“Karayolunda şeridinde giden bir bisiklet bile sinirleri bozabiliyor. Bisikletlerin kaldırımdan gideni, kırda bayırda binileni makbul ülkemizde.”
Özgür Gürbüz-Yeniden Akdeniz/Aralık 2020
2918 sayılı Trafik Kanunu’nun 3. maddesinde şöyle der:
“Bisiklet motorsuz bir taşıttır.” 46. madde ise nerede ve nasıl kullanılacağını
belirler: “Karayolunda en sağ şeridi kullanır ve diğer taşıtlar ile aynı
sorumlulukla hareket eder.”
Bu durumda, plakasız ve ehliyetsiz 11 yaşından büyük herkesin
sürebileceği bisikleti karayolunda görürsek şaşırmamak ve “burada ne işleri
var” dememek gerek çünkü yasayla bu hak bisiklet kullanıcılarına verilmiş. Yaşanan
ise başka elbette. Bisikletliyle tartışan bir şoför, iki tekerlek üstündekileri
yok sayan araçların görüntülerinin olduğu bir sosyal medya paylaşımı ya da
habere mutlaka rastlamışsınızdır. Trafik Kanunu’nun 3. maddesi pratikte
işlemiyor. Karayolunda şeridinde giden bir bisiklet bile sinirleri bozabiliyor.
Bisikletlerin kaldırımdan gideni, kırda bayırda binileni makbul ülkemizde. Dürüstçe,
kibar olmaya çalışmadan yazarsak, bunun arkasında yatan bisikletin bir taşıt
olduğunun kabul edilmemesi. Hepimiz biliyoruz ki taşıtlar kaldırımdan gitmez ve
yolda olmaları kimseyi rahatsız etmez.
Bisiklet yavaş
efsanesi
Şoförlerin birçoğunun bisikletin hızına tahammül edemediği
de bilinir. Onlara göre bisiklet çok yavaştır. Şehir içinde trafik, ışık ve
türlü nedenlere rağmen hâlâ hızlı gittiklerini sanan şoförler, bisikletin
hızına tahammül edemez. Halbuki şehir içi trafiği bir hız pisti değildir ve
belirlenmiş hız limiti de azami 50 km’dir. Okul ve hastane gibi yapıların ve
yaya geçitlerinin olduğu yerlerde ise hız sınırı 30’dur. Şehir merkezlerindeki
yaya geçitlerini, trafiği ve hız sınırını düşünürseniz ortalama hızınızın 50’yi
bile bulması oldukça zor. Hız sınırını aşarak kural ihlali yapan şoförlerin
bisikletleri yavaşlıkla suçlaması hem garip hem de hukuksuzluk gibi geliyor.
Hayatın gerçekleri de bu “hızlı şoförleri” doğrulamıyor zaten.
Bahçeşehir, Dokuz Eylül ve Yeditepe
üniversitelerinden akademisyenlerin İstanbul için yaptığı bir araştırmaya göre kentte ortalama
sürüş hızı 2018 yılında 29 kilometreydi. Sürüş hızı sabahları 23, akşamları ise
18 km’ye düşüyordu. Hafta sonları ise 23 km.
Bisikletliler için bu hızlara erişmek açıkçası çocuk oyuncağı. Neyse ki
bisikletliler araç şoförlerini geniş şaseleriyle yolları tıkamak ve kent içi sürüş
hızını yavaşlatmakla suçlamıyor.
Bisiklet yolu
tartışması
Yollardan bisikletleri temizlemenin de bir yolu var elbette.
İki tekerlekliler için özel yollar yaparsanız karayolu tamamen motorlu araçlara
kalır. Trafik Kanunu’nun 66. maddesi, bisiklet yolu varsa bisikletlerin
karayoluna çıkamayacağını söyler. Çözüm bulundu, bisiklet yolu yaparsak iki
tekerlekli motorsuz araçları kendi şeritlerine hapsedip tüm yolu dört
tekerlilere tahsis edebiliriz. İyi ama bisiklet yolu nereye yapılacak? Türkiye
ve dünyanın hemen hemen birçok kentinde (özellikle de tarihi kentlerde) mevcut
yoldan, belki kaldırımdan yapılan tahsislerle bu iş çözülebiliyor. Elbette bu
yollar her zaman istenilen genişlikte veya uygun rotalarda olmuyor. Yayalar
daha geniş kaldırım, şoförler daha çok şerit istiyor. Bisiklet, bisiklete
binenler hariç kimseyi mutlu etmiyor sanki. Halbuki bisikletli ulaşım o kent
için daha temiz hava, enerji tasarrufu dolayısıyla ekonomiye destek, iklim
değişikliğini durdurmada önemli bir katkı ve bireyler için de sağlıklı bir
hayat demek. Bisiklete binen sayısının çoğalmasına karşı çıkanların yaşadığımız
gezegenin daha iyi olmasına dair benzer hedefleri yok mu? Hepimiz için zor bir soru
sanırım.
Türkiye’nin en büyük kentlerinden İzmir ve İstanbul’da son
günlerde bisiklet konusu yeniden gündeme geldi. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız
gibi, bisikleti yolda istemeyenler ya da yolda bisiklet olduğunu bilerek sürmek
istemeyenleri memnun etmek için yapılmak istenen bisiklet yollarına da karşı
çıkanlar oldu. Bu karşı çıkışların üç farklı kentte ve farklı nedenlere
dayandığını gözlemlesek de gözlemlere dayanarak derin analizler yapmak doğru
olmaz. İtirazları haklı ya da haksız diye değerlendirmediğimi de hemen belirteyim.
Yeterli veri olmadan böyle saptamalarda bulunmak da doğru olmaz. Tartışmaya
başlarken doğru kabul ettiğimiz olgu, bisiklet yollarının şu noktada veya bu
noktada yapılması değil ancak bisikletin büyük kentlerde ve özellikle kent
merkezlerinde bir ulaşım aracı olarak seçenekler arasına katılmasının çevre
açısından (dolayısıyla toplum için de) olumlu bir eylem olduğu. Neden
bisikletle ulaşımı “doğru” kabul ettiğimizi rakamlarla da açıklayalım.
Bisiklet doğru bir
seçim
Avrupa’da standart bir otomobilin üretim sürecindeki
emisyonlar dahil, kilometre başına atmosfere bıraktığı karbondioksit miktarı
271 gram. Kişi sayısı arttıkça bu rakam haliyle düşüyor ancak yine de
bisikletin çok uzağında. Otobüse binerseniz bu rakam 101 grama, bisiklete
binerseniz ise 21 grama kadar geriliyor.
İşin eğlenceli tarafı, bisiklet sürücüsünün yeme alışkanlığına göre emisyon
miktarının değişmesi. Vegan veya vejetaryenlerin günahının daha az olduğunu
söyleyelim çünkü pedal çevirmek için harcanan enerjinin et ürünlerinden
gelmesi, gıda üretimi sırasında daha fazla seragazı ortaya çıkmasına neden
oluyor. Bu tartışmayı bir başka zamana bıraksak da söz konusu bilgiyi
araştırmanın oldukça detaylı olduğunu gösteren bir veri olarak paylaşmak
istedim.
Küresel emisyonların
yüde 14’ü ulaşımdan
İklim krizinin sonuçları her geçen gün görülse de çözüm
çabaları Türkiye’nin gündeminde ne yazık ki oldukça sınırlı bir yere sahip. Birçok
ülkede karbon hesaplamaları neredeyse her karar sürecine eklendi. İklim
penceresinden baktığımızda bisikletin en iyi seçeneklerden biri olduğu ortada.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC),
küresel seragazı emisyonlarının yüzde 14’ünün ulaşım kaynaklı olduğunu
açıklamıştı. Enerji,
arazi kullanımı ve endüstriden sonra dördüncü büyük kalem. Ulaşım, emisyonların
hemen hemen tamamı fosil yakıtlara dayalı olduğu için gereken değişimi yapmanın
en zor olduğu alanlardan da biri. Elektrikli araçlar ve onları şarj eden güneş
panellerine geçmek kolay değil. Bu yüzden, toplu ulaşım, yayalaşma ve bisiklet
gibi hızlı çözümler büyük önem taşıyor. Merceği yaklaştırdığımızda ulaşım
içinde aslan payının karayollarında olduğunu da görüyoruz. Avrupa Birliği
içinde ulaşım kaynaklı emisyonların yüzde 71,7’si karayolu kaynaklı.
Karayolu kaynaklı emisyonların yüzde 45’e yakını da otomobillerden atmosfere
bırakılıyor. İkinci sıradaki büyük kamyon ve otobüslerin payı ise sadece yüzde
19. Bu yüzden otomobilini bırakıp toplu taşımayı, bisikleti ya da yürümeyi
tercih eden her bir kişinin emisyonların azaltılmasına ve iklim krizinin
durdurulmasına katkısı büyük.
İklim krizini körüklememek elbette yeterince kuvvetli bir
neden ama uygun koşullara sahipseniz bisiklete binmek için başka nedenler de
var. Sağlıklı olmanın hem kamusal hem bireysel faydaları olduğunu biliyoruz,
bisiklet bu konuda yardımcı olabiliyor. Türkiye’de motorlu taşıtların neredeyse
tamamının petrolle çalıştığını ve petrol ihtiyacımızın yüzde 90’dan fazlasını
ithal ettiğimizi düşünürsek bisikleti ulaşım aracı olarak tercih eden herkesin
ekonomiye katkıda bulunduğunu da söyleyebiliriz. Özellikle kent merkezlerinde
otopark sorununun azalmasına da neden oluyor. Bireyler için çok daha ucuza
erişilen bir ulaşım aracı olması da avantaj. Hava kirliliğindeki en önemli
etkenlerden biri ulaşım; bisiklet bu konuda da masum çünkü yakıt tüketmiyor. Bu
fayda listesini, otomobil kullanımının azalması nedeniyle yolların aşınmasının
azalmasına kadar uzatan var; biz burada noktamızı koyalım. Bisikletlerin diğer
ulaşım araçlarına göre çok daha avantajlı olduğunu gördük ancak bu herkesi ikna
etmek için yeterli olmayabilir. Türkiye’den güncel örnekler de bunu
gösteriyor.
Bisiklet yolları ve
itirazlar
Hemen hemen aynı zamanda, üç büyük şehirde bisiklet yolları
gündeme geldi. Ankaralı bisikletliler, Milli Kütüphane-Ankara Üniversitesi
Tandoğan aksındaki 3,5 kilometrelik bisiklet yolunun çevre sakinlerinin
itirazları ve bürokrasi nedeniyle sekteye uğradığını söylüyordu.
İzmir’de Vasıf Çınar Bulvarı’ndaki bisiklet yolu bir şeridin bisikletlere
verilmesi nedeniyle herkesi memnun etmedi. İstanbul Kadıköy’de Bağdat
Caddesi’ndeki portatif (pop-up) bisiklet yolu açıldıktan sonra sürücülerle
bisikletçilerin tartışmaları sosyal medyaya yansıdı. Çanakkale’den Cakarta’ya
kadar bu şoför-esnaf-yaya-bisikletçi tartışmalarına örnek verebiliriz.
Cakarta’da polisin bisiklet yoluna sahip çıkmaması ve bilerek araçlarını park
ettiği bile görüldü. Bu
itirazları gruplamak istersek karayolunun daralması, park alanlarına erişimin
kısıtlanması, yük indirme bindirmenin zorlaşması gibi başlıkları ilk sıraya
koyabiliriz. Bu sorunların saptanması ve yeni bisiklet yollarıyla birlikte
çözümlerin de hayata geçirilmesi birçok şikayeti ortadan kaldırabilir.
Bisikleti de günah keçisi yapmaz ancak bisiklet yolu veya bisikletli ulaşımın
artırılması zaten bir değişimin habercisidir. Ulaşımın eskisi gibi olmayacağını
gösterir. Bu değişime insanları hazırlamak da altyapı çalışması kadar önemli.
Kabul etmek gerek, bisikleti kentin içine taşımak ve ulaşım aracı kabul
ettirmek kolay bir iş değil. Bu konuda başarılı olmuş kentler bize ipucu verebilir.
Bisikletli kentlerin
sırrı
Bisiklet deyince akla gelen ilk kentlerden Kopenhag’da
günlük yolculuğunu düzenli olarak bisikletle yapanların oranı yüzde 50
civarında. İşine, okuluna bisikletle gidiyorlar. İklim koşullarının bizim kadar
uygun olmadığı ama büyük şehirlerimize göre daha düz bir araziye sahip
Kopenhag’da 382 km uzunluğunda bisiklet yolu ve otomobilden çok bisiklet var.
Bisiklet altyapısı ve iş saatlerinde trafik ışıklarının bisikletlere öncelik
vermesi gibi ince ayrıntılar bu kültürün gelişmesinde büyük rol oynamış. Benzer
durumdaki Amsterdam’ın merkezinde bisiklet trafiği karşıdan karşıya geçmeyi
bile zorlaştıracak seviyede. Yolların
bisiklet ve araçlarca paylaşıldığı sokaklarda bisikletler yolların eşit sahibi
hatta bazı noktalarda öncelikleri var.
Oxford ve Londra gibi eski kentlerde de her yere bisiklet
yolları yapmak kolay değil. Bu yüzden araçların bisikletleri araç kabul etmesi,
onların hızına ayak uydurması önemli. Bisikletli sayısı çoğaldıkça bu kültürün
gelişeceğini söylemek falcılık olmaz. Belediyelerin paylaşılan bisiklet
uygulamaları, turizm amaçlı bisiklet turları ve kentin tanınan simalarının
bisiklet kullanması kültürel değişime yardım ediyor. Güzel ancak yeterli değil.
Bütün bu başarılı kentlerin başka bir özelliği daha var. O da kentlerin yapısı
ve ulaşımdaki tercihleriyle ilgili.
Bisikletli kent hedef
değil sonuç
Özetle söylersek, bisiklet dostu bir kent için sadece bisiklete
odaklanmak yerine yeni kentlerin nasıl olacağını anlamak gerekiyor. Bugün
birçok büyük ve tarihi kentte özellikle kent merkezlerinin araçsızlaştırıldığı
görünüyor. Bisiklet asında bu amaca ulaşmayı kolaylaştıran önemli bir ulaşım
seçeneği. Belki de bu hedefin bir sonucu. Öneminin ve kullanımının artmasında
merkezlerin yayalaştırılması ve motorlu taşıtların girişinin kısıtlanması çok
etkili. Bisikletli kent yaratmaktan çok kentlerin araçsızlaştırılması hedefinin
ön plana çıkarılması, bisiklet kullanımının artması için daha faydalı bir
strateji olduğunu düşünüyorum. Araçsızlaştıkça bisiklet gibi uygun ulaşım
araçları zaten kendiliğinden öne çıkacar.
Bu iddiayı destekleyen birkaç örnekten bahsedelim. Bisiklet
kenti diyebileceğimiz Oxford’ta kentin dört yanında “park et devam et (park and
ride) uygulaması var. Kente girdiğiniz noktalarda arabanızı bırakıp, merkeze
giden otobüslere binebiliyorsunuz. Kent merkezine araç girişini azaltmak için
otopark ücretleri oldukça yüksek tutuluyor. Merkez araçsızlaştıkça bisikletler
için daha uygun bir ortam oluşuyor.
Londra’da araçlara
getirilen ek ücret bisikletlere yaradı
Londra’da ise kent merkezine araçla girmek uzun zamandır
ücrete tabi. Sabah 7 ila akşam 10 arasında arabayla merkezde turlamanın bedeli
15 pound. Bisikletle merkeze gitmek ise ücretsiz. Bisikletinizi metroya da
alabilirsiniz. Katlanır bisikletler her zaman ücretsiz, katlanmayanlar ise iş
saatleri dışında belirlenmiş vagonlarda yine ücretsiz taşınabiliyor. Büyük ve coğrafi
koşulları çok uygun olmayan kentlerde bisikletlerin trafiğin yoğun olduğu
merkezlere yakın bölgelere toplu taşıma ile taşınabilmesi sizi bisiklet kenti
rüyanıza çok yaklaştırıyor. 2003 yılında başlatılan trafik sıkışıklığı ücreti
(congestion charge) uygulaması sonucu 2007’ye gelindiğinde Londra’da bisiklet
kullanımı yüzde 43 oranında artmıştı.
Tüm bunlar gösteriyor ki, bugün büyük kentlerimizde
tartışılan bisiklet yolları aslında kentlerin yoğun ve merkezi noktalarının
araçsızlaştırılması düşüncesine orada yaşayanların hazır olmadığını gösteriyor.
Bisikletleri günah keçisi yapmadan önce yeni dünyanın kentlerinde daha az araç
kullanarak nasıl yaşandığını, bunları bizim kültürümüze ve yapısal sorunları
olan kentlerimize nasıl uygulayacağımızı tartışmak, bilgilendirme çabalarını
hızlandırmak ve doğru bir iletişim stratejisi kurmak çok önemli. Bir süre sonra
hayatımızı kurtaracak bisikletlere boşu boşuna küsmenin anlamı yok.