Kazanmanın tek yolu direnmek

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Aralık 2022

7 Şubat 1939 tarihli, 4126 sayılı Resmi Gazete, “Zeytinciliğin ıslahı ve yabanilerinin aşılattırılması hakkında kanun”la başlar. Bu kanunun 20. maddesi, zeytinlik içinde fabrika yapımını izne bağlamıştır. Sonraki yıllarda 20. madde değişikliklere uğrasa da o günkü amacını korur. “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mâni olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez” der. Kömürlü termik santrallara maden sahası açmak için zeytinliklere göz dikenler yıllardır bu maddenin değiştirilmesini istiyor. 10. kez denediler ve 10. kez kaybettiler.

ADRESE TESLİM KANUN
Yapılmak istenen aslında adrese teslim bir kanun değişikliğiydi. Elektrik Piyasası Kanuna konacak geçici madde özetle şöyle diyordu: Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinliklere denk gelmesi durumunda zeytinlikler taşınır, zeytinlik maden sahası olur. Maden sahası ile zeytinliğin çakışma olasılığına karşı kanun düzenlemek müthiş bir öngörü olsa gerek.

NET KÖMÜR HÜKÜMETİ
Tesadüfün böylesine az rastlanır. Muğla’daki Yeniköy termik santralının maden sahası ile geçimini zeytinden sağlayan İkizköy’ü karşı karşıya getiren konu da bu. Maden sahasını genişletmek isteyen termik santral Akbelen Ormanı’nı maden sahasına çevirmek, bir anlamda köydeki yaşamı bitirmek istiyor. Santralın sahipleri Limak Enerji ve IC İçtaş Enerji. Özelleştirilmiş bu santralın ‘ülke için elektrik ürettiğini’ söylemek de ayrı bir tartışma konusu. Her özel şirket gibi onlar da kâr etmek için elektrik üretiyor; bunu da çevreci bir yöntemle değil dünyanın bir an önce terk edilmesi konusunda salık verdiği kömürü yakarak yapıyor. Elektrik üretmenin onlarca yolu var. Sadece enerjiyi akıllı kullanarak bile bu santralın kapatılması sağlanabilir. AKP – MHP “koalisyon hükümeti, bir yandan net sıfır emisyon yalanıyla bazı çevrecilerin ve kamuoyunun gözünü boyamaya çalışıyor, bir yandan da özel şirketlerin kömür yakmaya devam etmesini kolaylaştıracak kanun hazırlıyor. Net sıfır değil, net kömür hükümeti.

Zeytinine sahip çıkanlar imza kampanyaları, direniş çadırları ve Ankara’da Meclis kapısında yaptıkları eylemlerle zeytin talanını bir kez daha önlemeyi başardı. Kanun tasarısından ilgili madde çıkarıldı. Bu ülkenin insanları daha kaç defa hükümete gıdayı, sağlığı, çevreyi kömüre yeğlediklerini söylemek zorundalar bilmiyorum. Bildiğim tek şey direnmezsek kaybedeceğimiz. Direnirsek bir ihtimal var ve o ihtimal hepimize sağlıklı ve onurlu bir yaşam vadediyor.

DOĞANIN EKONOMİSİ KÖMÜRÜ YENER
Ekonomiyi dert edinenlere de birkaç not bırakalım. Türkiye’nin zeytin ve zeytin yağı ihracatı yarım milyar dolara yaklaşmış, İspanya ve İtalya örneklerine bakıldığında bu rakamın çok daha yukarılara çıkarılabileceği ortada. Kömüre verdiğiniz teşviğin sadece 240 milyon TL’sinin Milas’ta zeytin sektörüne aktarılmasıyla madende çalışan 800 kişiye iş sağlamak mümkün. Kömürden ürettiğimiz elektrik hem kirli hem de güneş gibi kaynaklardan daha pahalı. Bölgedeki Yeniköy ve Kemerköy santrallarının sağlık etkilerinin topluma maliyeti yılda 190 milyon avro. Şirket yılda 25 milyon avro kâr ediyor ama kirlettiği hava, değiştirdiği iklim yüzünden ülke hem sağlığıyla hem de kamu harcamasıyla bedel ödüyor.

Zor günlerden geçiyoruz, ileri gitmek için değil gerilememek için mücadele ediyoruz. Mücadele sandıkta kazanılacak elbette ama sandığa eşit şartlarda gitmek için bile direnmek gerekiyor. İstanbul’un iki kez seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza bunu bir kez daha gösterdi. Direnenin kazandığını ise zeytinlikleri koruma mücadelesine bakarak görebilirsiniz.

Bütçe görüşmelerinde hamaset ön planda

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Aralık 2022

Çarşamba günü Meclis’te Enerji Bakanlığı’nın bütçesi konuşuldu. Bütçeyle beraber haliyle AKP-MHP hükümetinin enerji politikası masaya yatırıldı, muhalefet eleştirdi, hükümet övdü. Eller kalktı, bütçeler onaylandı.

Bütçe görüşmelerinden birkaç detay aktarayım. AKP Denizli Milletvekili Şahin Tin, konuşmasında 20 yıl önce elektrikte kurulu gücün 31 bin megavat olduğunu söyledi, 20 yılda 103 bin megavata ulaşmasıyla övündü. Övündü ama Şahin Tin’in Türkiye’nin elektrik talebinin en fazla olduğu anda puant güç talebinin 50 bin megavat civarında olduğunu herhalde bilmiyor. Yedek kapasite elbette olmalı ama talebin iki katı kurulu güç açık bir plansızlığa ya da yönetim sorununa işaret ediyor. Hükümet her zaman olduğu gibi talebi düşünmeden, şirketlere kâr sağlamak için attığı adımları en büyük, en fazla gibi sıfatlarla gizleyerek icraatmış gibi anlatmaya çalışıyor. Elektrik talebi ekonomik kriz nedeniyle istenildiği gibi artmayınca, bu boşa kurulmuş santralların vatandaşın vergisiyle sübvanse edildiğini ise anlatmıyor.

AKP İstanbul Milletvekili İffet Polat ile devam edelim. Polat, Akkuyu’daki nükleer santral bittiğinde 16 bin kişiye istihdam sağlayacak diyor. OECD’ye bağlı Nükleer Enerji Ajansı’nı baz alsak bile, bir reaktörde yaklaşık 600 kişinin çalışacağını, 4 reaktörlü Akkuyu’da toplam istihdamın 2 bin 500 civarında olacağını biz biliyoruz. Bu çalışanların önemli bir bölümü de Rusya’dan gelecek. 16 bin kişinin çalışacağı iddiası desteksiz atma rekoru kırabilir. Daha da ilginci AKP Düzce Milletvekili Fahri Çakır, şu anda Akkuyu’da “26 bin Türk’ün çalıştığını” da iddia etti. Bu sayı devamlı değişiyor, 12 bin oluyor, 14 bin oluyor. Bizim bildiğimiz ise işçilerin sık sık iş bıraktığı, maaşlarını almakta zorlandığı ve hepsinin Türk olmadığı.

Çakır belli ki tamamı Rusya’ya ait olan bu nükleer santralı icraatmış gibi anlatmakta zorlanıyor. Daha da eğlencelisi, konuşmasında, “yap-işlet-sahiplen politikasıyla birlikte bu nükleer santralin kurulduğunu” söyledi. Yerli ve milli nükleerden, Rusya’nın sahiplendiği nükleere geldik. Son 10 yıl boyunca, “yerli ve milli” diyerek kandırdığı yurttaşlardan özür dileyecek mi acaba hükümet? Rusya ile yapılan uluslararası anlaşmanın 5. maddesinin 4. fıkrası açık. Orada, “Rus Yetkili Kuruluşları'nın Proje Şirketi'ndeki toplam payları, hiçbir zaman yüzde 51’den (yüzde elli birden) az olamaz” yazar. Rusya isterse santralın yüzde 49’unu satacak, kontrol hep onların elinde olacak. Şu anda da santralın yüzde 100’ü Rus devlet şirketlerinin elinde. Rusya girmemize izin verirse, reaktörlere gidip sarılıp dönerek biz de sahiplenebiliriz elbette. Kaldı ki, şu devirde en son sahiplenilecek şeyin bir nükleer santral olduğunu biliyoruz. O santral kapatılmadıkça hem ekonomiyi hem de yaşamı tehdit edecek.

Yerimiz sınırlı olduğu için bütçe görüşmelerinden alıntı yapacağım son iktidar milletvekili ise Gaziantep Milletvekili Derya Bakbak. Bakbak, iklime ve Paris Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmak için küresel emisyonların 2030’a kadar yüzde 45 oranında azaltılması gerekliliğine değindi ve anlaşmanın onaylanmasını başarılı bir icraatmış gibi anlattı. Ardından da “Yeşil kalkınma vizyonunu Türkiye'ye kazandırmak çok şükür bize nasip oldu” dedi. Bakbak, geçtiğimiz ay Türkiye’nin Paris kapsamında hedefini güncelleyerek emisyonları azaltma değil artırma hedefi verdiğinden hiç bahsetmedi. Bahsettiği yüzde 45 azaltım hedefine ulaşmak için Türkiye’nin kömür santrallarını kapatması gerektiğini de söylemedi.

Muhalefet çoğu zaman bu konuşmalara müdahale etti. “Yazıklar olsun” en çok aklımda kalan itiraz cümlesi oldu. Muhalefetin söz aldığı konuşmalarında ise enerji faturalarının getirdiği yük, madenlerde yaşanan kazalar, alım garantileri, özelleştirmeler konu edildi. İyi Parti Denizli Milletvekili Yasin Öztürk nükleere karşı olmadığını söyledi. Öte yandan yenilenebilir enerji politikalarında yapılan değişikliklerin üreticiyi mağdur ettiğini söyledi. Nükleer ve kömürün önceliklendirildiği bir elektrik piyasasında bunun normal olduğunun henüz farkına varamamış.

Bütçe görüşmeleri, Bakanlık ve bağlı kurumların bütçelerinin onaylanmasıyla son buldu. Yanlış veriler ve görüşlerden doğru icraat çıkmayacağı ortada. Harcanan paraya yazık.

Yaz saatini halka soralım

Özgür Gürbüz-BirGün / 2 Aralık 2022

Türkiye’nin yaz saati uygulamasını kalıcı hale getirilmesine 2016 yılında başlandı. Şimdi görevde
olmayan eski Enerji Bakanı Berat Albayrak düzenlemeyi, tasarruf edeceğiz gerekçesiyle savunmuştu. Danıştay’ın itirazı hükümetin inadı derken torba yasayla birlikte yaz saati uygulaması kalıcı hale getirildi. Kış aylarında ülkenin büyük bir bölümü karanlık sabahlara mahkum edildi.

Aradan geçen süre boyunca ülkenin batısında yaşayanlar güneş ışığı göremeden uyanmaktan, günün daha soğuk saatlerinde hazırlanmaktan, güvenlik korkusu yaşayarak yollara düşmekten şikayet etti. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ise Türkiye’nin ileri saat uygulamasını benimseyerek elektrik tasarrufu yaptığını öne sürdü. 2022 Mart ayında bir açıklama yapan Enerji Bakanı Fatih Dönmez, o zamana kadar yapılan tasarrufun 8,3 milyar kilovatsaat olduğunu söyledi. Yaklaşık beş buçuk yılda 8,3 milyar kilovatsaat tasarruf ettiysek, yılda 1,6 milyar kilovatsaat eder. Türkiye’nin 2021 yılı elektrik tüketimi 332 milyar kilovatsaatti. Geçmiş 5,5 yılın ortalamasını 300 alsak, tüketimin yüzde 1,6’sı kadar tasarruf ettiğimiz iddia ediliyor.

İddia diyorum çünkü konuyla ilgili hemen her kurumun talebine rağmen, Enerji Bakanlığı arkasında İTÜ’nün olduğunu söylediği bu çalışmayı kamuoyuyla paylaşmıyor. İleri saat uygulamasının gerçekten tasarrufa yol açıp açmadığını hesaplamak zor. Yıllık tüketim rakamlarını karşılaştırmak yetmiyor çünkü elektrik tüketimini etkileyen, nüfustan sanayiye onlarca faktör var.

2016 yılında yaz saati uygulamasının kalıcı hale getirilmesinden önceki ve sonraki haftadan iki gün seçerek karşılaştırma yapmıştım. 26 Kasım 2016 Çarşamba günü ile 3 Kasım Perşembe (ikisi de hafta içi ve İstanbul’da gece gündüz sıcaklıkları aynıydı) gününe ait elektrik tüketimine baktığımda saatlerin geri alınmadığı 26 Kasım’da elektrik tüketiminin yaklaşık 2 bin megavatsaat arttığını görmüştüm. Tüketim verilerine bakarak yapılacak bir karşılaştırma için kısa vadedeki değişimi göstermesi açısından önemli bir gösterge ama elbette bu bile bilimsel bir veri sayılmaz. İTÜ nasıl yapmış, hesaplamış merak ediyor insan.

Tasarruf edildiği öne sürülen rakamı da diğer tasarruf potansiyelleriyle karşılaştıralım. Türkiye’nin en yüksek elektrik tüketim miktarına sahip bölgesi İstanbul’un Avrupa yakasını kapsayan Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. kontrolünde. 25 milyar kilovatsaat elektrik dağıtılan bölgede kayıp-kaçak oranı yüzde 7,23. Yıllık 2 milyar kilovatsaati bulan bu kaybı yarı yarıya azaltsanız altı yılda kalıcı yaz saatiyle tasarruf edildiği iddia edilen rakama ulaşmak mümkün. Sadece bir elektrik dağıtım bölgesinde, özelleştirmeyi savunurken kullanılan bahanelerden birinin hayata geçirilmesinden bahsediyorum. Ülke çapında reklam amaçlı tüm ışıkları gece yarısından sonra kapatmak da çok zor değil, derdimiz daha az elektrik tüketmekse.

Ortada ciddi bir tasarruf olmadığı gibi alınan kararın mantıklı bir açıklaması da yok. Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Özdağ, Türkiye’deki 46 milyon elektrik abonesinin yüzde 87’sinin37,5 derece doğu boylamının batısında yaşadığına dikkat çekiyor. Kabaca söylersek, bir ülkenin yüzde 87’sini zora sokan, sabahları karanıkta ve soğukta uyanmalarına neden olan bir karardan bahsediyoruz. Benim önerim şu. Gelin o zaman halka soralım, sandıkları koyup bir halk oylaması (referandum) yapalım. Kalan yüzde 13’ü mutlu edemiyorsak da iki ayrı saat uygulayalım ülke genelinde. Dünyada örnekleri var, ABD, Rusya gibi…

Mehmet Özdağ, mesele tasarrufsa işe konutlardan başlayalım diyor. Ülkede 40 milyondan fazla mesken abonesi olduğunu belirten Özdağ, “Binalar için getirilen Enerji Performans Yönetmeliği 2010 yılından sonra binalara Enerji Kimlik Belgesi zorunluluğu getirmişti, bu tarih birkaç defa ertelenerek 2030’a kadar ötelendi. Yirmi yıl içerisinde eski binaların yalıtımı için ne uygun br kredi çıkarıldı, ne de KDV kolaylığı getirldi” diyor. 20 yıllık bu gecikmenin bedelini daha çok doğalgaz yakarak ödedik. Tasarruf mu demiştiniz? İnsanları karanlıkta bırakmadan, ruh sağlıklarını bozmadan, neşesini kaçırmadan tasarruf etmek mümkün. Yeter ki gerçekten istensin. Umarım hükümet bu inadından vazgeçer ve alınan bu ucube kararı tasarrufu bahane ederek savunmaya devam etmez. Ülkenin faiz politikasına benzeyen, amacı belli olmayan ileri saat uygulaması artık kaldırılmalı.

Kafessiz Türkiye

Özgür Gürbüz-BirGün / 26 Kasım 2022

Yumurtanın adedinin 2 TL’nin üzerinde olduğu bir ülkede “yumurta” deyince akla işin ekonomisi ve geçim derdi geliyor. Hayat pahalılığı, beslenme sorunları ve gıdaya erişim gibi konular arasında endüstriyel hayvancılık ve et yemenin çevreye verdiği zararlar gündem dışı, bir anlamda “lüks” konular gibi değerlendiriliyor. Halbuki, iklim krizi gibi hayati bir meseleyle bağı bile var konunun. En iyisi öncelik tartışması yerine meseleyi tartışalım.

Hayvan refahı konusunda yaklaşımlar farklı olabiliyor. Et yemeyen vejetaryenler ile etin yanı sıra süt, yumurta, bal gibi hayvansal ürünleri de tüketmeyen veganların insanların hayvanlara ettiği eziyeti önlemek için önerdiği çözüm elbette en net olanı. Onları öldürmemek. Bunun vicdani karşılığı kadar iklim krizini önleme anlamında da karşılığı var. BM Gıda ve Tarım Örgütü, hayvancılık kaynaklı seragazı emisyonların toplam emisyonların yüzde 14,5’ine denk düştüğünü belirtiyor. Et yemeyi tamamen bırakamıyorsanız azaltmanız bile iklim açısından faydalı. Sebze ve meyve de artık ucuz değil ama etteki proteini nereden alacağız diye endişeleniyorsanız, et dışı yeterince çözüm var.

Hayvan refahını savunan bazı gruplar ise öncelikle endüstriyel hayvancılıkla mücadele edilmesini öneriyor. İlk adımın bu olduğunu düşünüyorlar. Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği’nin Kafessiz Türkiye kampanyası da bu konuda Türkiye’den örnek gösterilebilir. TÜİK’e göre Türkiye’de 121 milyon tavuk yumurtası için yetiştiriliyor. Kafessiz Türkiye bu tavukların yaklaşık 100 milyonunun kafeste yaşamak zorunda bırakıldığı tahmin ediyor. 270 milyon tavuk ise eti için yetiştiriliyor. Kafessiz Türkiye ekibi tavukları kafeslerinden kurtarmaya çalışıyor.

Kafeste yetiştirilmek ne demek? Tavuğun tüm hayatı boyunca bir A4 kâğıdı boyutunda bir alanda yaşamaya zorlanmasından bahsediyoruz. Kanatlarını açamayan, koşamayan, tüneyemeyen, toprağa dokunamayan, eşeleyemeyen tavuklar bir kafes içinde itiş tıkış yaşamaya ve yumurta vermeye zorlanıyor. Kesim için kafeslere hapsedilen tavukların durumu ise daha korkunç. 21 günde kesime hazır hale gelmeleri için semirtilen bu tavuklar bir süre sonra yürüyemez hale geliyor.

Kafessiz Türkiye, yumurtası için beslenen tavukların refahını artırmak için yapılan bir kampanya. Çağrıları bireysel tüketicilerden çok, şirketleri hedefliyor. Her yıl binlerce yumurta alan, satan şirketlerden kafes yumurtası almamaları için taahhüt vermeleri isteniyor. Şu ana kadar aralarında Metro, Aslı Börek, Ikea, Dedeman Hotel, Güllüoğlu Baklava, Pidem ve Beyaz Fırın gibi 70’ten fazla şirket 2025 yılına kadar kafes yumurtası kullanmaktan vazgeçme taahhüdü (kafessizturkiye.com/firma-taahhütleri) verdi. Bazı şirketlerin hedefleri ise 2030’lara kadar uzanıyor. Kafesten kümese veya gezen tavuğa geçmek için yıllarca beklemeye gerek yok. Bu tarihleri öne çektirmek için şirketlere daha fazla baskı yapmalıyız. Henüz taahhüt vermemiş şirketlerin ise birkaç kuruş daha fazla kâr elde etmek için hayvanlara eziyeti desteklemeleri kabul edilebilir değil.

Kampanya oteller, restoranlar gibi büyük firmaları hedeflese de marketten yumurta alırken ben ne yapabilirim diye soranlar Olabilir. Yumurtaların üzerindeki kodların ilk rakamı size her şeyi anlatıyor. İlk rakam “3” ise elinizde bir kafes yumurtası tutuyorsunuz demektir. “2” kümes, “1” gezen ve “0” ise organik tavuk yumurtası olduğunu gösteriyor.

Hayvan refahı konusu kafesten veya hayvanlara ne kadar eziyet edildiğinden ibaret değil. İşin içine alışkanlıklar, dinsel tercihler, farklı etik bakış açıları ve yanlış bilgiler de giriyor. Bir yerden başlamak gerek; kafesten, et tüketiminden, hayvanların alınıp satılmasından…