Paris’te her şey bitmedi asıl şimdi başlıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Mart 2016

2015 sonunda Paris’te imzalanan iklim anlaşmasıyla sorunun çözümü bulundu sananlar yanılıyor. Paris’te, 2020’de sonlanacak Kyoto’nun yerine geçecek yeni bir anlaşmanın ana metni üzerinde anlaşıldı ancak bu anlaşma henüz onaylanmadı. 22 Nisan’da bu süreç başlıyor. Dünyanın Paris Anlaşması’nı hayata geçirmek için tam bir yılı var. 21 Nisan 2017’ye kadar, dünyadaki seragazı emisyonlarının yüzde 55’inden sorumlu en az 55 ülke anlaşmayı imzalarsa ilk adım tamam. İmzalamazsa sil baştan!

BM Genel Sekreteri Ban Ki Mun, 22 Nisan’da New York’ta elini taşın altına koyan ilk ülkeleri açıklayacak. Bir yıl boyunca çetin pazarlıkların olacağı garanti çünkü Paris’te verilen taahhütlerin değiştirilme şansı bile var. Ülkeler isterse, daha iyi bir hedefle anlaşmaya taraf olabilecek. Türkiye’nin ne yapacağı belli değil. Meclis’te Paris Anlaşması’na atılacak imzanın onaylanması gerek. 22 Nisan’a yetişir mi; şüpheli. Ortada adamakıllı yapılmış bir hesap, plan olmadığı gibi bu işi takip eden bir milletvekili veya bakan da yok. Birkaç gün önce Ankara’da TBMM’nin İklim Değişikliği Politikasındaki Rolü adlı bir rapor[1] açıklandı. Meclis’in iklimle ilgili çalışmalarını araştıran çalışma, 24. Yasama döneminde verilen 72 bin 320 soru önergesinden sadece 20 tanesinin içinde iklim değişikliği konusuna yer verildiğini ortaya koyuyor. Rejim değişikliği için çabalayan çok kişi var ama iklim değişikliğini durdurmaya çalışan neredeyse yok. En azından bir tutarlılıktan bahsedebiliriz, ne istiyorlarsa zararımıza!

Bildiğiniz gibi Paris’e giderken Türkiye bir söz vermiş, 2030’a kadar seragazı emisyonlarımı arttırmaya devam ederim ama sizin cici hatırınız için, biraz daha az arttırırım demişti. Türkiye’nin bu sözünün de iklim değişikliğini yavaşlatma ya da durdurma açısından pek kıymeti harbiyesi yok. Burada biz bizeyiz, fısıldamadan söyleyeyim. Hükümet bizim sele kapılmamızı, kuraklıkta çatlamamızı, ormanların yanmasını, sıcak hava dalgaları yüzünden kalp krizi geçirip ölmemizi umursamıyor. Onların derdi, kömür, petrol, doğalgaz, otoyol, köprü, inşaat sektörüne girmiş eş dostu memnun etmek.

Süreç Türkiye’nin istediği gibi gider mi onu göreceğiz. İlk iş, dünyadaki seragazı emisyonlarının yüzde 55’inden sorumlu en az 55 ülke bulmak. BM Sekretaryası’nın verilerine göre Türkiye küresel emisyonların yüzde 1,24’ünden sorumlu. Anlaşma sürecinde 200 civarında ülke olduğunu düşünürseniz, Türkiye’nin bu işte payı yok, sorumluluk almamalı diyenlerin bir hayal aleminde yaşadıklarını daha iyi anlarsınız. Yüzde 55’i yakalamak için kritik öneme sahip dört güç var: Çin (%20), ABD (%17,89), AB (%12.10) ve Rusya (%7,5). AB’nin sorun çıkarmayacağını, ABD ve Çin’in de anlaştığını düşünürseniz geriye yüzde 5’lik bir pay kalıyor. Rusya Kyoto’ya taraf olarak orada kahramanlık yapmıştı ancak bu politik durumda ne yapar belli değil. Bu nedenle, yüzde 4’lük paya sahip Hindistan, 2,5’luk paya sahip Brezilya veya 1,70’lik paya sahip Meksika’nın kararları kritik.

Türkiye’nin de sorumlu olduğu emisyon miktarıyla Brezilya, Endonezya ve Meksika gibi ülkelerin bulunduğu ligde yer aldığını görebiliyoruz. Verdiği taahhüt ise azaltma bile değil. Sınıfdaşlarından çok kötü durumda, halbuki bundan daha iyisini yapabilir ve yapmalı. Hiçbir şey yapmazsam 2030’da 1 milyar 175 milyon ton seragazı çıkaracağım, sizin için %21 oranında az arttırayım 929 milyon tonda kalsın diyor. Şu anda 460 milyon ton saldığımızı düşünürseniz, bırakın azaltmayı, seragazı çıkışını sabitlemeyi bile önermiyor. İki katına çıkarma sözü veriyor. Hiçbir önlem almasak seragazı emisyonlarımız zaten bu kadar artar. Bakalım bu eylemsizliği Meclis’ten geçirebilecekler mi?

Aslında Türkiye’nin yapacağı iş belli. Hem petrol, kömür ve doğalgaz gibi kirletici/dışa bağımlı kaynaklardan kurtulmak, hem de daha sağlıklı bir çevrede yaşamak için yüzünü güneşe dönmeli. Bir sözüm de sivil toplum kuruluşlarına. Şu ana kadar iklim konusunda çalıştığını iddia eden çoğu STK bu durumu film gibi izliyor. Bazıları hükümetle arasını bozmamak için iklim görüşmelerini kapalı kapılar ardına bile taşıdı. Birkaç yıl önce sokakta gördüğünüz “aktivistler” bürokrat oldu. Herkes sus pus! Fazla seragazının yan etkisi olsa gerek.


[1] Yasader, Tüvikder ve Küresel Denge Derneği’nin hazırladığı rapora Yasader.org adresinden ulaşabilirsiniz.

Rock'ı Sar Doksana

Türkçe rock müziğin tarihinde önemli bir yer tutan 90’lı yılların öyküsü ve dönemin grupları bir belgesele konu oldu. ‘Sar Doksana’ adlı belgeselin ilk gösteriminde 90'lı yılların grupları da sahne alıyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/29 Şubat 2016

Anadolu rock, Anadolu pop derken saykodelik şarkılara kadar uzanan Türkçe sözlü rock müziğin tarihinde 1990’lı yılların yeri farklıdır. 1980 darbesinden sonra birçok gencin özgürlük arayışına yanıt veren şarkılar, bireysel özgürlük istekleri, o günün rock grupları ve camiası tarafından sahiplenmişti. Halk müziği ya da “özgün müzik” diye bilinen iki türe havale edilmiş politik meseleler de yavaş yavaş Türkçe sözlü rock müzikle dillendirilmeye başlanmıştı. Bulutsuzluk Özlemi ve Moğollar bu konuda öncülük etti. Diğer gruplar ise özgürlüklere, ‘ama’sız aşklara işaret eden şarkılarla küçük sahnelerde hayran kitleleri oluşturmaya başladı. İstanbul’da Kadıköy sohbetin, Beyoğlu da barlarda gruplarla birlikte şarkıları söylemin adresi oldu.

Yönetmenliğini Erdal Akmaz’ın yaptığı “Sar Doksan’a” belgeseli, Sokak Lambası Film Prodüksiyon tarafından hiçbir kurumdan maddi destek alınmadan yapılmış. O dönemin şarkıları gibi “tek başına takılmış”. Filmde, 657, Acil Servis, Akbaba, Bulutsuzluk Özlemi, Diken, Dr. Skull, Duman, Egoist, Grizu, Kargo, Kesme Şeker, Kramp, Kronik, Kurban, Mavi Sakal, Moğollar, Mor ve Ötesi, Okyanus, Pentegram, Radical Noise, Şebnem Ferah (Volvox), Yaşar Kurt, Whiskey grupları ve dönemin Abdülika, Zihni gibi tanınmış simalarıyla yapılan röportajlar, arşiv görüntüleri var. Kurgusal öğelerle zenginleştirilen belgeselin dönemin tarihine ışık tutacağı kesin. 1 Mart 2016 akşamı Kadıköy Dorock XL’de tanıtılacak film için özel bir etkinlik de planlanmış. Güven Erkin Erkal’ın sunuculuğunu yapacağı gecede Nejat Yavaşoğulları (Bulutsuzluk Özlemi), Kaan Altan (Mavi Sakal), Cenk Taner (Kesmeşeker), İrfan Alış (Peyk), Grizu, Objektif, Kramp, Kronik ve Whisky de sahne alacak.

‘Dağlarda sitem var / Dağlarda matem var / Dağlarda açmıyor yeşil / Ben o yeşildeyim’ diyen Objektif’ten, ‘Bazen bir rüya, bazen bir gerçek;alacakaranlık / Bazen yalnızken, bazen herkesle; dalga dalga yayılan / Boşlukta yarattım kendimi durmadan / Ateşten bir çember, durmadan daralan / Yak bizi, yak bizi’ diyen Whisky’ye kadar herkes bu filmed buluştu. Biz de merakla bekliyoruz ne çıkacağını ama şimdiden eski dostlara buluşmak için bir fırsat çıktığını söyleyebiliriz. Kimbilir, konser sonrası Ortaköy Meydanı’na geçer, oradan Tünel'e uzanır sonrada Köprüaltı’nda tekrar şarkılarımızı söyleriz.

Kara hayaller

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Şubat 2016

Türkiye’de bakanlar değişiyor ama enerjide politikasızlık değişmiyor. Dünya nereye gidiyor diye bakan yok; ezber metinler ve hamasetle zaman kaybediliyor. Süreç şöyle işliyor. Hükümetin enerji kurmayları her yıl yeni bir slogan bularak işe başlıyor. “Bu yıl HES’lerin yılı”, “enerji verimliliğinde seferberlik başladı” veya “nükleer enerjinin önünü açıyoruz” diye süslü püslü laflar üretiyorlar. Bazı gazeteci arkadaşların da desteğiyle bu sloganlar manşete çıkarılıyor ve oyun böyle sürüp gidiyor. Sonra enerji verimliliği Ayşe Teyze’ye kalıyor, hidro işi talana dönüşüyor, nükleer de santrali patlatacak birine teslim ediliyor. Nükleer deyince aklıma geldi, şu aralar bakanlıkta herkesin dilinde bu şarkı varmış: Başıma gelenler hep senin yüzünden (Putin), yıkıldım artık ben, sevemem yeniden…

Sonra ne mi olur? Dönüp dolaşır,  yerli kömüre döneriz. “Bizim yerli linyit kömürümüz var ya” diye nutuklar atılır. İşte yine o oldu.

Afşin-Elbistan Termik A santrali. Foto: O. Gurbuz
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın 2016 Bütçe Sunumu, ülkenin olmayan enerji politikalarını bir kez daha gözler önüne serdi. Rusya ile yaşanan nükleer fiyasko hiç olmamış gibi bir sunum yapıldı. Yerli kömürü kullanmak için bolca santral kurularak doğalgaza bağımlılığın azaltılacağı söylendi. Aynı söylem, HES ve nükleeri pazarlamak için önceki yıllarda da kullanılmış, bir yandan da yeni doğalgaz santrallerine lisans verilmeye devam edilmişti. Vakti olan bundan önceki bütçe sunumlarına bakabilir. Türkiye’deki HES potansiyelinin hepsini kullanmak, yani her dereye mümkün olduğunca çok baraj yapmak gibi akla zarar hedeflerin bu bütçe sunumlarına sıkıştırıldığına şahit olduk. Rus doğalgazına bağımlılığı azaltmak için Rusya’ya nükleer santral yaptırmanın ne kadar “Zihni Sinir” bir proje olduğunu da hep birlikte gördük.

Türkiye’deki kalitesiz yerli linyit kömürünün hepsini yakma projesi de bir o kadar tutarsız. Nedenini de söyleyelim.  Kentlerde ciddi bir hava kirliliği sorunu var, bilimsel çalışmalar santrallerin hava kirliliğine etkisini gösteriyor; bu bir. Kömür yaktıkça iklim değişikliğine yol açan karbondioksit çıkıyor, Türkiye’nin karnesi zaten korkunç; bu iki. Sen kömür yakmak için çevre standartlarını düşürdükçe memleketin her yerine ithal kömür santrali kuruluyor, firmalar için bir kömür cenneti yaratılıyor, dışa bağımlılık artıyor; bu üç. Kömürden nükleere, bu kirli yatırımları haklı çıkarmak için verdiğiniz rakamlar da birbirini tutmuyor; bu da dört!

Tutmayan rakamları da açık açık yazalım. Bakan Albayrak’a göre, Türkiye’de arz güvenliğinin sağlanması için 2023’e kadar elektrik üretiminin 414 milyar kilovatsaati bulması gerekiyor. Halbuki TEİAŞ’ın 2014 yılındaki projeksiyonunun düşük talep senaryosunda ihtiyaç 380 milyar kilovatsaat gösterilmişti. Yüksek talebi konuşmaya bile gerek yok çünkü her yıl yaklaşık yüzde 5’lik artışa işaret eden düşük talep senaryosunun bile çok uzağındayız. Türkiye’de elektrik talebi artışının son üç yıllık ortalaması yüzde 3 civarında. Üretecek santral olmasına rağmen artmayan üretim talebin olmadığının net göstergesi. Bakan Albayrak’ın bu verileri bilmemesi garip. Ekonomi de kötüye gidiyor ve yakın gelecekte talebin umulduğu gibi artmayacağını herkes görüyor.

Bakanın bütçe sunumundaki ilginç bir nokta da enerji talebinin az da olsa artıyor olmasının bir başarıymış gibi anlatılması. Bir hükümet elektrik talebinin artmasını neden ister, o da ayrı bir konu. Elektrik satışıyla uğraşanlar, bunun için yeni santral kuranlar daha çok kâr edeceği için talebin artmasını, böylece fiyatların yükselmesini isteyebilir. Mevcut hükümetin devletin elindeki santralleri özelleştirdiğini yani “kâr” etme niyetinde olmadığını hatırlarsak, bu isteğin başlı başına “ilginç” olduğunu görebiliriz. Herhalde hükümetimiz enerji işindeki şirketleri çok seviyor ve onların daha zengin olmasını istiyor.

Enerji Bakanlığı’nın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na sunulan bütçesinden anladığımız, hükümetin yine kömür gibi kara hayaller peşine düştüğü. Bu ülkenin enerji dengesini, tasarrufla, enerjiyi verimli kullanarak ve kalanı da yenilenebilir enerjiyle sağlaması hiç zor değil. Zor olan, bu yol tercih edildiğinde enerji işinden para kazanan malum kişilerin ve şirketlerin değil halkın bütçesinin ve sağlığının iyileşecek olması. Halkın mutluluğu bu hükümete ters galiba.

Haftanın anketi
Bu hafta, Twitter hesabımdan, “Türkiye elektrik üretiminde kömürü ön plana çıkarmalı mı” diye sordum, gelen yanıtların yüzde 93’ü “hayır” dedi. Hükümet Soma’yı, hava kirliliğini unutsa da bizim mini ankete yanıt verenler unutmamış.