Özgür Gürbüz-BirGün/18 Mart 2016
Cerattepe’deki
sorunlu maden projesinde keşif günü geldi geçti. Rize İdare Mahkemesi
tarafından oluşturulan bilirkişi heyeti üç gün önce maden sahasını inceledi.
Yeşil Artvin Derneği öncülüğünde 751 gerçek ve tüzelkişinin müdahil olduğu, 61
avukatın sahip çıktığı ÇED iptal davası kapsamında bilirkişi raporu önemli bir
yer tutuyor. Bu rapor mahkemenin kararında belirleyici olacak.
Buraya
kadar her şey normal gözükebilir ama değil çünkü bir süredir ülkemiz ‘normal’ değil. Öyle olsaydı,
Artvinliler gece gündüz eylem yapmaya devam etmez, evinde oturur mahkemenin
sonucunu beklerdi.
‘Normal’
bir ülkede yaşasaydık 2014 yılında Rize İdare Mahkemesi’nde kazanılan dava
sonucunda maden projesi çoktan sonlandırılırdı. Olmadı, şirketin bu karara
ettiği itiraz Danıştay’dan dönünce proje biterdi. Hukuk bu ülkede normal bir
şekilde yürüseydi, daha iki yıl önce iptal edilmiş ÇED raporunu göre göre, yeni
bir ÇED raporuyla kapıyı çalan şirkete güle güle denirdi. Cengiz evine döner,
Artvinli ormanda kutlama yapardı.
Türkiye’de
her şey akla, fikre, demokrasiye uygun olsaydı 25 yıldır madeni istemediğini
söyleyen bir halkın isteği, her türlü çıkarın üstünde tutulurdu. Orada yaşayan
halka rağmen, bir şirketin cebini dolduracağı projeye yeşil ışık yakılmaz,
hepimizin vergileriyle çalışan asker, polis hakkını arayan halkın değil, hukuku
tanımayan, mahkeme kararı beklenmeden alana yerleşmeye çalışan şirketin önünde
dururdu. O şirketin bu cesareti nereden aldığı araştırılırdı.
Bu
ülkede insanlar Başbakan’a, mevcut hükümete, hukuka, bilirkişiye güvenini
yitirmemiş olsaydı, bilirkişi heyetini yollara dizilerek, ellerinde ‘madene hayır’ atkılarıyla
karşılamazdı. Halk oylamasında altın madenine yüzde 100’e yakın hayır diyen
Bergama’da maden açılmasa, televizyonlar ve gazetelerin hemen hemen hepsi
iktidarın propaganda bültenine dönmese, taraflar buralarda tartışabilse 92 yaşındaki Erzade Yakıntaş, gaz
yemeyi göze alarak toprağını savunmak için yollara dökülmezdi.
Bu ülkede tarım arazilerine
binalar dikilmesin diye kamu spotları hazırlayanlar, tarım arazilerini eş-dost
şirketlere peşkeş çekmese kimse Artvin’de, Gerze’de, Yırca’da günlerce nöbet
tutmazdı. Öyleyse doğru soruyu soralım, bu ülke neden böyle? Son 14 yılda bu
ülkede ne değişti de insanlar hakkını aramak için belki de 1980 darbesinden bu
yana hiç olmadığı kadar sokağa çıkmaya başladı? Hukuk hiçbir zaman tarafsız değildi; kabul. Şirketler her zaman iktidar tarafından kollanırdı; ona da kabul. Medya da hep reklam vereni maça 1-0 önde başlatırdı. Bunu da biliyoruz ama bugün durum eskisiyle kıyaslanamayacak derecede farklı. Hukuk hükümetin, şirketlerin aleyhine karar verdiğinde ülkeyi yönetenler çıkıp, “o kararı tanımıyorum” demezdi. Şirketler her zaman iktidara yakın olmaya çalışırdı ama iktidarın projelerinin adeta bir parçası, ortağı olmazdı. Medya reklam verene iki sütun yer veriyorsa bir sütun da karşısındakine söz verirdi. Açık oturuma olurda, muhalefetin söz hakkı vardı. Çamur atmak, yalan söylemek birkaç istisna dışında gazetecilerin(!) işi değildi.
Anayasa’nın 56. Maddesi, ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir’ diyor ama bu ülkede Anayasa’nın bağlayıcılığı en üst düzeyden tartışılıyor. Siz bu durumda Artvin’deki çevreciye hukuka, hükümete ve devlete güvenmediği için kızabilir misiniz? Kızamazsınız. Bugün Anayasa’nın 56. maddesine dayanarak çevreyi koruyan bu ülkenin yurttaşları, 56. maddeyi görmezden gelenler ise bu ülkenin yönetenleridir. Halihazırda kanun koyucu da, bilirkişi de, hakim de, savcı da toprağına sahip çıkandır. Bu insanlara terörist, bozguncu yakıştırmaları yaparak çevre hareketini baltalamaya çalışanlar, güçleri yetiyorsa, kamu düzenini gerçekten bozanları, yasaları tanımayanları, mahkeme süreci bitmeden inşaata başlayanları yaptıkları haberlerde ifşa etsinler.
Sokaklar, her demokratik ülkede hak aramanın, soruna işaret etmenin adresidir kimse bunu engelleyemez. Türkiye’deki sorun, ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle bilimin, hukukun hakkını aramak, bağımsızlığını sağlamak için halkın sokağa çıkmak zorunda kalmasıdır. Devletle halkın uyuşmazlığında başvurulacak bağımsız hukuk ve bilimin olmaması da bu ülkeyi yönetenlerin suçudur.