Tankın yeşili olmaz

Özgür Gürbüz-BirGün/1Eylül 2013 

F-16 savaş uçağı bir saate 3 bin 24 litre yakıt tüketiyor. Çoğu zaman uçaklar gibi jet yakıtıyla çalıştırılan M1 Abrams tankı da hareket halindeyken bir saatte 230 litre yakıt tüketiyor. Bu tankın yakıt kapasitesi 1885 litre. Rakamları, askeri enerji harcamaları konularında detaylı araştırmalar yapmış Dr. Sohbet Karbuz’dan aldım. M1 Abrams tankı da F-16’lar gibi Ortadoğu’nun yabancısı değil. Körfez Savaşı’nda, Irak’ın işgalinde bu savaş makineleri kullanıldı.

Jet yakıtıyla bizim kullandığımız araçlardaki yakıtlar aynı değil ama fikir vermesi açısından bir karşılaştırma yapalım. İstanbul’da öğrenci ve çalışanları taşıyan 20 bin servis aracı var. Bu araçlar 100 kilometrede 9 litre civarında yakıt tüketiyor. Her birinin günde 50 km yaptığını varsaysak, araç başına 4,5 litre düşer. 20 bin servis aracının İstanbul’daki günlük yakıt tüketimi de 90 bin litreyi buluyor.

İKİ SAATTE 10 GÜNLÜK YAKIT
Diyelim ki Türkiye Başbakan Erdoğan’ın hırsına kurban gitti ve Suriye’ye saldırdı. Türkiye’nin elinde 240 adet F-16 uçağı var. Bunların yarısının sadece bir kez Suriye’ye saldırdığını ve 2 saat havada kaldığını düşünelim.  Her biri 6 bin 48 litre yakıt tüketecek. 120 ile çarparsak bu iki saatlik macera sonucunda harcanan yakıt 725 bin litreyi geçiyor. Birkaç tankın da bırakın Suriye’ye girmeyi, iki saatliğine kontak çevirip, sınıra doğru harekete geçtiğini düşünün. İki saatte harcayacağımız yakıt miktarı toplamda rahatlıkla 900 bin litreyi bulur. İstanbul’da çalışanları, öğrencileri 10 gün okula, işe götürüp getirmek için harcayacağınız enerjiyi iki saatte harcarsınız.

Dünyada ordular olmasaydı belki bugün küresel iklim değişikliğinden bile bahsetmeyecektik. ABD enerji tüketiminin yüzde 1’inden tek başına Savunma Bakanlığı sorumlu. Karbuz’un makalelerinde dikkat çektiği gibi bu rakam az değil. 160 milyonluk Nijerya bu kadar enerji tüketmiyor. 2012 yılında ABD Savunma Bakanlığı’nın atmosfere bıraktığı karbondioksit miktarı 70 milyon ton. Amerikan ordusunun küresel iklim değişikliğine katkısı da Nijerya’dan fazla. Amerikan ordusunu bir ülke kabul etseydik, dünyanın en çok petrol tüketen ülkeler sıralamasında 36. sırayı onlar alacaktı. 2006’da harcadıkları elektrik miktarı 30 milyar kilovatsaat. Türkiye’nin bu yılın ilk altı ayında tüm barajlarından ürettiği elektrik miktarına eş.  

Bir savaşın ne kadar korkunç olduğunu elbette enerji sarfiyatından anlayacak değiliz. Hatırlatmak istediğim nokta bu savaş makinalarının barış günlerinde bile tatbikat, devriye uçuşu gibi nedenlerle çalıştırıldığı gerçeği. Üretimlerinde de ciddi miktarda hammadde ve enerji harcandığını unutmayın. Bir derenin üzerine kurulan HES’in onlarca cana mal olduğunu biliyoruz. Orada üretilen enerjinin ise bu makinelerce birkaç dakika içinde tüketildiğini hep hatırlamalıyız. Hem de can almak için. İşte bu yüzden, savaş karşıtlığı bir çevreci ya da yeşil için olmazsa olmaz bir koşuldur. Dünyadaki en köklü çevre hareketlerinin temelinde savaş karşıtlığı vardır çünkü savaşların getirdiği ekolojik yıkım başka felaketlerle mukayese bile edilemez. Greenpeace’in doğuşu ABD ve Fransa'nın nükleer denemelerine karşı çıkmasıyladır.  Nükleer karşıtı hareket nükleer silahlara hayır demese bu kadar yol kat edemezdi. Fidan dikerek değil, savaşa karşı çıkarak çevreci olunur. Derelere balık bırakarak değil, balıkların ve insanların üzerine bomba bırakmayarak ‘çevrecinin daniskası’ olabilirsiniz.

1 Eylül Dünya Barış Günü kutlu olsun!

Yüzünü Mısır’a çevir

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Ağustos 2013

Bugünlerde sağa bakma, sola bakma. Uzaklara bak, uzaklara bakmakta fayda var. Yüzünü bu ülkeden öte yana çevir. Mısır’a, Suriye’ye veya Lübnan’a bak. Aman ha, gözlerin Eskişehir’i, Hatay’ı görmesin. Bakışlarını Roboski’den kaçır, Lice’ye hiç uğramasın. Okmeydanı’nda hastane koridorlarında neler oluyor diye meraklanma. Berkin’in annesi Gülsüm Elvan 72 gündür hastane koridorlarında yavrusunun komadan çıkmasını bekliyor; onunla göz göze gelebilirsin. Bakma bu tarafa, bakma! 14 yaşındaki Berkin’in arkadaşları da mahallede beklemede. Oyun oynayacaklar ama Berkin eksik. Yok say o mahalleyi sen. Diğer yüzde 50 belle.

Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın dövülerek öldürüldüğü o sokağa bakayım hiç deme. Kanlı elleriyle ekmek satan fırıncıyı görme. Sen iyisi mi Mısır’a bak. Yoksa kazara bir vali görürsün. “Ali’yi kendi arkadaşları dövüp suçu polise atmışlardır” diyen bir vali çıkar karşına. Miden burkulur, kusmak istersin. Sen en iyisi Eskişehir’e bakma. Elleri sopalı, gözleri kanlı erkekleri görme. Sokağa davet ettiğin ‘delikanlıların’ vahşetine tanıklık etme. İnsanlıktan çıkışlarını görmezden gel. Erkekliklerini 19 yaşındaki savunmasız bir çocuğu döverek, öldürerek  ispat etmeye çalışanları yok say. Kan soluyanları duyma. O sokak artık bir cinayetin sokağı; orayı bilme ve görme...

Sen en iyisi Mısır’a bak. Oradaki acılar uzakta. Ağlarsın ama geçer, üzülürsün ama unutursun. Buralar ise senin memleketin. Acıların kaynağı sensin. Bir bakarsın Eskişehir’de o sokaktan geçersin. Bir gün o polise denk düşersin. Sana ekmek verirler, nimettir der yersin ama bilmezsin ki o fırıncı yapmıştır. Ankara’da Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yerdesindir ama haberin yoktur. Arkadaşın komik bir şeyler söyler gülersin. Sonra unutamazsın o acıyı, ağlamakla geçiştiremezsin.

Sen en iyisi Mısır’a bak ama yukarıdan bak. Gözlerin Hatay’a takılmasın. 85 gündür Abdullah Cömert’in katillerinin adalet karşısına çıkarılmasını bekleyen ailesiyle karşılaşma. Bu ülke tarifsiz acılarla dolu. Gözlerini o acılardan sakın. Medeni Yıldırım’ın, Mehmet Ayvalıtaş’ın dostlarının bakışlarından kaç. Olur ya, kazara görürsen ülkende olan biteni, sil o kayıtları. Mobese kameralarının kayıtlarını siler gibi. Ama bil ki, o kameralar bile senden daha iyi görüyor memleketinde olan biteni. Bildiğin metal parçaları, senin kanlı canlı gözlerinden daha vicdanlı bakıyor bu topraklara.

Esirgediysen bir baş sağlığını bu gençlerden, sen en iyisi Mısır’a bak. Katilleri koruduysan eğer daha öteye. Sahip çıkıyorsan o canilere kutuplara kadar yolun var. Mısır’a bakarken ağla istersen. Vicdansızlaşan yüreğini uzak acılarla teselli et. Sorumluluklarından kaç, muhasebeyi öteki dünyaya bırak. Sal gözyaşlarını, gören üzülüyor sansın. 

Rusya’da panik havası

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Ağustos 2013

13 Ağustos’ta Rusya’nın Sesi’nde yayımlanan ilginç bir haberde, Akkuyu’da kurulmak istenen nükleer santralle ilgili çekinceler dile getirildi ve Türkiye’ye bir anlamda gözdağı verildi. Haberde görüşlerine başvurulan Stanislav Tarasov adlı dış politika uzmanı, Akkuyu’da nükleer karşıtlarının düzenlediği protestoların, Batı basınında santralin Türkiye için tehlike arz ettiği yönündeki haberlerden esinlendiğini iddia etti. Böylece, Başbakanın diline doladığı şu ‘dış mihrak’ hikayesi de eğlenceli bir hâl aldı. Bir ‘dış mihrak’ bir başka ‘dış mihrak’tan şikayetçi oldu; bunu da gördük. İşin garibi, nükleer karşıtları da bu ‘dış mihrakların’ hepsine karşı mücadele ediyor. Mersin’de nükleer santral kurmak isteyen Ruslar, Sinop’ta ise Japonlar ile Fransızlar.

Tarasov’un tezi özetle şu: Türkiye’de bazı çevreler Rusya’yı, Akkuyu’da nükleer santral kurmaktan vazgeçirmek istiyor. Bir devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’deki kolu Akuyu NGS’nin Mersin’deki santral için verdiği ÇED raporunun Çevre Bakanlığı’nca reddedilmesini bir işaret olarak görüyor. ÇED raporunun Temmuz sonunda şirkete geri iade edilmesi santralin yapımını geciktirecek diyen Tasarov, “…Türkiye hükümeti Akkuyu projesi ile ilgili imzalanan anlaşmanın şartlarını, yeniden gözden geçirme niyetinde olduğunu açıkça ifade etmeli. Rusya ise ortaya çıkacak yeni koşullarda Türkiye ile nükleer enerji alanında işbirliği yapmanın karlı olup olmadığı konusunu yeniden düşünmeli” diyerek uyarıyor. Tasarov’un işaret ettiği nokta, Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan anlaşmanın tazminata kadar uzanacak maddeleri. Anlaşmazlık durumunda Madde 17 devreye girebilir ve tahkim yolu açılabilir. Madde 18 ise daha yumuşak. Taraflar, bir yıl önceden haber vermek kaydıyla anlaşmayı fesh edebilir ama iki tarafın da rızası olmalı. 2012’de Belene Nükleer Santrali’nin yapımından vazgeçen Bulgaristan Rosatom’la anlaşmayı iptal etmiş, Rusya’da karşılığında 1 milyar 300 milyon dolar tazminat istemişti. Kısaca, ya aba altından sopa gösteriliyor ya da “vazgeçtiyseniz uğraştırmayın bizi” deniyor.

NÜKLEER DÜNYADA GÖZDEN DÜŞTÜ
Türkiye’ye nükleer santral satma konusunda çok kararlı görünen Rusya ve yapma konusunda ısrarlı Türkiye nasıl oldu da bu duruma geldi, asıl bunu anlamak lazım. İki ülkenin Suriye ve genelde Orta Doğu’nun geleceği konusunda anlaşamadıkları ortada. Bu, işin siyasi boyutu. İşin enerji boyutunda ise bizim yıllardır söylediğimiz gerçekler var. Nükleer enerji pahalı, riskli ve kirli. Son aylardaki gelişmeler de haklı olduğumuzu gösteriyor.

·         Fukuşima’da 2,5 yıl önce kaza yapan santralden 400 ton civarında radyoaktif su her gün okyanusa karışıyor. Dünyanın en ileri teknolojilerine ve maddi olanaklarına sahip Japonya bile bir nükleer kazanın sonuçlarıyla baş edemiyor. 
·         Hisselerinin büyük çoğunluğuna Fransız devletinin sahip olduğu nükleer enerji devi EDF, Amerika’daki nükleer enerji pazarından çıkacağını açıkladı. Hükümetin Sinop’a nükleer santral kurması için anlaştığı şirket, Amerika’da kaya gazı nedeniyle ucuzlayan doğalgazla rekabet edemiyor; ilk neden bu. Fransızları ABD’den gönderen ikinci neden ise daha ilginç. ABD, Calvert Cliffs Nükleer Santrali’ne yapılacak üçüncü reaktör için EDF’nin başvurusunu reddetti. Nedeni de şöyle açıklandı: Amerika topraklarında yabancı bir şirketin kontrolünde nükleer santral kurulamaz! Bizde ise durum tam tersi, yabancı şirketlerce kurulmak istenen iki santral var.
·         Elektrik ihtiyacının yüzde 75’ini nükleerden üreten ve bize örnek gösterilen Fransa’dan gelen haberler de nükleer enerji taraftarlarını üzüyor. Fransa’da elektrik fiyatlarına Ağustos itibariyle yüzde 5 zam geldi. Bir yıl sonra bir o kadar daha zam gelecek. Çünkü Fukuşima sonrası nükleer santrallerin güvenlik önlemleri ve işletme maliyetleri arttı. Devlet destekli nükleer enerji Fransa’da bile diğer kaynaklarla fiyat rekabetinde zorlanıyor. 
·         Yenilenebilir enerji kaynakları hızla gelişiyor. 2012’de dünyada yenilenebilir enerjiye 268 milyar dolar yatırılırken nükleere ayrılan pay 25 milyar dolar civarındaydı. Yenilenebilir enerjiye yatırım yapan ülkelerin başında Çin geliyor, onu ABD, Almanya, AB ülkeleri ve Japonya izliyor. Yani gelişmiş ülkeler ucuz ve güvenli denen nükleere değil yenilenebilir enerjiye yatırım yapıyor.
·         Türkiye’de nükleer enerjiyi halk desteklemiyor. Mayıs 2013’te yapılan Konda araştırması nükleere hayır diyenlerin oranı yüzde 63,4 diyor. Greenpeace’in Nisan 2011’de A&G şirketine yaptırdığı araştırma da yüzde 64’ün karşı olduğunu söylüyordu. Bunca propagandaya rağmen halk ikna olmadı.

JÖLE YAKITLI NÜKLEER GELİYOR
Mersin’deki nükleer projenin üzerinde kara bulutlar dolaşmasının nedenleri özetle bunlar. Benzer nedenlerden dolayı, bu projenin Türkiye için stratejik ve ekonomik bir gerekçesi kalmadı. Geriye bir tek ‘nükleer yapma inadı’ ve o inadın ateşli sahiplerinden nükleer sever Başbakan Başdanışmanı Yiğit Bulut kaldı. İddialara göre sahildeki çarpık yapılaşmayı denetleme konusunda kurulacak komisyonda yer alacak Yiğit Bulut’un bu konulara girmesi an meselesi. Bulut’un sahilleri dolaşmaktan vakti olur mu bilmem ama jöle yakıtlı ilk yerli nükleer santralin halka rağmen devreye girmesi kimseyi şaşırtmasın. Görünen o ki çevre konularında da bol dış mihraklı, komplo teorili günler bizi bekliyor. Zaten sahildeki otellere ruhsatları da telekinezi ustası Marslılar vermedi mi? Biz sadece ara elemanız, hiçbir günahımız yok.

Gezi'den sonra enerji yatırımları

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi/20 Ağustos 2013

Gezi Parkı Türkiye’de demokrasi ve çevre konusunda bir milat kabul edilebilir. Artık her şeyi ‘Gezi’den önce’ ve ‘Gezi’den sonra’ diye anlatacağız. Bu değişim süreci enerji sektörünü de çok yakından ilgilendiriyor. Özellikle de enerji yatırımlarının çevre ayağını.

Gezi’den sonra enerji alanında yatırım yapacakların daha dikkatli davranması şart. Bu uyarı sadece termik, hidroelektrik  ve nükleer santral kurmak isteyenleri ilgilendirmiyor. Rüzgar veya güneş santrali kuracaklar da kurallara harfi harfine uymak zorunda. Gezi’den önce ‘formalite icabı’ bir çevre etki değerlendirme raporu alarak gerekli belgeleri tamamladığını düşünen yatırımcıyı kötü günler bekliyor. Gezi Parkı’yla sokağa dökülenlerin dünyadan haberi var. Yurt dışında bir santral yapılmadan önce halka sorulduğunu, karar süreçlerine halkın katılımın nasıl sağlandığını, evrensel çevre sorunlarının ve standartlarının neler olduğunu biliyorlar. Bundan böyle yöre halkına birkaç kuruş veririz, iş vaadiyle kandırırız, muhtarı satın alırız gibi babadan kalma taktikleri unutun. Hükümetteki tanıdıklara güvenmeyin. Projelerinizi en yüksek çevre standartlarında hazırlayın. Yöre halkına danışın, gerekirse onların istekleri doğrultusunda projenizi revize edin. Belki projeden vazgeçmek zorunda bile kalabilirsiniz ama bilin ki bu halka karşı bir şeyler yapmaktan daha kârlı bir iş olabilir. Sinop, Gerze’de yaşananları düşünün. Gezi ruhu aslında orada kendisini göstermişti. Anadolu Grubu bilinen her yolu denedi ama nafile. Halk geçit vermedi. Bunca hazırlık, yatırım boşa gitti. Aynı hataya, hele de millet ‘3-5 ağaç’ için ayaklanmayı alışkanlık haline getirdikten sonra düşmeyin. Bırakın bu iyi alışkanlık sizi de olumlu etkilesin. Daha saygın, kabul görür işlere imza atın.

“Peki, nasıl yol alacağız” diye soruyor olmalısınız. Bildiğim bir örneği anlatayım. Zorlu Enerji’nin İkizdere HES Rehabilitasyonu Projesi için yaptığı çalışmayı okumanızı öneririm. Paydaş Katılımı Stratejisi ve Uygulama Planı başlıklı bu rapor, halkın proje hakkında ne düşündüğünü öğrenmeye çalışıyor. Çevre bilimciler, antropolog ve sosyologlar dört ay boyunca çalışıyor. Daha da ilginci, firma bu sürecin sağlıklı ilerlemesi için ÇED sürecini Ağustos 2011’de dondurma kararı alıyor. Raporun yayımlandığı tarih Mart 2012. Zorlu şu taahhüdü de veriyor: “Zorlu, topluma ve doğaya rağmen tek taraflı kararlar almayacağını bu çalışma ile başlatarak kamuoyuna beyan etmiştir. Yatırımının (çevresel ve sosyal) etki alanını sadece teknik bir mühendislik projesinin etkileri olarak değil, ulusal politikalardan başlayarak yerelde yaşayan insanın kaygılarına kadar geniş bir perspektifte belirleme isteğini bu çalışma ile başlatarak göstermiştir”. Rapor, insan merkezli bakış açısının egemen olduğu bir sektörden duymaya alışık olmadığımız bir şekilde, doğa merkezli bakış açısına da göz kırpıyor. Ekosistemlerin, doğal yaşamı olduğu kadar, toplumun yaşam alışkanlıklarını da şekillendirdiğine vurgu yapılıyor.

Zorlu Doğal Elektrik Üretimi A.Ş. İkizdere HES için 78 MW’lık (megavat) bir lisansa sahip. İşletmedeki kapasite ise 18,6 MW. Hukuki açıdan kapasite arttırımı için önlerinde bir engel yok ama yapılan değerlendirmeler ‘yeşil ışık’ yakmamış olacak ki bekliyorlar.  Sonrasını veya şirketin diğer yatırımlarını ayrıntılarıyla bilemem ama bu örneğe bakarak Türkiye’de olmayan, yapılmayan bir işin yapıldığını söyleyebilirim. Gezi’den sonra bu ve benzeri çalışmalara daha çok ihtiyaç duyulacağı ortada. Türkiye ve dünya değişiyor, ezberleri bozmanın vaktidir.