Ütopya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ütopya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ütopyanız bol olsun

Özgür Gürbüz-BirGün / 30 Aralık 2023

2022’yi biliyoruz, yaşadık. Şimdi asıl sormamız gereken soru, “2023 nasıl geçecek” olmalı. Her şey güzel mi olacak, eskisinden daha iyi mi olacak ya da en iyisi şöyle soralım: “Biz bu fotoğrafın neresinde olacağız?”

Yılın nasıl geçeceğini vereceğimiz yanıt belirleyecek. Bugün İkizköy’de termik santralın yutmak istediği ormanlarını korumaya çalışanlar, Amasya Çambükü’nde meralarını korumak için jandarmayla karşı karşıya kalanlar, Kazdağları’ndan Erzincan’a madenlere, Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de kıyı talanına, kentten kırsala orman alanlarının yapılaşmasına karşı duranlar 2023’ün yaşam savunucuları fotoğrafında çoktan yerini aldılar. Biz kentlilere ise bu mücadelelere destek vermenin yanı sıra bir başka rol daha düşüyor. Siyaseti doğayı koruyacak şekilde şekillendirmek. Yerelin taleplerini siyasetin merkezine iletmek.

Önümüzdeki seçimlerden herkesin büyük beklentileri var. Doğa talanına karşı duranlar, gördüğümüz en büyük doğa yıkımını gerçekleştiren AKP-MHP koalisyonunun sona ermesini istiyor. Ekonomik ve hukuki süreçlerde katılımcı ve doğa temelli karar alma süreçlerinin hayata geçirilmesini bekliyor. Mevcut hükümet yurttaşları dinlemiyor, dinlemek istemiyor. Öyle ki, Temmuz ayında ÇED yönetmeliğinde yapılan değişiklikle halkın katılımı toplantısına katılacak halkı belirleme hakkını bile şirketlere vermişlerdi. Olası bir iktidar değişikliğinde yeni hükümetin ne kadar “çevreci” olacağını kestirmek zor ama dertli halkı dinleyeceklerinin işaretlerini alıyoruz. Siyaseti saraydan yeniden meclise getirmenin pratikteki karşılığı bu olmalı. Sırf bu yüzden muhalefete oy verecek onlarca kişi tanıyorum.

Ama bir sorunumuz daha var. Seçim sürecine kadar olan süreçte yaşam savunucuları ne yapacak? 20 yıldan sonra mevcut iktidarın seçim dönemi dağıtacağı mavi boncuklara kanacaklar mı? Sanmıyorum. Yeni iktidarın bir geçiş dönemi iktidarı olacağını kabul etsek bile, seçim sonrası uygulayacağı politikalara nasıl etki edilecek? Seçim sonrasını beklemek yerine şimdiden talepleri, sorunlara çözüm önerilerini hazırlamak ve muhalefete yol göstermek daha akıllı bir yol gibi görünüyor. Doğa savunucuları, dayanışma içerisinde derleyeceği ortak taleplerini muhalefete iletmeli, onları sorunlara çözüm üreten konuşma ve programlara yöneltmeli. Böylece iktidarın işine gelen “ağız dalaşı” tarzındaki tartışmalardan da kurtulmuş oluruz. Muhalefet de bu talepleri sistemli bir şekilde almak için kanallar oluşturmalı. Sokağın taleplerini gören siyasilerin daha cesur adımlar atacağına da inanıyorum. Örneğin, Akkuyu Nükleer Santralı’nın kapatılması gerektiğini, kömürlü termik santrallardan kademeli çıkışı, kıyıların halka açılmasını korkmadan dillendirmeleri arkalarında halk desteği olduğunu gördüklerinde kolaylaşabilir.

Geçmişe baktığımızda hasarın üç ana nedenden kaynaklandığını görebiliyoruz. Üç nedeni kabaca; adalet eksikliği, rant ve eski kafalılık diye gruplayabiliriz. Hukuk sisteminin iyi işlememesi yüzünden Kazdağları’nda kesilen binlerce ağaçtan sonra maden şirketinin iptal edilen iznini düşünün. Rant için İstanbul ve Marmara’yı bitirecek Kanal İstanbul veya İzmir’deki benzeri Çeşme projelerini hatırlayın. Güneş enerjisinin egemenliğini ilan ettiği bir çağda, bir güneş ülkesine nükleer santral yapma çabasını unutmayın.

2023’e girerken sadece 2022’nin değil son 20 yılın verdiği hasarı bir kenera bırakıp adeta bir “sil baştan” yapmamız gerekecek. Ütopyalarımız, bize tanınan alanın dışına taşan taleplerimiz, yeni bir dünya isteğimizle sahaya çıkmalıyız. Biliyoruz ki başta adalet olmak üzere düzelmesini beklediğimiz mekanizmaların onarılması, yaşam savunucularının birçok haklı talebini daha kolay dile getirmesini sağlayacak. Birçok ülkede sıradan kabul edilen demokratik hak ve taleplere tekrar kavuşacağız. İki gün önce istinaf mahkemesince onaylanan kararla hapse mahkûm edilen Gezi’deki dostlarımız adil mahkemelerde tekrar yargılanacak ve serbest kalacak. Basın açıklaması yapmak isteyenler karşılarında polisi değil basını bulacak. Hukuk tanımayan inşaatlar, ihaleler, müşterek alan gaspları geri alınacak.

Sadece sorunları dile getirme hakkının kazanımı bile bugünkü yoksulluk, talan ve adaletsizlik gibi sorunları azaltmaya yetebilir. Yeni yıla düşlerimizle, hayalini kurduğumuz ülke ve dünyanın talepleriyle girmeliyiz. Küçük gördükleri, olmaz dedikleri hayallerimizin aslında yapılabilir olduğunu her gün görüyoruz. Daha az çalışmak, adilce bölüşmek ve doğayla barışık bir hayat kurmak mümkün. AKP’nin sınırlarını belirlediği ve yalan duvarlarıyla örerek bizi hapsettiği dünyadan çıkmak ve kaybettiğimiz 20 yılı kazanacağımız ilerici bir siyaset için yol haritası çizmek zorundayız. Bize reva gördüklerinden fazlasını hak ediyoruz ve yapabiliriz. Yeni yılda ütopyanız bol olsun!

Yeni yılda yeni bir dünya

Özgür Gürbüz-BirGün/ 27 Aralık 2018

Çevre hareketinin her yılı bir öncekine göre daha fazla mücadeleye sahne oluyor. Mesleki biçimbozum (deformasyon) mu dersiniz, sana öyle geliyor diye benimle eğlenir misiniz bilemiyorum ama diyalektik benim yanımda.

Kapitalizmin doğayı sınırsız bir sermaye olarak görmesi ve tüketmesiyle yıkıma doğru giden bir sürecin içindeyiz. Sermaye kabul edilen doğanın aslında gezegendeki her canlının yaşam kaynağı olması çatışmayı kaçınılmaz kılıyor. “Yıkım uzun zamandır sürüyor ama çatışma neden bu kadar gecikti” diye sorabilirsiniz. Güzel soru.

Çatışmanın gecikmesinin ardındaki neden insanın mücadele sürecine geç katılıyor olması. Doğa uzun zamandır direniyor zaten. Çoğumuz, etkisini hissetmediğimiz doğa yıkımlarına karşı kaygısızız. Ölen tilki, soyu tükenen bir kuş, başka bir ildeki termik santral, günlük hayatımızda gözle görülür bir değişime yol açmıyorsa, onları korumak için mücadele etmek özel bir motivasyon gerekiyor. Kelebek etkisine itirazım yok ama kelebeği göremeyen insan sayısı da çok fazla. O yüzden de evimizin önünde kesilen bir ağaca, binlerce ağacı ve canlıyı öldürecek ancak gözle görünmeyen radyasyondan daha fazla itiraz ediyoruz.

Kapitalizmin hasar verdiği alan büyüdükçe, insanı ve etkileşimde olduğu canlıları rahatsız ettikçe, çevre veya ekoloji mücadelesinin büyümesi de kaçınılmaz. Bu çatışma yeni bir ekonomik ve toplumsal sistemin kurulmasıyla son bulabilir. Diyalektik böyle diyor.

Bu yeni sistemin özünde insan değil doğa olmak zorunda. Hasar almış, kurtarılmayı bekleyen doğa merkezde olmazsa, onun sayesinde yaşayan insanın iyileşmesi de mümkün değil. Açık konuşmak gerekirse, şirket ve kâr merkezli mevcut ekonomik düzeni bir kenara bırakarak işe başlamalıyız. Üretim süreçleri tüketim toplumuna yanıt verecek şekilde düzenlenmemeli. Gerçek ihtiyaçlar ve toplumun yeniden sosyalleşmesi adına bireylere daha fazla zaman yaratacak bir üretim modeli benimsenmeli. Basitçe söylersek, çalışma saatlerinin düşürüldüğü, lüks tüketim malları yerine temel ihtiyaçların önceliklendirildiği ve çalışanların kendilerine daha fazla zaman ayırabildikleri, sosyal bir üretim sürecine geçmeliyiz. Sahip olduğumuz teknolojik gelişimi, plajda bile çalışmak yerine, plaja daha fazla gidebilmeyi sağlayacak verimli üretim yöntemlerinin aracı yapmalıyız.

Üretmek için tüketimi artıran bir sistem artık kabul edilemez. Oturduğumuz yerden kilometrelerce uzakta üretilen gıdayı taşımak için daha fazla çalışmak ve enerji üretmek zorunda kalıyorsak yanlış yaptığımız ortada. Tükettiği yerde üreten, yavaş yaşayan, yaşam kalitesini maddi ama etkisi kısa süreli ürün ve hizmetlerle değil sosyal değerlerle artırmaya çalışan başka bir toplum kurmalıyız. Bu toplum, yükselen çevre mücadelesinin meyvesi olmalı. “Hayatta en çok sevdiğim” diye adlandırdığınız çocuğunuz, sevgiliniz ya da ailenizle haftada bir gün süpermarkette veya alışveriş merkezinde buluşuyorsanız, kısa yaşamınızı çok iyi geçirdiğinizi iddia edemezsiniz. Binlerce icat ve makinanın size sunabileceği dünya bu mu?

Hayatınızı lüks bir yaşam umuduyla elinizden alıp kaçıran, sizi ve doğayı hasta eden, kısa süreli mutluluklarla (yeni bir cep telefonu modeli çıkana kadar) oyalayan, 70 yaşınıza kadar çalışmak zorunda bırakan mevcut sistemden memnun musunuz? Bu sistemin yerine, yılda üç ay tatil vadeden, dostlarınızla ve tüm canlılarla daha mütevazi ama çok daha uzun süre mutlu yaşayabileceğiniz, rekabetin yerini erdemin aldığı ekolojik bir dünya kurmayı önerseler, hayır der miydiniz? Herhalde demezdiniz…

Bütün bunları neden mi yazıyorum? Hani, olur da 2019 için yeni yıl dileği peşine düşmüşsünüzdür. Benimkinden kopya çekmek serbest, o yüzden yazıyorum.