Nükleerde ortaklaştılar

Özgür Gürbüz-BirGün / 3 Şubat 2023

Altılı Masa’nın “hükümet programı” diye nitelenen “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” açıklandı. Metnin enerji bölümüne baktığımızda serbest piyasa koşullarını iyileştirecek, AKP döneminde kaybolan şeffaflığı ve rekabeti geri getirecek öneriler olduğunu görüyoruz. Kalıcı yaz saati uygulaması ve dağıtım şirketlerine faturalar üzerinden aktarılan bazı kaynakların incelenerek iptal edilecek olması gibi çoğunluğu mutlu edecek işlere de programda yer verilmiş. Enerji alanında kamulaştırma veya Türkiye’nin içinde bulunduğumuz çağa uyumunu sağlayacak radikal bir değişim hareketi ise görünmüyor. Metindeki nükleer enerji kısmı ise buram buram ‘nükleer lobi’ kokuyor.

Akkuyu Nükleer Santralı’nı kapatma konusunda taahhüt veremeyen Altılı Masa, sözleşme detaylarını ve anlaşma dışında verilmiş hakları gözden geçireceğiz diyor. Rusya ile yapılan Uluslararası Anlaşma ortadayken başka bir şey var mı diye bakmak bir oyalama taktiği. Kaldı ki, bu incelemenin amacının santralı çalıştırmama veya kapatma olmadığı da ortada. Çünkü mutabakatta, “daha güvenli ve daha hızlı inşa edilebilir yeni nesil ‘Küçük Modüler Reaktörler’ kuracağız” diyen bir hedef daha var. Yeni nükleer reaktör kurma niyeti olanlar, eskisini kapatmaz.

Öncelikle ‘küçük modüler reaktör’ diye pazarlanmak istenenin yeni bir şey olmadığını, mevcut reaktörlerin küçük kapasiteli olanlarına (300 MW ve altı) nükleer endüstri tarafından verilen bir isim olduğunu belirtelim. Bir çeşit pazarlama kampanyası. Geçmişte Rusya ve ABD’de küçük reaktörler kullanılmış, sorunlar ve maliyetler nedeniyle devamı gelmemişti. Nükleer endüstri maliyetleri düşürmek amacıyla, ölçek ekonomisinden de yararlanma niyetiyle büyük reaktörler yapmaya başlamıştı. Elektrik üretim maliyetleri istenildiği gibi azalmayıp, rüzgar ve güneş gibi kaynaklarla rekabet edemeyince büyük reaktörler de gözden düştü. İşsiz kalma korkusu yaşayan nükleer endüstri, en azından ilk yatırım maliyetini düşürmek amacıyla yeniden bu eski fikri piyasaya sürdü. İklim sosuyla süsledi. Birileri Altılı Masa’yı fena kandırmış olmalı ki mutabakat metnine bile girmiş. Kim acaba?

23 Aralık 2022 tarihinde, Anadolu Ajansı’nın “ABD'li uzman, Türk şirketlerinin modüler nükleer reaktör yapımında avantajlı olduğunu belirtti” başlıklı haberini okuyun. ABD Dışişleri Bakanlığı Nükleer Enerji Kıdemli Danışmanı Justin Friedman’ın, Türkiye’deki inşaat şirketlerini davet eden, ‘ileride bu reaktörleri ihraç edebilirsiniz’e kadar uzanan bol atmasyonlu demeci size fikir verecektir. ABD’den nükleerci bir danışmanın Türkiye’ye tavsiyelerini görünce aklıma 2004 yılındaki bir olay geldi. O tarihlerde Türkiye’nin ilk yenilenebilir enerji yasası Meclis’te bekliyor, rüzgâr ve güneşe alım garantisi verecek bu yasa bir türlü Meclis’ten geçmiyordu. Kulislerde yasayı engelleyenin dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan olduğu konuşuluyordu. 18 Ekim 2004 tarihinde Dünya gazetesindeki bir haberde, kendisini iknaya gelen yenilenebilir enerji sektör temsilcilerine, “BP'ye, Shell'e, Amerikan Enerji Kurumu'na sordum; yenilenebilir enerji gereksiz!” demişti. Babacan, rüzgarı güneşi, petrolcülere ve Amerika’ya sormuştu. Sonuçta yasa ve Türkiye’de yenilenebilir enerjinin gelişmesi gecikti.

Nükleerde topu tek başına Deva Partisi’ne atmayalım ama insan ister istemez ABD kaynaklı benzer bir öğüt verme durumu var mı merak ediyor. Diğer beş liderin “veto” yetkisini kullanmadığını da unutmamak gerek. Hatırlarsanız, İstanbul Sözleşmesi’nin metinde olmaması bir liderin veto etmesiyle açıklandı. Demek ki altı lider de nükleerden memnun, veto etmeye gerek görmemiş!

Küçük nükleer reaktörlerin büyükleri gibi atık sorunu ve kaza riskinden muaf olmadıklarını, yerleşim yerlerine daha yakın kurulmaları planlandığı için de terör saldırısı ve kazalarda daha büyük sorunlara yol açacağını hatırlatalım. Yenilenebilir enerji kaynaklarından ucuz olmaları da mümkün görünmüyor.

Mutabakat metninin enerji bölümündeki diğer vaatler bolca doğalgaz ve petrol içeriyor. Türkiye’yi başta doğalgaz olmak üzere bir merkez haline getirip yeni boru hatları ve arama çalışmaları destekleniyor. Altılı masa da iktidar gibi iklim ve çevre gibi konularını ayrı başlıklar altında ele alıyor. Sorunun kaynağı enerji kullanımı iklim ve doğa ile ilişkisiz gibi davranılıyor. Temel kurgu baştan aşağı yanlış. Kömürden çıkacağız deyip, kömürü gazlaştırmaktan bahsedenler, ikisini de yakınca seragazı emisyonu çıkacağının farkında bile değil. 2050’ye net sıfır hedefi koyup, Türkiye ve tüm komşularına petrol ve doğalgaz boru hattı döşemenin mantığı yok. Dünyanın 2050’ye doğru iklim dostu, karbonsuz bir dünya olacağını düşünüyorsanız neden ana yurdu boru hatlarıyla örüp, doğalgaz ve petrolden para kazanma hayali kuruyorsunuz? 10 yıl kullanıp çöpe atmak için mi?

Kopyalayıp yapıştırmakla, sağdan soldan toplamakla enerji ve çevre politikaları olmuyor. Umarım seçmenlerin tek adam rejiminden kurtulma istekleri bütün bu yanlışları görmezden gelmeye yetecek kadar güçlüdür.

Skuter krizinin ardında da hükümet varmış

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Ocak 2023

Trafikten bunaldığımız anlarda, taksi bulamadığımızda ve toplu taşıma aracı olmayan kısa mesafelerde “kurtarıcı” diyerek dört elle sarıldığımız elektrikli skuterler nasıl oldu da “istenmeyen alet” ilan edildi?

Türkçe isimleri sevdiğim ve motosiklet türü elektrikli skuterlerle karışmaması için ben “basgit” demeyi tercih ediyorum. Basgitleri ilk kez yurt dışında görmüş, otomobilsiz bir ulaşımın ipuçlarından biri kabul etmiştim. Şimdi her yerdeler. O kadar çoklar ki, kaldırımları işgal ediyorlar, yayalara ayrılmış alanlarda kazalara neden oluyorlar, trafik kurallarını hiçe saydıkları için her yerde her an karşımıza çıkabiliyorlar. Alarmları ve gece yanıp sönen ışıklarıyla gürültü ve ışık kirliliğine bile neden oluyorlar. Sevimli basgitler artık kimileri için bir baş belası.

İstanbul’daki Kadıköy Belediyesi şikayetlere kulaklarını tıkamayıp, gelişigüzel park edilmiş basgitleri toplatmaya başlayınca olay büyüdü, Ataşehir Belediyesi’nden de benzer bir eylemi başlatma sinyali geldi. Basgit firmaları da panikle açıklamalar yapmaya başladı. Martı firmasının Yönetim Kurulu Başkanı, “hatalı park nedeniyle toplatılan basgitlerinin kırılan kilitlerinin milli servet olduğunu bile söyledi. Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, yayaların geçişini engelleyen ve ilçede olması gereken rakamlardan fazla olan basgitleri toplamaları için firmalara ihtarname gönderdiklerini söylüyor. İhtarname işe yaramayınca zabıta devreye giriyor.

Peki, bir ilçede kaç tane basgit olacağını kim belirliyor? Ulaştırma ile Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikte bu sorunun yanıtı var. Büyükşehirlerde ve belediyelerde, ilçe nüfusunun 200’de biri kadar basgit olabiliyor. Kadıköy’ün nüfusu 485 bin. O halde Kadıköy’de 2425 adet basgit olmalı. Kaç tane var? Belediye bilmiyor. Neden? Çünkü firmalar Elektrikli Skuter Yönetmeliği’ne göre, basgitlerin konum bilgilerini Ulaştırma Otomosyon Sistemi’ne (U-Net) girmek zorunda ancak bu bilgilere sahip olan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, bu verileri ‘gerektiğinde’ ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla paylaşma lüksüne sahip. 14 Nisan 2021’de yayımlanan yönetmelikten sonra belediyelerle bilgi paylaşılmış mı? İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanı Utku Cihan “hayır” diyor. Belediyeler şu anda ilçelerinde kaç tane basgit olduğunu ve nerede olduklarını bilmiyor. Ulaştırma Bakanlığı biliyor ama bu verileri belediyelerle paylaşmıyor. Firmalar ile Ulaştırma Bakanlığı arasında bir sır adeta. Belediyeler ilçe sınırlarında izin verilenden daha fazla basgit olup olmadığını kontrol edemiyor. Bu veri o kadar önemli ki, izin verilen sayının üzerine çıkılsa o şirketin izni bile iptal edilebilir.

Süreç şöyle işliyor. Yönetmeliğe göre belirlenen koşulları yerine getiren basgit firmaları Ulaştırma Bakanlığı’ndan yetki alıyor.  Daha sonra da büyükşehirlerde UKOME’nin, diğerlerinde il trafik komsiyonlarının kapısını çalıyor. Daha sonra da işgaliye için ilgili belediyelere harçlarını ödüyorlar. Araç başına, işgal alanına göre alınan bu bedel, bir anlamda basgit firmalarının işaretlediği park edilmeyecek alanlar dışında kalan her yere park izni veriyor. Seyyar işgaliye de denebilir.

Belediyeler sayı konusunda denetim yapamıyor. Utku Cihan, U-Net verileri olsa ters yöne giren araçları bile saptamanın mümkün olduğunu söylüyor. Basgitlere karşı olmadıklarını belirten Cihan, İstanbul’da bir özel araca 1,2 kişi düştüğünü ve bunun da trafik yoğunluğunu artırdığını söylüyor. Basgitleri İstanbul’da ulaşım aracı olarak görmek istediklerini dile getiren Cihan, “Mikro mobilite araçlarını desteklemek istiyoruz ancak kurallar ve kültürün değişmesi gerekiyor. Karbon salımını düşürme anlamında doğru bir politika olduğunu düşünüyoruz” diyor.

Basgitlerle ilgili sorunlara bakınca bunların çoğunun kullanıcıların kurallara uymamasından kaynaklandığını düşünebilirsiniz, eldeki veri yetersizliği de net yorumlar yapmayı zorlaştırıyor. Örneğin, küçük elektrikli motorlarıyla az karbon saldığını düşündüğünüz bu aletler, şarj veya bakım için toplanmaları, imalat süreci gibi aşamaları da hesaba katınca neredeyse benzinli bir motosiklet kadar seragazı emisyonuna neden olabiliyor. Çevreci olmaları da birçok koşula bağlı. Yine de temel sorun kontrolsüzlük veya veri eksikliği değil. İnsanların bu araçları kullanma nedeni, toplu taşıma ile ulaşamayacakları noktalara ulaşabilmeleri, taksi gibi evlerinin önüne kadar gidebilmeleri ve kuralları ihlal ederek belli avantajlar sağlamaları. Kurallara uymamanın getirdiği avantaj nedeniyle tercih edilen bir aracı, kurallara uyar hale getirdiğinizde kullanıcı sayısının düşeceği ortada. Firmaların asıl sorunu da bu. Kalıcı çözüm, alternatif ulaşım araçlarının da kullanabileceği bisiklet yolları gibi seçenekleri çoğaltmak olabilir. O zaman yaya-basgit çatışmasına fırsat vermeden ciddi bir ulaşım seçeneğinden bahsedebiliriz.

Ulusal Enerji Plansızlığı

Özgür Gürbüz-BirGün / 6 Ocak 2023

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yeni yıl hediyesi, 2022 sonunda açıklanan Türkiye Ulusal Enerji Planı oldu. 2020-2035 yılları arasında enerji alanında atılacak adımları özetleyen rapor, birçok dilekten (temenni) oluşan bir mektuba benziyor. Herkes iyi herkes gerekli. Hedeften yoksun politikaları hep eleştirdik. Bu belgede ise onlarca hedef var ama gerçeklikleri ve tutarlılıkları o kadar tartışmalı ki mecburen yine eleştireceğiz.

Planı şöyle özetleyebiliriz. Şimdi neyimiz varsa 2053’te daha çok olacak. Rüzgar, güneş, nükleer fark etmez. Hepsinden daha çok yapacağız. Elbette bu fikir, raporun içinde kendine yer bulmuş enerji yoğunluğunu düşürme hedefleriyle çelişiyor. Enerjiyi daha verimli kullanacağımız varsayılıyor ama talep öyle bir artıyor ki verimlilik ve tasarruf yapılıyor mu belli olmuyor. Enerji yoğunluğu verilerinin 20 yılda gerilediği dile getirilse de 2013 sonrası yerinde saydığından bahsedilmiyor. İlk yıllarda politika değil teknoloji kaynaklı olduğunu düşündüğüm düşüş ile olmayan bir başarı hikayesi yazılmış.

Bakanlığa göre enerji talebi artmaya devam edecek. Türkiye’nin, 2020 yılında 147,2 milyon ton eşdeğeri petrol (TEP) olan birincil enerji tüketimi 2035 yılında 205 milyon TEP’e ulaşıyor. 15 yılda Türkiye’nin enerji talebi üçte bir oranında artıyor. 2020 yılında 306 terevatsaati bulan elektrik tüketimi 2035’te 510 terevatsaat seviyesine çıkıyor. Yılda ortalama yüzde 3,5 artıyor.

Bu talebe can mı dayanır? Dayanmaz. O yüzden talebi karşılamak için yüzlerce santral yapılması planlanıyor. 102 gigavat (GW) düzeyine ulaşan Türkiye’nin elektrik kurulu gücünün 2035’te 190 GW’a ulaşması umuluyor. Güneş enerjisi kurulu gücü beş, rüzgar kurulu gücü ise yaklaşık üç kat artıyor. Hükümete bir nükleer santral yetmiyor, ikincisinin de yapılarak nükleer kurulu gücün 7,2 GW’a çıkarılması planlanıyor. Elektrik depolama ve hidrojen enerjisi gibi artık dünyanın kabul ettiği seçenekler de planlara girmiş. İyi bari diyoruz, biraz seviniyoruz. Kömürde 2030’a kadar 1,7 GW’lık “mütevazi” bir artış öngörülürken, doğalgazda ayak gazdan çekilmemiş, 2035’e kadar 10 GW’lık yeni kapasiteden bahsedilmiş. Mesele kömür ve doğalgazsa, iklim krizi yokmuş gibi çek panpa!

Esprimizi yaptık, ana fikrin daha çok santral yapmak olduğunu da anlattık sanırım. Kömürden, nükleerden vazgeçip güneş ve rüzgara ağırlık verilse, rakamlar daha kabul edilir olacak ama ortada stratejik bir plan yok. Türkiye’yi geleceğe hazırlamak istiyorsanız nükleer ve kömür gibi eski fikrin ürünü santrallarla güneş gibi başka bir geleceğin üretim yöntemini aynı sepete koymamanız gerekir. AKP, iktidarının ilk yıllarında sermaye çekebilmek için enerji sektörünün reklamını yapar, yatırımcılara çağrıda bulunurdu. Özelleştirmelerle birlikte herkes enerji sektörüne girdi. Bugün talebin neredeyse iki katına ulaşan fazla kapasite nedeniyle o pazara davet ettiği her şirketi şimdi teşviklerle ayakta tutmaya çalışıyoruz. Ulusal Enerji Planı o pazarlama stratejisinin devamı gibi duruyor.

Gelelim tutarsızlıklara. Planda, 2053 net sıfır emisyonuna vurgu var. Net sıfır için Türkiye’nin 2053 yılında atmosfere bıraktığı seragazı emisyon miktarının orman gibi yutak alanların tutabildiği miktarı geçmemesi gerek. Türkiye halihazırda emisyonlarının 10’da birini tutacak bir yutak alan kapasitesine sahip. Ormanları çoğaltmak kolay değil. Karbon gömme gibi yöntemler ise hem tartışmalı hem de Ulusal Enerji Planı’nda da belirtildiği gibi ekonomik değil. Net sıfır hedefi olan ülkeler bu yüzden kömür santrallarını, ardından da doğalgaz santrallarını kapatma planıyla işe başlıyor. 

Türkiye ise 2035 yılına kadar doğalgaz ve kömür santralları yapmayı planlıyor. Yapılan kömür santrallarını da teknik ömürleri dolmadan kapatılmayacağı planda açıkça yazılmış. 2053 yılında birincil enerji kaynakları içinde fosil yakıtlarının (kömür, petrol ve gaz) payının da yüzde 20’de kalacağı belirtilmiş. Enerjinin yüzde 20,8’i fosil olacaksa net sıfır olmaz. Net sıfır hedefinin gerçekçi olmadığı artık resmi raporlara da girmiş durumda. Karbon depolama ucuzlarsa net sıfır oluruz diye hedef olmaz. Nükleerli, kömürlü ve doğalgazlı Ulusal Enerji Planı hiç olmamış. Plana net “sıfır” verip, içinde bulunduğumuz çağa uygun yeni bir plan hazırlayın demek lazım.

Ütopyanız bol olsun

Özgür Gürbüz-BirGün / 30 Aralık 2023

2022’yi biliyoruz, yaşadık. Şimdi asıl sormamız gereken soru, “2023 nasıl geçecek” olmalı. Her şey güzel mi olacak, eskisinden daha iyi mi olacak ya da en iyisi şöyle soralım: “Biz bu fotoğrafın neresinde olacağız?”

Yılın nasıl geçeceğini vereceğimiz yanıt belirleyecek. Bugün İkizköy’de termik santralın yutmak istediği ormanlarını korumaya çalışanlar, Amasya Çambükü’nde meralarını korumak için jandarmayla karşı karşıya kalanlar, Kazdağları’ndan Erzincan’a madenlere, Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de kıyı talanına, kentten kırsala orman alanlarının yapılaşmasına karşı duranlar 2023’ün yaşam savunucuları fotoğrafında çoktan yerini aldılar. Biz kentlilere ise bu mücadelelere destek vermenin yanı sıra bir başka rol daha düşüyor. Siyaseti doğayı koruyacak şekilde şekillendirmek. Yerelin taleplerini siyasetin merkezine iletmek.

Önümüzdeki seçimlerden herkesin büyük beklentileri var. Doğa talanına karşı duranlar, gördüğümüz en büyük doğa yıkımını gerçekleştiren AKP-MHP koalisyonunun sona ermesini istiyor. Ekonomik ve hukuki süreçlerde katılımcı ve doğa temelli karar alma süreçlerinin hayata geçirilmesini bekliyor. Mevcut hükümet yurttaşları dinlemiyor, dinlemek istemiyor. Öyle ki, Temmuz ayında ÇED yönetmeliğinde yapılan değişiklikle halkın katılımı toplantısına katılacak halkı belirleme hakkını bile şirketlere vermişlerdi. Olası bir iktidar değişikliğinde yeni hükümetin ne kadar “çevreci” olacağını kestirmek zor ama dertli halkı dinleyeceklerinin işaretlerini alıyoruz. Siyaseti saraydan yeniden meclise getirmenin pratikteki karşılığı bu olmalı. Sırf bu yüzden muhalefete oy verecek onlarca kişi tanıyorum.

Ama bir sorunumuz daha var. Seçim sürecine kadar olan süreçte yaşam savunucuları ne yapacak? 20 yıldan sonra mevcut iktidarın seçim dönemi dağıtacağı mavi boncuklara kanacaklar mı? Sanmıyorum. Yeni iktidarın bir geçiş dönemi iktidarı olacağını kabul etsek bile, seçim sonrası uygulayacağı politikalara nasıl etki edilecek? Seçim sonrasını beklemek yerine şimdiden talepleri, sorunlara çözüm önerilerini hazırlamak ve muhalefete yol göstermek daha akıllı bir yol gibi görünüyor. Doğa savunucuları, dayanışma içerisinde derleyeceği ortak taleplerini muhalefete iletmeli, onları sorunlara çözüm üreten konuşma ve programlara yöneltmeli. Böylece iktidarın işine gelen “ağız dalaşı” tarzındaki tartışmalardan da kurtulmuş oluruz. Muhalefet de bu talepleri sistemli bir şekilde almak için kanallar oluşturmalı. Sokağın taleplerini gören siyasilerin daha cesur adımlar atacağına da inanıyorum. Örneğin, Akkuyu Nükleer Santralı’nın kapatılması gerektiğini, kömürlü termik santrallardan kademeli çıkışı, kıyıların halka açılmasını korkmadan dillendirmeleri arkalarında halk desteği olduğunu gördüklerinde kolaylaşabilir.

Geçmişe baktığımızda hasarın üç ana nedenden kaynaklandığını görebiliyoruz. Üç nedeni kabaca; adalet eksikliği, rant ve eski kafalılık diye gruplayabiliriz. Hukuk sisteminin iyi işlememesi yüzünden Kazdağları’nda kesilen binlerce ağaçtan sonra maden şirketinin iptal edilen iznini düşünün. Rant için İstanbul ve Marmara’yı bitirecek Kanal İstanbul veya İzmir’deki benzeri Çeşme projelerini hatırlayın. Güneş enerjisinin egemenliğini ilan ettiği bir çağda, bir güneş ülkesine nükleer santral yapma çabasını unutmayın.

2023’e girerken sadece 2022’nin değil son 20 yılın verdiği hasarı bir kenera bırakıp adeta bir “sil baştan” yapmamız gerekecek. Ütopyalarımız, bize tanınan alanın dışına taşan taleplerimiz, yeni bir dünya isteğimizle sahaya çıkmalıyız. Biliyoruz ki başta adalet olmak üzere düzelmesini beklediğimiz mekanizmaların onarılması, yaşam savunucularının birçok haklı talebini daha kolay dile getirmesini sağlayacak. Birçok ülkede sıradan kabul edilen demokratik hak ve taleplere tekrar kavuşacağız. İki gün önce istinaf mahkemesince onaylanan kararla hapse mahkûm edilen Gezi’deki dostlarımız adil mahkemelerde tekrar yargılanacak ve serbest kalacak. Basın açıklaması yapmak isteyenler karşılarında polisi değil basını bulacak. Hukuk tanımayan inşaatlar, ihaleler, müşterek alan gaspları geri alınacak.

Sadece sorunları dile getirme hakkının kazanımı bile bugünkü yoksulluk, talan ve adaletsizlik gibi sorunları azaltmaya yetebilir. Yeni yıla düşlerimizle, hayalini kurduğumuz ülke ve dünyanın talepleriyle girmeliyiz. Küçük gördükleri, olmaz dedikleri hayallerimizin aslında yapılabilir olduğunu her gün görüyoruz. Daha az çalışmak, adilce bölüşmek ve doğayla barışık bir hayat kurmak mümkün. AKP’nin sınırlarını belirlediği ve yalan duvarlarıyla örerek bizi hapsettiği dünyadan çıkmak ve kaybettiğimiz 20 yılı kazanacağımız ilerici bir siyaset için yol haritası çizmek zorundayız. Bize reva gördüklerinden fazlasını hak ediyoruz ve yapabiliriz. Yeni yılda ütopyanız bol olsun!