Elektrikte talep artışı yine istenilenin altında kaldı

TEİAŞ düşük talep senaryosuna göre Türkiye'nin elektrik ihtiyacı
2015'in elektrik verileri gelmeye başladı. En çarpıcı verilerden biri şu: 2015'te Türkiye'de elektrik üretiminin %5,7'si rüzgar ve jeotermalden (rüzgar (%4,4), jeotermal (%1,3)) sağlandı. Bu yenilenebilir enerji hayal diyenlere sanırım yeterli bir yanıt. 

İşin bir de elektrik tüketimi kısmı var. Geçen yıl elektrik tüketimi artışı yine hükümetin beklentilerinin çok altında kaldı. Artış oranı sadece %2,6. Hükümetin beklentisi en az %4,7 idi. Planlar tutmuyor, elektrik talebi artacak diye HES'lere, nükleer santrallere, doğalgaz santrallere verilen izinler havada kalıyor. TEİAŞ, 2013 tahmininde 2015 sonunda en düşük elektrik talebinin 278 milyar kWs olmasını bekliyordu. Gerçekleşen ise sadece 263 milyar kWs. Bu neredeyse Akkuyu'da kurulmak istenen nükleer santralin üreteceği elektriğin yarısı kadar bir sapma demek. Abartılmış talep tahminlerine güvenerek nükleer gerekli, HES'ler lazım diyenlere duyurulur.

Çocuklar ölmesin

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Ocak 2015

Türkiye’de taraf tutmak insanların o kadar köreltti ki, “çocuklar ölmesin” deyince, bir taraf hemen size “hangi çocuklar” diye soruyor.

Söyleyeyim hangi çocuklar olduğunu, bizim çocuklarımızdan bahsediyorum. Dün Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde öldürülen 5 yaşındaki Efe Açıkgöz’den, geçen ay Cizre’de çatışmalar sırasında hayata gözlerini açamadan, aramızdan ayrılan üç aylık Miray bebekten. Adlarını tek tek yazmaya kalsam bitmeyecek o listeden bahsediyorum. Çocuklarımızın sıra arkadaşlarından, kahvede okeye döndüğümüz oyun arkadaşlarımızın torunlarından, otobüste yan yana sıkıştığımız, yer verdiğimiz karnı burnunda annelerin çocuklarından. Bizim çocuklarımızdan. Birbirini sevmek yerine vurmayı öğrettiğimiz o gencecik insanlardan. Bombalar parçalasın, ciplerin arkasında sürüklensin diye büyütmediğimiz aslan parçalarından, nur yüzlülerden bahsediyoruz. Hepimiz anlamalıyız ki, ölen çocuklara, “kimden” diye sordukça bu kan durmayacak.

“Çocuklar ölmesin” demek için bombaların mahallemize düşmesini beklersek, üzerine titreyecek çocuğunuz da kalmayacak. Türkiye’de nefret söylemlerine, şiddet eylemlerine, dediğim dedik, astığım astık liderlere oy verip onlara prim yaptıranlar, şiddettin şiddetle bastırılacağını sanıyorsa aldanıyor. Nefret edersen, nefret etmeyi öğretirsin, öldürürsen öldürmeyi öğretirsin. Bizim gibi ölümün ucuzladığı bir coğrafyada insanları ölmekle, öldürülmekle tehdit edemezsin. Öte tarafa inanan ve öte tarafta daha çok dostu, tanıdığı olan bir ülkenin çocukları neden korksun ölmekten?

Bu kısır ve kanlı döngüden çıkmanın tek bir yolu var. Suçluyu aramak, ilk kurşunu kim attı diye sormak bir işe yaramaz. Barış için ilk adımı kim attı ona bakmalı. Bu ülkede gerçekten barış isteyenler işte bu yüzden, barış diyen herkesin arkasında durmak zorunda. Öğretmen Ayşe Çelik’in, akademisyenlerin yanında durmak bu yüzden önemli. Onların karşısında duranlar bize yeni bombalar ve ölümlerden başka bir şey önermiyor zaten. “Her şey kontrol altında” deyip duruyorlar ama her yeni güne bir başka bomba ve saldırıyla uyanıyoruz. Aynı kişiler çok değil bir yıl önce çözüm sürecini anlatıp oy istiyorlardı. AKP, 13 yıllık icraatlarının belki de en az itiraz edilen adımı çözüm sürecini, yanlış Suriye politikaları ve başkanlık sisteminde inat etmeleri yüzünden çöpe attı. Siyasi hırsların hayatlarımızı böylesine etkilemesine izin veremeyiz.

Türkiye’nin bu karanlıktan çıkması kolay olmayacak. Bir dizi adım atılmalı. Dış politikadaki yanlışlardan dönülmesi, öyle kıvırarak, ucundan, kıyısından dokunarak değil, açık açık ülkedeki kutuplaşmanın üstüne gidilmesi gerek. Kürt sorununda masaya oturup, oturmadık gibi yapmanın; IŞİD meselesinde, IŞİD’çilere sınırları açıp, hastanelerde tedavi edip, tırlarla hediye gönderip daha sonra yapmadık, etmenin demenin artık bir inandırıcılığı kalmadı. Yayın yasağı koymanın, bombaları koyanların, vuranların kıranların değil haberini yapanların peşine düşmenin kimseye faydası yok. Ve belki de daha önemlisi, bu ülkede yaşama umudunun, hayatta kalmanın mutluluğunun yeniden inşa edilmesi gerekecek. Mahallelerin kuşatıldığı, morgların dolduğu, bombaların patladığı kentlerde insanların yaşama umudu olmaz. Yaşama umudu, işi, aşkı olmayan biri her şeyi yapar. Bu durumda suçlu kim? Bu ortamı hazırlayan, ölümü kanıksatan, umutsuzluğu bu ülkenin kaderi yapanlar suçlu değil mi? Bunun adını “istikrar” koyup, oy isteyenlerin basiretsizliği değil mi tüm bu şahit olduğumuz cinayetler? Ona oy verenlerin de artık, hatalarını görmeleri gerekmiyor mu? Şunun bunun değil, silahın ‘terörist’ kabul edildiği bambaşka bir Türkiye çizgisi neden çizilmesin. Şiddetten kurtulmanın yolu, onunla koşullu değil, koşulsuz mücadeleden geçer. IŞİD’in patlattığı bombalar, göz yumulmuş, eğitilmiş şiddetin kontrol edilemeyeceğinin en trajik örneklerini sunuyor bize.

Bu şiddet ortamında taraf tutacaksınız liderlerin, size bir öyle bir böyle diyen ve bugünleri getiren politikacıların değil çocukların tarafını tutun. Barış diyen çocukların yanında olun yoksa hepimiz kaybedeceğiz. Başka bir seçeneğimiz yok.

Elektriğe zammı hükümet yapmadı

Özgür Gürbüz-BirGün/8 Ocak 2016

1 Ocak’tan itibaren aylık elektrik faturanız yüzde 6 oranında artacak. Çünkü hükümet son 11 yılın en düşük petrol fiyatlarına ve azalan talep nedeniyle serbest piyasada iyice gerileyen elektrik fiyatlarına rağmen zam yaptı. Aslında bu zammı hükümet yapmadı. Şirketler istedi hükümet bu isteği kırmadı.

Şirketlerin zam isteği kulislerde uzun zamandır konuşuluyordu. Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, 25 Kasım’da NTV’de yaptığı konuşmada kulis mulis bırakmadı. Aynı zamanda Elektrik Dağıtım Hizmetleri Derneği’nin başkanlığını da yürüten Özdemir, elektriğe yeni yılla birlikte zam yapılacağını söyleyerek, “… bu karar yakın zamanda verilecek. Elektrikte bir zam beklentisi olabilir. Yüzde 15 ile 20 arasında bir zam olması gerektiğine inanıyorum. Bunu bir anda yapmak doğru değil. 2016 yılı içinde yüzde 7-8 gibi bir zamla yeni yıla başlayabiliriz” dedi. Özdemir Sayısal Loto oynasa yeridir çünkü dediği oldu; yeni yıla elektriğe yüzde 6,9 zamla (faturaya 1 puan düşük yansıyor) başladık. Görüldüğü üzere bu daha başlangıç. Yüzde 20’ye kadar yolu var. Halkın oyuyla seçilip, şirketlerin istekleriyle ülkeyi yönetmek böyle bir şey olsa gerek. Ülkeyi kim yönetiyor hâlâ anlamayanlara duyurulur.

Cengiz Holding ve Kolin İnşaat’la birlikte 21 elektrik dağıtım bölgesinin en büyüklerinden dördüne sahip Limak Holding’in Başkanı Özdemir, aynı röportajda neden bu zammı istediklerini de fısıldadı. “Girdilerimizden birçoğu petrol ve doğalgazla ölçülüyor, fiyatlar dünyada düşük ama hepimizin bildiği gibi kurlar arttı” dedi. Evet, petrol fiyatları dünyada düştü. Petrol düşünce doğalgaz fiyatı da düşüyor. Bu Türkiye gibi elektrik üretiminin neredeyse yarısını doğalgazdan sağlayan bir ülkeyi sevindirmeli ama olmuyor. Hükümetin çok kötü yönettiği hatta artık yönetemediği dış politika nedeniyle İran ve Rusya ile boğaz boğazayız; fiyatlardaki düşüşü yansıtmalarını isteyemiyoruz.

Bu yüzden doğalgaz ucuzlamıyor bunu anladık ama ortada Rusya veya İran’ın doğalgaza yaptığı bir zam da yok. Bu durumda en azından fiyatların aynı kalmasını beklersiniz ama o da olmuyor. Çünkü hükümetin içeride ve dışarıda yarattığı siyasi krizler, üstüne Çin’in durumu eklenince dolar artıyor. Şirketler maliyetimiz arttı deyip elektriğe zam istiyor. Zam talebi sadece elektrik üretenlerden de gelmiyor. Özdemir gibi elektrik dağıtım işinde olanlar da bastırıyor. Çünkü dağıtım özelleştirmeleri yaparken ihalelerde milyar dolarları yarıştıran şirketlerin bazıları, kur farkı yüzünden dolar cinsinden aldıkları kredileri ödemekte zorlanıyor. İhaleler bittiğinde 2 lira civarında olan dolar kuru şimdi 3 lira. Şirketlerin maliyetleri kur nedeniyle artan kredi ödemeleri nedeniyle artıyor ama asıl önemlisi onların ticari öngörüsüzlüklerinin bedelini yine tüketici ödüyor. Gelirin TL iken neden dolarla ihaleye giriyorsun? Neden kurun artma riskini öngörmüyorsun? Vatandaş dövizle kredi alıp ödeyemese devlet yardım ediyor mu? Hayır.

Yılda milyarlarca lira kâr eden şirketler dövizle borçlanıp ödemekte zorlanınca aynı devlet hemen yardıma koşuyor. Üstelik onların zararını da halktan topladığı parayla karşılıyor. Elektrik Mühendisleri Odası, yeni zamla konutlardan her yıl 1,8 milyar TL fazla para toplanacağını (bakınız emo.org.tr) söylüyor. Ne güzel iş! Bu şirketlerin durumu gerçekten kötü olsa, yurdun dört bir yanındaki ihalelerden çekilirlerdi. Zarar eden şirketler dört bir tarafta ihale peşinde koşar mı? Kaldı ki, gerçekten zarar ediyorlarsa da etsinler. Serbest piyasa diye övündüğünüz sistem bu. Özdemir durumdan çok şikayetçiyse bıraksın 3. Havalimanı inşaatını, satsın birkaç şirketini, ödesin zararını. Şirketlerin iş bilmemesinin cezasını elektrik faturalarıyla halka yüklemek de ne oluyor? Kim size ucuzlayan, dışa bağımlı olmayan güneş, rüzgar yerine doğalgaza, kömüre yatırım yapın dedi?

Biz peşin peşin yazalım da, yarın yandaş medyada elektrik zammını Esad’a, Putin’e, ateistlere falan yüklemek isteyenler boşuna zaman kaybedip, suçu atacak dış mihrak aramasınlar.

Havamız söylenenden iki kat daha kirli

Özgür Gürbüz-BirGün/1 Ocak 2016

Pekin. Foto: O. Gurbuz.
Bundan altı yıl önce Pekin’de yaşıyordum. Kentin en batısında ve merkezden uzak olduğum için hava kirliliğinden ‘ölürcesine’ etkilendiğimi söyleyemem. Evimin pencerelerini açmasam bile içeri dolan tozu 3-4 günde bir süpürmekten başka şikayetim yoktu. Son iki yıldır Pekin’den gelen haberler durumun çok ciddi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Beş yılda hava kirliliği sorunu bir krize dönüştü.

Türkiye’de de hava kirliliği sorunu giderek artıyor. Iğdır, Batman, Afyon, Osmaniye, Isparta, Düzce, Denizli… Liste uzun. Sadece küçük kentler değil, hükümetin yatırımları akıttığı İstanbul, Ankara gibi kentler de hava kirliliği için belirlenen sınır değerleri aşan ilçelerle dolu. Bu kadarını sokağa çıkan herkes biliyor. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın (ÇMO) son raporu ise pek konuşulmayan, bizim geçen yıl Yön Radyo’da ve bu köşede dikkat çekmeye çalıştığımız bir başka noktaya vurgu yapıyor. Türkiye’deki hava kirliliği sınır değerleri Avrupa Birliği’nin neredeyse iki katı. Yani, bizim ülkemizde kırmızı alarm verilmesi için Avrupa’nın herhangi bir kentine göre neredeyse iki kat daha kirli bir havaya ihtiyaç var. Hemen söyleyelim de böbürlenmeyin. Değerin yüksek tutulması, Türkiye’de yaşayanların akciğerlerinin daha kaliteli olduğunu göstermiyor, insanın yaşamına verilen önemin daha değersiz olduğunu gösteriyor.

Hava kirliliği ölçümlerinde, PM10 ve PM2,5 değerlerine bakılıyor. PM10, çapı 10 mikrometreden küçük parçacıkların miktarını gösteriyor. PM parçacıkları arasında karbon, sülfat, metalik buhar, endüstriyel ve taşıtlardan kaynaklanan tozlar var. Türkiye’de hava kirliliği sınır değeri PM10 için metreküpte 90, AB’de ise 50 mikrogram. Kükürt dioksit için belirlenen sınır değer de bizde 225, AB’de 125 mikrogram. Üstelik, AB kükürt dioksit sınır değerinin bir yıl içinde sadece 3 kez aşılmasına izin veriyor. Dördüncü kez bu yaşanırsa acil önlem alınması gerekiyor. Türkiye’de ise böyle bir sınır yok. ÇMO ölçümlerin yetersizliğinden de şikayetçi. Hava kirliliği ölçüm istasyonların tümünde aynı kirletici parametrelerin ölçülmediğini söylüyor. Düzce gibi kirliliğin en yüksek olduğu kentte, sadece Partikül Madde 10 ve kükürt dioksit ölçülüyor diyen ÇMO, karbon monoksit, PM 2,5 (daha küçük kirleticiler), kurşun, kadminyum, ozon, arsenik gibi çok önemli kirleticilerin ölçülmediğini söylüyor.

Dünya Sağlık Örgütü, hava kirliliği her yıl 7 milyon kişinin erken ölümüne yol açıyor diyor. Pekin’de, Çin’in diğer kentlerinde ve hatta Londra ile Paris’te hava kirliliği sorunu hızla ilerliyor. Hükümet, büyükşehir belediyeleri neden ilgisiz? Ben size kayıtsızlığın sebebini söyleyeyim. Hava kirliliğinin kaynakları bugünkü hükümetin rant merkezleriyle birebir bağlantılı. Kömür listenin başında. Hükümet, iklim değişikliği ve hava kirliliğine rağmen yerli kömür sahalarını şirketlere dağıtmaya ve enerji politikasını bu eski model üzerine kurmaya devam ediyor. Yoksullaştırılan halkın evinde ucuz kömür yakmaktan başka seçeneği yok. Doğalgaz desteklenmesine rağmen pahalı. Kömür ise çevreyi kirletirken cezalandırılmadığı ve ucuz işçilikten faydalandırıldığı için hâlâ evsel kullanımda ucuz bir seçenek. Hava kirliliğinin diğer iki ana nedeni de çarpık kentleşme ve ulaşım. İstanbul’un temiz havasının garantisi Kuzey Ormanları’nı, 3. Köprü ve 3. Havalimanı gibi rant sağlayacak projelere feda edenler hatalarını itiraf etmese de durum bu. Otomotiv lobisine, petrol satışından elde edilen vergilere dokunacak önlemler, icraatlarının finansal desteğini bu sektörlere bağlamış hükümete uzak. Yoksa, hava kirliliği uyarılarının yapıldığı İstanbul’da çoktan tek-çift plaka, özel araç yasağı gibi uygulamalar hayata geçirilirdi. Pekin yıllardır, plaka numaralarına göre taşıtların trafiğe çıkışını kontrol ediyor. Kentin yeni mahalleleri, bizde yok edilmek istenen Gezi Parkı gibi parklarla dolu. Dev caddeler ve metro hatları inşa ediliyor. Buna rağmen, iklim koşullarının da etkisiyle, dev kentler kurmanın, nüfusu bir bölgeye yığmanın, kömüre ve özel araçlara önem vermenin kaçınılmaz sorunlarıyla karşı karşıya kaldılar.

Kentsel dönüşümden, konut kredileriyle borçlandırılan yurttaşlardan, köprü ve otoyol gibi projelerden oy ve rant elde eden hükümetin, bunlardan hava kirliliği nedeniyle ölecek birkaç bin kişi için vazgeçeceğine inanan var mı? Var diyenlerin iyi muhtar olacağı ortada.