Yargı havalimanına 'iklim için dur' dedi

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Şubat 2017

İstanbul’da 2,5 milyon ağaç ve o ağaçların parçası olduğu ekosistemde yaşayan yüzlerce canlı 3. Havalimanı projesi için yok edile dursun, Avusturya’nın Federal İdare Mahkemesi, benzer bir projede doğa lehine karar verdi. Avusturya’nın başkenti Viyana’daki havalimanına eklenmesi düşünülen üçüncü piste dur diyen mahkemenin itiraz gerekçesi iklim değişikliği. Yol kenarına fidan dikerek çevreci olduklarını sananlar iyi okusun. Mahkeme, “Projenin olumlu yönleri, çok miktarda karbondioksit emisyonunun yaratacağı kirliliği meşrulaştıramaz” dedi. Uçaklar yakıt tüketimlerinin fazla olması nedeniyle diğer araçlara göre daha fazla seragazı üretiyor; iklim değişikliğine neden oluyor. Mahkeme de sefer sayısının artmasının dünyanın iklimini değiştireceğini söyleyerek havalimanının büyümesine izin vermedi.

Bizim 2,5 milyon ağacı göz kırpmadan kesmemiz, yerinden etmemiz tarihe kara harflerle, Avusturya’nın ekonomik büyüme, gelişme gibi argümanları bir yana bırakıp iklimi koruma adına daha fazla uçağa hayır demesi ise yaldızlı harflerle yazılacak. Bizde olsa iklim değişikliğini sadece Çin ve ABD’nin sorunu yapar, parayı da her şeyin önüne koyardık. Avusturya’nın seragazı emisyonları bizden daha az (yaklaşık 7’de 1’i) ama kendilerini dünyanın geleceği konusunda bizden daha sorumlu hissediyorlar. Şimdi gözler bir üst mahkemede. Havalimanını işleten şirket karara itiraz edeceğini söylüyor. Yılda 23 milyon yolcu kapasiteli havalimanı ülkeye 1 milyar avro civarında vergi geliri sağlıyor. Bakalım bu rakamlar mı yoksa çevre mi kazanacak?

Gelişmiş ülke dediğin artık uçak, araba sayısıyla ölçülmüyor. Bağımsız mahkemeler, halkın söz hakkı, çevreye gösterilen saygı bir ülkeyi gelişmiş yapıyor. Avusturya’nın kararı çevre hukuku açısından da çok önemli. İleriki günlerde iklim için durdurulan başka projelere de rastlayabiliriz.

Hava kirliliğinde dış güçleri geride bıraktık
Futbolda, ekonomide, eğitimde hep geride kalmak çoğumuzun moralini bozuyordu. En sonunda dış güçleri geride bıraktığımız bir alan bulduk. Hava kirliliğinde Türkiye Avrupa’daki hemen hemen her kenti geçerek, en kirli 10 kent listesine 8 kent sokmayı başardı. Guardian gazetesinin Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerini kullanarak yaptığı sıralamada, PM 2,5 değerleri esas alındı. Bunlar, havada bulunan insan saçının çapından üç kat küçük partiküller, soluduğumuzda sağlığımızı ciddi anlamda tehdit ediyorlar.

Listenin birinci sırasında Makedonya’dan Tetova var, onu Batman, Gaziantep ve Hakkari İzliyor. Bosna’dan Tuzla’nın yanısıra Siirt, Karaman, Iğdır, Isparta ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun memleketi Afyon, Avrupa’nın havası en kirli 10 kenti arasında yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü PM2,5 değerlerinin yıllık ortalamasının metreküpte 10 mikrogram olması gerektiğini söylüyor. Batman’da bu rakam 67, Isparta’da 52. Sınır değerin 5-6 kat üstündeyiz. Hava kirliliğinin kaynakları belli. Enerji üretimi (başta kömür), ulaşım ve sanayi. Bir de bu kirliliği büyüten nedenler var. Bunun başında da çarpık kentleşme geliyor. Dev binalarla doldurduğunuz, parksız, yeşil alansız, trafiği sıkışık kentler hava kirliliğine davetiye çıkarıyor. PM 2,5 verilerinin yüksek olması ise özellikle ulaşım kaynaklı kirliliğe dikkat çekiyor. Avrupa’da dizel araçlar bu nedenle gözden düştü. Bizde ise ekonomik nedenlerden dolayı tercih ediliyor. Türkiye’de dizel otomobillerin pazar payı yüzde 62, dünyadaki en yüksek rakamlardan biri[1]”. Dizel araçlara sınırlama şart. Toplu taşımayı ihmal ederek, dev kentler yaparak, yeşil alanları yok ederek, hava kirliliğinin Türkiye’de daha çok can almasına, daha fazla insanı hasta etmesine davetiye çıkarıyoruz.

İzmir’den örnek proje
Ulaşım kaynaklı hava kirliliğini önleme konusunda belediyelere de büyük iş düşüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi güzel bir adım attı; 20 elektrikli otobüsü denemeye başladı. Her şey yolunda giderse İzmir’de elektrikli yolcu otobüsü sayısı 400’e çıkacak. Otobüslerin menzili 250 km. Elektrikli araçlar gürültü ve egzoz gazı kirliliğine neden olmuyor ama bu sizi yanıltmasın. Sonuçta, otobüsün akülerini doldurduğunuz elektriğin hangi kaynaktan üretildiği önemli. O elektrik bir kömür santralinden geliyorsa hava yine kirlenir. İzmir Büyükşehir Belediyesi o konuyu da düşünmüş. Otobüslerin elektrik ihtiyacının (en azından bir kısmının) karşılanması için garaj ve son duraklara güneş panelleri yerleştirilecek. Güneş enerjisiyle çalışan otobüslerin dünyadaki en çevreci ulaşım seçeneği olduğunu söyleyip İzmir’e teşekkür edelim. Belediye, Kültürpark projesi için yapılan itirazları da değerlendirirse ‘yeşil belediyecilik’ konusunda herkese örnek olabilir.

[1] İPM, Türkiye’de Otomotiv Sektörüne Bakış, Peter Mock.

İklim felaketlerinin Türkiye’ye maliyeti 12 milyar

Özgür Gürbüz-BirGün/10 Şubat 2017

Neredeyse haftada bir doğa katliamı için yasa çıkaran, yeni proje açıklayan Türkiye, iklim değişikliğini durdurmak için altına imza attığı Paris Anlaşması’nı hâlâ onaylamadı. İmza atan 197 ülkenin 129’u anlaşmayı resmileştirirken Türkiye seyirci. Seyirci kalmanın elbette bir bedeli var. Tarlada ürün kaybı, selde can kaybı, düşük karbon ekonomisine geçmeyerek kaçan fırsatlar…

Varlıkla, fonla ilgilenenler için artık bu kaybın bir faturası da var. Avrupa Birliği Çevre Ajansı’nın son raporu*, bu büyük tehlikeden kaynaklanan maddi faturayı hesaplamış. Türkiye’nin seyrettiği ve bir yandan da kazana daha fazla kömür atarak körüklediği iklim değişikliği son 30 yılda Türkiye ekonomisinden 12 milyarı alıp götürmüş. Ve bu daha başlangıç!

1980-2013 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen aşırı iklim olaylarının (seller ve kuraklıklar gibi) faturası 3,04 milyar avro (12 milyar TL). Gözünüze az görünmesin, hesap yapılırken felaketlerin sonucu doğrudan meydana gelen hasarlar hesaba katılmış. O nedenle bu rakamı “en az” diye okumak doğru olur. İkinci kritik nokta da ekonomik hasarın iklim değişikliğine paralel bir şekilde son yıllarda artmış olması. 1980’lerde Avrupa’daki maddi hasar yılda 7,6 milyar avrolarda dolaşırken 2000’li yıllarda bu ortalama 13,7 milyar avroya dayandı. Türkiye’nin aşırı iklim olaylarına bağlı hasarı da her geçen yıl artacak. Söz konusu felaketlerin sonuçlarının sadece maddi olmadığını da unutmayalım. Sıcak hava dalgaları gibi Türkiye’yi etkileyecek iklim felaketleri Avrupa’daki maddi hasarın yüzde 5,4’üne neden olurken ölümlerin ise yüzde 67’sinden sorumlu.

Projeksiyonlar bu kayıpların artmaya devam edeceğini gösteriyor. Türkiye’nin ihracat gelirlerinin beşte birini oluşturan turizm sektörü (GSMH’nın yüzde 6,2’si) iklim değişikliğinden etkilenecek. Özellikle güney bölgelerde ısınan hava, turist sayısını azaltabileceği gibi, turizmcilerin giderlerini de artıracak. Klima maliyetleri artacak, su bulmak zorlaşacak. Tarım sektöründe ürün ve üretim kaybı yaşanacak. Bunlar beraberinde işsizliği de getirecek. Hepimizin yaşamı da su sıkıntısından, gıda fiyatlarının artışına kadar birçok etken nedeniyle zorlaşacak. Sağlık sorunlarını görmezden gelseniz bile sağlık harcamalarının maddi yükü ağırlaşacak.

Türkiye, iklim değişikliği konusunda örnek ülke olabilir ve dünyadaki değişime yön verebilir. Enerjiden tarıma, iklim dostu politikaları hayata geçirebilecek fırsatlara sahip bir ülkede yaşıyoruz. İklim politikaları, jöleyle 100 yıl öncesinin politikaları arasına sıkışmış ekonomimiz için de bir fırsat yaratıyor. Görebildiğim kadarıyla mevcut hükümetin vizyonu bunu görmeye yetmiyor. Görüşü engelleyen sorunu da biliyoruz. Halk arasında bu hastalığa “kömür karası” deniyor.

Nallıhan’ın kuşları uçmuyor mu?
Söz kömürden açılmışken geçen hafta bahsettiğimiz termik santral ihalesi gerçekleşti. Çayırhan B termik santrali ihalesini Kolin-Kalyon-Çeliker grubu kazandı. Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü yazımı okuyup bir düzeltme göndermiş. Kısaca, Nallıhan Kuş Cenneti olarak bilinen saha, Davutoğlan Yaban Hayatı Geliştirme Sahası (YHGS) içerisinde yer alır, o da yapılması planlanan termik santrale 2,5 kilometre uzaklıktadır diyorlar. Koruma çalışmalarının hedefinin “su kuşları” olduğunu da belirtmişler. Termik santralin yapılacağı yer koruma sahası derken zaten ben de bunu kastetmiştim. Koruma sahasının 2,5 kilometre ötesine; hem de halihazırda bölgede bir termik santral varken bir tane daha ekleniyor. Bunun koruma sahasını etkilememesi mümkün mü? Özetle söylersek kuş bu, uçuyor. Termik santralden çıkan kül de öyle. Umarım Milli Parklar incelemesini yapar ve bu projeye karşı çıkar. Oradaki canlıların hayatı onlara emanet edilmiş sonuçta.

Kömür sevdalılarına da soralım. Koruma sahasına kül gitmeyeceğini, bölgenin asit yağmurlarına maruz kalmayacağını, suyun kirlenmeyeceğini yüzde yüz garanti edebilir misiniz? İklimi değiştiren karbondioksiti önleyecek dünyada hiçbir teknoloji yok, nasıl olur da kömürü savunmaya devam edersiniz? 

***
15 Şubat Çarşamba günü Ahmet Şık’ın İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde duruşması var. Haksızlığa, hukuksuzluğa dur demek ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak için o duruşmayı izlemeliyiz.

*
Climate change, impacts and vulnerability in Europe 2016.

Ormanı trenle gezer kuş cennetinde kömür yakarız

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Şubat 2017

Dünyadaki herhangi bir ülkede çocuklardan hayallerindeki en güzel ormanın resmini çizmesini istesek herhalde çoğu içinden dere geçen, çeşitli hayvanların dolaştığı, çiçekler içinde bir orman çizer. Bizim memlekette ne olur sizce? Orman çizmesini istediğimiz çocuklarımız içinden otoyol, köprü ya da tren geçen bir orman çizse şaşırır mısınız? Ya da ormanın kenarına bir toplu konut kondursa, otoyol kenarına birkaç fidan dikerek “işte orman” dese çok mu sürpriz olur. Çocuklar anlatılanı ve gördüğünü öğrenir. Türkiye’de yeşil diye anlatılan da bu, gösterilen de. Alışveriş merkezlerinin yapay çiçeklerini de unutmayalım.

İstanbul’un Avrupa yakasında oturanların çocuklarına gösterebilecekleri bir orman var; o da Belgrad. İçinde sincapların, domuzların, tilkilerin olduğu tek yer. Ormanın kuzeyine 3. Köprü ile büyük bir darbe vuruldu. Şimdi de turistik tren hattı projesiyle ormanın bütünlüğüne bir darbe daha indirilmek isteniyor. Haliç’ten Kemerburgaz’a kadar uzanan 6,5 kilometrelik bir hattan bahsediyoruz. Orman görmek isteyenler trene binecek, camdan ormana bakacak. Biraz meraklıysa inecek, sonra yeniden trene binip ormana baka baka kente dönecek. Ormanda inek falan kalmadığı için espriler de değişecek. İnekler trene değil, trendeki insanlar ormana bakacak. Garfield misali…

Derdin insanları ormana ulaştırmaksa sorun yok. Belgrad Ormanı’nın yolu var, olmasa daha iyi ama araçlara giriş izni bile var. İsteyene otobüs var. Az mı geliyor, arttır. Sarıyer’e metroyla gelenlere duraklardan özel seferler koy, ormanın kapısında indir. İnsan ormana zaten yürümek, koşmak, temiz hava almak için gidiyor. Trene binmek için ormana gidilir mi? Fikir o kadar garip ki, bu projenin ardından ne çıkacak diye düşünmeden edemiyorsunuz. Tren hattına villalar mı kondurulacak, restoranlar mı açılacak yoksa tren hattıyla parçalanan Belgrad, parça parça orman vasfından uzaklaştırılarak imara mı açılacak?  Olmamış iş değil, 3. Havalimanı, Ağaoğlu’nun Ayazağa gökdelenleri, Volkswagen Arena, Telekom Arena ve daha niceleri İstanbul halkının müşterek alanı Belgrad’dan koparılan orman arazisi üzerine yapıldı. Aynı Atatürk Orman Çiftliği’nin talanı gibi burası da talan edildi ve edilmeye de devam ediliyor. Kuzey Ormanları Savunması basın açıklamalarıyla olayı kamuoyuna taşıdı. İmza kampanyasında şimdiden 30 binden fazla imza var. Belki de eksik olan tek şey sizin sesiniz.

Kuş cennetine termik santral
Foto: Yusuf Aslan/Magma
İstanbul ormandan tren geçirir de Ankara boş durur mu? Durmaz. Onlar da Türkiye’nin sayılı kuş cennetlerinden Nallıhan’a termik santral kondurma derdinde. Bölgede zaten kömürle çalışan Ciner Holding’e bağlı 620 MW gücünde (Yatağan büyüklüğünde) bir termik santral var. Şimdi ondan daha büyük (720 MW) bir başka kömür santrali kurulmak isteniyor. Kömürü çıkarıp, termik santral kurmaya hevesli firmalar da belli. Limak Holding, IC İçtaş, Fina Enerji ve Kolin-Kalyon ortaklığı. Kömüre verilen teşvikler ve çevrenin hiçe sayılması yüzünden Türkiye’de kömür santrali kurmak çok kolay. İşin bir başka trajik tarafı da dünyada kömürden çıkışın çok net görüldüğü günlerde bu işin yapılması. Daha birkaç gün önce açıklanan BP’nin Dünya Enerji Görünümü raporunda, birincil enerji kaynakları içinde kömürün payının 20 yıl içinde yüzde 30’lardan yüzde 20’lere düşeceği belirtildi. Kömür zengini Çin bile aynı rotayı izlerken, güneş ülkesi Türkiye’nin kömür ısrarı birkaç şirketten başka kimseye yaramıyor. Evinizin çatısına güneş paneli koyup, ürettiğiniz fazla elektriği şebekeye satmak isteseniz 40 dereden su getirirler, kuş cennetinin yanına ikinci kömür santrali kurmak isteyenlere soru soran bile yok.

Nallıhan Kuş Cenneti’nde 200’den fazla kuş türü bulunuyor. Burası yaz aylarında alanı kullanan kuşlar için çok önemli bir üreme bölgesi. Bölge yakınlarında üreyen küçük akbaba Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) Kırmızı Listesi’nde yer alan tehlike altındaki bir tür. Ne gariptir ki ÇED raporunda bu türün adı bile geçmiyor. Türkiye’de sayıları azalma eğilimindeki ak kuyruklu kartalların da ürediği bir yer. Sadece onlar mı, balıkçıl ve karabatak kolonileri de yine burada ürüyor. Nallıhan’da temiz su, yiyecek bulabiliyorlar. Suyun kalitesi bozulursa, söğüt ağaçları kurursa buradaki kuşların geleceği tehlikeye girecek. İki termik santralden çıkan küller bu cenneti cehenneme çevirebilir. Üstelik burası 1994 yılında Orman Bakanlığı’na bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından koruma altına alınmış. Onlar itiraz etmiyor bari siz edin. 4 Şubat 2017 saat 17.00’ye kadar itiraz dilekçesi göndermek mümkün. 350ankara.org adresinden dilekçe örneğine ve bu dilekçeleri internet üzerinden nasıl göndereceğinize dair bilgilere ulaşabilirsiniz.

Zizek ve hayal kırıklığı

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Ocak 2017

Geçtiğimiz haftanın çevre gündeminin sürprizi Slavoj Zizek oldu. Sendika.org’da yayınlanan ‘Geri dönüşüm, organik gıda, bisiklet… Dünya böyle kurtarılmaz’ başlıklı makalesi, başlıktan da anlaşılabileceği gibi dünyanın geri dönüşüm, organik gıda veya yenilenebilir enerji kaynaklarıyla kurtulmayacağını söylüyordu. Hayal kırıklığıyla okuduğum makale bir sistem eleştirisini amaçlasa da, solun çevre konusundaki eski ezberlerini hatırlattı. Yeni bir şey söylemedi. Çeviride hata yoksa ‘Zizeksever’leri bile üzmüş olabilir. Katılmadığım noktaları yazmanın 'nasıl bir dünya istiyoruz' tartışmalarına yardımcı olacağını da umarak, eleştirinin kısa bir eleştirisini bu köşeye taşımaya karar verdim.

Zizek’in çevre sorunlarının sistemden (günümüzde kapitalizmden) kaynaklandığı giriş bölümüyle fazla sorunum yok. Elbette çevre sorunlarının giderek büyümesi, içinde bulduğumuz tüketim toplumundan, bireysel yaşam tarzlarımızdan, sosyal devletten uzaklaşıp, kârlarını artırmaktan başka bir şey düşünmeyen şirketlerin eline bırakılan doğal varlıkların fütursuzca kullanılmasından kaynaklanıyor. Zizek de buzulların erimesini fırsat gibi gören zihniyete işaret ederken aslında özetle bu durumdan bahsediyor. Sorun burada değil, saptama doğru ancak iş çözüme gelince sadece çözüm önerilerini eleştirmekle yetiniyor. Ekoloji konusundaki inkarcılara, “Kaybımıza neden olacak sürece karşı yapacağımız fazla bir şey olmadığını biliyorum. Ama bu düşünceye katlanamıyorum ve hiçbir işe yaramazsa bile deneyeceğim” diyenleri de ekliyor ve bu düşüncenin organik gıda almak gibi vicdanımızı rahatlatan bir eylemden başka bir şeyle sonuçlanmayacağını öne sürüyor. Çözüm önerisi ise komünizme doğru giden uluslararası bir dayanışma. Üretim ve tüketim süreçlerine dair bir öngörü yok. Sadece dayanışma… İş sadece dayanışmayla çözülseydi son 15 yılda 10’dan fazla toplantı yapan Dünya Sosyal Forumu bile sorunun çözümüne çare olabilirdi.

Zizek’le anlaştığımız noktalarla devam edeyim. Sorunların çözümünü sadece bireylerin tercihlerine bırakırsak yetersiz kalırız; evet. Makalede değindiği ve çevre sorunlarının çözümü için sıkça önerilen beş maddenin yetersizliği konusunda da Zizek’le anlaşabiliriz. Konuyu yakından takip eden herkes biliyor ki teknoloji bu sorunları çözemez ya da işi oluruna bırakırsak doğa sorunların bir şekilde üstesinden gelemez. Kişisel tedbirler veya piyasa mekanizmaları da tek başlarına çözüm olmayacak. Doğaya dönmek ise sadece sorunun kaynağından kaçarak yüzleşmeyi geciktirmeye yarıyor. Kapitalizm tüketmeye devam etikçe, sizin kurduğunuz küçük ekolojik çiftlikler, eşitlikçi toplumlar bir gün hedef alanına giriyor. En iyi örnek, kentte kalarak sorunları çözemezsiniz diyerek 20 yıl önce Kaz Dağları’na kaçan birçok doğa dostu arkadaşımızın bugün orada madenlere, termik santrallere karşı, bizim 20 yıl önce kentte, siyaset içinde verdiğimiz mücadelenin benzerini örgütlemeye çalışması herhalde.  

Zizek’le nerede anlaşamıyoruz o halde? Elbette çözümde. Zizek’in bahsettiği komünist toplum enerjisini hangi kaynaklardan üretecek belli değil? Vicdanı aklamaya yaradığı iddia edilen yenilenebilir enerji kaynaklarından başka bir yol var mı elektrik üretimi için? Kullandığımız kağıtları geri dönüştürmenin bizi devrime götürmeyeceğini kabul edelim ama şu soruya da yanıt verelim: Geri dönüştürmemek mi devrimin kapısını aralayacak? Zizek’in hayalini kurduğu toplum daha çok tüketenleri mi tercih ediyor yoksa daha az tüketenleri mi? Sevgili Zizek, tüm bu bireysel tedbirleri alanların, ekolojik ya da sosyalist devrime giden yolun sadece bu eylemlerden geçtiğini düşündüğüne kendisini inandırmış ama gerçekte durum bu mu? Böyle bir genelleme, Zizek gibi bir sosyoloğa yakışmıyor. Benim gibi geri dönüşüme inanan, plastik torba kullanmamaya çalışan, hayatına otomobil sokmayı reddetmiş birçok insan bunu sadece doğru olduğu için ve daha az tüketmek adına yapıyor. Bu bizim ekolojik devrime giden yolda yapısal değişiklikleri hiçe saydığımız anlamına gelmiyor. Aksine biz hazırız. Devrimden sonra kurulacak dünya toplu taşımanın öne çıktığı, bireysel tüketimin azaldığı, kaynak kullanımında verimin ön plana çıktığı bir dünya olmayacak mı? O günü bir mahşer günü gibi bekleyenlere kıyasla bizim uyum sorunu yaşamayacağımız ortada. Politik süreçte insanları ikna etme konusunda da avantajlıyız. Sizce, evlerimizin çatılarına koyacağımız ve kendi elektriğimizi üreteceğimiz güneş panellerini anlatan 40 seminer düzenlemek mi daha inandırıcı, bir evde bu sistemin çalıştığını göstermek mi? Vaatlerimizin yanına hayata geçirdiğimiz örnekleri koyuyoruz. Konforumuzdan ödün vererek samimiyetimizi gösteriyoruz. Bir yandan da politikada değişim için uğraşmayı sürdürüyoruz. Yapmamak mı daha iyi?

Zizek’in tavsiyesi ekolojik devrime kadar bir kapitalist gibi yaşamaksa, ben ona da kocaman bir “hayır” diyorum.