazla 270 gram karbondioksit eşdeğeri seragazı salma sınırı ve 2035’te yenilenebilir enerjiye geçme şartı var. Bugün gördüğümüz birçok doğalgaz santralı bunun bir buçuk katı emisyon değeriyle çalışıyor. Taksonomi, nükleer santrallardan çıkan yüksek seviyeli radyoaktif atıkların depolanacağı (bu atıklar binlerce yıl radyoaktif kalıyor) yerin planlarını görmek istiyor ve en geç 2050’de çalışmaya başlamasını şart koşuyor. Dünyada şu anda böyle bir depolama tesisi yok. Yerin altına nükleer atıkları gömmeye orada yaşayan kimse sıcak bakmıyor haliyle.

KARAR BİLİMİ HİÇE SAYIYOR
Nükleer atıkların sürdürülebilir sayılması, politik, ekolojik ve bilimsel açıdan kabul edilemez. Dört beş yıllığına seçtiğiniz bir hükümetin 240 bin yıl radyoaktif kalacak atık üretmeye karar vermesi demokrasi kavramıyla çelişiyor. Nükleer kazalar ve atıklar, taksonomi listesine girmek için gereken altı ana kıstastan biri olan “biyoçeşitlilik ve ekosistemlerin korunması ve restorasyonunun sağlanması” ilkesini alenen ihlal ediyor. Karar, bilimin ihtiyatlılık ilkesini de hiçe sayıyor. Ortada dağ gibi kaza riski var. AB Ortak Araştırma Merkezi’nin kaza riskini, atıklarla ilgili belirsizliği görmezden gelmesi gerçekten ilginç. Dava süreçlerinde de bu merkezin hazırladığı rapor, itirazların odak noktasında olacak.

NÜKLEER HÂLÂ PAHALI
AB’de olan biteni uzaktan izleyen Türkiye’deki atomseverlerin bu kararı nükleer enerjiyi aklamak için kullanmaya çalışacağı ortada. Hatırlatalım. Nükleer enerjinin gerilemesindeki tek neden onun kirli ve tehlikeli bir kaynak olması değil; pahalı olması da bir başka etken. Dün İngiltere’de yapılan rüzgar enerjisi ihalesinde ortaya çıkan fiyat nükleerden 4 kat daha ucuzdu. Türkiye’de de durum aynı. Nükleer endüstri bu yüzden taksonominin peşine düştü, biraz olsun ucuz finansman bulup, maliyetini düşürmeye çalışıyor yoksa güneşle, rüzgarla rekabet şansı yok. Aradaki fark ucuz finansmanla kapanamayacak kadar yüksek. Endüstriyle yakın ilişki içinde olan sağ partiler iktidarda değilse Avrupa’da ve Türkiye’de nükleer lehine fazla bir şey değişmez. Verilecek teşvikler zaten nükleeri ucuzlatmıyor, maliyeti yurttaşların sırtına yüklüyor. Türkiye’de olduğu gibi.

PUTİN’İN EKMEĞİNE YAĞ SÜRDÜ
Taksonomi listesine nükleer ve gazı ekleme çalışması Ukrayna konusunda da AB içinde sorun yarattı. Gaz ve nükleere getirilecek ayrıcalıklar, nükleer yakıt ve gaz tedarikçisi Rusya’nın da işine gelecek. The Guardian gazetesine konuşan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli üyesi bilim insanı Svitlana Krakovska, “Şoktayım, AB Parlamentosu Rusya’dan alınacak fosil gaza gidecek milyarlık kaynağı onayladı” derken, Ukrayna Milletvekili Inna Sovsun, “Putin bugün sevinçle ellerini ovuşturuyor. Gaz ve nükleerin taksonomiye eklenmesi Rusya Devlet Başkanı’na büyük bir hediye oldu. Bu karara karşı çıkan 278 cesur milletvekiline teşekkür ederim” açıklamasını yaptı.

Ukrayna’nın işgaliyle Avrupa’da işler iyice kontrolden çıkmışa benziyor; sapla saman birbirine karıştı.

Dünyada rüzgar enerjisi


GWEC (Global Wind Energy Council) Küresel Rüzgar Raporu'nu açıkladı. Rapordan önemli gördüğüm yerleri kısaca özetledim. Ara ara karşımıza çıkan rüzgar enerjisinin sorunlarıyla ilgili paylaşımlar hakkında da kısa bir yorumum var, umarım ilginizi çeker.

Özgür Gürbüz / 6 Temmuz 2022

2021 yılında 93,6 GW'lık yeni rüzgar gücü kuruldu; tarihte en çok rüzgar santralı kurulan 2. yıl. Yeni rüzgar santrallarının yarısı Çin'de, onu ABD, Brezilya ve Vietnam izliyor. 

Türkiye yeni rüzgar gücü kurulumunda dünyada 9. sırada. 2021'de 1,4 GW yeni güç eklendi, hepsi karada. Açık deniz (deniz üstü) santrallarının potansiyelini ölçmek için Dünya Bankası destekli bir çalışma öngörülüyor ama gecikti. 2018'de de 1,2 GW'lık ihaleye giren olmamıştı.

Rüzgar enerjisinde açık deniz santralları giderek öne çıkıyor. Dev türbinler kurulabiliyor, rüzgar daha kuvvetli ve sürekli esiyor. Bu konuda da Çin liderliği eline aldı. 2021'de 21,1 GW açık deniz santralı kuruldu, bunun yüzde 80'i Çin'de.

Deniz üstü rüzgar santrallarında Çin'i, Birleşik Krallık, Vietnam, Danimarka ve Hollanda izliyor. Vietnam bugüne kadar rüzgar enerjisinde adı pek duyulmayan bir ülkeydi. 2021'e kadar 0,5 GW'lık bir gücü vardı. 2021'de bunu 3,2 GW'a çıkardılar; karada ve denizde ilk 4'teler.  

 

Vietnam 8. Enerji Gelişme Planı taslağında 2050 yılı için net sıfır hedefi de yer alıyor. Bağlayıcı hedef önemli. Bu da yenilenebilir enerjiyi öne çıkarıyor. 2045'te toplam rüzgar gücü 140 GW'ı bulabilir. (Fikir vermesi için: Türkiye'nin tüm santrallarının kurulu gücü 100 GW)

Brezilya bir süredir rüzgar enerjisi gücünü artırıyor, geçen yıl 3,8 GW daha ekleyerek çıtayı yükseltti ancak asıl konuşulan açık denizde 100 GW'ı bulan potansiyelin çevresel etki değerlendirme sürecine başlanması. Rakamlar gerçekten de çok büyük

Kulağa hoş geliyor ama benim üretime odaklanan bu ve benzeri rapor değerlendirmelerinde eksik gördüğüm yanımız, arza bu kadar odaklanırken talep tarafını göz ardı etmemiz. Rüzgar sektörünün çalışmasında talep yönetimini beklemiyorum elbette ancak aralarındaki ilişki kritik.

İklim başta olmak üzere enerji kaynaklı sorunun çözümü için daha çok rüzgar santralı kurulması kaçınılmaz ama asıl başarı talebi mümkün olan en aşağı seviyeye çekerek bu hedefe ulaşabilmek. Daha az santralla murada ermek de diyebiliriz. Enerji yoğunluğunu düşürmek, enerji tasarrufu yapmak ve daha sonra kalan talebi doğru yenilenebilir enerji projeleriyle karşılamak. Aklımdaki formül kısaca bu.

Rüzgarla ilgili eleştirileri de görüyorum. O yüzden talep yönetimini daha fazla vurgulama ihtiyacı hissediyorum. Elimizdeki en "çevreci" elektrik üretme biçimlerinden biri rüzgar; tartışmasız. Sorunlar var. Kanatların geri dönüşümü ve yeniden kullanımı için çalışılıyor, kanatları taşırken yollar açılıyor, az da olsa beton dökülüyor, kuşlar için risk. tüm bunlara rağmen diğer enerji üretim biçimlerine göre hâlâ avantajlı. En düşük karbon emisyonuna sahip kaynak. Atık çok az. Radyasyon tehlikesi yok. Külü, havayı kirletmesi yok.

Unutulan şu, endüstriyel toplumda yaşamayı kabul etmiş bir insan doğaya verilen bu ve benzeri hasarı çok normal kabul ettiği günlük yaşamında her gün defalarca tekrarlıyor. Yıllardır araçlarla yolculuk yapanlar otomobilin aküsü ne oluyor diye hiç sorgulamıyor.

Giydiği kıyafetlerin üretimi sırasında harcanan kimyasalları, suyu, üretimi yapan makineleri çalıştıran yağı görmüyor. Cep telefonundan, bilgisayarından ayrılamıyor ama onların elektrik depolamada kullanılan lityum batarya ile çalıştığını kimse hatırlatsın istemiyor.

Yediğimiz her gıdanın endüstriyel üretim olduğunu, elektrikle üretildiğini, paketlendiğini ve hatta ileride taşınacağını biliyoruz ama rüzgar santralıyla ilgisini kurmak istemiyoruz. Elektriğin hayatla bağını görmezden geliyoruz. Rüzgar ve güneş gibi kaynaklara ben "çevreci" veya "yeşil" diyorum. Ekolojist değiller. 😐 

Gerçek bu, elektrik, enerji istiyorsak güneşten, rüzgardan daha iyisi yok. Çamaşır makinesiz yaşamak elbette doğa için en iyisi ama bunun için gerekli olan toplumsal konsensus zor görünüyor.