Son bir yılda atmosferdeki karbondioksit miktarında ciddi bir artış meydana gelmiş. Bir yıllık artış 3,7 ppm
civarında. Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu da ilk gelen verilere göre 404 ppm'e ulaşmış. 450 ppm'e ulaşırsak, küresel yüzey sıcaklığını iki derecenin altında tutma şansımızın yüzde 50'ye gerilediğini düşünürsek, bu artışın ne kadar ciddi olduğunu da daha iyi anlayabiliriz. İki dereceyi aşmak tüm riskleri almakla eşdeğer. Dönülmez akşamın ufkunda gibiyiz. 350 ppm'in asıl hedefimiz olduğunu anımsatmakta da yarar var. Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlarla ilişkisini kesmek istemeyenlere, suçu başka ülkelere atanlara duyurulur.
Washington Post'ta çıkan habere buradan ulaşabilirsiniz: http://wapo.st/1nAvts6
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Nükleer konusunda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlara
Enerji Bakanı Berat Albayrak, nükleere karşı çıkanların bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarını iddia etmiş ve eklemiş: Dünyada 442 nükleer santral var, 100'den fazla da inşaat halinde. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanı da aslında belli etmiş.
1. Dünyada 442 tane nükleer santral yok. Onlar santral değil "reaktör". Aynı termik santrallerde olduğu gibi, bir santralin içinde birden fazla reaktör/ünite olabilir. Örneğin Yatağan Termik Santrali içinde 3 ünite var. Dünyada da 442 nükleer santral yok, çünkü bazı santrallerde birden çok reaktör var. Örneğin, kaza yapan Fukuşima Daiçi nükleer santralinde 6 reaktör vardı.
2. Bu 442 reaktörün hepsi de çalışmıyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bu sayıyı verirken "çalışabilir durumdaki" reaktör sayısını verir ama bunların bazıları kapalıdır. Mesela Japonya'da çalışabilir durumda 43 nükleer reaktör olduğu gözükür. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan hepsi elektrik üretiyor sanır. Halbuki bu 43 reaktörün sadece 4 tanesinin çalışma izni var. 39 tanesi kapalı, birçoğu bir daha hiç açılmayacak. Yani, dünyada 442 reaktör çalışıyor demek bile yanlış. Sadece Japonya'da çalışmayanları düşseniz gerçek rakam 403 olur.
3. Bakan Albayrak dünyada 100'den fazla santralin de inşaat halinde olduğunu söylemiş. Bu da yanlış. Atom Enerjisi Ajansı dünyada yapımı süren 66 reaktör olduğunu belirtiyor (grafikte görüldüğü gibi). Doğrusunu söylemek gerekirse bu bilgi bile yanıltıcı, Atom Enerjisi Ajansı taraflı bir kurum sonuçta. Biraz araştırırsanız bu 66 reaktörden birçoğunun yapımının öngörülen 4-5 yıldan uzun sürdüğünü, yani geciktiğini; bazılarında ise inşaatın hiç sürmediğini görürsünüz. Örneğin ABD'de yapıı süren Watts Bar-2 reaktörünün inşaatına 1973 yılında başlanmıştır. Proje finansal bir felakete dönüştüğü için yıllarca durmuştur. 43 yıldır süren inşaatı Enerji Bakanı bize yeniymiş gibi anlatıyor. Bir başka örnek vereyim. Slovakya'da inşaatı süren iki reaktörün (Mochovce 3-4) yapımını da 1987'de başlanmıştır. Bunlar ölü projeler olmasına rağmen nükleer lobi ve Atom Enerjisi Ajansı bunları yıllardır yapımı süren "nükleer santral" diye anlatıp, durumu olumlu göstermeye çalışmaktadır. Arjantin'de yapımı süren tek reaktör 29 MW'lık bir örnek modeldir. Mersin'de santral kurmak için AKP ile el sıkışan Rusya'da yapımı sürdüğü söylenen sekiz reaktörün biri hariç hepsi gecikmiştir. Liste böyle uzayıp gider.
4. Bakan Albayrak'ın örnek gösterdiği Fransa 2025 yılına kadar nükleerden üretilen elektriğin payını yüzde 76 seviyesinden yüzde 50'ye çekeceğini açıkladı. Nükleer enerji konsunda Sinop için kapısını çaldığımız, bu teknolojiye sahip Fransa bile ucuz, güvenli denen nükleer enerjinin payını azaltırken onları örnek göstermek komedi değil de nedir?
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin. Nükleer enerji konusunda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan kim?
Paris’te her şey bitmedi asıl şimdi başlıyor
Özgür Gürbüz-BirGün/4 Mart 2016
2015 sonunda
Paris’te imzalanan iklim anlaşmasıyla sorunun çözümü bulundu sananlar
yanılıyor. Paris’te, 2020’de sonlanacak Kyoto’nun yerine geçecek yeni bir
anlaşmanın ana metni üzerinde anlaşıldı ancak bu anlaşma henüz onaylanmadı. 22
Nisan’da bu süreç başlıyor. Dünyanın Paris Anlaşması’nı hayata geçirmek için
tam bir yılı var. 21 Nisan 2017’ye kadar, dünyadaki seragazı emisyonlarının yüzde 55’inden sorumlu en az 55 ülke
anlaşmayı imzalarsa ilk adım tamam. İmzalamazsa sil baştan!
BM Genel
Sekreteri Ban Ki Mun, 22 Nisan’da New York’ta elini taşın altına koyan ilk
ülkeleri açıklayacak. Bir yıl boyunca çetin pazarlıkların olacağı garanti çünkü
Paris’te verilen taahhütlerin değiştirilme şansı bile var. Ülkeler isterse,
daha iyi bir hedefle anlaşmaya taraf olabilecek. Türkiye’nin ne yapacağı belli
değil. Meclis’te Paris Anlaşması’na atılacak imzanın onaylanması gerek. 22
Nisan’a yetişir mi; şüpheli. Ortada adamakıllı yapılmış bir hesap, plan
olmadığı gibi bu işi takip eden bir milletvekili veya bakan da yok. Birkaç gün
önce Ankara’da TBMM’nin İklim Değişikliği Politikasındaki Rolü adlı bir rapor[1]
açıklandı. Meclis’in iklimle ilgili çalışmalarını araştıran çalışma, 24. Yasama
döneminde verilen 72 bin 320 soru önergesinden sadece 20 tanesinin içinde iklim değişikliği konusuna yer
verildiğini ortaya koyuyor. Rejim değişikliği için çabalayan çok kişi var ama
iklim değişikliğini durdurmaya çalışan neredeyse yok. En azından bir
tutarlılıktan bahsedebiliriz, ne istiyorlarsa zararımıza!
Bildiğiniz
gibi Paris’e giderken Türkiye bir söz vermiş, 2030’a kadar seragazı
emisyonlarımı arttırmaya devam ederim ama sizin cici hatırınız için, biraz daha
az arttırırım demişti. Türkiye’nin bu
sözünün de iklim değişikliğini yavaşlatma ya da durdurma açısından pek kıymeti
harbiyesi yok. Burada biz bizeyiz, fısıldamadan söyleyeyim. Hükümet bizim sele
kapılmamızı, kuraklıkta çatlamamızı, ormanların yanmasını, sıcak hava dalgaları
yüzünden kalp krizi geçirip ölmemizi umursamıyor. Onların derdi, kömür, petrol,
doğalgaz, otoyol, köprü, inşaat sektörüne girmiş eş dostu memnun etmek.
Süreç
Türkiye’nin istediği gibi gider mi onu göreceğiz. İlk iş, dünyadaki seragazı
emisyonlarının yüzde 55’inden sorumlu en az 55 ülke bulmak. BM Sekretaryası’nın
verilerine göre Türkiye küresel emisyonların yüzde 1,24’ünden sorumlu. Anlaşma sürecinde 200 civarında ülke
olduğunu düşünürseniz, Türkiye’nin bu işte payı yok, sorumluluk almamalı
diyenlerin bir hayal aleminde yaşadıklarını daha iyi anlarsınız. Yüzde 55’i
yakalamak için kritik öneme sahip dört güç var: Çin (%20), ABD (%17,89), AB
(%12.10) ve Rusya (%7,5). AB’nin sorun çıkarmayacağını, ABD ve Çin’in de
anlaştığını düşünürseniz geriye yüzde 5’lik bir pay kalıyor. Rusya Kyoto’ya
taraf olarak orada kahramanlık yapmıştı ancak bu politik durumda ne yapar belli
değil. Bu nedenle, yüzde 4’lük paya sahip Hindistan, 2,5’luk paya sahip
Brezilya veya 1,70’lik paya sahip Meksika’nın kararları kritik.
Türkiye’nin de
sorumlu olduğu emisyon miktarıyla Brezilya, Endonezya ve Meksika gibi ülkelerin
bulunduğu ligde yer aldığını görebiliyoruz. Verdiği taahhüt ise azaltma bile
değil. Sınıfdaşlarından çok kötü durumda, halbuki bundan daha iyisini yapabilir
ve yapmalı. Hiçbir şey yapmazsam 2030’da 1 milyar 175 milyon ton seragazı
çıkaracağım, sizin için %21 oranında az arttırayım 929 milyon tonda kalsın
diyor. Şu anda 460 milyon ton saldığımızı düşünürseniz, bırakın azaltmayı,
seragazı çıkışını sabitlemeyi bile önermiyor. İki katına çıkarma sözü veriyor.
Hiçbir önlem almasak seragazı emisyonlarımız zaten bu kadar artar. Bakalım bu
eylemsizliği Meclis’ten geçirebilecekler mi?
Aslında
Türkiye’nin yapacağı iş belli. Hem petrol, kömür ve doğalgaz gibi
kirletici/dışa bağımlı kaynaklardan kurtulmak, hem de daha sağlıklı bir çevrede
yaşamak için yüzünü güneşe dönmeli. Bir sözüm de sivil toplum kuruluşlarına. Şu
ana kadar iklim konusunda çalıştığını iddia eden çoğu STK bu durumu film gibi
izliyor. Bazıları hükümetle arasını bozmamak için iklim görüşmelerini kapalı
kapılar ardına bile taşıdı. Birkaç yıl önce sokakta gördüğünüz “aktivistler” bürokrat oldu. Herkes sus
pus! Fazla seragazının yan etkisi olsa gerek.
[1] Yasader, Tüvikder ve Küresel Denge
Derneği’nin hazırladığı rapora Yasader.org adresinden ulaşabilirsiniz.
Rock'ı Sar Doksana
Türkçe rock müziğin tarihinde önemli bir yer tutan
90’lı yılların öyküsü ve dönemin grupları bir belgesele konu oldu. ‘Sar Doksana’
adlı belgeselin ilk gösteriminde 90'lı yılların grupları da sahne alıyor.
Özgür Gürbüz-BirGün/29 Şubat 2016
Anadolu rock,
Anadolu pop derken saykodelik şarkılara kadar uzanan Türkçe sözlü rock müziğin
tarihinde 1990’lı yılların yeri farklıdır. 1980 darbesinden sonra birçok gencin
özgürlük arayışına yanıt veren şarkılar, bireysel özgürlük istekleri, o günün
rock grupları ve camiası tarafından sahiplenmişti. Halk müziği ya da “özgün
müzik” diye bilinen iki türe havale edilmiş politik meseleler de yavaş yavaş
Türkçe sözlü rock müzikle dillendirilmeye başlanmıştı. Bulutsuzluk Özlemi ve
Moğollar bu konuda öncülük etti. Diğer gruplar ise özgürlüklere, ‘ama’sız
aşklara işaret eden şarkılarla küçük sahnelerde hayran kitleleri oluşturmaya
başladı. İstanbul’da Kadıköy sohbetin, Beyoğlu da barlarda gruplarla birlikte
şarkıları söylemin adresi oldu.
Yönetmenliğini Erdal Akmaz’ın yaptığı “Sar Doksan’a” belgeseli, Sokak Lambası Film Prodüksiyon tarafından hiçbir kurumdan maddi destek alınmadan yapılmış. O dönemin şarkıları gibi “tek başına takılmış”. Filmde, 657, Acil Servis, Akbaba, Bulutsuzluk Özlemi, Diken, Dr. Skull, Duman, Egoist, Grizu, Kargo, Kesme Şeker, Kramp, Kronik, Kurban, Mavi Sakal, Moğollar, Mor ve Ötesi, Okyanus, Pentegram, Radical Noise, Şebnem Ferah (Volvox), Yaşar Kurt, Whiskey grupları ve dönemin Abdülika, Zihni gibi tanınmış simalarıyla yapılan röportajlar, arşiv görüntüleri var. Kurgusal öğelerle zenginleştirilen belgeselin dönemin tarihine ışık tutacağı kesin. 1 Mart 2016 akşamı Kadıköy Dorock XL’de tanıtılacak film için özel bir etkinlik de planlanmış. Güven Erkin Erkal’ın sunuculuğunu yapacağı gecede Nejat Yavaşoğulları (Bulutsuzluk Özlemi), Kaan Altan (Mavi Sakal), Cenk Taner (Kesmeşeker), İrfan Alış (Peyk), Grizu, Objektif, Kramp, Kronik ve Whisky de sahne alacak.
Yönetmenliğini Erdal Akmaz’ın yaptığı “Sar Doksan’a” belgeseli, Sokak Lambası Film Prodüksiyon tarafından hiçbir kurumdan maddi destek alınmadan yapılmış. O dönemin şarkıları gibi “tek başına takılmış”. Filmde, 657, Acil Servis, Akbaba, Bulutsuzluk Özlemi, Diken, Dr. Skull, Duman, Egoist, Grizu, Kargo, Kesme Şeker, Kramp, Kronik, Kurban, Mavi Sakal, Moğollar, Mor ve Ötesi, Okyanus, Pentegram, Radical Noise, Şebnem Ferah (Volvox), Yaşar Kurt, Whiskey grupları ve dönemin Abdülika, Zihni gibi tanınmış simalarıyla yapılan röportajlar, arşiv görüntüleri var. Kurgusal öğelerle zenginleştirilen belgeselin dönemin tarihine ışık tutacağı kesin. 1 Mart 2016 akşamı Kadıköy Dorock XL’de tanıtılacak film için özel bir etkinlik de planlanmış. Güven Erkin Erkal’ın sunuculuğunu yapacağı gecede Nejat Yavaşoğulları (Bulutsuzluk Özlemi), Kaan Altan (Mavi Sakal), Cenk Taner (Kesmeşeker), İrfan Alış (Peyk), Grizu, Objektif, Kramp, Kronik ve Whisky de sahne alacak.
‘Dağlarda sitem var
/ Dağlarda matem var / Dağlarda açmıyor yeşil / Ben o yeşildeyim’ diyen Objektif’ten,
‘Bazen bir rüya, bazen bir
gerçek;alacakaranlık / Bazen yalnızken, bazen herkesle; dalga dalga yayılan / Boşlukta
yarattım kendimi durmadan / Ateşten bir çember, durmadan daralan / Yak bizi,
yak bizi’ diyen Whisky’ye kadar herkes bu filmed buluştu. Biz de merakla
bekliyoruz ne çıkacağını ama şimdiden eski dostlara buluşmak için bir fırsat
çıktığını söyleyebiliriz. Kimbilir, konser sonrası Ortaköy Meydanı’na geçer, oradan Tünel'e uzanır sonrada
Köprüaltı’nda tekrar şarkılarımızı söyleriz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)