Statların güvenliği AB fonuyla eğitilen holiganlara emanet

Türkiye'de ilk kez bir futbol kulübü Avrupa Birliği'nden (AB) fon aldı. Bursaspor aldığı 37 bin euroluk fonla bir yıl boyunca, yeşil sahalardaki şiddeti önlemek için kampanya yürütecek ve taraftarları arasından seçilecek 150 kişiye bu konuda eğitim verecek

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 18 Şubat 2006

Türkiye liglerinin en renkli takımlarından Bursaspor, önemli ve renkli taraftar kitlesiyle de ilgi çeker. Öyle ki Bursaspor taraftarının korkusu Beşiktaş'ın son kupa maçında dolaylı da olsa İnegölspor'a yenilmesine yol açtı. İnegölspor, İnegöl'de oynanacak karşılaşmadan daha fazla bilet geliri elde etmek için, maçın Bursa'ya alınmasını istemişti. Beşiktaş Teknik Direktörü Tigana ise iki sene önce Süper Lig'den düşen Bursaspor'un çılgın taraftarlarının Beşiktaş'a rahat vermeyeceğini iddia ederek, karşılaşmanın İnegöl'de oynanmasını sağladı. Çünkü Bursaspor'un küme düştüğü sene Beşiktaş ligin son haftalarında, yeşil beyazlıların düşme potasında olan iki rakibine de yenilmişti. İnegöl'de bozuk bir zeminde oynanan maçı da Beşiktaş 1-0 kaybetti.

"Teksas" ve "Radikal" gibi nevi şahsına münhasır iki taraftar grubu bulunan Bursaspor bir ilki gerçekleştirerek, futbolda şiddetin önüne geçilmesi için AB'den fon aldı. Yeşil-beyazlılar bu konuda bir proje hazırlayıp, Avrupa Birliği’nden 37 bin 700 euroluk bir hibe-fon elde ettiler. Sırada bir yıl sürecek bu projeyi hayata geçirmek var.

Cezayla gelen proje
Bursaspor’un aldığı hibe, Türkiye'de kamu sektörü ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK) arası işbirliğinin geliştirilmesi ve STK'ların demokratik katılım düzeyinin güçlendirilmesi için AB tarafından ayrılan fondan sağlandı. Projenin mimarlarından ve daha önce uzun süre Nilüfer Belediyesi’nde görev almış Bursaspor Genel Müdürü Mehmet Tan, "Bursaspor’un sahasında şiddetin önlenmesi projesiyle yola çıktık" diyor. Bursaspor Profesyonel Futbolcular Dayanışma Derneği’nin yürütücülüğünü üstlendiği bu projede 20'nin üzerinde sivil toplum örgütü yer alıyor. Mehmet Tan bu 20 farklı kuruluşu Bursaspor’un paydaşları olarak niteliyor. Emniyet Müdürlüğü’nden Yerel Gündem'e kadar çok farklı gruplar işin içinde. İçlerinden 5 tanesi iştirakçi olarak yer alıyor. Bursa Olay TV, As TV, Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Bursa Şubesi, Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Emniyet Genel Müdürlüğü iştirakçiler yani elini taşın altına biraz daha fazla koyanlar. Bursaspor Hukuki İşler Sorumlusu Hakan Öztürk, projenin Sakarya maçından sonra yaşanan olaylar ve alınan cezanın ardından daha da önem taşıdığını belirterek, "Projenin hedefe ulaşacağına eminim. Kurumsallaşma açısından önemli bir proje. Önemli olan taşı atana yanındakinin müdahale etmesidir" diyor.

Taraftarlar 9 ayrı ders görecek
Kampanya dahilinde kentteki billboardlar kullanılacak, belediye toplantılara yer tahsis edecek. Yazılı ve görsel basın da şiddetin futbol sahalarından uzaklaşması için bu seferberliğe katılacak. Gelişmelerden sadece Bursa değil, aslında tüm Avrupa kulüpleri haberdar olacak. Çünkü hem Türkiye Futbol Federasyonu hem de UEFA bu girişimleri destekliyor ve sonuçlarını yakından izliyor. Tan, “UEFA olsun, federasyonumuz olsun artık her şeyden kulüpleri sorumlu tutan bir anlayışı benimsiyor. Kulübün sorumluluğu sahaya 11 futbolcu çıkarmakla bitmiyor. Hafta sonu seyircilere yönelik bir ürün çıkartıyorsak onların rahat etmesi de zevk alması da bizim elimizde” diyor.

Projenin en ilginç yanlarından biri stadlarda şiddetin engellenmesi için çalışacak ve proje sürecinde yoğun bir eğitimden geçecek olan 150 kadar kişinin taraftarların arasından seçilecek olması. Bugün, Teksas ya da Partizan tribününde oturan bir kişi bir yıl sonra üniformasıyla diğer taraftarlara yol gösterecek. Tribünlerden seçilecek bu 150 kişi, özel güvenlik yasasına bağlı olacak ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kontrolünden geçecek. 90-120 saate varan, topluluk yönetiminden ekolojiye kadar 9 ayrı ders alacak, kapılarda diğer taraftarları karşılamaktan bilet kontrolüne kadar çeşitli görevleri üstlenecekler. Taşkınlık yapanları uyaracaklar ve tüm bunları yaparken içlerinden biri olmaları da işlerini kolaylaştıracak; en azından umulan bu. Özel güvenliğin, insanları, atmosferi bilmemesi veya sporla ilgilerinin yeterli olmaması gibi handikaplara da sahip olmayacaklar. Mehmet Tan, futbol sektörünün Türkiye’de ve dünyada geliştiğini polisin stadyumdan çıkması yönünde de bir çalışma olduğuna değiniyor. Tan, “Kulüpler spor hizmetlisi olan insanları bulma arayışında. Biz bu insanların tribünlerden olmasını daha uygun buluyoruz. Sorunu yukarıdan emir vererek çözemezsiniz, katılımcılarla birlikte çözmelisiniz. Hibe almasak bile, bu projeyi hayata geçirmeyi deneyecektik. 2004'ten bu yana böyle bir projeyi düşünüyorduk” diyor.

AB, UEFA ve Futbol Federasyonu kadar herkes bu projenin nasıl sonuçlanacağını bekliyor. Bakalım, Bursaspor, timsah yürüyüşünden sonra bir başka ilke daha imza atıp, yeşil sahaları yeniden gerçek futbolseverlere açabilecek mi?

Teksas da var Radikal de
Projenin ilk bakışta görülmeyen başka çıktılarının da olması umuluyor. 20'ye yakın kuruluşun dışında Teksas, Partizan, Radikal gibi 10 adet taraftar derneği ve grupların da kamuoyuyla buluşması amaçlanıyor. Belki de yan yana oturan ama pek iç içe oturmayan bu gruplar beraber iş yapmayı öğrenecekler. Diyalog için bir şans doğacak. Mehmet Tan, Bursaspor kulübünün ruhunda zaten sivil toplumculuk olduğuna dikkat çekiyor ve şöyle devam ediyor: “Burası bir dernek. Üyeleri var, seyircileri, fanatikleri var. Görselliğin dışında bir anlamda duygu ve bilgi de satıyoruz. Bursaspor'u yönetenler de tüm bu aktörleri dikkate almak zorunda. Kurumsal anlamda şirket olunsa da STK ruhuyla yönetilmeli. Sermayenin yüzde yüzü size de ait olsa bile bugün kamuoyunun katılımı olmadan hiç bir iş yapamazsınız. Biz sosyal bir kuruluşuz, insanlar bize gönüllü olarak geliyorlar, yıllık aidatlarını veriyorlar, formalarımızı satın alıyorlar”.

Bursaspor'un 2005 yılı cezaları

Maçın Tarihi / Maç / Ceza Türü / Miktarı
28/08/2005 Bursaspor-Mardinspor Para Cezası 2000
04/09/2005 Türk Telekomspor-Bursaspor Para Cezası 1000
18/09/2005 Kocaelispor-Bursaspor Para Cezası 8000
25/09/2005 Bursaspor-A. Sebatspor Saha Kapatma 1 Maç
16/10/2005 Uşakspor-Bursaspor Saha Kapatma 1 Maç
27/11/2005 Orduspor-Bursaspor Para Cezası 4000
18/12/2005 Sakaryaspor-Bursaspor Seyircisiz oynama 1 Maç

Bursaspor Karşılaşmalarında Şiddetin Önlenmesi Projesi kapsamında www.bursasporabprojesi.org adresiyle bir web sayfası da açıldı. Projede görev almak isteyenler internet üzerinden başvuru yapabiliyor. Projeyi takip etmek ve görüşlerini belirtmek isteyen taraftarlar da yine aynı siteden tartışmalara katılıp görüşlerini bildirebiliyor.


İTÜ'deki deneme reaktörü devreye giriyor

Enerji Bakanı, 2020 yılına kadar Türkiye'nin 128 milyar dolarlık enerji yatırımı yapması gerektiğini söyledi. Güler, Türkiye'nin tükettiği enerjinin yüzde 70'ini dışarıdan temin ettiğini, bunun yüzde 38'ini petrol, yüzde 23'ünü ise doğalgazdan oluştuğunu vurguladı.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 16 Şubat 2006

Enerji Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığının artmasının önüne geçebilmek için nükleer santrallerin devreye sokulması gerektiğini söyledi. Güler, Türkiye'nin 2020 yılına kadar 128 milyar dolarlık enerji yatırımına ihtiyacı olduğunu da belirtti.

Kulislerde nükleer enerji dosyasının başbakanlığa gönderildiği haberini dolaştığı şu günlerde gözler eski deneme reaktörlerine çevrildi. Türkiye'de, biri Çekmece Nükleer Araştırma Enstitüsü'nde diğeri ise 1979 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nde (İTÜ) kurulan iki adet deneme-araştırma reaktörü bulunuyor. Dün İTÜ'de düzenlenen "Isıtma Sistemlerinde İleri Teknolojiler ve Biyoyakıtların Kullanımı Çalıştayı"na katılan Güler, iki seneden uzun bir süredir çalıştırılmayan 350 kilowatlık kurulu güçteki bu reaktörün yeniden devreye sokulması gerektiğini ifade etti. Güler'in açıklamaları, bundan önceki nükleer enerji girişimlerinde de önemli rol oynayan ve 5 yıl önce adı "enerji enstitüsü"ne çevrilen İTÜ Nükleer Enerji Enstitüsü'nün birikimine ve kadrosuna yeniden iş düşeceğinin bir işareti oldu.

Bağımlılık artabilir
Türkiye'nin 2020 yılına kadar enerji alanında 128 milyar dolarlık yatırım yapması gerektiğini vurgulayan Güler, "Yerli kaynakların kullanılması ağırlıklı ve dışa bağımlılığı azaltmaya yönelik bir politika uygulamaya çalışıyoruz" dedi. Enerji ihtiyacının şu anda 88 milyon ton petrole eşdeğer olduğuna işaret eden Güler, yüzde 70-72 oranında bir dışa bağımlılığın söz konusu olduğunu, bunun yüzde 38'ini petrol, yüzde 23'ünü doğalgazın oluşturduğunu vurguladı. Tedbir alınmaması halinde yüzde 80'e çıkma riski bulunan bu oranın mutlaka yüzde 50 seviyesine indirilmesi gerektiğini dile getiren Güler, bu durumun en azından karşılıklı bağımlık haline getirilmesinin şart olduğunu ifade etti.

Yerli kaynakların kullanılması için 21 jeotermal ve 6 kömür sahasını ihaleye çıkardıklarını söyleyen Güler, Türkiye'nin jeotermal enerjide Avrupa birincisi ve dünya yedincisi olduğun anımsatarak yüksek sıcaklıkta olan sahaları elektrik üretimi, düşük ısılardakileri ise sera ve ısıtma amaçlı kullanılacağını söyledi. Türkiye'deki tüm kömür sahalarını enerji üretimi için kullanıma açacaklarını aktaran Güler "Altı kömür sahası ihaleye çıktı. 1.5 milyon ton kömürde dar gelirlere dağıtıldı. 14 bin kişiye iş imkanı çıktı" diye konuştu.

80 bin kişiye istihdam olanağı
Biyodizel ve biyo-etanolün önemine değinen Güler, Türkiye'nin 1.2 milyon tonluk biyo dizel, 3.6 milyon tonluk da biyo-etanol üretim kapasitesi olduğuna dikkat çekerek, bu potansiyelin 80 bin tarım işçisine iş imkanı sağlayacağını ve 3 milyarlık bir ciro yaratacağını belirtti. Güler'in rakamlarına göre bu kaynakların kulllanılması 2 milyar YTL'lik tüketici, yaklaşık 1.4 milyar YTL'likte ithalat tasarrufu sağlayacak.

İTÜ Enerji Enstitüsü Müdürü Abdurrahman Satman, enerji enstitüsünün 5 yıllık bir geçmişi ve üniversiteler içinde tek, tüm kurumlar göz önüne alındığında ise enerji enstitüsü olarak iki kuruluştan biri olduğunu söyledi. Enstitüde 30 öğretim elemanının çalıştığını belirten Satman, "Nükleer reaktörümüz var. Bu bize çok önemli bir birikim ve alt yapı sağlıyor. Türkiye eğer nükleer enerjiye geçecekse bu kuruma ve bize çok şey düşüyor" diye konuştu.

Enerji Bakanı Hilmi Güler ile Romanya Ekonomi ve Ticaret Bakanı Ioan Codrut Seres, denizaltından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak projenin ortak metnini dün imzaladı. Güler, Romanya ile enerji konusunda önemli bir işbirliği adımı attıklarını belirterek, “Şehir olarak da Köstence ile İstanbul arasında, deniz altından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak çalışmanın ortak metnini imzaladık” dedi. Seres de, Türkiye ile 20 yıl önce iyi ilişkilerin gelişmeye başladığını, şimdi de bunun somutlaştırıldığını söyledi.

Romanya ile işbirliği
Enerji Bakanı Hilmi Güler ile Romanya Ekonomi ve Ticaret Bakanı Ioan Codrut Seres, denizaltından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak projenin ortak metnini dün imzaladı. Güler, Romanya ile enerji konusunda önemli bir işbirliği adımı attıklarını belirterek, “Şehir olarak da Köstence ile İstanbul arasında, deniz altından elektrik hattıyla enerji alışverişini sağlayacak çalışmanın ortak metnini imzaladık” dedi. Seres de, Türkiye ile 20 yıl önce iyi ilişkilerin gelişmeye başladığını, şimdi de bunun somutlaştırıldığını söyledi.

ABD pes etmiyor! Kyoto'ya alternatif arayışları sürüyor

Özgür Gürbüz - Analiz / 13 Şubat 2006

Aralık ayında Montreal'de, Kyoto'nun ilk safhasının sonrasında hangi önlemlerin alınması gerektiğini saptamak için masaya oturacağını belirten ABD, geçtiğimiz ay Sidney'de yapılan toplantıda ise zorunlu tedbirler yerine teknolojik gelişmelerle gönüllü destekten yana tavır koydu.

Aralarında Japonya, Avustralya, Hindistan, Çin ve Güney Kore'nin de olduğu 6 ülke, "temiz enerji" projelerini desteklemek için bir fon oluşturmaya karar verdi. Dünyadaki toplam sera gazlarının yarısından sorumlu olan bu 6 ülke, Kyoto'nun aksine, temiz kömür, karbon gömme ve nükleer enerji gibi teknolojilere yatırım yapılmasını savunuyor. Fosil yakıtlara dayalı enerji sistemlerinin ekonomileri için hayati önem taşıdığını belirten ülkeler adına açıklama yapan Avustralya Dışişleri Bakanı Alexander Downer, Kyoto'ya taraf olmayan Avustralya ve ABD'nin sözkonusu fonun çalışması için ilk adımı atacaklarını söylemiş, diğer 4 ülkenin de bu adımı destekleyeceğini belirtmişti. Henüz ne kadar paranın bu fon için ayrılacağı açıklanmasa da, Avustralya'nın 75 milyon dolarlık bir kaynak ayırması bekleniyor. Halihazırda her yıl 3 milyar doları hidrojen enerjisi, karbon gömme teknolojileri ve yenilenebilir yakıt teknolojilerine harcayan ABD'nin payının ise daha fazla olması bekleniyor.

Uluslararası Enerji Ajansı'nın, bugünkü politikaların değişmemesi halinde, 2030 yılındaki karbondioksit emisyonu miktarının 2005'e göre yüzde 50 daha fazla olacağını söylediği bir zamanda, zorunlu tedbirlerden bahsetmeyen bu toplantının bir ilginç yanı ise, 80 büyük enerji ve madencilik firmasının da toplantıya büyük ilgi göstermesiydi. Bir diğer ilginç nokta da, Kyoto görüşmelerine aktif katılımcı olan birçok çevreci grubun bu toplantıyı tamamen "boşa konuşma" olarak nitelendirerek 2 gün boyunca protestolara katılması oldu. Greenpeace sözcüsü Catherine Fitzpatrick, "Konuşmak ucuz, eylemsizliğin fiyatı ise çok pahalı" derken, Avustralyalı Yeşiller ise Exxon Mobil ve Rio Tinto gibi büyük kömür ve petrol endüstrisinin bu paktın arkasında olduğunu öne sürdü. Monash Üniversitesi'nden iklim uzmanı Prof. Amanda Lynch'e göre de, ciddi önlem alma anlamında hiçbir anlaşma sağlanmadı.

İki günlük toplantının sonunda, yatırım yapılması beklenen alanlar arasında daha az hava kirliliğine yol açacak "temiz kömür" olarak adlandırılan teknolojiler, çıkan karbondioksitin tutularak yeniden yeraltına, boşalan kömür ve gaz yataklarına gömülmesini öngeren karbon gömme teknolojileri, yenilenebilir enerji, hidrojen ve nükleer öne çıkıyor. Kyoto Protokolü ise, 2012 yılına kadar gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonlarını 1990 yılının yüzde 5,2 aşağısına çekmesini hedefliyor. Hedeflere ulaşamayan ülkeler, 2013 yılında başlayacak ikinci yükümlülük döneminde hem eski hedeflerini yakalamak hem de yüzde 30'luk bir ek yükümlülüğünün de altına girmek zorundalar.

Türkiye'de rüzgâr esmiyor mu?

Özgür Gürbüz - Analiz / 11 Şubat 2006

Avrupa'da geçen yıl yeni bir rekora imza atarak altın çağını yaşamaya devam eden rüzgâr enerjisi bizde daha çok konuşuluyor. Geçtiğimiz mayıs ayında çıkan yeni ama Avrupa'daki örneklerine kıyasla birçok eksiği olan Yenilenebilir Enerji Yasası sonrası biraz umutlanan rüzgâr enerjisi yatırımcıları hâlâ projelerine kredi bulmakta zorlanıyor. Bunun arkasında iki ana neden var. Birincisi, devlet tarafından verilen 7 yıllık alım garantisinin Yeni Türk Lirası cinsinden olması, ikincisi de bu miktarın hâlâ netleşememesi. Rüzgâr çitliklerini finanse etmek isteyen yabancı bankalar olası bir "kur farkı" probleminden korkuyor. Kredilerin geri ödemesini verdikleri yabancı para cinsinden alacak olan bankalar, Yeni Türk Lirası'nda yaşanacak değer kaybının yatırımcıyı zor duruma sokacağını düşünüyor. İkinci problem ise, 7 yıl boyunca satın alınacak her kilovatsaat için ödenmesi düşünülen miktarın bir önceki yıla ait Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatına göre belirlenecek olması. enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) geçtiğimiz günlerde bu fiyatın nasıl hesaplanacağına dair bir formül açıkladı. Ancak, formül üzerine homurdanmalar olacağa benziyor. Ortalama fiyatla ilgili ikinci problem de her yıl bu fiyatın hesaplamalar dolayısıyla değişecek olması. Bakanlar Kurulu'nun da yine her yıl yüzde 20 artırım yapma hakkı var. Tüm bunlar, kredi ödemelerini garanti altına almak isteyen bankalarda güven eksikliği yaratıyor.

İki tribün dışında yatırım yok

Türkiye'nin 1997 yılından beri rüzgâr enerjisine 2 tribün dışında hiç yatırım yapmamış olmaması ve enerjide dışa bağımlılığın ayyuka çıktığı günümüzde rüzgârın enerjisinin hâlâ gündeme gelmemiş olması oldukça üzücü. rüzgâr enerjisi konusunda kamuoyunun yanlış bilgilendirildiği de bir gerçek. Öncelikle rüzgâr çiftliklerinin diğer konvansiyonel santraller gibi biner MW'lık tesisler olmadığını, genellikle 10-50 MW arasında değişen büyüklüklere sahip mikro santraller olduğunu bilmek gerek. Bu nedenle, ülkelerin değişik bölgelerine dağılan bu mikro santrallerin bulunduğu alanların hepsinde bir rüzgâr kesintisinin olmayacağını da kavramak lazım. rüzgâr enerjisine getirilen eleştirlerden rüzgâr türbinlerinin kapasite faktörleri yüzde 40 civarında. En iyi orana sahip olan doğalgaz santralleri ise bunun hemen hemen iki katı değere sahip. Kaba bir hesapla 100MW'lık doğalgaz için 200 MW rüzgâr kurarak aynı verimi elde edebiliyorsunuz. Kuruluş maliyetleri de birbirine yakın ama arada önemli bir fark var. Rüzgâr'ın ne yakıt parası ne de atık sorunu var. Sosyal maliyet yok, çevresel risk sıfır.

Rüzgâr, güvenilir enerji kaynağı

Konvansiyonel kaynaklara kıyasla küçük üniteler oldukları için arz güvenliği konusunda da büyük sorun yaratmıyorlar. Reuters, 20 Ocak 2006'da Güney Afrika'nın bin 800 MW büyüklüğündeki nükleer reaktörünün bir ünitesinin 3 aylığına kapandığı haberini verdi. Nedeni yanlış yerleştirilmiş bir cıvata! Afrika'nın tek nükleer santrali geçtiğimiz yılda yine yakınındaki bir yangın ve teknik nedenlerden dolayı bir süre kapalı kalmıştı. Güvenlik önlemleri yüzünden nükleer santrallerdeki en ufak bir aksaklık uzun süreli kontrollere neden oluyor. Üç ay boyunca Cape Town bölgesinde elektrik kesintileri kaçınılmaz. İki günlük doğalgaz krizini anımsarsak, neredeyse Keban Barajı gibi bir santralin 3 ay devreden çıkmasının faturasını iyi analiz etmek gerekir. rüzgâr enerjisinde ise arızalar mekanik olduğu için hemen giderilebiliyor ve 100 türbin aynı anda bozulsa bile bunun kurulu gücü 150-200MW'ı geçmiyor. Arz güvenliğinin bir de bu boyutu var.

Avrupa rüzgâr enerjisinde hedefine 5 yıl erken ulaştı

Fiyat dalgalanmalarından etkilenmeyen ve dışa bağımlı olmayan rüzgâr enerjisi Avrupa'daki toplam kurulu gücünü 40 bin megavatın üzerine çıkardı. Rüzgâr türbini üreticileri 6 milyar euro ciroya ulaştı.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /11 Şubat 2006

Enerji arz güvenliği, petrol fiyatlarındaki artış ve küresel ısınma, 10 yıl içinde rüzgâr enerjisini giderek daha çok ön plana çıkarıyor.

Diğer enerji kaynaklarına göre çok hızlı kurulabilen rüzgâr enerjisi, 2005 yılında altın yıllarından birini yaşadı. Avrupa Birliği üyesi 25 ülkede 6 bin 183 megavatlık(MW) kurulu kapasite toplam 40 bin MW'ın seviyesine ulaştı. AB pazarında yaşanan yüzde 18'lik artış, yıllık cirosu 6 milyar euro'yu bulan rüzgâr türbini üreticilerinin yüzünü de güldürüyor.

Avrupa Birliği'nin 2010 hedefi olan 40 bin MW'a 5 yıl öncesinden ulaştığını belirten Avrupa rüzgâr Enerjisi Birliği(EWEA) Başkanı Prof. Arthouros Zervos, büyümeyi rüzgâr enerjisi teknolojisinin hızlı, temiz ve büyük miktarda enerji sağlayabilme avantajlarına sahip olmasının bir göstergesi olarak yorumluyor.

AB enerji ihtiyacının yüzde 2.8'i rüzgârdan

1995-2005 yılları arasında AB ülkelerinde kurulu rüzgâr gücü yılda ortalama yüzde 32 büyüme kaydetti. 2004 yılında 5 bin 838 MW'lık bir güç bu şebekeye eklenirken, 2005 yılında bu rakam yüzde 6 artarak 6 bin 183 MW'ı düzeyini yakaladı. Önceki yıllarda İspanya ve Almanya merkezli büyüyen pazar, bu yıl İngiltere, İtalya, Portekiz ve Fransa gibi diğer ülkelerin de büyük güçler ilave etmesiyle daha geniş bir eksene yayıldı. Zervos, sektördeki büyümenin Avrupa'daki belli pazarlara bağımlılığının giderek daha da azaldığına dikkat çekerek, "Bu trendin ABD ve Hindistan'ın da olduğu dünya pazarına bakıldığında daha güçlü olduğu görülüyor" yorumunu yapıyor. 2005 yılı sonunda Avrupa'da iki ülke (Almanya ve İspanya) 10 bin, 5 ülke de(Danimarka, İtalya, İngiltere, Hollanda ve Portekiz) bin MW'ın üzerinde kurulu güce sahip hale geldi. Yılda 83 Teravat-saat'lik elektrik üretebilen rüzgâr enerjisi, 2004 yılı tüketim rakamlarına göre Avrupa Birliği'nin ihtiyacının yüzde 2,8'ini karşılayabiliyor.

Türkiye yeterince yararlanamıyor

Türkiye'de ise deyim yerindeyse, rüzgâr enerjisi hâlâ yerinde sayıyor. İngiltere'den sonra Avrupa'da en önemli potansiyel kaynaklara sahip olan Türkiye'nin 1997 yılından beri şebekeye eklediği güç 1,2MW iken, Faroe Adaları'nın sadece geçen yıl eklediği kapasite bunun 3 katı. Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili yasanın yürürlüğe girmesinin ardından 14 bin MW'a varan rüzgâr santrali lisanslarından ne kadarının hayata geçirilebileceği ise belirsizliğini koruyor. Türkiye'deki sayılı rüzgâr çiftliklerinden birine sahip olan Demirer Holding Yönetim Kurulu üyesi Önder Demirer, Türkiye'deki kanunun yeterli bir olmadığını ifade ediyor. Eksikliklere rağmen 70MW'lık yeni rüzgâr çiftliklerinin bu yıl devreye gireceğini belirten Demirer, "Lisans almış birçok santral projesi hayata geçirilemeyecek. Kanun, çok net olmadığı için kredi bulmak çok zorlaşıyor. Biz, 10 yıldır bu sektörde olmanın ve kendi üretimimizi yapmanın avantajına sahip olduğumuz için biraz daha şanslıyız" diyor. Diğer yatırımcıların kredi bulmakta çok zorlandığına da değinen Önder Demirer, bankaların rüzgâr sektörünü bilmemesinin ve yatırımcıların yeni olmasının da süreci zorlaştırdığını söylüyor. İzmir'de 450 kişinin çalıştığı Türkiye'deki ilk kanat fabrikasının yanı sıra Çeşme ve Bozcaada'da rüzgâr santralleri kurmuş olan Demirer Holding, 2006 yılında da Çeşme'de 40MW, Çanakkale'de de 30 ve 15MW'lık üç ayrı rüzgâr santralini faaliyete geçirmeyi planlıyor. Demirer, önümüzdeki yıllarda kurulacak yeni santrallerin, Türkiye'de de İspanya ve Portekiz'de yaşanan benzer bir büyümenin yolunu açacağına inanıyor. Doğalgaz krizi sırasında rüzgâr enerjisin öne çıkması gerekirdi diyen Demirer, "rüzgâr enerjisi bilinmediği için inanılmıyor da. Türkiye'de insanlar görmeden inanmıyorlar" diyor

Almanya'da 50 bin kişi çalışıyor
Avrupa'nın yanı sıra başta Çin, Hindistan ve ABD'de hızla büyüyen rüzgâr enerjisi sadece çevrecilerin değil yatırımcıların da ilgisini çekiyor. Sadece Almanya'da 50 binin üzerinde insanın çalıştığı sektörün aktörleri de değişiyor. türbin üreticilerinin cirosu 6-8 milyar euro'yu buluyor. General Elektric geçen yıl Almanya'da aldığı 7 küçük rüzgâr çiftliği ve Kaliforniya'daki 50 MW'lık yatırımıyla büyük enerji devlerinin de rüzgâra olan ilgisinin ufak bir örneği. Hızla büyüyen sektörü, Almanya'nın eski Çevre Bakanı Juergen Trittin çok iyi anlatıyor: "10 yıl önce bazı insanlar bana rüzgâr enerjisinin elektrik üretiminde hiçbir zaman hatırı sayılır bir paya sahip olamayacağını söylüyordu. Şimdi aynı insanlar bana çok fazla rüzgârımız olduğunu ve ihraç etmemiz gerektiğini söylüyor."

Yunan hükümetinden rüzgâr enerjisine güçlü destek
AB'ye üye ülkeler, 2010 yılında enerji gereksinimlerinin yüzde 12'sini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlama hedefine ulaşmaya çalışıyor. Yunanistan bu hedefe ulaşmak için hazırladığı yenilenebilir enerji yasası birçok ülkeye oranla önemli avantajlar sunuyor. Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından ülkede rüzgâr santralleri kurmak isteyenler 15 bin MW'a varan lisans başvurusunda bulundu. Yunanistan'ın 10 bin MW'larda olan toplam kurulu gücünden fazla olan bu başvuruların, Yunanistan hükümetinin planlamalarına uygun kademeli olarak devreye girmesi bekleniyor.
2004 yılında eklediği 100 MW'lık rüzgâr çiftlikleriyle kapasitesini 573'e çıkaran Yunanistan'da AB hedefini yakalamak için rüzgâr enerjisinin adı ön plana çıkıyor. Uzmanlar, hükümetin bu konuda net davranması ve kamuoyu desteğinin rüzgâr enerjisinin önünün açtığını düşünüyor. Yunanistan'daki gelişmeler, rüzgâr endüstrisinin ilgisini çekiyor. 27 Şubat-2 Mart tarihleri arasında yapılacak olan Avrupa rüzgâr Enerji Konferansı ve Sergisi'nin Atina'da yapılacak olması da bunun bir işareti olsa gerek.

Kanat fabrikası kanatlanıyor

3 türbinle işe başladılar 28 milyonluk ihracat kapasitesine ulaştılar

1998 yılında Türkiye'nin ilk rüzgar santralini Çeşme'de kuran Demirer Holding, 2006 yılında 3 yeni rüzgar santrali daha kuracak. 3 adet türbinle işe başlayan Demirer Holding Türkiye'nin ilk ve tek kanat üretimi yapan fabrikaya da sahip ve bu yıl için 28 milyon euroluk ihracat anlaşmasına imza attılar.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Şubat 2006

Bozcaadaki evinde dinlenmeye çalışırken, Ada'nın bıktıran rüzgarları Önder Demirer'e soluğu Almanya'da, rüzgar enerjisiyle ilgili bir fuarda aldırmış. Fuarda rüzgar enerjisinin çok geliştiğini gören Demirer, 2-3 gün içerisinde yatırım kararı almış ve 8 gün sonra, Mayıs 1996'da rüzgar ölçümlerine başlanmış. 1997 sonunda sonuçların olumlu çıkması sonucu 3 türbin sipariş eden Demirer Holding, Şubat 1998'de türbinlerden ilk elektriği üretmeye başlamış. Arkasından da ilham perisi olan Bozcaada'da, 10 megavat güce sahip 17 türbinin temelleri atılmış. Bu 17 türbin şimdi adanın ihtiyacının 30 katı enerjiyi Çanakkale'ye veriyor ve 30 bin kişinin elektrik ihtiyacını karşılıyor.

Demirer Holding, bu yıl 3 yeni rüzgar santrali daha devreye sokacak. Çeşme'de 40, Çanakkale Burgaz'da 30 ve İntepe'de 15MW'lık üç ayrı projeyi hayata geçirecek. Kurulacak türbinlerin kanatları da İzmir'de Alman Enercon firmasıyla beraber kurdukları fabrikada üretilecek. Bu yıl kapasite arttırımına giden kanat fabrikası yılda 1000 adet kanat üretebiliyor ve üretimin yüzde 60'ı ihraç ediliyor. Demirer Holding Yönetim Kurulu Üyesi Önder Demirer, geçen yıl 8,4 milyon euro olarak gerçekleşen ihracatın, kesinleşen anlaşmalarla 28 milyon euroya ulaştığını söylüyor. 2007 yılında da üretilen kanatların bir bölümü Datça ve Manisa'da kuracakları santrallerde kullanılacak.

Türkiye'de rüzgar enerjisine yatırım yapmak isteyenlerin sorunu kredi bulmak. Önder Demirer, daha önceki deneyimleri ve Enercon gibi Almanya rüzgar enerjisi pazarının lideri bir şirketle ortak yatırım yapmalarının kendilerine avantaj sağladığını düşünüyor ve ekliyor: "Diğer ülkelerde, konvansiyonel enerji kaynaklarının yol açtığı harici(çevresel) maliyetler hesaplanıp bu fark, rüzgar enerjisinden üretilen elektrik satın alınırken teşvik olarak veriliyor. Bizde hiçbir teşvik olmamasına rağmen yapabiliyoruz ama çok iyi rüzgarlı yerler olması, çok iyi türbin kullanılması lazım. Türkiye'de bankalar rüzgarı fazla bilmiyor, yabancı bankalar da Türkiye kanunlarını. Kur farkı gibi problemler var". YEK'in ilerlemesi için bizim taslakta önerdiğimiz 5 euro sent'lik sabit fiyat olmalıydı diyen Önder Demirer, yasanın eksikliklerini şöyle özetliyor: "Son anda Ali Babacan tarafından bu yasa geri çekildi. O gün ortalama fiyatın 4,5 euro sent'in altında olması bizim istediğimiz 5 sent'lik sabit fiyattan alım garantisini bir sübvansiyon gibi gösterdi. Bugün ortalama fiyat 5,3 euro sent. Bugün olsa, kanun belki de istediğimiz gibi çıkardı. Şimdi yabancı bankalar sorun çıkarıyor; senin uzun vadeli satış anlaşman yok, alımın YTL üzerinden ve geçen seneki fiyattan diyor. Bankaları ikna etmek zor. Ayrıca Bakanlar Kurulu'nun her yıl, ortalama fiyatın yüzde 20 fazlasını verip vermeyeceği de belli değil". Almanya'da alım garantisinin 8,2 sent'ten 6 yıl boyunca sürdüğünü sonra da yüzde 20 düşürülüp, ömürboyu devam ettiğine dikkat çekiyor. Rüzgarın kilovatsaatine, yatırımların yüzde 30'unun hibe edildiği Yunanistan'da 7, İtalya'da 10 euro sent veriliyor. Çok büyük teşvik istemediklerini belirten Demirer, "5 sent istenmişti, bugün ortalama fiyat 5 euro sent. Sabitlense yatırımcı önünü görecek ve daha rahat kredi bulacaktı" diyor.

Rüzgarın sanıldığının aksine çok düzenli bir kaynak olduğunu anlatan Demirer, her gün iki rüzgar santrallerindeki yetkilililerle "rüzgar-toto" oynadıklarını ve tahminlerinin doğru çıktığını anlatıyor. Çeşme'de yılda 4,5 milyon kilovatsaat üretim yapacaklarını planlamışlar ve 8 yıldır çalışan santralin ortalaması 4,6. Bozcaada tahminleri 34 milyonmuş ve 5,5 yıllık ortalama 36 milyon olarak gerçekleşmiş. İki santral birbirlerine uzak olmalarına rağmen aynı paralelde elektrik üretmiş. Yağışların çok değişebildiğini ama rüzgarda durumun öyle olmadığını söylüyor. Bir sürü teknik analiz ve rapora sahip olan Önder Demirer'i Türkiye'nin potansiyeliyle ilgili şaşırtan bir başka gelişme ise Almanya'da gördüğü kabartma harita olmuş. Rusya'nın üstünün tamamen düzlük ve tam Türkiye'ye gelen Karadeniz'in üstünün en alçak yer olduğunu farkeden Demirer, haritanın hikayesini şöyle anlatıyor: "O kabartma haritadan rüzgarların Kuzey Kutbu'ndan tam bize geldiğini görüyorsunuz. O kadar veriden sonra kabartma bir dünya haritasına bakarak durumun bu kadar net görüleceği hiç aklıma gelmemişti. Karadeniz'in ucunda, Rusya'daki dağların etkisi yüzünden daha düşük rüzgar var. Sinop'ta örneğin ama düşük dediğim oran bile Almanya'dan daha yüksek. Oraya da kurulabilir. Ben kurarmıyım bilmiyorum, bu bürokrasiyle uğraşmaktan bıktım".

Türkiye'nin tek kanat fabrikası
Yılda 1000 adet 24 metrelik kanat üretmesi planlanan fabrikanın yatırım maliyeti 15 milyon dolar. 2002 yılında kurulan fabrikada 425 kişi çalışıyor. 2005 yılında tamamen ihracata yönelik üretim yapan fabrikada üretilen kanatlar Almanya, İtalya, Yunanistan, Polonya ve Estonya gibi ülkelere ihraç edildi. Bu yıl üretimin yüzde 40'ı Türkiye'de kurulacak rüzgar santrallerinde kullanılacak. Enercon Aero Endüstrisi A.Ş., İzmir Serbest Bölgesi'nde, 12 bin metrekaresi kapalı olmak üzere 30 dönüm arazi üzerinde kurulu.

Hasankeyf'in kaderi bankalarının elinde

Mart ayında temel atılması beklenen Ilısu barajı için yabancı ihracat kredi bankaları kilit durumda. Barajın yapımını üstlenen konsorsiyumun yabancı ortakları, kredi garantisi için Avusturya, Almanya ve İsviçre ihracat kredi bankalarından gelecek olumlu haberi bekliyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Şubat 2006

Milattan sonra 4. yy.'a kadar uzanan ve Hasankeyf şehrini sular altında bırakacak baraj projesi için kredi garantisi arayan firmalar, ihracat kredi bankalarından yanıt bekliyor. Bankalardan olumlu yanıt gelirse, barajın inşasının önündeki büyük bir engel kalkmış olacak. Daha önceki girişimde İngiliz firması Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmalar, kredi garantisi alamayınca 2001 yılında projeden çekilmişlerdi. Nurol İnşaat ve Ticaret A.Ş. önderliğinde kurulan yeni konsorsiyum ise çalışmaları 2005 başında hızlandırdı ve Mart ayında barajın temelini atmaya hazırlanıyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün işveren olduğu projenin finansmanının yüzde 100 dış krediyle sağlanması hedefleniyor. Avusturyalı VA Tech firmasının önderliğinde bir grup banka tarafından sağlanacak kredilerin bir bölümü ticari, bir bölümü de hazine garantili. 2400 MW'lık (megavatlık) Atatürk, 1800MW'lık Karakaya, 1330MW'lık Keban barajlarından sonra 1200 MW'lık kurulu gücüyle Türkiye'nin dördüncü büyük barajı olması beklenen Ilısu için istenen dış kredi tutarı da 1 milyar 200 milyon Euro. Aralık ayında yapılan bilgilendirme toplantısında bu paraya Hasankeyf'in tarihi ve kültürel varlıklarının korunması ve kurtarılması için kullanılacak olan 25 milyon Euro'nun da dahil olduğu belirtilmiş. 2006 yılında baraj inşaatı için 179 milyon YTL, kamulaştırma işleri için de 30 milyon YTL bu paradan ayrılacak.

İsviçre ihracat kredisi bankası ERG (Swiss ECA), 2005 yılında yeniden güncellenen Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (ÇED) ve göç edecek insanları yeniden yerleştirmek için hazırlanan planları, sivil toplum kuruluşlarının yorumlarını almak için kamuoyuna açtı ve 20 Şubat'a kadar yanıt bekliyor. Raporların uluslararası standartlara uygun olmaması bu kredilerin önünü kesebilir. Bu durumda konsorsiyumu oluşturan firmalar yerli finansman arayacak. Türkiye'de yürütülen kampanyaya destek veren ECA-Watch(İhracat Kredi Ajansı İzleme Örgütü) gibi uluslararası kuruluşlar, gönderilen dökümanların daha önce kredi kuruluşlarının kriterlerine takılan dökümanlardan farklı olmadığını öne sürüyor ve onay alamayacağını düşünüyor. Bu kuruluşlara göre ÇED raporunun Türkçe hazırlanmamış olması bile yeter sebep. Projeden etkilenecek olan insanların bilgilere rahatlıkla ulşması aranan standartlardan.

Jet-ski alın!
Hasankeyf Gönüllüleri Derneği Başkanı Arif Aslan, Hasankeyf'i taşıma planlarına karşı çıkıyor. Aslan, "Nurol firması yetkilileri köprüyü, Zeynel Bey Türbesi'ni Batı Rahman eteklerine götüreceklerini ve sadece 2 bin mağaranın sular altında kalacağını söylüyor. Köprüyü dağa götürebilirsiniz ama altından suyu nasıl geçireceksiniz?" diye soruyor. Geçtiğimiz günlerde yöreyi ziyaret eden Nurol firmasının yetkilisi Yunus Bayraktar'ın "jet-ski alın, sal alın. Buraya turistler sörf yapmaya gelecek. Değişik su sporları öğreneceksiniz" dediğini ve halkın bu sözlere tepki gösterdiğini anımsatan Aslan, "DSİ'nin ve firmaların tutumunda hiçbir değişiklik yok. 2,5 milyon hektarlık verimli toprak su altında kalacak. Belediyeler, sivil toplum ve halk bu işin içinde değil. Halk, turizm yatırımı beklerken, ellerindeki son turizm hazinesini de kaybetmek üzere" diyor. Aslan iki küçük barajla Hasankeyf'in kurtarılabileceğini ve kimsenin yatırıma karşı olmadığını da ekliyor.

56 belediyenin de katılımıyla oluşturulan Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, 17-18 Şubat'ta Batman'da bir forum ile miting düzenleyecek. Akademisyenler, belediyeler, çevre örgütleri ve Nurol firması yetkilileri panelin davetlileri arasında.

Ilısu Konsorsiyumu

İnşaat İşleri Ortak Girişimi
Nurol İnşaat ve Ticaret A.Ş.
Cengiz İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Çelikler İnşaat A.Ş.

İnşaat İşleri Yapım Ortağı
Ed. Zülbin AG (Almanya)

İnşaat İşleri Proje ve Koordinasyon
Stucky Ltd. (İsviçre)
Temelsu Uluslararası Mühendislik

Elektromanyetik İşler
VA tech Hydro GmbH&Co. (Avusturya)
Alstom Ltd. (İsviçre)

Mühendislik ve Müşavirlik
Colenco Power Engineering Ltd. (İsviçre)
Maggia Engineering Ltd. (İsviçre)
Dolsar Mühendislik
Ralsar Mühendislik

Hasankeyf'ten vazgeçmek, barajdan vazgeçmekten daha (mı) kolay

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Şubat 2006

2001 yılında Balfour Beatty ve baraj yapımına talip olan diğer firmalar, sivil toplum kuruluşlarından gelen baskılardan tedirgin olan İngiliz Hükümeti ve ihracat kredi ajanslarının da geri adı
m atmasıyla projeden vazgeçmiş, Hasankeyf tartışmaları da son bulmuştu. Ancak, ilk olarak 1954 yılında Dicle Nehri'nin toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi kapsamında gündeme gelen, 1971'de yazıya dökülen ve 1982'de fizibilite raporu hazırlanan projeden vazgeçmek, Hasankeyf'ten vazgeçmekten daha zor gibi gözüküyor.

2003 yılında proje tekrar gündeme getirildi. Ilısu Barajı için ilk kazmayı mart ayında vurmaya hazırlanan konsorsiyum, bir yandan da Avrupa'daki bankaları kredi konusunda ikna etmek için çalışıyor. Kısaca, yüzde yüz dış krediyle yapılması planlanan Ilısu Barajı'nın bu tarihi kenti, kelimenin tam anlamıyla tarihin derinliklerine gömüp gömmeyeceği, önümüzdeki günlerde belli olacak. Konsorsiyum içinde yer alan Avusturya, Almanya ve İsviçre firmaları ihracat kredi ajanslarının garantisi olmadan bu işe girmeye pek hevesli değil. Bu ajanslar ise Hasankeyf'i kurtarmak isteyen gruplar tarafından, kredi garantisi verilmemesi için ablukaya alınmış durumda.

İkna edilecek çok kişi var
Hasankeyf'te güneş doğudan doğuyor ama aydınlık bir sabahı bekleyen gözler hep batıya bakıyor. Nurol İnşaat'ın liderliğini yaptığı konsorsiyumun Avrupa'daki bankalar dışında ikna etmesi gereken oldukça fazla kişi ve kuruluş var. Örneğin baraj gölüne su toplanmasıyla birlikte yeniden yerleştirilmek zorunda kalacak 70-80 bin kişi gibi. Bu rakam, inşaatı yapacak olan firmalara göre daha az. Onların rakamı doğru olsa bile Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak il sınırları içinde yaşayan 60 bin kişiye yeni yerleşim yerleri bulmak gerekecek. ÇED raporunda, 1997 nüfus sayımı baz alınarak hesaplandığı belirtilen ve yeniden yerleştirilmek zorunda olan bu 60 bin kişi, Hasankeyf ilçesi dışında, 4 belde, 95 köy ve 99 mezradan oluşan toplam 199 yerleşim merkezinde yaşıyor. Bölgede göç sorunun halihazırda korkunç boyutlara ulaşmış olması, bu konuyu en az kültürel miras sorunu kadar öne çıkarıyor. 1990'lı yıllarda yaşanan göçler zaten Diyarbakır, Batman ve Urfa gibi birçok kentin nüfusunu üçe katlamış durumda. Başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu’da büyük bir sorun haline gelen gecekondulaşma, kapkaç ve hırsızlık gibi birçok sosyal problemin ardında kentlere göç etmek zorunda kalan aileler yatıyor. Köylerinde kendi yetiştirlikleriyle en azından açlıktan uzak yaşayan bu insanlar kentte geçimlerini sağlayamıyor. GAP projesi kapsamında faaliyete geçmiş olan diğer baraj projelerinden dolayı göç etmek zorunda kalan insanlara verilen tazminat ve ev sözlerinin de yerine getirilmemiş olması, bu proje sonunda da aynı hayal kırıklığının yaşanacağı konusunda şüpheleri arttırıyor.

İş sağlayacağı muamma
Konsorsiyum ortaklarıyla Ilısu projesine karşı çıkanlar istihdam rakamları konusunda da farklı görüşlere sahip. İnşaat ortakları Batman, Şırnak, Mardin ve Diyarbakır illerinde “80 bin kişiye iş ve aş sağlanacağını” söylerken yöredekiler sadece birkaç yıl boyunca 3 bin 500 kişiye iş sağlanacağını öne sürüyor. Hasankeyf’in sular altında kalmamasını isteyenlerin baraja alternatif önerileri de kişiden kişiye değişiyor. Ilısu barajı yerine üretilecek enerjinin rüzgar, güneş ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması, enerji verimliliği ve kayıpların azaltılması ya da bir büyük baraj yerine birkaç küçük baraj yapılarak, baraj göllerinde biriktirilecek su seviyesinin daha aşağıda tutulması bunlardan birkaçı. DSİ ve inşaatı üstlenen firmalar ise bu projelerin ya daha pahalıya malolacağını ya da gereken ihtiyaca yanıt vermeyeceğini öne sürerek, alternatif projeleri geri çeviriyor.

Baraj inşaatının Hasankeyf gibi tarihi Roma uygarlığına kadar uzanan ve
Akkoyunlulardan Perslere, Osmanlılardan Asurlulara kadar 30'a yakın farklı uygarlığa ev sahipliği yapmış bir kenti sular altında bırakacak olması da bir başka itiraz noktası. Hasankeyf Gönüllüleri Derneği ayrıca bu projenin aradan geçen onca yıla rağmen hala aynı ana hatlarıyla tekrar gündeme getirilmesine ve orada yaşayan insanların görüşlerinin dikkate alınmamasına da oldukça tepkili. Kayalıklardaki mağaralarda az sayıda da olsa hala yaşayanların olduğu, yaz aylarında Dicle'nin buz gibi sularıyla serinlediğiniz ve şimdi sadece ayaklarıyla ayakta kalmaya çalışan köprünün üzerinden güneşin batışını izlerken, köprüden kimlerin geçtiğini düşündüğünüz Hasankeyf'in tarihi kalesi yine savunmada anlayacağınız...

Hasankeyf'in tarihi
Batman'ın 36 kilometre güneydoğusunda ve Gercüş ilçesinin 26 kilometre kuzeyinde bulunan Hasankeyf, Anadolu'da Ortaçağ'a ait bütünlüğünü koruyabilen tek kent olma özelliğini taşıyor. Eski kaynaklarda adı "Hısn Kayfa", "Hısn Keyba", "Hısn-ı Keyfa" olarak geçen Hasankeyf'e Roma tarihçileri Kipas, Cehpa, Ciphas isimlerini vermişler. İslamiyet döneminde "Kaya Kalesi" anlamına gelen "Hasın Kayfa" olan kentin adı zamanla Hasankeyf'e dönüşmüş. Hasankeyf'in Geç Asur ve Urartu devirlerine kadar inen bir geçmişi olduğu biliniyor. Bazı tarihçiler, Hasankeyf'teki ilk yerleşimi on bin yıl öncesine dayandırıyor.

Üreteceğimiz elektriğin fiyatı hâlâ belirsiz

Geçen hafta yaşanan doğalgaz krizi sırasında çözüm için en çok yerli kaynakların adı geçti. Ancak, 2005'te yasası çıkan ve 2007'de devreye girmesi beklenen yerli kaynaklardan elde edilecek elektriğe ne kadar ödeneceği hala belli değil. Belirsizlik yüzünden kredi almakta zorlanan yatırımcı harekete geçemiyor.

Özgür Gürbüz - Referans / 31 Ocak 2006

Yenilenebilir enerji kaynakları olarak da adlandırılan rüzgar, su, jeotermal gibi enerji kaynaklarını destekleyen ilk yasa Türkiye'de 18 Mayıs 2005'te yürürlüğe girmesine rağmen, bu kaynaklardan üretilecek elektrik enerjisi için üreticiye ne kadar fiyat verileceği hala belirsiz. Yasaya göre, 2011 yılı sonuna kadar satın alınacak elektrik için fiyat, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu'nun(EPDK) belirlediği bir önceki yıla ait Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatı olacak. Bakanlar Kurulu ise eğer gerekli görürse, her yıl bu fiyatı yüzde 20 kadar artırabilecek. "Projelere finansman sağlanabilmesi için üreteceğimiz elektrik enerjisinin alım fiyatının belli olmuş olması bir zorunluluk" diyen Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Başkanı Selahattin Baysal, yasanın çıkmasından bu yana yedi ay geçmesine rağmen henüz Türkiye Ortalama Elektrik Toptan Satış Fiyatı'nda bir düzenleme yapılmadığına dikkat çekti.
RESYAD yetkilileri elektrik piyasası mevzuatı gereği, yatırımları lisans süreleri içerisinde tamamlayıp işletmeye alma yükümlülükleri olduğunu anımsatarak, ortalama fiyatın açıklanmasının yanı sıra, nasıl hesaplanacağı konusunda da kamuoyunun bilgilendirilmesini istiyor. Baysal, EPDK'nin 2005 yılı ortalamasını açıklaması için 7 ay önce kuruma başvurduklarını belirterek, "Açıklayamıyorlar, çünkü çapraz sübvansiyonlar var. EÜAŞ santrallerinde ve hidroelektrik santrallerde elektriğin ne kadara mal edildiği belli değil" dedi. Baysal, EPDK tarafından TEDAŞ'ın mali durumunun düzeltilmesi amacıyla yapıldığı açıklanan yüzde 20'lik indirimin, Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatını düşüreceğinden endişe duyduklarını ifade etti.

RESYAD'ın yatırımların önünde engel olarak sıraladığı bir başka konu da fiyattaki kur riski. Yenilenebilir enerji kaynaklarına kredi vermeyi kabul eden yabancı bankalar, alım garantisinin Yeni Türk Lirası üzerinden yapılması konusunda da rahatsız. Krediyi yabancı para cinsinden verecek olan finans kuruluşları, Yeni Türk Lirası'nda yaşanacak olası bir değişikliğin yatırımcıyı ödeme konusunda zor durumda bırakacağını düşünüyor. Bu da kredi alınmasını zorlaştırıyor. Yasanın çıkmasından önce de konuyu defalarca gündeme getirdiklerini söyleyen Baysal, "Enerji Bakanı, EPDK iyi niyetli ama yenilenebilir enerji kaynaklarının önündeki asıl engel, asılsızca bu kaynakların engellenmesine çalışan Hazine'den sorumlu bakandır" görüşünü savundu.

Çin nükleere temkinli yaklaşıyor

Son 20 yılda ortalama yüzde 9.5'ları bulan büyüme hızı, 1 milyar 300 milyonu bulan nüfus ve 2004'te 4 bin 600 dolara ulaşan kişi başına düşen milli gelirle devamlı büyüyen Çin'de enerji ihtiyacı da hızla artıyor. Buna rağmen Çin, nükleere temkinli yaklaşıyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ocak 2006

Çin'i, sadece dünyanın en büyük barajına ya da seddine sahip ülke olarak tanımlarsak haksızlık etmiş oluruz. Bugün toplam elektriğin yüzde 2'sini sağlayan nükleer enerjinin, 2020 için tasarlanan tüm projeler hayata geçse dahi, toplam kurulu güç içinde payının yüzde 5'i geçemeyeceği tahmin ediliyor. 2003 yılı rakamlarına göre 338 GW'lık (gigavat) kurulu güce sahip olan Çin'in kapasitesinin 253 GW'ı termik santrallerden, 83 GW'ı hidroelektrikten ve sadece 2 GW'ı nükleerden oluşuyor. Üretilen 1 trilyon 807 milyar kilovatsaatlik elektriğin de sadece 42 milyon kilovatsaati nükleerden geliyor. Geçtiğimiz günlerde TÜSİAD ve Boğaziçi Üniversitesi'nin konuğu olarak Türkiye'ye gelen Çin, Silah Kontrol ve Silahsızlanma Grubu Araştırma Bölümü Direktörü Teng Jianqun, Çin'de daha az nükleer santral olmasının tamamen politik bir karar olduğunu söylüyor. Jianqun, "Hindistan'da sanırım 15'ten fazla nükleer santral var. Çin'de bu sayı daha az. Bu santraller 1990'larda faaliyete geçti. Çin, enerji kaynaklarında çeşitliliğe gitti ve nükleeri en son seçenek olarak gördü" diyor. İşletmede 9 santrali olan Çin'in inşa halinde olan 1 ve planlanan 4 nükleer santrali daha var.

Jianqun, Çin'in kalkınmasının büyük ölçüde enerjiyle, özellikle de petrolle bağlantılı olduğunu söylüyor. Nükleer enerjide bir başka çeşit enerji kaynağı ama kolay değil diyen Jianqun,"Sadece teknik olarak değil, güvenlik açısından da kolay değil. Çevrenin korunması açısından; eğer nükleer santral kaynaklı bir kaza olursa sonuç felaket" diyor. Jianqun Avrupa ve Çin'in enerji politikalarındaki farklılığı da şöyle açıklıyor: "Çin petrolü elektrik üretmek için kullanmıyor örneğin, sadece ulaşımda kullanıyor. Su, kömür, petrol, rüzgar ve nükleer gibi başka seçeneklerimiz de var ama Çin'in en büyük enerji kaynağı kömür". Jianqun, "Bugün, birçok Batı ülkesi kendi ülkelerinde nükleer santral kurmaya sıcak bakmıyor. Çin'in de bazı nükleer planları var. Teknolojinin kontrol altında tutulabileceğini düşünüyorum ama yine de kimse bilemez" diyor.

Çin'de 2004 yılında ihraç edilen petrolün kullanılan petrol içindeki oranı yüzde 48'lere kadar çıktı. Dünyanın en çok kömür kullanan ülkesi olan Çin, yılda 957 milyon ton petrole eşdeğer kömür kullanıyor. Bu yüzden de iklim değişikliğine neden olduğu bilinen sera gazları içinde başı çeken karbondioksit emisyonlarında, 1 milyar tonun üzerinde bir rakama ulaşmış durumda. Yine de bu rakam her gün Çin'den 3 kat daha fazla petrol kullanan ve nüfusu Çin'in neredeyse 5'te 1'i olan ABD'den daha az. Dünyanın en çok karbondioksit emisyonuna neden olan ABD'de ise yılda 1 milyar 616 milyon ton karbondioksit atmosfere salınıyor.

Türkiye'nin 128 milyar dolarlık enerji yatırımına ihtiyacı var

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 28 Ocak 2006

Önceki gün doğalgaz kesintileriyle gündeme gelen enerji sorunu hakkında konuşan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu söyledi. Önceki gün gerçekleşen 42 saatlik kesintinin "yanlış anlamadan" kaynaklandığını ve doğalgaz kaynaklı olmadığını söyleyen Bakan Güler, İstanbul ve diğer bölgelerde yaşanan elektrik kesintilerinin doğalgazdan kaynaklanmadığını belirterek, "Önceki gün gerçekleşen doğalgaz kesintisi, anlaşması olan ve bu anlaşmalarında kesintiye müsaade eden kurumlar için uygulandı. Bu aşamada ev ve sanayi için kesinti yapılması söz konusu değil" dedi.

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile İstanbul'da bir gelen Enerji Bakanı Güler, gelen doğalgaz miktarında bir azalma olmadığını da belirterek, elektrik kesintisini gerektirecek bir durumun olmadığını da söyledi. Güler, "Yurtdışından gelen doğalgazın miktarı arttı. İkinci bir LNG gemisi de Çanakkale'ye yaklaştı" diye konuştu.

Türkiye'de 20 yıldır doğalgaz kullanıldığına ve buna rağmen bir depolama alanının olmadığına değinen Güler, "Aliağa'da özel sektöre ait tesisle ilgili görüşmeler sürüyor. Silivri'de inşa edilen 1. 6 milyar dolarlık doğalgaz deposunun haziran ayında bitirilmesi planlanıyor. Tuz Gölü'nün altına yapılması düşünülen deponun da özel sektör tarafından yapılmasını destekliyoruz. Bu projenin 2001 yılında mühendislik ihalesi yapıldı. Konsorsiyumla çıkan problem yüzünden 2004 yılına kadar bir şey yapılmayacağına dair anlaşmaya şerh konulmuş. Biz buna razı olmadık ve tekrar konsorsiyumla konuştuk. Bu projenin yapılmasının birkaç yıl sürmesi planlıyor" diye konuştu.
Rusya ve İran ile yapılan doğalgaz anlaşmalarının her ikisinin de "kullan ya da öde" anlaşmaları olduğuna değinen Bakan Güler, "Almadığımız bir gazın parasını verdiğimiz halde, gaz kesintisi halinde karşı tarafın bir yükümlülüğü yok. Buna karşın bir yaptırım da uygulayamıyoruz" dedi.

Kömür ve su ihmal edildi
Enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu ve bu yatırımın 5 milyar dolarının kömüre, 16 milyar dolarının petrole, 2.7 milyar dolarının doğalgaza, geriye kalan 104.7 milyar dolarının da santrallerle birlikte iletim ve dağıtım hatları için kullanılacağını belirten Güler şöyle devam etti: "İletim yatırımları kamu, üretim ve dağıtım ise özel sektör tarafından yapılacak. Bu toplantıyı da özel sektörle fikir alışverişinde bulunmak için gerçekleştiriyoruz. Konuşulacak konular arasında nükleer santraller de var."

Yerli kaynakların geliştirilmesi için çalıştıklarını belirten Bakan Güler, "Uzunca bir süre kömürü ve suyu ihmal ettik. Yenilenebilir enerji kaynakları ile ilgili yasa bize nasip oldu. Şu ana kadar bu kaynaklara 562 lisans müracaatı oldu. Bu da 10 bin megawatta denk düşüyor. Bunun yanında şimdiye kadar 52 lisans verildi. Bunların kurulu gücü de 1250 megawatt" dedi.

Kesintiler 'yanlış anlama'dan kaynaklanmış!

Önceki gün doğalgaz kesintileriyle gündeme gelen enerji sorunu hakkında konuşan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu söyledi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 28 Ocak 2006

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, önceki gün gerçekleşen 42 saatlik kesintinin 'yanlış anlamadan' kaynaklandığını ve doğalgaz kaynaklı olmadığını söyledi. Bakan Güler, İstanbul ve diğer bölgelerde yaşanan elektrik kesintilerinin doğalgazdan kaynaklanmadığını belirterek, "Önceki gün gerçekleşen doğalgaz kesintisi anlaşması olan ve bu anlaşmalarında kesintiye müsade eden kurumlar için uygulandı. Bu aşamada ev ve sanayi için kesinti yapılması sözkonusu değil" dedi.

Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ile İstanbul'da bir gelen Enerji Bakanı Güler, gelen doğalgaz miktarında bir azalma olmadığını da belirterek, elektrik kesintisini gerektirecek bir durumun olmadığını da söyledi. Güler, "Yurtdışından gelen doğalgazın miktarı arttı. İkinci bir LNG gemisi de Çanakkale'ye yaklaştı" diye konuştu. Türkiye'de 20 yıldır dogalgaz kullanıldığını ve buna rağmen bir depolama alanının olmadığına değinen Güler, "Aliağa'da özel sektöre ait tesisle ilgili görüşmeler sürüyor. Silivri'de inşa edilen 1. 6 milyar dolarlık doğalgaz deposunun haziran ayında bitirilmesi planlanıyor. Tuz Gölü'nün altına yapılması düşünülen deponun da özel sektör tarafından yapılmasını destekliyoruz. Bu projenin 2001 yılında mühendislik ihalesi yapıldı. Konsorsiyumla çıkan problem yüzünden 2004 yılına kadar birşey yapılmayacağına dair anlaşmaya şerh konulmuş. Biz buna razı olmadık ve tekrar konsorsiyumla konuştuk. Bu projenin yapılmasının birkaç yıl sürmesi planlıyor" diye konuştu. Rusya ve İran'dan yapılan doğalgaz anlaşmalarının her ikisi için de 'kullan yada öde' anlaşmaları olduğuna değinen Bakan Güler, "Almadığımız bir gazın parasını verdiğimiz halde gaz kesintisi halinde de karşı tarafın bir yükümlülüğü yok. Buna karşın bir yaptırım da uygulayamıyoruz" dedi.

Enerji'ye 128 milyar dolarlık yatırım
Enerji konusunda önümüzdeki 15 yılda 128.5 milyar dolarlık yatırım ihtiyacı olduğunu ve bu yatırımın 5 milyar dolarının kömüre, 16 milyar dolarının petrole, 2.7 millar dolarının doğalgaza, geriye kalan 104.7 millyar dolarının da santrallerle birlikte iletim ve dağıtım hatları için kullanılacağını belirten Güler şöyle devam etti: "İletim yatırımları kamu, üretim ve dağıtım ise özel sektör tarafından yapılacak. Bu toplantıyı da özel sektörle fikir alışverişinde bulunmak için gerçekleştiriyoruz. Konuşulacak konular arasında nükleer santraller de var."
Yerli kaynakların geliştirilmesi için çalıştıklarını belirten Bakan Güler, "Uzunca bir süre kömürü ve suyu ihmal ettik. Yenilenebilir r enerji kaynakları ile ilgili yasa bize nasip oldu. Şu ana kadar bu kaynaklara 562 lisans müracaatı oldu. Bu da 10 bin megawatta denk düşüyor. Bunun yanında şimdiye kadar 52 lisans verildi. Bunların kurulu gücü de 1250 megawatt" dedi.

Tuz Gölü özel sektöre açılsın
Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır, doğalgazda taahhütlerin yerine getirilmemesi halinde uygulanacak ceza hükmünün sadece Ruslarla yapılan anlaşmada olduğunu İran gazında böyle bir hüküm olmadığını söylüyor. Ültanır, "Eğer Ruslar taahhüt ettikleri doğalgazı göndermezlerse BOTAŞ, ceza olarak doğalgaz mikatrına denk gelen tutarı faturadan kesiyor. İran anlaşmasında ise bu hüküm yok" dedi. Bunun hem İran anlaşmasını imzalayan hem de bugüne kadar bunu düzeltemeyen bugünkü hükümetin de bir ayıbı olduğunu söyleyen Ültanır, fiyat pazarlıkları sırasında bu konunun dile getirilmemesine dikkat çekti.

Doğalgaza bağımlılık azalmayacak, artacak.

Özgür Gürbüz - Yorum - Referans / 28 Ocak 2006

Son günlerde doğalgaz krizleriyle ortaya çıkan tablo, tüm açıklığıyla Türkiye'nin enerji politikalarının tıkandığını ortaya koyuyor. Ulusal politika eksikliği, strateji yoksunluğu ve vizyonsuzluk Türkiye'yi bu günlere getirdi. Bazen bu tip sert dönemeçler şirketleri ya da ülkeleri rotalarına sokar bazen de tamamen raydan çıkarır. O yüzden şimdi atacağımız adımlar oldukça önemli.

Türkiye bir önceki hükümet döneminde yaptığı "al ya da öde" anlaşmaları yüzünden doğalgaza boğulmuş durumda. Talepten fazla olan bu gazın kullanılması için önce çevrim santralleri denilen doğalgazı elektrik enerjisine çeviren santraller kuruldu. Bu santrallerin avantajı, diğer termik santrallere oranla daha çabuk devreye sokulabilmesi ve doğalgaz ucuz alındığı takdirde daha ucuza elektrik üretebilmesiydi. Ama ipin ucu kaçırıldı. 1999'da neredeyse başa baş olan hidrolik, kömür ve doğalgaz santrallerinden üretilen elektrik miktarı 5 yıl içerisinde doğalgaz lehine bozuldu. Bugün üretilen elektriğin yarısına yakını doğalgaz santrallerinden geliyor. Bu çarpıklığın bir ucu Yüce Divan'a kadar uzanırken diğer ucu da şu rakamların altında yatıyor. BOTAŞ 2006 yılı için yaptığı talep tahmininde Yunanistan'a yapılması planlanan 21 milyon metreküplük ihracatla birlikte 29 milyar 526 milyon metreküp doğalgaza gereksinim olduğunu söylüyor. Kontrata bağlı arz ise aynı yıl için 35 milyar 766 milyon metreküp. Bu arz fazlası, 2010 yılında 10 milyar metreküpe çıkıyor. Bu yüzden BOTAŞ yetkilileri, her yıl anlaşmaları revize ederek kullanamayacağımız gaz için para ödememeye çalışıyor. Bir yandan da gerek çevrim santralleri gerek doğalgaz kullanımının yaygınlaştırılmasıyla arz miktarı karşılanmaya çalışılıyor.
Burada doğalgazın özellikle büyük kentlerdeki konutlarda ve sanayide diğer alternatiflere göre ucuza mal olmasının da etkisi var. Nedeni ne olursa olsun asıl doğalgaz bağımlılığı da burada başlıyor. Yeni doğalgaz santrali kurulmasa bile 2020'de gerçekleşecek elektrik harici tüketimin 46 milyar metreküpleri bulması bekleniyor. Günü kurtarmaya çalışıyoruz ama yarın doğalgaza daha da bağımlı hale geliyoruz.

Peki, seçeneklerimiz neler? Doğalgaz, Türkiye gibi yüksek fiyatlara almadığınız takdirde ucuz bir kaynak. Ancak, fiyat dalgalanmaları var ve büyük kentlerde hava kirliliğine çözüm olsa da küresel ısınmaya yol açan sera gazları konusunda çok da masum değil. Çözüm için adı geçen nükleer enerji de çevresel açıdan büyük riskler içeriyor, elektrik üretim maliyeti doğalgazın ve diğer birçok kaynağın üzerinde, ilk finansman giderleri çok yüksek ve atık sorunu herkesi ürkütüyor. Ayrıca nükleer santraller sadece elektrik üretiyorlar. Elektrikle ısınmaya kalkarsanız astarı yüzünden pahalıya geliyor. Türkiye'nin doğalgazı giderek ısınma amaçlı kullanacağı düşünülürse, nükleer enerjinin Türkiye'yi bu bağımlılıktan kurtarması zor. 5-10 yıl önce kurulan ve alım garantisi altında olan doğalgaz santrallerini de kapatamayacağınıza göre çözüm başka yerde aranmalı.

Öncelikle, jeotermal enerji gibi ısınma amaçlı da kullanılabilecek bir enerji kaynağının kullanılabildiği yerlerde doğalgazdan uzak durmak gerek. Kamu binaları başta olmak üzere, verimli ampullerden izolasyona kadar olan bir dizi önlemi süratle gerçekleştirmeli, özellikle yeniden canlanan inşaat sektöründe yalıtım ve izolasyonla ilgili standart ve kontrolleri arttırmalıyız. Üretilen elektriğin yüzde 22'sinin evlerde, yüzde 11'inin ticarethanelerde ve yüzde 4'ünün resmi dairelerde tüketildiği anımsanırsa, 4 kat daha az enerji harcayan verimli ampullerin bile nasıl büyük bir katkı sağlayacağı ve böyle bir kampanyanın ne kadar kısa sürede sonuç vereceği tahmin edilebilir.

Türkiye gibi enerjiyi oldukça pahalıya alan bir ülkedeki ortalama bir dairenin enerji harcamasının Almanya'daki eşdeğerinin 5 katı olduğu akıldan çıkmamalı. Bu çalışmalarla arttırılan doğalgazın ihracatı için de çaba sarf edilmeli. Yeni enerji yatırımlarında yerli kaynaklar ön planda tutulmalı ve Türkiye'nin AB hedefi göz ardı edilmemeli. Kyoto Protokolü, AB'nin olmazsa olmazı; çevresel maliyetler ve bu kadar büyük yatırımlar için istihdama katkı mutlaka kriter kabul edilmeli. Kriz anında devreye girecek doğalgaz depoları kısa zamanda hayata geçirilmeli. Hangi yerli kaynakları ve nasıl kullanacağımızı belirleyecek ciddi bir plan acilen hazırlanıp, kamuoyunda tartışmaya açılmalı.

Paramızla rezil oluyoruz.

Özgür Gürbüz-Analiz / 27 Ocak 2006

Ukrayna ile Rusya arasında fiyat anlaşmazlığından çıkan kriz, Avrupa'da doğalgazı en pahalıya alan ülkelerden biri olan Türkiye'yi, hem de parasını ödüyor olmasına rağmen vurdu. Yaklaşık bir hafta önce İran hattından gelen doğalgazın azalmasıyla başlayan sorun, gelen duyumlara göre, Ukrayna üzerinden gelen hatta meydana gelen kesintilerle krize döndü. Doğalgaz Kriz Masası'nın 2 gün önce yaptığı toplantı sonucu, İran üzerinden gelen 8 milyon meterküplük açığın Karadeniz'in altından geçen Mavi Akım ve Batı hattından gelecek 4'er milyon metereküplük ilave doğalgazla kapatılması planlanmıştı. Aynı zamanda doğalgaz kullanarak elektrik üreten bazı yap-işlet santrallere verilen gaz miktarında da yüzde 50'ye varan kısıtlamalara gidildiği bildirilmişti. Şimdi bu tedbirlerin yeterli olup olmadığı tartışılmaya başlandı. Marmara Ereğlisi'ndeki 1 milyar 600 milyon metreküplük kapasitenin 15 gün boyunca yeteceği söyleniyordu. Bu kapasitenin ne kadarının kullanıldığı da ikinci bir soru. Üçüncü soru ise daha fazla kesinti yapılmak zorunda kalırsa nereden yapılacağı. Türkiye 2004 yılında ithal edilen doğalgazın 13.5 milyar metrekübünden fazlasını çevrim santrallerinde elektriğe çevirmiş, 4.5 milyarını konutlarda, 3.8 milyarını ise sanayide kullanmış.

Görünen o ki, giderek azalan doğalgazı, çetin kış şartları altındaki konutların ısıtılması için ayıran yetkililer, doğalgaz kullanan otoprodüktörleri devreden çıkarmak zorunda kaldı. Kriz devam eder ve Türkiye'ye gelen doğalgaz miktarı arttırılamazsa, bunu büyük çevrim santralleri de izleyebilir ki, bu gerçekten Türkiye için büyük bir felaket olur. Sadece sanayide değil tüm Türkiye'de üretilen elektriğin yüzde 50'sine yakını doğalgaz çevrim santrallerinden sağlanıyor. Yine, ihraç edilen doğalgazın yarıya yakını elektrik üretimi için kullanılıyor. Kısaca, doğalgazı sadece ısıtma amaçlı kullanmanız da herkesin ısınacağı anlamına gelmiyor çünkü elektrikle ısınan kişilerin, olası elektrik kesintisiyle karşı karşıya kalması da sözkonusu. Tüm bu senaryolar, Türkiye'nin borularında ve Marmara Ereğlisi'ndeki tek deposunda ne kadar doğalgaz kaldığına ve daha da önemlisi Rusya ve İran üzerinden gelen doğalgazın ne zaman taahhüt edilen seviyelere geri döneceğine bağlı. Türkiye'nin enerjide doğalgaza olan bağımlılığını kısa sürede değiştiremiyeceği ortada. Doğalgaza bu kadar çok bağımlı olan bir ülkede doğalgaz deposunun düşünülmemiş olması da yine iyi bir yöneticilik örneği. 2001 yılında 34 milyar metreküp doğalgaz harcayan Fransa'nın, 15 deposunda 10 milyar metreküplük stoğu var. 95 gün, yani bir kışı geçirmesine yetecek kadar. Biz ise bu gidişle Cezayir'den gelecek gemilerin yolunu bekleyeceğiz. Dua edelim de rüzgar sert esmesin.

BORSA'ya gelenler
İran ve Ukrayna'dan gelen kesintiler yüzünden talebe yanıt veremeyen BOTAŞ'ın yaptığı zorunlu gaz kesintileri yüzünden doğalgazla çalışan birçok santral durmak zorunda kaldı. Zorlu Enerji Elektrik Üretim A.Ş. borsaya yaptığı açıklamada, sözleşmeleri kesintisiz tarifeden olmasına rağmen BOTAŞ'ın doğalgaz satışını durdurması nedeni ile Bursa, Lüleburgaz, Kayseri ve Ankara'daki santrallerinde üretime son verdiğini açıkladı. Bursa'daki santral 90, Ankara’daki 55, Lüleburgaz’daki 66 ve Kayseri'deki ise 15 megavat kurulu güce sahip. Borsa'ya açıklama yapan bir başka kuruluş ise Kartonsan oldu. Kartonsan'da İzmit Kullar Köyü'nde kurulu olan 19 MW'lık kojenerasyon santralindeki faaliyetlerin, BOTAŞ'ın yeniden doğalgaz sevkiyatı sağlayacağı ikinci bir tarihe kadar durdurulduğunu söyledi. Türkiye'de otoprodüktör ve otoprodüktör grubu lisansı almış olan 200'e yakın santral var. Bunların 116'sı yakıt olarak doğalgaz kullanıyor.

TAEK düşünülmüyor diyor, İğneada rahatlamıyor

Kurulması düşünülen nükleer santraller için belirlenen yerlerin şubat ayında açıklanması beklenirken, TAEK, yıllardır nükleer santral için adı geçen İğneada'nın uygun bulunmadığını söyledi. Buna rağmen yöre halkı hala kuşkulu.

Özgür Gürbüz -Referans / 25 Ocak 2006

38 yıldır süren nükleer santral kurma projesinde adı sıkça gündeme gelen İğneada'nın TAEK tarafından uygun görülmemesine rağmen, İğneadalılar tedirgin. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'ndan yararlanarak, ilçelerine nükleer santral yapılıp yapılmayacağını soran İğneadalılara Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Nükleer Bilgi Birimi Başkanı Gül Göktepe, "İğneada’nın nükleer santral yapımına uygun bulunmadığını söyleyebiliriz" yanıtını verdi. Göktepe'nin kaleme aldığı yazılı yanıtta İğneada'yla ilgili olarak şu satırlar yer aldı: "2012 yılında devreye girmesi öngörülen ilk nükleer santralımızın kurulmasıyla ilgili hazırlık faaliyetleri TAEK tarafından yürütülmektedir. Ancak nükleer santralın yeri ve tipi henüz belirlenmemiştir. Yer seçimi ile ilgili olarak halen farklı alanlarda ön etütler yapılmaktadır. Bunlar belli bir aşamaya geldiğinde yetkililer tarafından kamuoyuna açıklama yapılacaktır. Bununla birlikte şimdiden İğneada’nın nükleer santral yapımına uygun bulunmadığını söyleyebiliriz".

İğneada Belediye Başkanı Tahir Işık ise, bu açıklamanın kendisini çok rahatlatmadığını söylüyor. Işık, "Yazılı bir evrak gelmediği için çok da emin olamıyoruz. Bize telefonda da İğneada'nın düşünülmediğine dair bilgi verildi ancak bu beni rahatlatmıyor. Belediye'ye resmi bir belge gelmedikçe rahatlamamız mümkün değil" diyor. İğneada'ya sadece bir kez 4 kişilik bir ekibin inceleme yapmaya geldiğini söyleyen Işık, "Buraya dolaşmaya geldiklerini bile bize haber vermemişlerdi. Biz onları fark ettik. O zamanın Kırklareli Valisi İsmet Metin'in haber vermesiyle bir görüşme yaptık. Daha sonra da Vali Bey bir açıklama yaparak, İğneada'ya nükleer santralin düşünülmediğini söylemişti" açıklamasını yapıyor.

Nükleer santrallerin kurulmasıyla ilgili tüm aşamalarda proje yönetimi görevinin TAEK'e verildiğine dikkat çeken yanıtta ayrıca dünya elektrik talebinin %16 sını karşılayan nükleer reaktörlerin bazen büyük kentlerin hemen yakınında, nehirlerin, denizlerin kenarında, tarlaların ortasında, ormanların içinde baca gazları olmadan, atmosferi kirletmeden çalıştırıldığı öne sürülen açıklamada "Nükleer santraller dünyada ortaya çıkmış olan birkaç kazanın dışında çevre halkına olumsuz etki yaratmadan işletilmektedir" açıklaması yapılmış. Japonya’da nükleer santrallerin soğutma suyunun alındığı koylar dalyan halinde değerlendirildiği beliritlen yanıtta "Paris, Toronto, Tokyo, Stokholm, Bern, Moskova gibi nükleer elektrik kullanan kentler ışıl ışıl, pırıl pırıldır" açıklamasına da yer verilmiş. Geçimini turizm ve balıkçılıktan karşılayan İğneadalıların kaygılarına da bu örneklerle yanıt verilmeye çalışılmış gibi görünüyor. İğneada'nın devre dışı kalması da Trakya'da bir nükleer santral olasılığını oldukça azaltıyor. Belediye Başkanı Işık, İğneada2ya gelen yetkililerin kendilerine buranın şu an düşünülmediğini, bir ön çalışma yapıldığını söylüyor. Işık, nükleer santral için Trakya'nın yer olarak seçilmesi halinde İğneada'nın düşünülen yer olacağının altını çiziyor. Kurulması düşünülen nükleer santraller için Mersin Akkuyu ve Sinop'un adları da kulislerde dolaşıyor.

Enerjide doğalgazın dayanılmaz ağırlığı

Yerli kaynaklar doğalgaz kıskacında

Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan doğalgaz krizi, yıllardır ciddi bir ulusal politika eksikliği çeken Türkiye'nin enerji politikalarının tartışılmasına yol açtı. Türkiye'nin Tarsus'taki su santraliyle başlayan enerji macerasının vardığı doğalgaz açmazı ve önündeki seçeneklerini masaya yatırdık.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 21 Ocak 2006

Türkiye'de ilk elektrik enerjisi üretimi II. Abdülhamid zamanına kadar uzanıyor. 1902 yılında Tarsus'ta su değirmeniyle çevrilen bir dinamoyla çalışan 2 kilovat gücündeki ilk santral, Avusturyalı Dörfler tarafından kurulmuş. Prof. Dr. Hamit Serbest'in de bahsetiği rivayete göre önce saraya hediye edilmek istenmiş ancak Abdülhamid, suikast endişesiyle bu hediyeye karşı çıkmış. Daha sonra Karamüftüzade Hulusi Paşa gerekli izni alıp santrali Tarsus'un 1800 metre uzağına kurmuş ve Tarsus'un bütün sokaklarıyla Müftüzade Sadık Paşa ile Ramazanoğulları'ndan Sorgu Yargıcı Yakup Efendi'nin evi aydınlatılmış.

Tarsus'taki santral Türkiye'nin ilk su santrali olurken, taşkömürüyle çalışan ilk termik santrali ise İstanbul'da kurulan Silahtarağa santrali. 1914 ile 1950 yılları arasında İstanbul'un elektriğini üreten bu tek santral, şimdilerde "Santral İstanbul" adı altında bir kültür-sanat merkezine dönüşmek üzere. Silahtarağa müzeye dönüşe dursun, AKP hükümetin demeçlerine bakılırsa Türkiye de enerji yatırımları açısından bir şantiyeye dönüşmek üzere. Geçtiğimiz aylarda 25 yeni santralin kurulması gündeme getirilmiş, başta kurulması düşünülen 3 nükleer santral olmak üzere bu planlar çeşitli kesimlerce tartışılmaya başlanmıştı.

Türkiye enerji koridoru olacak
Tozu dumanı katacak olan, sadece bu santrallerin gelecek 15-20 yıl boyunca sürecek inşaat faliyetleri değil. Türkiye'nin son 10 yıldır üzerinde durduğu, enerji havzalarıyla Batı arasında enerji koridoru olma projesi de bu şantiyeyi ayrıca büyütecek. Rus doğalgazına alternatif arayan Avrupa'nın, Ortadoğu ve İran doğalgazını Yunanistan ve İtalya üzerinden taşınması planlanan projeye artık daha sıcak bakacağı kesin. Ertelene ertelene yılan hikayesine dönen Bakü-Ceyhan boru hattının yanına eklenmesi düşünülen Samsun-Ceyhan projesi de harekete geçecek gibi gözüküyor. Tüm bunların üstüne, "ya al ya da öde" anlaşmaları sonucu talebin üstünde alınan doğalgazın kentlere ulaştırılarak kullanılmasını sağlayacak boru hatlarını da eklemek lazım. 2006 yılında Adana, Antalya, Amasya, Afyonkarahisar, Aydın, Erzincan, Kars, Ardahan, Çanakkale, Karaman, Tokat, Trabzon, Rize, Gümüşhane, Bayburt, Ordu, Giresun, Van, Osmaniye, Diyarbakır, Elazığ, Adıyaman ve Mersin'e doğalgaz verilmesi planlanıyor.

Doğalgaza bağımlılık
Türkiye'nin doğalgaza bağımlılığını da işte bu nokta üzerinden tartışmak lazım. BOTAŞ'ın 2006 yılı için yaptığı talep tahmini 29 milyar 526 milyon metreküp. Bunun sadece 21 milyon metrekübü Yunanistan'a ihraç edilecek. Aynı yıl için kontrata bağlanmış arz miktarı ise 35 milyar 766 milyon metreküp. Bunların üstüne, Azerbaycan ve Türkmenistan'la imzalanmış anlaşmalar da var ama bazı belirsizlikler devam ediyor. Yürürlükte olan uzun vadeli anlaşmalar, Türkiye'nin enerjide doğalgazın ağırlığından önümüzdeki yıllarda da kurtulamayacağını gösteriyor. Bu aynı zamanda yerli kaynaklara yatırımın önünü de tıkıyor. 14 Şubat 1986 yılında yapılan, yılda 6 milyar metreküplük ilk anlaşmanın bitmesi için bile 2011 yılını beklemek zorundayız. Rusya'yla bu anlaşmanın yanısıra yapılmış olan iki anlaşma daha var. 1998 yılında imzalanan 8 milyar metreküplük anlaşma 23, 1997 yılında imzalan 16 milyar metreküplük anlaşma ise 25 yılık. Rus gazına alternatif olarak düşünülen İran gazının miktarı ise yıllık 10 milyar metreküp ve 1996'da atılan imzanın raf ömrü 25 yıl. Yine Türkmenistan'la imzalanan ama belirsizliğini koruyan 16 milyar metereküplük anlaşma ise en uzun süreye sahip olanı. 1999 yılında atılan imzanın kuruması için 30 yıl geçmesi gerekiyor.

Doğalgaz ihtiyacı artıyor
Peki, Türkiye bu kadar doğalgazı ne yapıyor? 2004 yılı için alınan doğalgazın 13,5 milyar metrekübünden fazlası çevrim santrallerinde elektriğe çevrilmiş. Konutlarda 4.5, sanayide ise 3.8 milyar metreküp doğalgaz kullanılmış. Gelecek yıllarda, doğalgaz kullanan il sayısındaki artış yüzünden, hiç doğalgaz santrali yapılmasa bile, Türkiye'nin daha fazla doğalgaz kullanacağını söylemek yanlış olmaz. Zaten BOTAŞ'ta 2020 için yaptığı projeksiyonda doğalgaz talebini 61 milyar metreküp olarak belirlemiş. Hükümetin yapmayı planladığı 25 santral içinde 2 doğalgaz santrali daha var ama 61 milyarlık doğalgazın bir bölümünün arz fazlası nedeniyle ihraç edilmesi gerekecek gibi. Şu ana kadar, 2020'de yapılması kesinleşen ihracat ise 737 milyon metreküp. Avrupa'ya daha fazla doğalgaz ihracatı için çalışmalar sürerken, alım anlaşmaları Türkiye'yi doğalgaz kullanımını teşvik etmeye zorluyor. Döşenen her hat, doğalgaza bağlanan her ev de, bu bağımlılığı daha da sürekli kılacak.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2004 yılı verilerine göre, kullanılan elektriğin yüzde 40'ını doğalgaz çevrim santralleri sağlıyor. Hidroelektrik santraller yüzde 30'la ikinci sırada yer alırken yaz aylarında bu oran birkaç puan aşağıya düşüyor. Üçüncü sırada ise yüzde 15'le linyit yakan termik santraller var. İthal ağırlıklı taşkömürü ve fuel-oil yakan termik santraller ise beraber yüzde 15'lik bir üretim yüzdesine sahip. Yerli kaynaklar arasında yer alan rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerjinin payı ise yüzde 1 bile değil. Elektriğin nerede tüketildiğine baktığınızda ise aslan payının sanayide olduğunu görüyorsunuz. Yüzde 40'ların üzerindeki sanayiyi, yüzde 23'le meskenler ve yüzde 12 ile ticarethaneler izliyor. Tarımsal ısıtma için üretilen elektriğin yüzde 4.5'ini, sokak aydınlatması içinse yüzde 3.67'sini harcıyoruz.

Türkiye, Avrupa'da enerjiyi en kötü kullanan ülke
Konu harcamaktan açıldığında, Türkiye'nin en büyük "enerji kaynağı" olan harcamama ya da tasarruf enerjisinden bahsetmek yerinde olur. TMMOB yüzde 30'lara varan enerji tasarrufu potansiyelinden ve bunun yüzde 10-15'lik bölümünün, aydınlatma, beyaz eşya, ev ve mutfak gereçlerinin kullanımı ve seçiminde yapılacak bilinçli tercihlerden yapılabileceğini söylüyor. Elektrik İşleri Etüt İdaresi, sanayi, bina ve ulaşım sektörlerinde yıllık enerji tasarrufu potansiyelinin yaklaşık 3 milyar dolar olduğunu belirtiyor. OECD ortalaması yüzde 6'larda olan kayıp-kaçak oranı ise ülkemizde yüzde 19-20 civarında. Daha da kötüsü; Uluslararası Enerji Ajansı'nın verilerine göre Türkiye, Batı Avrupa'da enerjiyi en kötü kullanan ülke. Enerjide bağımlılığın çözümünün aslında burada yattığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Türkiye'nin enerji profilini tam anlayabilmek için enerji santrallerinin kurulu güçlerini de gözardı etmemek gerekli. 2004 yılı rakamlarına bakıldığında 12 bin 654 megavatlık (MW) hidroelektrik ve 12 bin 640 MW'lık kurulu güce sahip doğalgaz santralleri göze çarpıyor.

Kömürle çalışan termik santraller 9 bin MW kurulu güce sahipken, rüzgar ve jeotermal santrallerinin toplam kurulu gücü sadece 34 MW. Ya al ya öde anlaşmaları yüzünden Elektrik Üretim Anonim Şirketi'ne (EÜAŞ) bağlı bazı santrallerin ve barajların zaman zaman düşük kapasiteyle çalıştırıldıkları da biliniyor. Zaten kimse şu anda Türkiye'nin bir enerji açığı olduğunun söylemiyor ama gelecekte enerji talebinin büyüme hızıyla beraber artacağı ve yeni santrallere gerek olacağı öne sürülüyor. Asıl tartışma da burada başlıyor. Öncelikle, bu yeni santrallerin yerli kaynaklarla karşılanarak, doğalgaz, ithal taşkömür ve fuel-oile olan bağımlılığın azalmasını isteyenler ve yine nükleer enerjiyi ön plana çıkaran ve nükleerin dışa bağımlı doğalgaz santrallerine alternatif olabileceğini söyleyenler de var. Kim ne derse desin, iş yerli yabancı kaynak tartışmasına döküldüğünde en çok konuşulan kaynakların hidroelektrik, rüzgar, linyit ve jeotermal olduğu göze çarpıyor. Bu kaynakların seçiminde ise teknik, politik ve çevresel kriterler ön plana çıkıyor.

Türkiye'nin ekonomik hidrolik potansiyelini birçok resmi kaynak 1960'lardaki 120 milyar kilovatsaatlik rakam olarak verse de, Devlet Su İşleri Genel Müdürü Prof. Dr. Veysel Eroğlu dahil birçok kişi, gelişen teknolojilerle, ekonomik potansiyel rakamının 160 ila 210 milyar kilovatsaat arasında olduğunu söylüyor. Karşılaştırma yapmak için Türkiye'nin 2005 yılında toplam elektrik üretiminin 150 milyar kilovatsaat olduğunu anımsatalım. Barajların bazılarının sınır ülkelerle sorun yaratacak olması ve Türkiye'nin çok az sayıda kalmış bakir doğal alanlarıyla, Hasankeyf gibi kültürel çevre kapsamına giren bölgeleri tehlikeye atması sorun yaratıyor. Sosyal maliyetlerin doğru hesaplanması, Türkiye'nin olası politik krizlerle karşı karşıya kalması ve kaybedilebilecek turizm gelirleri, zor bir hesabı şart koşuyor. Bu sorunlardan uzak küçük barajlar ilk seçenek. Jeotermal enerji kaynaklarına bakılınca Türkiye'nin dünyanın yedinci en zengin ülkesi olduğu biliniyor. Jeotermal Derneği bu potansiyelin 30 milyar metreküp doğalgaza eşdeğer olduğu ve şu ana kadar 70 bin civarı eve ulaşılsa da, tüm potansiyelin 5 milyon konutu ısıtabileceğini belirtiyor. Yine, tarımsal ısıtmaya üretilen elektriğin yüzde 4'ünün ayrıldığı göze alınırsa, 150 bin dönüm serayı ısıtma potansiyeline sahip jeotermal enerji bir nimet olarak adlandırılabilir. Özellikle Avrupa'da hızla büyüyen rüzgar enerjisi de bir başka temiz enerji kaynağı. Bu konuda da çeşitli rakamlar telaffuz edilse de, teknik kurulu güç potansiyelinin 80 bin megavat civarı olduğu belirtiliyor. Yenilenebilir enerji yasasının çıkmasından sonra 1350 megavatlık kurulu güç lisansının verildiği rüzgar enerjisi de Türkiye'nin önemli yerli kaynaklarından. Güneş enerjisinde elektrik üretimi henüz çok ön plana çıksa da, sayıları 40 milyonu bulan su ısıtıcılarıyla Türkiye'nin enerji harcamasını azaltmada ciddi bir katkı yapıyor.

Özellikle AB sürecinde karşımıza gelen Kyoto Protokolü de göz önüne alındığında Türkiye'nin başını ağrıtma olasılığı bulunan yerli kömür rezervleri de ciddi alternatifler arasında. Türkiye'nin 16 bin 354 MW'lık linyit (105 milyar kilovatsaat elektrik üretme potansiyeli) 2 bin 450 MW'lıksa (15 milyar kilovatsaat) taşkömürü potansiyeli bulunuyor. Tüm bu seçenekler, karar alıcıların, kamuoyunun filtresinden geçerek değerlendirilecek. Bakalım, alınacak yeni kararlardan sonra doğalgazın dayanılmaz ağırlığı daha ne kadar hissedilmeye devam edecek?

Enerji kaynaklarına göre elektrik üretimi 2004
Kaynak / pay (%)
Doğalgaz / 39,26
Hidroelektrik / 30,77
Linyit / 14,96
Taşkömürü / 7,54
Fuel-oil / 6,53
LPG / 0,26
Rüzgar / 0,04
Diğer / 0,64

Kaynak: TÜİK

Kullanım yerlerine göre elektrik tüketimi (2004)
Yer / pay (%)
Sanayi+otoprodüktör / 43,78
Meskenler / 23,02
Ticarethaneler / 11,94
Diğer+EÜAŞ direkt satış / 7,60
Resmi Daire / 4,34
Tarımsal ısıtma / 4,51
Sokak aydınlatması / 3,67
Şantiyeler / 1,14

Kaynak: TÜİK

Yıllar itibariyle doğalgaz ve LNG alım Miktarları

Yıllar Rusya / İran / Mavi Akım / Cezayir / Nijerya / Toplam
2000 10.079 / - / - / 3.962 / 780 /14.975
2001 10.931 / 115 / - / 3.985 / 1.337 / 16.368
2002 11.603 / 670 / - / 4.078 / 1.274 / 17.625
2003 11.422 / 3.520 / 1.252 / 3.867 / 1.126 / 21.180
2004 11.106 / 3.558 / 3.238 / 3.237 / 1.034 / 22.173
2005 9.422 / 2.896 / 3.185 / 2.783 / 711 / 19.052

Kaynak: BOTAŞ

Küresel ısınma 'sinek yapar' mide bozar

Küresel ısınmanın tüm hayatımızı etkileyeceğini söyleyen çevrecilere kulak asmamız için artık bir başka nedenimiz daha var. İngiltere'deki bilim insanları, ısınan havaların daha fazla yiyecek kökenli zehirlenmeye yol açacağını ve sinek sayısında artışa yol açacağını söylüyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 21 Ocak 2006

Küresel ısınmanın, Katrina ve Rita kasırgaları gibi artık kendini iyice belli etmeye başlayan meteorolojik sonuçları dışında bir de gözden kaçan ama hayatımızı yine büyük ölçüde etkileyecek başka tehlikeleri de var. Bunlardan bir tanesi de İngiliz bilim adamlarınca geçtiğimiz günlerde açıklanan zehirlenme riski.

East Anglia Üniversitesi'nden Prof. Paul Hunter, havaların ısınmasıyla dışarıda bırakılan yiyeceklerin daha çok salmonella bakterisi üretme potansiyeli olduğunu, bunun da zehirlenmelere yol açacağını açıkladı. Hunter, "Birçok değişikliğin yaz aylarında olacağını söylemek yanlış olmaz. Yiyeceklerin sıcak havalarda daha çabuk bozulmasının yanı sıra ani bastıran şiddetli yağışlar yüzünden, dağıtım şebekesine bağlı olmayan sularda, suda üreyen bakterilerin çoğalması sonucu ishal, kusma ve mide ağrıları da büyük olasılıkla artacak" diyor. Hunter, İngiltere'de bu yüzyıl bitmeden sıtma vakalarına da rastlanabileceğini ama tüm bu etkilere karşı İngiltere'deki sağlık sisteminin bir sorun yaşamayacağını da ekliyor. Denizlerde yüzen insanları da benzeri tehlikeler karşısında uyaran Hunter, kirlenmiş olan suyun tarlalardan, otoyollardan nehirlere ve oradan denizlere dökülmesi olasılığı ve bu sularda yüzen insanların benzer sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalacağı üzerinde duruyor.

Sağlık Koruma Ajansı'nın Bulaşıcı Hastalıklar Merkezi'nden Gordon Nichols da bu bulguları desteklediğini belirtiyor. Nichols, Bangladeş'teki büyük sel baskınlarından sonra insanların başka bölgelere taşınmak zorunda kaldığına dikkat çekerek İngiltere'de benzeri etkilerin görülebileceğinin altını çiziyor. Nichols, İngiltere dışında meydana gelebilecek değişikliklerin de, seyahat eden insanlar tarafından İngiltere'ye taşınabileceğine dikkat çekiyor.

Daha sıcak dünya, daha çok sinek

İklim değişikliğinin etkileri üzerine yapılan bir başka araştırma da sinekler üzerine oldu. Southampton Üniversitesi tarafından yapılan araştırma 2080 yılında İngiltere'deki sinek sayısında yüzde 250 artacağını hesapladı. Southampton Üniversitesi'nden Dave Goulson, sineklerin üreme sıklıklarının sıcaklıkla yakından ilişkili olduğunu ve sinekler aracılığıyla bulaşacak hastalık sayısında artış beklenebileceğine dikkat çekti. Yumurtaların sineğe dönüşmesinin en uygun sıcaklık olan 32 derecede 12 gün sürdüğüne ve daha soğuk ortamlarda bu sürenin uzadığına dikkat çeken bilim insanları, 2-3 derecelik sıcaklık artışının sinek sayısında büyük bir artışa yol açabileceğine dikkat çekiyor. Ayrıca, sıcak havalar sineklerin ömürlerini de uzatıyor. Yemekleri açıkta bırakmamak, mangal yaparken sinekleri yiyeceklerden uzak tutmak, taşıdıkları hastalık ve bakterilerden korunmak için önerilen korunma yolları arasında.

Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesinde hazırlanan "Küresel Isınma, İklim Değişikliği ve Sağlık Etkileri" taslak raporunda sinekler kadar hamamböceği sayısında da artış olacağına dikkat çekiliyor. Rapor, sineklerin çoğunun ve hamam böceklerinin taşıyıcı olduğuna dikkat çekiyor ve sayılarındaki artışın enfeksiyon hastalıklarının kontrolünü güçleştireceğine dikkat çekiyor.

Küresel ısınmanın yıllık maliyeti 300 milyar doları aşacak!

Küresel ısınmanın yıllık maliyeti 300 milyarı aşacak!

Birleşmiş Milletler küresel ısınmanın her yıl dünya ekonomisine maliyetini 304 milyar dolar olarak hesaplamıştı. Geçtiğimiz ay ABD'yi vuran Katrina ve Rita’nın, ABD bütçesine toplam maliyetinin 210 milyar dolar civarında olması, BM'nin tahminini destekler nitelikte.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ocak 2006

İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, 2004 yılında İngiltere’nin uluslararası enerji stratejisini açıklarken, 2010 yılına gelindiğinde her yıl 265 milyar dolarlık küresel ısınma kaynaklı maddi zararın oluşacağı konusunda herkesi uyardı. Küresel ısınmanın konuşulduğu birçok toplantıda olduğu gibi, Straw'u dinleyenlerin çoğu, ne küresel ısınmanın nasıl yaşamı tehdit edeceğini, ne de ekonomi üzerindeki etkilerinin nasıl olacağını çok da fazla düşünmeden toplantıyı terk etti. Halbuki, Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 2001 yılında hazırlanan rapor, Jack Straw'un ne demek istediğini ayrıntılarıyla anlatıyordu. BM, sıklaşan fırtınalar, toprak kayıpları ve deniz seviyesindeki yükselmeye bağlı olarak balıkçılık, tarım ve su kaynaklarında meydana gelecek zararların yıllık 304,2 milyar doları bulacağını söylemişti. Artık elimizde sadece Straw'un sözleri ve BM'nin raporu yok. Elimizde Katrina ve Rita var.

Rita kasırgası hızını yavaşlatıp ablası Katrina kadar ortalığı kırıp dökmese de, verdikleri maddi zararın 200 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor. Milyonlarca insanı evinden eden, petrol rafinerileri ve kuyularını devre dışı bırakarak petrol fiyatlarının yükselmesine neden olan fırtınaların yol açtığı maddi zararı karşılamak için Kongre’nin şu ana kadar harcadığı miktar da 62,3 milyar doları buldu. Sadece bu rakam bile Amerika’nın Çevre Koruma Ajansı’nın bütçesi olan 8,2 milyar doların yaklaşık 8 katı; 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nın 83 milyar dolarlık bütçesine de çok yakın. İşin Amerika için en zor yanı ise, halihazırda 330 milyar dolarlara varan bütçe açığının Katrina ve Rita kasırgalarıyla daha da büyüyecek olması. Washington Post yazarlarına* göre gelecek yıl bütçe açığı bu felaketler yüzünden yeniden 400 milyar doların üzerine çıkabilir.

Sigortacılar tedirgin

Dünyanın en büyük yaşam ve sağlık reassürörü olan Swiss Re, Katrina kasırgası sonucu sigortalanmış mal zararının 40 milyar doları bulduğunu ve bunun 1,2 milyar dolarlık bölümünün kendilerine ait olduğunu belirtti. Firma, giderlerin bir bölümünü denkleştirme rezervlerinden karşılamayı planlıyor. Swiss Re CEO’su John Coomber, dünya genelinde doğal felaketlerin sayısında bir artış gözlemlendiğini, insanları ve ekonomiyi giderek artan bir şiddet ve sıklıkla vurduğunu ve sigorta sözleşme yenilemelerinde yeni fiyat ayarlamalarına gerek duyulacağını belirtiyor. Risk analiz firması AIR Worldwide'ın yaptığı en son hesaba göre, sadece su baskını yüzünden ev ve binaların uğradığı hasar 44 milyar dolar civarında. Tahmin edebileceğiniz gibi New Orleans 22 milyar dolarla başı çekiyor.

Türkiye’de küresel ısınmayla ilişkilendirilebilecek felaketler içinde sel baskınları oldukça öne çıkıyor. Kızılay’ın 2001-2003 yılları arasında Türkiye’deki sel felaketleri için harcadığı malzeme maliyeti 827 milyar TL.’yi geçiyor. Özellikle 2001 yılının son üç ayındaki felaketler Kızılay’ın raporunda, “…kış mevsiminin gelmesi ve hava koşularındaki ani değişmeler nedeniyle oluşan aşırı yağışlar nedeniyle yurdun muhtelif yerlerinde ardı ardına sel felaketleri yaşanmış ve birçok aile bu afetlerden olumsuz şekilde etkilenmiştir ” özel notuyla yer almış. 2001 yılının son 3 ayında ardı ardına gelen sel felaketlerinin yol açtığı maddi hasarın ilk 9 aydan daha fazla olması da ayrıca dikkat çekiyor. Türkiye, bilindiği gibi, iklim değişikliğini önlemek için ortaya konulan Kyoto sözleşmesine henüz taraf değil ama İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na geçen yıl imza attı.

Kızılay’ın sel felaketleri için harcamaları (TL)**

2001 519. 591 144 000
2002 205 035 118 000
2003 103 009 732 000


Kızılay’ın en çok harcama yaptığı sel felaketleri (2001-2003) (TL)

Hatay 2001 218 477 400 000
Tarsus 2001 139 542 500 000
Silifke 2001 51 500 000 000
Kayseri 2002 68 800 000 000
Iğdır 2002 56 272 500 000
Hakkari 2003 43 707 490 350


* Jonathan Weisman ve Jim Vande Hei, Washington Post 15/09/2005
**Bilgiler Kızılay’ın yaşanan afetlerle ilgili raporlarından derlenmiştir.
Reuters

Artık Rock&Rakı zamanı

Yaptıkları müzik için arabesk-rock tanımlamasının eksik olacağını belirten grubun solisti Murat, "Biz değiştik, hayatımızda değişiklikler oldu, düşüncelerimiz değişti. Bizim ne yaptığımıza dinleyenler karar versin" diyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ocak 2006

Alınlarından öpmüş mü sormadım ama, Çamur'u dinleyen birinin kendilerine yıllardır hem rakı içip hem de rock dinleyeceği bir müzik aradığını ve en sonunda bulduğunu söylüyor. Ve "Rock&Rakı" gibi bir şey diye ekliyor Murat.

İlk albümleri "Bu Aşkın Izdırabını" iki gün önce raflardaki yerini aldı. Murat, Çağatay'la beraber 9 kişilik grubun en eskisi. Adapazarı'nda lise yıllarında tanışmışlar. Şimdi grubun solisti olan Murat o zaman bağlama çalıyormuş; Çağatay'da gitar. Üniversite yıllarında Ankara'da da beraber çalmışlar. Adapazarı'na döndüklerinde çalacak pek bir mekan bulamayınca soluğu İzmit'te almışlar ve grup orada genişlemiş. 18-19 yaşlarında Çağatay'ın "ÇA"sı ve Murat'ın "MUR"unun birleşmesiyle oluşan Çamur, beş kişilik bir grupla 3-5 sene İzmit'te çalıp söylemiş. Çocukça bir duyguyla koydukları ismin bugün grubun müziğini yansıttığına ve içinin dolmasına onlar da şaşırıyor aslında. Ne mi yapıyorlar? "Çamur" gibi bir müzik, ama çamur gibi değil. İnsanın kulağına çamur banyosu yaptırası geliyor.

Bu hayat herkesi kirletiyor
Yaptıkları müzik için arabesk-rock tanımlaması eksik olur diyorlar. Murat, "Biz şunu yapalım, gitar ekleyelim diye düşünmedik. Aslında ne yaptığımızı bilmeyerek bir şey yaptık. Hesap kitap yapmadık. Bundan 5-6 yıl önce daha çok Moğollar gibi müzik yapıyorduk. Biz değiştik, hayatımızda değişiklikler oldu, düşüncelerimiz değişti. Bizim ne yaptığımıza dinleyenler karar versin" diyor. Aynı zamanda şu anda yaptıkları müziğin, grubun adıyla çok uyumlu olduğuna da değiniyor. Müzikten çok yaşam tarzıyla ilgili bu. "Çamurla hem yıkanıyorsun hem de kirleniyorsun" diyorlar. Murat, "Biz de bu dünyada, bu hayatın içindeyiz. Herkes gibi kirlenmekten nasibimizi alıyoruz. Bu kirlilik örneğin müzik piyasasında da var. Bu yüzden de uzun süre albüm çıkmadı, bayağı direndik. Müzik endüstrisinin gruplara bakışı, bizim yerimiz, duruşumuzu anlatmak için bayağı uğraştık. Vazgeçme şansımız yoktu çünkü başka bir şey yapma şansımız yoktu" diye açıklıyor yaşam tarzlarını. Çağatay, son yıllarda gruplarda bir arabesk-ortadoğu tınısı olduğunu söylüyor ama batıdan doğuya bakmakla doğudan batıya bakmanın bambaşka olduğuna değiniyor. "Onlar oradan buraya bakıyorlar, biz ise buradan. Bizim yaşadığımız yer, doğduğumuz yer burası; İzmit, Adapazarı..."

Orhan Gencebay da dinledik, Ledd Zepplin de...
"Biz, herşeyi dinleyerek büyüdük" diyor Murat, "Orhan Gencebay da, Ledd Zepplin de. Müziğiniz dışarıdan gelen bir şey değil. Çağatay'la birlikte yıllarca bağlama ve gitarla türküler söyledik, rock parçalar yaptık. Bundan rahatsız olmadık, çıtayı yükseltmeye çalıştık. Evde oturup, dinleyemeyeceğimiz bir müzik yapmayız. Piyasa için bir şey yapmıyoruz, olursa da biz yapmadık" diyor ve gülüyor Murat. Çağatay ise şu anda yaptıkları müzik tarzının değişip değişmeyeceğini bilmediklerini ama 10 yıldır yaptıkları işten mutlu olduklarını ekliyor. Çamur'u dinlerken vurmalı çalgılar ve özellikle 70'li yılların rock "sound"unu çağrıştıran klavyeyi dinlemek pek keyifli. Ömür'ün kendi tasarımı olan "Çağlaması" da elektro divan sazı gibi bir ses çağrışımı yapıyor. Bu ilginç enstrüman hakkında benim hala şüphelerim var. Ömür'e ilk fırsatta soracağım, bas gitara parası yetmediği için sadece sapını mı alabildi diye. Bilim adamı olmak istemesine şaşırmamalı. Grubun müziğine doğu perkisyonlarının girişi yeni arkadaşların katkı koymalarıyla olmuş. Çağatay, Zaten yaşadığımız coğrafyanın enstrümanları bunlar. Avustralya'dan falan getirmedik ki? Her zaman gördüğümüz, çaldığımız enstrümanlar. Çağlama dışında tabi. O dünyada tek, Ömür'ün kendi tasarımı" diyor.
Çamur'un kalabalık grubu ve çok çeşitli enstrümanları kadar şarkı sözleri de dikkat çekiyor. bir tasavvuf, bir kadercilik ama minibüslerde dinlediklerimizden çok daha fazlasıyla hayata bağlı sözler bunlar. Sözleri Murat yazıyor o yüzden ben yanıt vereyim diyor Çağatay. "Murat'ın yazdığı her harfin, kelimenin önemi ve anlamı vardır. Bizim için söz çok önemli, gitarımı söz için feda ederim" diyor Çağatay. Neden Türkçe diyoruz? Bu soruyu da Murat yanıtlıyor: "Rüyalarınızı İngilizce görüyorsunuz İngilizce de söyleyin. Hissetmediğiniz bir şeyi söylemiyorsunuz. Cidden, duygularınızı İngilizce anlatamazsınız. Çağatay hayattaki en iyi arkadaşım. Ne yaşadığımı, ne demek istediğimi bilir. Ben oturur söz yazar şarkı yaparım. Çağatay düzenlemesini yaptığında o iş bitmiş olur. Bütün ekip birbirimizi tamamlıyoruz".

Herşey 80'de bitiyor
Murat, muhabbetimiz sadece müzikal değil dediği için grubun 60-70'li yılları andıran "sound"uyla ilgili duruşunu da merak ediyoruz. "Müziğimiz zaten bu ülkenin nasıl yönetildiğini gösteriyor" gibi ilginç bir yanıt geliyor. Müzik de ülkeyle gelişiyor. Sanayi toplumu, köylü toplumu bunların hepsiyle ilgili herşey diyorlar. Çağatay, "Bundan 10 yıl önce Orhan Gencebay'ı utanarak dinlerdik. Özal sonrası kuşak bir şeylerle yüzleşiyor. 68'lerin çocukları büyüdü. O yitikliği, öfkeyi, isyanı çok sert bir şekilde yaşadılar. Bu da hem hayata hem de müziğe yansıyor" yorumunu yapıyor. Klavyeden 60-70'lerin sesleri çıkıyor. Kendilerinin de söylediği gibi 80 sonrası rock müziğe pek ısınamamışlar. Murat, "Bu yeni tarzlardan pek anlamıyorum. Dub mup gibi. Müzikte de, hayatta da 80'de herşey bitiyor" diyor ve ekliyor: "68'lilerin çocukları büyüdü, bir taraftan canları anne ve babalarının yaşadığı gibi yaşamak istiyor bir yandan da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorlar. Ortada bir kafa karışıklığı var". Müziklerine bu karışıklığın oldukça olumlu yansıdığını söylemek gerek.
Oldukça uzun bir süredir ilk albümleri için bekleyen Çamur grubu bu arada Barışarock'ta, 3 Aralık'ta yapılan küresel ısınma eyleminde gönüllü olarak sahne aldı. Murat, "Barışarock'ta biz falanca kadına aşık olduk diye şarkı söylüyoruz. Bütün insanların istisnasız buluştuğu tek noktadır aşk" diyor. Müziklerine aşık olanlara ise "bu aşkın ızdırabını" anlattıkları ilk albümle teşekkür ediyorlar.

Çamur'un elemanları

Çağatay Kadı - Gitar
1976'da Sakarya'nın Karasu ilçesinde doğdu. 93 yılında Edirne'de müziğe başladı. 96'da Murat'la Çamur'u kurdu. Kısa ve uzun metrajlı film müzikleri yaptı. En son TRT'nin, Avrupa Yayın Birliği'nin düzenlediği belgeselde gösterilmek üzere hazırladığı Babaanne filminin müziklerini besteledi. Kadıköy Ses Müzik'te halen ses teknisyeni olarak çalışıyor.
Ömür Kılıçaslan - Çağlama
İlk ve ortaokul yıllarında bili
m adamı olmak istiyordu. Lisede gitara başladı halen Çamur ve Hariçten Gazelciler'le çalıyor. Bilim adamı olmadığına pişman mı bilinmez.
Murat Ak - Vokal
77 Sivas doğumlu. Müziğe bağlama çalarak başladı, Hacettepe ve İstanbul üniversitelerinde okuma girişimlerinde bulundu. Şimdi İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nda okuyor.

ŞARKI SÖZLERİ
Duman oldum o halimden eser kalmadı
Aşkım figanım gülüm baharım
Meyhanelerde sakiler derman olmadı
Çok istedim olsun diye sensiz olmadı
(Hara şarkısından)

Yaşamak ağır işmiş
Sebebi yok ömrümün
Baktım her şey değişmiş
Düş mü yoksa gördüğüm
(Serseri şarkısından)

Nükleer enerji Türkiye için erken, önce yerli kaynaklar kullanılmalı

Türkiye'de 35 yıldır hemen hemen her hükümet tarafından gündeme getirilen nükleer enerji tartışması, Ukrayna'daki doğalgaz kriziyle yeniden alevlendi. TBMM Enerji Komisyonu Başkanı Dr. Soner Aksoy, nükleer atık sorunun henüz çözülmediğine dikkat çekiyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Ocak 2006

Elektriğinin yüzde 42'sini doğalgazdan üreten Türkiye'de de enerjide dışa bağımlılık korkutuyor. TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı, Kütahya Milletvekili Dr. Y. Müh. Soner Aksoy, Türkiye için nükleer santralin erken olduğunu söylüyor ancak nükleer enerjinin bir ülkeye girmesinin bilim ve teknolojinin girmesi olduğunun da altını çiziyor. Nükleer atık sorunun üzerinde duran Aksoy, "Atıkların üzerinde araştırmalar yapılıyor, sürekli gelişmeler var. Bu atıkları azaltıcı çalışmalar var. O bakımdan üçüncü nesil, dördüncü nesil neyse onu almak lazım. Bir de nükleer santralin devamlı atıkları var. Her sene ortaya çıkan atıklar var ki, o atıkları şimdi almak isteyenler de var. Bir de santrali kapatmak gerektiği zaman, o santral nasıl kapatılacak, toplumda nasıl bir çöplük halinde kalacak. Henüz bunun ciddi bir çözümü yok" diyor.

Nükleer santral araştırmaların hangi safhada olduğunu bilmediğini söyleyen Aksoy, "Bu araştırmalar yapılmış, bitmişse mesele yok. Bizim bu noktada birtakım çalışmalar yapmamız lazım. Bu bakımdan nükleer enerjiye girmekte fayda var fakat en son teknolojiyi almak bakımından, dünyadaki son gelişmelere dikkat edip ona göre bir düzenleme yapmak lazım. Bir de yerli kaynaklara ağırlık verip, onların da biran evvel devreye girmesini sağlamak lazım. Gerek kömür santralleri olsun, gerek yenilenebilir enerji kaynakları olsun. Bunların mutlaka, öncelikle ele alınması gerekli" yorumunu yapıyor.

Yerli kaynakları öncelikli olarak değerlendirmemiz gerektiği konusundaki sorumuzu ise Dr. Soner Aksoy şöyle yanıtlıyor: "Yerli kaynaklar ucuz. Kömür olsun, jeotermal enerji olsun, rüzgar olsun; bunlar ucuz. Çevreye zararı daha az. Nükleere oranla daha az, nükleerin de çevreye çok büyük bir tesiri yok ama daha sonra, 40-50 sene sonra onun kapatılmasında meydana gelen atıklar var."

Hidroelektrik potansiyelimiz henüz kullanmadık
Türkiye'nin 160 milyar kilovatsaate eşdeğer teknik hidrolik potansiyeli olduğunu ve bunun bizim 2006'da kullanacağımız toplam elektrik tüketimine eşit olduğunu söyleyen Enerji Komisyonu Başkanı, tereddütünün kendi kaynaklarımızı henüz bitirmemiş olmamıza bağlıyor. Aksoy, "Enerji de taban enerji, hidrolik enerjidir. Hidrolik enerjiyi bir bitirmemiz lazım. Avrupa hidroliği bitirmiş onun üzerine nükleer santrale girmişler. Türkiye potansiyelinin üçte birini bile kullanmıyor" diyor. Nükleer enerji konusunun çok iyi tetkik edilerek sonuçlandırılması gerektiğinin söyleyen Aksoy, Enerji Bakanlığı'nın da böyle davranacağına inandığını söylüyor. Yerli kaynakların önünü açtıklarını ama hala engeller olduğunu söyleyen Aksoy, yenilenebilir enerjinin önünde finansman ve bürokratik engeller olduğunu söyledi. Aksoy, "Bunları biran evvel aşmalı ve özel sektörün bu sahaya girmelerini sağlamalıyız. Özel sektörün yaptığı büyük bir santral, bir kaç tane hidrolik santral olmalı, bunları bir görmeliyiz. Nükleer için prensip olarak karar vermeli ama araştırmayı devam ettirmeliyiz" dedi.