Yerli kömürün gazlaştırılarak ekonomiye
kazandırılması maddesiyle iklim hedefine gölge düşürülmüş. Malum, kömür
gaza çevrilince iklim dostu olmuyor.
Özgür Gürbüz-BirGün Pazar / 5 Şubat 2023
Millet İttifakı,
Ortak Politikalar Mutabakat Metni
ile iktidara gelmeleri halinde hayata geçirecekleri çalışmaları özetledi. 244
sayfalık metin 21 yıldır yaşanan sorunların birçoğuna, özellikle de tek adam
iktidarıyla perçinlenen yoksulluk, adaletsizlik ve eşitsizlik temelli
meselelere çare olabilecek öneriler içeriyor. Ekoloji başlığı altında
toplayabileceğimiz hayvan hakları, enerji, madencilik ve iklim değişikliği gibi
konularda, sivil toplum örgütlerince de zaman zaman dillendirilen çözüm
önerilerine yer verilmiş. Altılı Masa’nın ilgili konularda çok sayıda kişiyi
dinlediği görülüyor. En büyük eksikliği ise sektörel politikalar diye
niteledikleri bu alanların birbirlerinden kopuk oluşu. Farklı alanlar arasında
bütünlük sağlayabilmek zor bir iş ama özellikle ekoloji alanında başarı
isteniyorsa bu şart. Ekolojiyi bir şemsiye politika gibi düşünüp, ekonomi,
teknoloji, sanayi ve enerji gibi başlıkları bu şemsiyenin altında
değerlendirmek gerekir. Almanya’nın yıllar önce nükleer santralların
güvenliğini Enerji Bakanlığı’na değil, Çevre Bakanlığı’na bıraktığını hatırlayalım.
İklim, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kurulması ve su yönetimini de kapsayacak
şekilde yeniden yapılandırılması bu bağlamda olumlu bir gelişme. Sanayi, enerji
ve ekonomi gibi alanlarsa özerkliklerine devam ediyor.
İKLİM
Altılı Masa’nın ‘hükümet programı’ kabul edilen metne, iklim politikalarını inceleyerek
başlayalım. İklim krizine yol açan seragazı emisyonlarını azaltmak ve net sıfır
emisyon hedefine 2050’de ulaşmak hedeflenmiş. AKP-MHP hükümetinde bu hedef
2053’tü. İktidardan farklı olarak bu hedef kömür santrallarının kapatılması
vaadiyle daha gerçekçi bir zemine taşınmış ancak tarih verilmemiş. İklim
yasasının çıkarılması, Çevre Kanunu’nun doğa hakları temelinde yeniden
düzenleneceği belirtilmiş. Öte yandan, yerli kömürün gazlaştırılarak ekonomiye
kazandırılması maddesiyle iklim hedefine gölge düşürülmüş. Malum, kömür gaza
çevrilince iklim dostu olmuyor. Metinde gaz aramalarına, Türkiye’yi petrol ve
gaz boru hatları geçen bir ticaret merkezi yapmaya dair çok sayıda vurgu var.
Bunların da iklim hedefiyle çelişeceği ortada. Enerji bölümüyle iklim bölümünü
adeta ayrı kişiler yazmış. Karbon ticaretinden de iktidara kim gelirse gelsin kaçış
yok gibi görünüyor.
Ulaşım politikaları kapsamında yer alan hızlı tren projeleri
Türkiye’nin ulaşım kaynaklı seragazı emisyonlarını azaltabilir. İzmir ve
Bursa’nın Ankara’ya bağlanması, Güneydoğu ve İç Anadolu’yu birbirine bağlayacak
Mersin-Konya ve Mersin-Gaziantep hızlı tren projeleri önemli. Ancak, ulaşım
politikalarında iç hatların geliştirilmesi, düşük ücretli havayollarının
geliştirilmesi yine bir tutarsızlığın işareti. Ulaşımda karayolundan sonra en
büyük emisyon kaynağı havayolu, verilen destek emisyon artışına yol açar.
HAYVAN HAKLARI VE DOĞA
Hayvan haklarının anayasal güvence altına alınacak olması ve özel bir yasa
çıkarılması vaadi önemli. Sahipsiz hayvanların tedavisi, kısırlaştırılması ve
aşılanması için teşvik verilecek. Keşke ‘petshop’larda hayvan satışını tamamen
yasaklayıp, sahipsiz hayvanların sahiplenilmesi de teşvik edilseydi. Yaban
hayvanların avlanması konusunda ise “kanunsuz avlanmayla mücadele” çok yeterli
bir öneri değil. Avcılığı yasaklamak ülkedeki silah kültürüyle de baş etmenin
bir yolu. Ekoloji politikalarının sosyal politikalarla bağı burada da gözden
kaçmış. Daha cesaretli adımlara ihtiyaç var.
Cumhurbaşkanı’ndan ormanlık alanların vasfını değiştirme
yetkisinin alınması güzel bir hamle olacak. Müştereklerimiz üzerinde tek bir
kişinin karar hakkı olması kabul edilebilir değildi. Orman köylülerinin
güçlendirilmesi ve yangınlara karşı tedbirler metinde çokça yer alsa da konunun
uzmanların eski ve çam ağaçlarını yangınların sorumlusu gibi gösteren yanlış
bilgilerden şikayetçi. Yanan orman alanlarına verilen yasaya aykırı izinlerin
iptali kulağa hoş gelse de orman alanlarını, imar, maden ve enerji amaçlı
kullanımdan koruyacak daha üst düzey bir güvenceye ihtiyaç olduğu ortada.
Benzer bir şekilde, kıyılardaki yapılaşmanın önüne geçmek için de iyi niyetten
fazlası gerekiyor. Belgede, “kıyılardan herkesin eşit ve serbest olarak
yararlanmasına engel olan uygulamaları sıkı denetim altına alacağız” denmiş.
Kıyılar otellere, turistik tesislere peşkeş çekilemez ve kamuya açık hale
getirilir denseydi, kıyıları sahiplenemeyeceğini anlayan birçok projenin
getirdiği yapılaşma tehdidi de azalırdı.
Çevre İhtisas Mahkemeleri’nin kurulması hukukçulardan da
destek alan bir öneri, çevre koruma amaçlı davaların kamu davası kabul edilip
harçtan muaf tutulması da fayda sağlar çünkü sivil toplum maddi nedenlerle dava
açmakta zorlanıyor. Bilirkişi ücretlerinin de bu kapsama alınması ve bilirkişi
heyetinin yetkinliğinin artırılması da bu öneriye eklenebilir.
Metinde, Kanal İstanbul gibi rant projelerine değil Güney
Doğu Anadolu Projesi (GAP) ve Konya Ovası Projesi (KOP) gibi tarımsal sulama
projelerine kaynak aktarılacağı söyleniyor. Türkiye’deki geçmiş sulama
projelerini birçoğunun kuruyan göller ve sulak alanlarla ilişkisi var. Sulak
alanların korunmasına önem verileceği birkaç kez belirtilmiş olsa da eski bir
zihniyetin ürünü olan GAP gibi projelerin nasıl hayata geçirileceği merak
konusu. Çıkarılacağı belirtilen ‘Su Kanunu’ yeterli olur mu göreceğiz.
ENERJİ
Enerji başlığında yapılacak ve doğayı etkileyen değişiklikler arasında, tarıma
ve ekosisteme zarar veren mevcut hidroelektrik santralların sözleşmelerinin
yeniden gözden geçirilme taahhüdü dikkat çekiyor. Yenilenebilir enerjiye
desteğin süreceğini ancak teşviklerin gözden geçirileceğini de metinden anlıyoruz.
Enerji ihtiyacını karşılayan binalara teşvik verilecek, çatılara kurulacak
güneş panelleri için de özel kredi paketleri hazırlanacak. Hepsi yerinde
hamleler olur.
Türkiye’nin doğalgazda merkez olmasının, daha çok petrol ve
doğalgaz aranmasının ‘çevreci’ nitelemesini hak etmediğini söylemeliyiz. En
kötüsü ise yapımı süren ve Türkiye’yi Rusya’ya daha fazla bağımlı kılmakla
kalmayıp, ciddi bir maddi yükümlülük altına da sokacak Akkuyu’yla ilgili bir
kapatma planının olmaması. Bu yetmezmiş gibi, dünyada örneği olmayan, küçük
modüler nükleer reaktörleri kuracağız denmiş. Nükleer lobiye kolunu kaptırmış
altı parti var karşımızda. Nükleer, gaz ve kömür gibi kaynakların ucuz ve temiz
enerji sağlayamayacağını, enerjide mülkiyetin birkaç büyük şirketin elinde
bulunmasının bol sıfırlı faturalara kadar uzanan sorunları çözemeyeceğini
görememişler. Enerjinin yerinde ve küçük ölçekli üretimle temin edileceği bu
çağda, neredeyse 50-60 yıl öncesine ait politika önerilerini görmek tam bir
hayal kırıklığı oldu.
Türkiye’nin elektrik talebinin yaz döneminde klimalarla
ayyuka çıktığını biliyoruz. Bu da iklimden doğaya zarar veren enerji üretimi
tesislerine kadar uzanan sorunlara yol açıyor. Turizmle ilgili kısımda enerji
verimliliği vurgusu, otellerin güneşten elektrik üretme zorunluluğu gibi çözüm
önerileri yok. Enerji verimliliği de tüm metin içinde sadece 1 kez geçiyor;
yalıtım kelimesi ise hiç geçmiyor. Sınırlandırmadığımız talebi, sınırlı
kaynaklarla karşılayamayacağımızı bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
SANAYİ ve MADENCİLİK
Doğanın korunmasını en çok zorlayan sanayi ve madencilik alanlarında Altılı
Masa’nın önerileri daha çok mevcut sorunları çözmeye odaklanmış; radikal
değişiklikler içermiyor. Madencilik faaliyetlerinin tarım, enerji ve çevre
politikalarıyla koordinasyon içinde yürütülecek olması yazının başında işaret
ettiğimiz eleştiriye bir yanıt kabul edilebilir. Bu maddenin metnin geneline
yansıdığını söylemek ise zor. Örneğin, “Demir, altın, bakır, nikel gibi
sanayinin ana hammaddesi olan ürünlerin çıkartılması, izabesi gibi konulardaki
yatırımları destekleyeceğiz” söylemi, altın gibi büyük oranda ziynet eşyası
için yapılan madenciliği aklar nitelikte. Halbuki, siyanürle ayrıştırma yapılan
bu madenler sanayinin değil ticaretin ve rantın talebiyle açılıyor, doğaya da
büyük zarar veriyor.
Sanayide, ‘yeşil dönüşüm’, ‘çevreci üretim’ ve
‘sürdürülebilirlik’ kelimeleri birçok maddede geçiyor. Madencilikte olduğu gibi
olumlu taahhütlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda şimdiden yorum
yapmak falcılık olur. Katılım süreçlerinin güçlendirileceğine dair verilen
sözler bu taahhütlerden daha önemli ve takip edilmeli. Çevreyi kirleten sanayi
tesislerinin kentlerden taşınacağı da belirtilmiş. Başka bir kısımda yer alan
arıtma tesislerinin artırılmasıyla ilgili hedefle yeni sanayi tesislerinin
kurulması birleştirilirse olumlu sonuçlar alınabilir. Sanayide rotanın hangi
teknolojiler ve alanlarda olacağı konusunda ise olumlu kabul edilebilecek
kelimelere (geri dönüşümlü ürünler, enerji tasarrufu sağlayan ürünler gibi) yine
rastlıyoruz ancak “takip değil sıçrama eksenli bir sanayileşme ve teknoloji
politikasını esas alacağız” iddiasının altını, daha fazla nükleer, kömürden
gazlaştırma gibi geçmişin teknolojileriyle doldurmak mümkün değil.
Sanayiden en çok zarar görenin doğa ve dolayısıyla yaşamımız
olduğunu unutmamalıyız. Sanayi ve ekonomi politikalarını doğa merkezli bir
bakış açısıyla belirlediğimizde Türkiye gerçekten de ‘çağ atlayacak’. Bu yüzden
endüstriyel üretimi tasarlarken geleceğin doğa dostu yaşam tarzını net bir
şekilde belirlemek ve o yaşama uygun üretim süreçlerini en çevreci özelliklerle
planlamak gerekiyor.