Yaz saatini halka soralım

Özgür Gürbüz-BirGün / 2 Aralık 2022

Türkiye’nin yaz saati uygulamasını kalıcı hale getirilmesine 2016 yılında başlandı. Şimdi görevde
olmayan eski Enerji Bakanı Berat Albayrak düzenlemeyi, tasarruf edeceğiz gerekçesiyle savunmuştu. Danıştay’ın itirazı hükümetin inadı derken torba yasayla birlikte yaz saati uygulaması kalıcı hale getirildi. Kış aylarında ülkenin büyük bir bölümü karanlık sabahlara mahkum edildi.

Aradan geçen süre boyunca ülkenin batısında yaşayanlar güneş ışığı göremeden uyanmaktan, günün daha soğuk saatlerinde hazırlanmaktan, güvenlik korkusu yaşayarak yollara düşmekten şikayet etti. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ise Türkiye’nin ileri saat uygulamasını benimseyerek elektrik tasarrufu yaptığını öne sürdü. 2022 Mart ayında bir açıklama yapan Enerji Bakanı Fatih Dönmez, o zamana kadar yapılan tasarrufun 8,3 milyar kilovatsaat olduğunu söyledi. Yaklaşık beş buçuk yılda 8,3 milyar kilovatsaat tasarruf ettiysek, yılda 1,6 milyar kilovatsaat eder. Türkiye’nin 2021 yılı elektrik tüketimi 332 milyar kilovatsaatti. Geçmiş 5,5 yılın ortalamasını 300 alsak, tüketimin yüzde 1,6’sı kadar tasarruf ettiğimiz iddia ediliyor.

İddia diyorum çünkü konuyla ilgili hemen her kurumun talebine rağmen, Enerji Bakanlığı arkasında İTÜ’nün olduğunu söylediği bu çalışmayı kamuoyuyla paylaşmıyor. İleri saat uygulamasının gerçekten tasarrufa yol açıp açmadığını hesaplamak zor. Yıllık tüketim rakamlarını karşılaştırmak yetmiyor çünkü elektrik tüketimini etkileyen, nüfustan sanayiye onlarca faktör var.

2016 yılında yaz saati uygulamasının kalıcı hale getirilmesinden önceki ve sonraki haftadan iki gün seçerek karşılaştırma yapmıştım. 26 Kasım 2016 Çarşamba günü ile 3 Kasım Perşembe (ikisi de hafta içi ve İstanbul’da gece gündüz sıcaklıkları aynıydı) gününe ait elektrik tüketimine baktığımda saatlerin geri alınmadığı 26 Kasım’da elektrik tüketiminin yaklaşık 2 bin megavatsaat arttığını görmüştüm. Tüketim verilerine bakarak yapılacak bir karşılaştırma için kısa vadedeki değişimi göstermesi açısından önemli bir gösterge ama elbette bu bile bilimsel bir veri sayılmaz. İTÜ nasıl yapmış, hesaplamış merak ediyor insan.

Tasarruf edildiği öne sürülen rakamı da diğer tasarruf potansiyelleriyle karşılaştıralım. Türkiye’nin en yüksek elektrik tüketim miktarına sahip bölgesi İstanbul’un Avrupa yakasını kapsayan Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. kontrolünde. 25 milyar kilovatsaat elektrik dağıtılan bölgede kayıp-kaçak oranı yüzde 7,23. Yıllık 2 milyar kilovatsaati bulan bu kaybı yarı yarıya azaltsanız altı yılda kalıcı yaz saatiyle tasarruf edildiği iddia edilen rakama ulaşmak mümkün. Sadece bir elektrik dağıtım bölgesinde, özelleştirmeyi savunurken kullanılan bahanelerden birinin hayata geçirilmesinden bahsediyorum. Ülke çapında reklam amaçlı tüm ışıkları gece yarısından sonra kapatmak da çok zor değil, derdimiz daha az elektrik tüketmekse.

Ortada ciddi bir tasarruf olmadığı gibi alınan kararın mantıklı bir açıklaması da yok. Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Özdağ, Türkiye’deki 46 milyon elektrik abonesinin yüzde 87’sinin37,5 derece doğu boylamının batısında yaşadığına dikkat çekiyor. Kabaca söylersek, bir ülkenin yüzde 87’sini zora sokan, sabahları karanıkta ve soğukta uyanmalarına neden olan bir karardan bahsediyoruz. Benim önerim şu. Gelin o zaman halka soralım, sandıkları koyup bir halk oylaması (referandum) yapalım. Kalan yüzde 13’ü mutlu edemiyorsak da iki ayrı saat uygulayalım ülke genelinde. Dünyada örnekleri var, ABD, Rusya gibi…

Mehmet Özdağ, mesele tasarrufsa işe konutlardan başlayalım diyor. Ülkede 40 milyondan fazla mesken abonesi olduğunu belirten Özdağ, “Binalar için getirilen Enerji Performans Yönetmeliği 2010 yılından sonra binalara Enerji Kimlik Belgesi zorunluluğu getirmişti, bu tarih birkaç defa ertelenerek 2030’a kadar ötelendi. Yirmi yıl içerisinde eski binaların yalıtımı için ne uygun br kredi çıkarıldı, ne de KDV kolaylığı getirldi” diyor. 20 yıllık bu gecikmenin bedelini daha çok doğalgaz yakarak ödedik. Tasarruf mu demiştiniz? İnsanları karanlıkta bırakmadan, ruh sağlıklarını bozmadan, neşesini kaçırmadan tasarruf etmek mümkün. Yeter ki gerçekten istensin. Umarım hükümet bu inadından vazgeçer ve alınan bu ucube kararı tasarrufu bahane ederek savunmaya devam etmez. Ülkenin faiz politikasına benzeyen, amacı belli olmayan ileri saat uygulaması artık kaldırılmalı.

Kafessiz Türkiye

Özgür Gürbüz-BirGün / 26 Kasım 2022

Yumurtanın adedinin 2 TL’nin üzerinde olduğu bir ülkede “yumurta” deyince akla işin ekonomisi ve geçim derdi geliyor. Hayat pahalılığı, beslenme sorunları ve gıdaya erişim gibi konular arasında endüstriyel hayvancılık ve et yemenin çevreye verdiği zararlar gündem dışı, bir anlamda “lüks” konular gibi değerlendiriliyor. Halbuki, iklim krizi gibi hayati bir meseleyle bağı bile var konunun. En iyisi öncelik tartışması yerine meseleyi tartışalım.

Hayvan refahı konusunda yaklaşımlar farklı olabiliyor. Et yemeyen vejetaryenler ile etin yanı sıra süt, yumurta, bal gibi hayvansal ürünleri de tüketmeyen veganların insanların hayvanlara ettiği eziyeti önlemek için önerdiği çözüm elbette en net olanı. Onları öldürmemek. Bunun vicdani karşılığı kadar iklim krizini önleme anlamında da karşılığı var. BM Gıda ve Tarım Örgütü, hayvancılık kaynaklı seragazı emisyonların toplam emisyonların yüzde 14,5’ine denk düştüğünü belirtiyor. Et yemeyi tamamen bırakamıyorsanız azaltmanız bile iklim açısından faydalı. Sebze ve meyve de artık ucuz değil ama etteki proteini nereden alacağız diye endişeleniyorsanız, et dışı yeterince çözüm var.

Hayvan refahını savunan bazı gruplar ise öncelikle endüstriyel hayvancılıkla mücadele edilmesini öneriyor. İlk adımın bu olduğunu düşünüyorlar. Çiftlik Hayvanlarını Koruma Derneği’nin Kafessiz Türkiye kampanyası da bu konuda Türkiye’den örnek gösterilebilir. TÜİK’e göre Türkiye’de 121 milyon tavuk yumurtası için yetiştiriliyor. Kafessiz Türkiye bu tavukların yaklaşık 100 milyonunun kafeste yaşamak zorunda bırakıldığı tahmin ediyor. 270 milyon tavuk ise eti için yetiştiriliyor. Kafessiz Türkiye ekibi tavukları kafeslerinden kurtarmaya çalışıyor.

Kafeste yetiştirilmek ne demek? Tavuğun tüm hayatı boyunca bir A4 kâğıdı boyutunda bir alanda yaşamaya zorlanmasından bahsediyoruz. Kanatlarını açamayan, koşamayan, tüneyemeyen, toprağa dokunamayan, eşeleyemeyen tavuklar bir kafes içinde itiş tıkış yaşamaya ve yumurta vermeye zorlanıyor. Kesim için kafeslere hapsedilen tavukların durumu ise daha korkunç. 21 günde kesime hazır hale gelmeleri için semirtilen bu tavuklar bir süre sonra yürüyemez hale geliyor.

Kafessiz Türkiye, yumurtası için beslenen tavukların refahını artırmak için yapılan bir kampanya. Çağrıları bireysel tüketicilerden çok, şirketleri hedefliyor. Her yıl binlerce yumurta alan, satan şirketlerden kafes yumurtası almamaları için taahhüt vermeleri isteniyor. Şu ana kadar aralarında Metro, Aslı Börek, Ikea, Dedeman Hotel, Güllüoğlu Baklava, Pidem ve Beyaz Fırın gibi 70’ten fazla şirket 2025 yılına kadar kafes yumurtası kullanmaktan vazgeçme taahhüdü (kafessizturkiye.com/firma-taahhütleri) verdi. Bazı şirketlerin hedefleri ise 2030’lara kadar uzanıyor. Kafesten kümese veya gezen tavuğa geçmek için yıllarca beklemeye gerek yok. Bu tarihleri öne çektirmek için şirketlere daha fazla baskı yapmalıyız. Henüz taahhüt vermemiş şirketlerin ise birkaç kuruş daha fazla kâr elde etmek için hayvanlara eziyeti desteklemeleri kabul edilebilir değil.

Kampanya oteller, restoranlar gibi büyük firmaları hedeflese de marketten yumurta alırken ben ne yapabilirim diye soranlar Olabilir. Yumurtaların üzerindeki kodların ilk rakamı size her şeyi anlatıyor. İlk rakam “3” ise elinizde bir kafes yumurtası tutuyorsunuz demektir. “2” kümes, “1” gezen ve “0” ise organik tavuk yumurtası olduğunu gösteriyor.

Hayvan refahı konusu kafesten veya hayvanlara ne kadar eziyet edildiğinden ibaret değil. İşin içine alışkanlıklar, dinsel tercihler, farklı etik bakış açıları ve yanlış bilgiler de giriyor. Bir yerden başlamak gerek; kafesten, et tüketiminden, hayvanların alınıp satılmasından…

10 Maddede Türkiye’nin İklim Hedefi

Özgür Gürbüz-BirGün / 18 Kasım 2022 

Türkiye, Mısır’daki 27. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Toplantısı’nda (COP27) 2038’e kadar uzanan iklim hedefini açıkladı. Paris Anlaşması kapsamında güncellemesi gereken Ulusal Katkı Beyanı’nı 2 yıl gecikmeyle de olsa yeniledi. Ulusal Katkı Beyanı (UKB) nedir, Türkiye’nin iklim hedefi yeterli mi? 10 maddede değerlendirelim.

1. Ulusal Katkı Beyanı nedir?

UKB, Paris Anlaşması’na taraf her ülkenin iklim krizine yol açan seragazı emisyonlarını nasıl ve ne zaman azaltacağını gösteren bir belge. Burada verilen taahhütler dünyanın ortalama yüzey sıcaklığındaki artışın 1,5 veya 2 dereceyi aşıp aşmayacağını hesaplamamıza yarıyor. Beş yılda bir güncellenmesi gereken beyanı Türkiye 2025’te tekrar güncelleyecek.

2. Türkiye’nin ilk beyanı ne öneriyordu?

Türkiye, Paris Anlaşması’nı imzalarken 2012’de 430 milyon tonu bulan seragazı emisyonlarının hiçbir önlem alınmadığı takdirde 2030’da 1 milyar 175 milyon tona ulaşacağını varsayarak, bu artışı 929 milyon tonda sınırlayacağını beyan etmişti. Buna artıştan azaltım deniyor. Yüzde 21 oranındaki artıştan azaltım aslında Türkiye’nin emisyonlarını 2012’ye göre iki katından fazla artıracağı anlamına geliyordu. Bağımsız araştırmalar, dünyadaki diğer ülkelerin de Türkiye gibi hedef vermesi durumunda gezegenin 4 derecenin üzerinde ısınacağını hesaplamıştı.

3. Türkiye’nin güncellenmiş beyanı ne öneriyor?

Mısır’da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı yeni beyan yine bir hayal kırıklığı yarattı. 2015’teki beyanda olduğu gibi artıştan azaltım öneren bu yeni planda 2030 hedefi 693 milyon tona çekildi. Emisyonları azaltma değil artırma taahhüdü tekrar edildi. Bugüne göre iklim krizine yol açan emisyonları 8 yılda yüzde 32 oranında artırma sözü verdik. Emisyonların tepe noktasına çıkacağı tarihin de 2038 olacağı söylendi. Kurum, 2053 yılında Türkiye’nin net sıfır emisyona ulaşacağını da iddia etti.

4. Net sıfır emisyon nedir?

Net sıfır emisyon, atmosfere bırakılan karbondioksit gibi seragazı emisyonlarının en aza indirilmesi, kalan miktarın da ormanlar veya okyanuslar gibi yutak alanlarca tutulması demek. Bu sayede sınırlandırılmış emisyon üretimi devam etse doğal alanların yardımıyla atmosfere bırakılan rakam sıfırda kalıyor.

5. Türkiye’nin 2053 net sıfır sözü gerçekçi mi?

Paris Anlaşması onaylanırken Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dillendirilen “2053 net sıfır emisyon” hedefine nasıl ulaşılacağını gösteren detaylı bir plan henüz kamuoyuyla paylaşılmadı. Hedefin yasal bir dayanağı da yok. Mısır’da açıklanan beyan, Türkiye’nin 2038’e kadar emisyon artışına devam edeceğini belirtiyor. Bu tarihte emisyonların 800 milyon tonu bulacağını varsayarsak, 15 yıl sonra sıfırlanması oldukça zor çünkü Türkiye’nin mevcut yutak alanlarının seragazı tutma kapasitesi, orman kayıplarının artmasıyla 50 milyon ton seviyesine kadar geriledi. Kalan 750 milyon ton emisyonun 15 yıl içinde sıfırlanması gerçekçi değil. Bu da 2053 net sıfır emisyon sözünün ciddiyetinin olmadığını gösteriyor.

6. Yeni beyan katılımcı bir şekilde mi belirlendi?

Murat Kurum, Mısır’da yaptığı konuşmasında, “Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanını, katılımcı ve şeffaf bir anlayışla tüm kurumlarımız ve özel sektörle istişare ederek, bilimsel bir yaklaşımla hazırladık” dedi. Bu doğru değil. Bildiğimiz kadarıyla sivil toplum örgütleri bu rakamları ilk kez iki gün önce duydu. Bakan Kurum İklim Şurası’nı kastediyorsa, oraya da sadece seçilmiş sivil toplum örgütleri davet edildi. Sürecin demokratikliği de tartışılır.

7. Bir önceki beyana göre daha iddialı mı?

Artıştan azaltım oranı yüzde 41’e çıkarıldı ancak Türkiye’nin emisyonlarının hiç önlem alınmadığı takdirde 2030’da 1 milyar 175 milyon tonu bulacağı varsayımı aradan geçen 7 yıla rağmen aynı kaldı. Bu varsayım yedi yıl önce de gerçekçi bulunmamıştı. Nitekim, ciddi bir iklim eylemi olmamasına rağmen Türkiye’nin seragazı emisyonları 2020 yılında 523 milyon tonda kaldı. Buna rağmen Türkiye yeni beyanında aynı tahmini kullandı.

8. Beklenti neydi?

Bazı sivil toplum örgütleri, Türkiye’nin bugünkü emisyonlarını 2030’a kadar yüzde 35 oranında azaltması gerektiğini söylüyordu. Türkiye’nin kömür santrallarını kapatmak için bir tarih vermesini isteyen imza kampanyası da devam ediyor. İki talep de karşılık bulmadı.

9. Türkiye neden güçlü bir iklim hedefi belirlemiyor?

Bu sorunun yanıtı kesin olarak bilinmese de Kurum’un belirttiği özel sektör görüşmelerinde baş rolü kömürlü termik santral üreticilerinin oynadığı tahmin ediliyor. Türkiye’nin seragazı azaltım hedefi belirlemesi halinde, kömürlü termik santrallardan başlayarak fosil yakıt kullanan sektörlerden vazgeçmesi gerekecek ve bu konuda bir direnç var.

10. Şimdi ne olacak?

Türkiye’nin bu beyanı güncellememesi halinde hem iklim krizine katkısı artarak devam edecek hem de termik santrallar, ulaşım ve sanayi gibi fosil yakıt kullanılan birçok sektörün canlılara ve doğaya verdiği hava kirliliği gibi zararlar artacak.

Elde çekirdek iklim konferansı izliyoruz

Özgür Gürbüz-BirGün / 11 Kasım 2022

27. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı Mısır'da başladı. 18 Kasım’a kadar sürecek konferans aslında yıl içinde sürdürülen müzakerelerin üst düzey temsilcilere gerçekleştirilen son etabı sayılır. Yılın son toplantısı ama çözüm garanti değil. 27 yıldır aralıksız müzakere eden ülkeler ortalama sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutma sözü verdi ama eylemlerle sözlerini sağlamlaştıramadı. ,5 derecenin altında kalınamazsa ikinci ve son hedef 2 derecenin altında kalmak; hasarı ve kayıpları azaltmak. Türkiye’nin Mısır’daki gündemi ise 2030 yol haritasının güncellemesi. Paris Anlaşması’na imza atarken iklim krizine yol açan emisyonları azaltma değil artırma sözü veren Türkiye’den artık üstüne düşeni yapmasını ve seragazı emisyonlarını nasıl azaltacağını açıklamasını bekliyoruz. 2053 net sıfır lakırdısı gerçek bir hedefe dönüşecek mi göreceğiz.

Foto: Elif Cansu İlhan
Kısa adı COP27 olan BM çatısı altındaki bu toplantılarda beklenti de umutsuzluk da yıllardır değişmedi. İstikrarlı bir başarısızlıktan bahsediyoruz. Toplantılar önemli raporların açıklanması ile başlıyor; bu yıl da öyle oldu. Dünya Sağlık Örgütü, 2030-2050 yılları arasında iklim krizinin 250 bin erken ölüme neden olacağını açıkladı. Elde çekirdek dünya izliyor…

Sonra sahneye Dünya Meteoroloji Örgütü çıktı. Ortalama sıcaklık arışı sanayi çağı öncesi ortalamanın 1,1 derece üzerinde seyrediyor. Deniz seviyesindeki artış sürüyor, orman yangınlarının sayısı artıyor, seller ve bildiğimiz tüm aşırı hava olaylarının sayısı ve sıklığı artıyor dedi. Elde çekirdek, çit çit çit…

Enerji verimliliği çağrılarına, akıllı ve pasif bina planlarına rağmen 2021 yılında bina ve inşaat sektörü tüm zamanların rekorunu kırarak karbon emisyonlarını 10 gigatona çıkardı. Bina deyip geçmeyin, Avrupa’nın enerji talebinin yüzde 40’ı binalardan kaynaklanıyor, şimdi verimli bina yapmayacaksak, ne zaman yapacağız? Bugün yaptığımız binanın enerji yükünü belki 100 yıl üzerimizde taşıyacağız. Çekirdek çitleyenlerin yanına müteahhitler, kentlerden sorumlu politikacılar da katıldı...

COP 27’de sadece sorunlar dile getirilmiyor, çözüm önerileri de var. Amazon ormanlarının yerli halklarının liderleri, Amazon ormanlarının yüzde 80’inin koruma altına alacak bir anlaşmaya gerek var dedi. Başta Amazonlar, tüm ormanlar bizim petrol, kömür ve doğalgaz kullanarak atmosfere bıraktığımız karbondioksiti tutuyor ve dünyanın daha çok ısınmasını önlüyor. Gezegenin ortak mirası Amazon’u koruyamazsak iklim krizini de durduramayız. Halihazırda yüzde 26’sı tahrip oldu bile. Yerliler, tahrip edilen yüzde 6’lık kısmı da yeniden koruma altına alarak 2025’e kadar orman varlığının yüzde 80’inini koruma altına alacak bir anlaşma istiyor. Yerliler korumaya çalışırken yaşadığımız gezegene yabancı bizler çekirdek elde çitlemeye devam ediyoruz. Çit çit çit…

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı, 2030’a kadar kömürlü termik santrallardan vazgeçme sürecini hızlandırıp yenilenebilir enerjiye geçersek 2050’de sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutma şansımız hâlâ var diyor. Demek öyle; çitlemeye devam…

Diyelim sorunu çözmeye niyetimiz yok, bari hasarı azaltmak için uğraşalım. BM Erken Uyarı İnisiyatifi, sayıları iklim krizinin de etkisiyle beş kat artan doğal afetlere karşı önümüzdeki dört yılda 3,1 milyar dolar harcayıp erken uyarı sistemleri kurarsak zararı azaltırız diyor. Rakam da veriyorlar. Harcanan her 800 milyon dolar gelişen ülkelerde 3 ila 16 milyar dolarlık hasarı önleyebilir diyorlar. Sekiz adet F-35 parasıyla on binlerce insan sıcak hava dalgalarına, tayfunlara, sellere karşı uyarılabilecek. İzlemeye devam ediyoruz. Çekirdek paketinin sonuna geldik farkında değiliz.

Bir hafta sonra 2022 yılının iklim konferansı da son bulacak. Biz çekirdek kabuklarıyla kirlettiğimiz yerleri süpüreceğiz, Mısır’daki iklim turistleri ve onların arasında seslerini çıkarmaya çalışan ama başarılı olamayan iklim eylemcileri Şarm El Şeyh’i terk edecek. İklim krizi bir sonraki aşırı hava olayına kadar unutulacak, sonra hatırlanacak ve tekrar unutulacak.

Dönüm noktasındayız. Ya çekirdek çitlemeyi bırakıp gezegeni koruyacağız ya da sonuçlarına katlanacağız. Koruyamadığımız doğa, daha fazla sıtma, yetersiz beslenme, ishal, kuraklık, sel ve sıcak hava dalgaları gibi onlarca felaketle karşılaşmamız anlamına geliyor. Kapitalizm ve yarattığı tüketim toplumu yaşamı yok ediyor. Sesimizi yükseltmeliyiz.