Yeni yılda yaşamı savunmak için birlik olma zamanı

Özgür Gürbüz-BirGün/30 Aralık 2016

Bir takvim yılını daha geride bıraktık. Yeşilin dostlarının ısrarla hatırlattığı gibi, “doğada pazartesi yoktur.” Dolayısıyla doğada hafta, ay veya yıl da yok. Yaşam, müdahale edilmedikçe kendi takviminin yapraklarını birer birer koparıp, sonsuzluğa bırakır. O takvime müdahale eden de genelde insan olur. 2016’ın son yazısında, canlıların yaşama hakkını tehdit eden neler yapılmış, bu yapılanlara karşı nasıl direnilmiş hatırlamakta fayda var. Hatırlarsak, 2017’de takvimin yapraklarına uzanan elleri durdurmak için yeni mücadele yöntem ve araçları bulmamız da kolaylaşır.

2016’ya hava kirliliği haberleriyle başlamıştık. Kış aylarında hem sokakta hem de medyada hava
kirliliğini konuşmaya devam ettik. 81 ilin 80’inin havasının Dünya Sağlık Örgütü’nün kıstaslarına göre kirli olduğunu ve Türkiye’de her yıl 32 bin kişinin bu soruna bağlı nedenlerle öldüğünü öğrendik. Ulaşım, çarpık kentleşme ve kömür kaynaklı bu sorun giderek daha tehlikeli bir hal alıyor. Enerjide kömürü, ulaşımda otomobilleri ve yerleşimde büyük kentleri tercih eden yöneticiler yüzünden önümüzdeki yıllarda hava kirliliği sorunu daha da büyüyecek. Bu sorunu çözmek için hava kirliliğiyle ilgili ölçümlerin doğru yerlerde, doğru parametrelerle ve yeterli sıklıkta yapılmasını, dünya standartlarının Türkiye’de de kabul edilmesini ve şeffaf bir şekilde paylaşılmasını talep etmeliyiz. Dünyada dizel araçlara getirilen kısıtlamalara, tek-çift plaka uygulamalarına da dikkat. Türkiye’de sektörü koruma adına bu tedbirler hiç konuşulmuyor, konuşulması için kitlelere ulaşan kampanyalar şart.

2016’da yerelde yaşam hakkını koruma mücadeleleri de sürdü. Mevcut otoriter rejimin baskısına rağmen insanlar yaşam alanlarını maden, enerji santralı, havalimanı ve yol gibi sadece rantı öne çıkaran projelere karşı savunmaya devam ediyor. Artvin’deki maden projesine karşı mücadele OHAL koşullarında sürüyor. Artvin’de hukuk da büyük darbe aldı. 2014’te alınan, madenin işletilmeyeceği yönündeki karar 2016’da hiç oldu. Artvin’in büyük çoğunluğunun madene karşı çıkması, geçmiş hukuki kararlar hiçe sayılarak, fiili direniş çevrecilerin önüne konulan tek seçenek oldu. Sokağa çıkan çevrecileri olay çıkarmakla suçlayanlar demokratik hakları gasp ederek yaşam savunucularına başka seçenek bırakmadı. Artvin, bundan sonraki yıllarda çevre direnişlerinin ne gibi hukuksuzluklar ve baskılarla karşı karşıya kalacağını gösteren yeni bir dönüm noktası oldu. Artvin’de gördüklerimiz Akkuyu Nükleer Santral projesinin ÇED raporuna yapılan itirazda, Bartın’da tekrar alevlenen termik santral karşıtı mücadelede ve benzerlerinde gördüklerimizden farklı değil. Türkiye’de çevre mücadelesinin aslında ne kadar güçlü olduğu Artvin ve Amasra’daki yerel hareketlerde görülüyor. Tek yapılması gereken, tüm bu mücadele gündemlerini bir yerde toplamak ve en azından belli bir süre boyunca herkesin o konuya odaklanması. O zaman başarılı olma şansımız var. Termik, nükleer, HES ya da maden, dert aslında yaşama sahip çıkmak.

İstanbul’un kalan son yeşil alanlarını ve müştereklerimizi tehdit eden rant temelli saldırılar 2016’da da devam etti. Cihangir’deki Roma Parkı, Yedikule Bostanları, Belgrad, Validebağ ve Parkorman’ı talan projeleri… Sadece İstanbul değil elbette. Her kentte, kentleşen her yerde bu sorun var. Görülen o ki, müştereklerin korunması için o parkın, bahçenin etrafındakilerin birleşmesinin ötesinde, tüm kentteki müşterek alanları korumak için bir çatı altında birleşmek gerek. Kuzey Ormanları Savunması, İstanbul Kent Savunması bu çatılara örnek gösterilebilir. Bir kurumun konudan konuya geçerek mücadele etmesi yerine, farklı kurumların bir meseleye sahip çıkmaya çalışan çatılar altında birleşmesi 2017’de işleri kolaylaştırabilir.

2016’nın tüm çevre sorunlarını bir makaleye sığdırmak mümkün değil ama yukarıdaki örneklerden de görüldüğü üzere 2017’de mücadele örgütlü ve birlikte olmak zorunda. Tecavüz yasasında olduğu gibi, muhalif grupların doğru zamanda bir konuya odaklanması şu içinde bulunduğumuz durumda bile kötü gidişatı durdurabiliyor. Çevre konularında da bunu yapabiliriz. Kurumların farklı konularda uzmanlaşması devam etmeli, bilgi birikimi için bu olmazsa olmaz ancak bu uzmanlıkların eyleme döküldüğü yer konuyla ilgili tüm kurumların oluşturduğu ortak platformlar olmalı. Güçlü bir medya ve sosyal medya desteğiyle talan peşinde koşanlara geri adım attırılabilir.

Çok elden çıkan tek bir sesin dünyayı değiştirebileceğini hiç unutmayın.

Bu saat işinden kim kârlı çıktı

Özgür Gürbüz-BirGün/23 Aralık 2016

Sabahları zifiri karanlıkta yola çıkıyor, güvenlik korkusuyla yola düşüyor ve kendinizi bir zombi gibi hissediyorsanız bilin ki yalnız değilsiniz. İki aya yakın bir zamandır gözlerini zar zor açan, direklere ve diğer zombidaşlara toslamadan yollarda yürüyen, araç kullanan bu ülkedeki milyonlardan birisiniz. Neden bu hale düştük, hatırlıyor musunuz?

Çektiğimiz bu eziyetin sorumlusu hükümet, kış saatine geçmeyerek elektrik tasarrufu yapacağımızı söylemişti. Şaşırtıcı değil ama yine söylediklerinin tersi oldu. Türkiye’nin elektrik tüketimi geçen ay, bir yıl önceki kasım ayına göre yüzde 6,5 oranında arttı! Yanlış duymadınız, tasarruf yapmadığımız gibi rekor bir artışa da imza attık. Daha önceki kasım aylarında görülmemiş bir artış oranı yakalandı.

Elektrik Mühendisleri Odası’na (EMO) göre bu artışın nedeni kış saatine geçilmemesi sonucu artan elektrik tüketimi. Elektrik tüketimini artıracak diğer etkenlere bakınca EMO’ya hak veriyorsunuz. Meteoroloji Genel Müdürlüğü, kasım ayının mevsim normallerinde geçtiğini teyit ediyor. Ekonomi durgun hatta çökmüş. İmalat sanayinde kapasite kullanım oranında belirgin bir artış yok, kapanan yüzlerce şirket var. Geriye bir olasılık kalıyor. AKP hükümetinin akılları zorlayan yaz saatinde diretme planı, elektrik tasarrufuna yol açmadığı gibi tersine elektrik israfına neden olmuş.

28 Ekim’de, BirGün’deki, ‘Yaz Saati Değil Siesta’ başlıklı yazımı bulup okursanız, orada, “Karanlıkta kalkarak ve çalışarak nasıl enerji tasarrufu yapacağız” diye sormuş, yaz saatinde kalma ısrarının tüketimi artırabileceğinden bahsetmiştim. Ne yazık ki haklı çıktık. Kış saatine geçmemenin neden yanlış olduğunu hatırlatalım. Türkiye’deki nüfusun büyük bir kısmı ülkenin Batı’sında yaşıyor. Bu insanlar karanlıkta kalktıkça evlerini ısıtmak için daha fazla enerji harcayacaklar, işten/okuldan eve geldiklerinde de hava yine kararmış olacağından gün ışığından faydalanamayacaklar. Bir dostumla yaptığım konuşma, bu tezin doğruluğunu kanıtladı. Çocuklarını okula göndermek için daha erken kalktığını, evlerindeki merkezi ısıtma o saatlerde etkin olmadığı için de evi elektrik sobasıyla ısıttığını söyledi. Karanlık olduğu için yanan lambalar da cabası. Elektrik tüketimi rakamları, böyle yüzlerce ev ve işyeri olduğunu doğruluyor.

Durum net ama o kadar basit değil. Bu sadece hükümetin bir hesap hatası mı yoksa bilerek yapılmış bir eylem mi? Bu sorunun yanıtını, “bu işten kim karlı çıktı” diye sorarak bulabiliriz. Bildiğiniz gibi enerji sektörü uzunca bir süredir krizde. Nedeni, abartılan elektrik talebine bağlı olarak kurulan onlarca yeni santral. Türkiye’deki halihazırda çalışır durumdaki enerji santrallarının kurulu gücü 78 bin MW. Yapımı süren, lisans almış ve başvuru aşamasındakileri de toplarsanız bir 50 bin MW’lık santral da yolda. Oysa elektrik talebi istenildiği gibi artmıyor. Santrallar kapasitelerinin çok altında çalışıyor. Özelleştirilen santralları satın alan şirketlerden, eski oyunculara kadar herkes dertli. Onları bataktan kurtarmanın tek yolu daha çok elektrik satmalarını sağlamak. Kasım ayında bu oldu. Bir önceki yılın kasım ayına göre tüketimde 1,5 milyar kilovatsaatlik bir artış sağladı. Önümüzdeki 3-4 ay boyunca da benzer tüketim rakamları karşımıza çıkabilir.

Elektrik dağıtım şirketlerinin durumu daha da beter. Elektrik satışı azaldıkça kârları düşüyor ama asıl dertleri bu da değil. Dağıtım ihalelerini almak için milyar dolarları savuran bu şirketler, dolar kurundaki fark nedeniyle bankalara borçlarını ödemekte zorlanıyor. Elektrik dağıtım ve üretim özelleştirmelerine 21 milyar dolar ödendiği (Enerji IQ) belirtiliyor. Bankaların enerji sektörüne kullandırdığı kredi miktarının da 50 milyar doları bulduğu söyleniyor. Dolar yükseldikçe bu borcun ödenmesi zorlaşıyor. Enerji sektörü çökerse bankalar da bundan nasibini alacak. Hükümet ise beklendiği gibi(!) faturayı yanlış ticari kararlar veren bu şirketlere veya bankalara değil (çoğu hükümete yakın isimler zaten) halka ve doğaya kesiyor. Tüm dünya daha az enerji tüketerek aynı işi yapmaya başlarken; biz daha çok elektrik tükettirmeye, bu tüketimi karşılamak için de nehirleri, ovaları santrallarla doldurmaya ve suyumuzu, havamızı kirletmeye çalışıyoruz.

Sektörün durumu yaz saatiyle de kurtulamayacak kadar ciddi. Yakında hepimizi gece mesaisine bile kaldırabilirler. Oy vermeye, susmaya devam ettikçe bu eziyet sürecek. Tamamen zombiye dönüşmeden önce yapılacak ilk iş, saatleri bir saat geri almak için daha kuvvetli bir kampanya yapmak. Haydi sosyal medya başına!
#SaatlerGeriAlınsın

Enerji sektörü kapanmalar, el değiştirmeler ve tekelleşme sorunuyla karşı karşıya

Oğuz Türkyılmaz enerji konusunu yakından takip edenlerin iyi bildiği bir isim. Makina Mühendisleri Odası ve TMMOB'nin eski yöneticilerinden, ağırlıkla enerji sektöründe geçen mesleki yaşamında, 43 yılı geride bırakmış, ODTÜ mezunu bir endüstri mühendisi. Uzun yılllardır da TMMOB Makine Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu’nun Başkanı. İstanbul’da yakaladığımız Türkyılmaz ile kömürden, özelleştirmelere enerji sektörünün sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk.

Söyleşi: Özgür Gürbüz-BirGün/16 Aralık 2016

Son seçim ve 15 Temmuz’dan sonra enerji sektöründe de oldukça tartışmalı gelişmeler yaşanıyor. Elektrik Piyasası Kanunu’na daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen tekrar eklenen teşvik, özelleştirilen termik santrallara çevre mevzuatından muafiyet getiriyor. Çevreyi diledikleri gibi kirletme fırsatı tanınıyor. Ardından ucuz denilen yerli kömür santrallarına alım garantisi verildi. Torba yasaya sıkıştırılan 80. madde de, Bakanlar Kurulu’nun onay verdiği projelere vergi indirimleri, bedelsiz arazi tahsisleri öngörüyor. Enerji verimliliği, nükleer enerjinin terk edilmesi veya Uluslararası Enerji Ajansı’nın bile vurguladığı fosil yakıtlara verilen teşviklerinin durdurulması gibi konular hükümetin gündeminde yok. Sizce Türkiye ne yapmaya çalışıyor? Enerjide çizilmiş bir rota var mı?

Türkiye ne yapmaya çalışıyor sorusunu, 14 yıldır iş başındaki siyasi iktidar ne yapmaya çalışıyor diye yanıtlayayım. Siyasi iktidar, enerjide dışa bağımlılığın azaltılması ve ‘yenilenebilir enerjiyi destekleme’ söylemine karşın dışa bağımlılığın ve fosil yakıt egemenliğinin artmasını sağladı. 2002'den bugüne, elektrik üretimi iki kat arttı. Ancak birincil enerji arzında yerli kaynakların payı yüzde 31,6'dan yüzde 24'e geriledi. Enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 76’a ulaştı. Petrol, doğalgaz ve taş kömürü ithalatına ödenen faturalar da çok yükseldi. 

Enerjide çizilen rota kamu varlığının sona erdirilmesine yönelik. Kamu eliyle kurulan ve büyüyen petrol dağıtım şirketi Türkiye Petrolleri Petrol Dağıtım A.Ş. (TPPD) özelleştirilirdi. Türkiye Petrolleri’nin (TPAO) arama, sondaj, üretim faaliyetlerinin de uluslararası şirketi (TPIC) üzerinden özel sektöre devri planlanıyor. BOTAŞ'ın depolama, satış ve iletim olmak üzere üçe bölünmesi, depolama ve satış faaliyetlerinin de özelleştirilmesi öngörülüyor. Elektrik dağıtımının tamamen özelleştirilmesiyle kamu dağıtımdan tümüyle çekildi. TEDAŞ'ta kalan son deneyimli kadrolar, özelleştirme havuzuyla başka kamu kuruluşlarına gönderildi. EÜAŞ santrallarının çok büyük bölümünün özelleştirilmesi sonucu, elektrik üretimindeki payı %17'e düştü. Kamu eliyle yürütülen iletim faaliyetlerinin de piyasalaştırılmasına yönelik düzenlemeler yapılıyor. Enerji sektöründe özelleştirilen kamu varlıklarını satın alan özel şirketlerin büyük çoğunluğunun, bu siyasal iktidar döneminde hızla büyüyen ve ‘en fazla müsadeye mazhar şirketler’ olduğu da gözleniyor. 
Enerjide kamu varlığı hızla sona erdirilirken, elektrik satış tarifelerinde yapılan değişikliklerle, özel tekellerin karı artırılıyor. Büyük kömür sahaları gibi kamu varlıkları özel tekellere altın tepsi içinde sunuluyor. Akkuyu Nükleer Santralı, TANAP gibi ticari projeler, uluslararası anlaşma statüsüyle iç denetim mekanizmalarının dışına çıkarılıyor. Bu tür projelere ‘stratejik yatırım’ statüsü bahşedilerek, vergi avantajı gibi ilave destekler sağlanıyor.

İyi ama elektrik talebi hükümetin umduğu kadar artmıyor, ekonominin yavaşlamasıyla da kısa zamanda artacak gibi görünmüyor. Sizce bir arz fazlası sorunu var mı? Yakın zamanda iflas eden enerji şirketleri görebilir miyiz? 
Siyasi iktidar, elektrikte yıllık yüzde 5-6 oranında talep artışları öngörüyor. Halbuki, ülke ekonomisindeki gelişmelerle bağlantılı olarak elektrik talep artış hızı yavaşlama eğiliminde. Bu nedenle, yüzde 5-6 oranında talep artışı üzerinden kurgulanan hedeflerin ve bu hedeflere yönelik politikaların gözden geçirilmesi gerek. Tam tersine, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın, yeni enerji üretim projelerine izin veriliyor. 

Mevcut, lisans almış, yatırım aşamasında ve lisans almayı bekleyen santralların kurulu güç toplamı 130 bin MW'I buluyor. 2016 Ekim sonundaki Türkiye’nin kurulu gücünden (78.434 MW) yüzde 65 oranında daha fazla. Bu projeksiyona yapılmak istenen nükleer santrallar da dahil değil. Bu veriler, enerji projelerinde aşırı bir yığılma olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim, enerji sektörünün bazı yöneticileri, yatırım aşamasındaki bir çok projenin iptal edileceğini, bazı santralların kapanacağını, bazılarının iflas edeceğini dile getiriyor. Döviz kurlarında yaşanan yükselme ve yurt dışından kredi imkanlarında daralmanın da etkisiyle, gündeme gelecek satış ve el değiştirmelerle, sektörde tekelleşme süreci hızlanacak.


Enerji sorunu sadece yeni santrallar yaparak mı çözülebilir? Tasarruf ve verimlilikle bu işi yürütmenin hiçbir şansı yok mu?
Türkiye’de yeni santral yapımına yönelmeden önce enerjiyi daha verimli kullanmalı, mevcut santralların verimini yükseltmeli,  enerji yoğunluğunu düşürmeliyiz. Bütün bunlara rağmen hala talep karşılanamıyorsa, ancak o zaman yeni santrallar kurulabilir. Onda da ağırlığı yerli ve yenilenebilir kaynaklara vermeliyiz. Bizim söylemimizde mutlaka enerji tüketimini artıralım, santral kuralım diye bir şey yok. Enerji verimliliği konusunda, Oda olarak çok ciddi çalışmalarımız oldu. 

Çözüm önerilerinizde yerli kömür olduğu  için soruyorum. Yerli kömür, enerji verimliliği ve yenilenebilir kaynaklardan sonra devreye girecek üçüncü bir seçenek midir?
Şöyle söyleyeyim. Birincisi enerjiyi daha verimli kullanmak ve ciddi tasarruf imkanlarından yararlanmak. İkincisi mevcut santrallarda bakım, onarım ve iyileştirme çalışmaları yaparak yılda 85-139 milyar kWh ek kapasiteyi değerlendirmek. Bunlar da yetmez diyenlere lisans almış, yatırım sürecindeki kurulu gücü 40 bin MW’ı bulan yüzlerce projeyi hatırlatalım.

Siz proje stokunun (yapımı planlanan santrallar) gerçekleşeceğine inanıyor musunuz? Mevcut kurulu gücü neredeyse iki katına çıkaracak bir proje stoku var. Şirket iflasları görür müyüz?
Bunları ilk söylediğimde köyün delisi oldum. Daha sonra sektörden de benzer sesler çıkmaya başladı. O zamanlar 20 bin MW civarında doğalgaz santral stoku vardı. O santrallar kurulsa gaz bulunamayacağını söylüyorduk. Şimdi sektördeki yöneticilere kadar herkes, bu proje stokunun gerçekleşmeyeceğini söylüyor. En son Murat Mercan söyledi, sanki kendisi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcılığı yapmamış gibi. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir diyorlar.

EPDK sitesinde lisans almış onlarca santral var ama?
Almışlar ama bunların yarısına yakını çivi çakmamış. İşin özü plansızlık ancak enerjide talep artışı sorununu da gözden kaçırmamalı. Tüm ekonomik durgunluğa rağmen yıllık yüzde 3-4 civarında talep artışı var. Hükümetin öngördüğü 6-7 oranında değil ama bir talep artışı var.

Doğru ama bunda hükümetin enerjiyi verimli ve tasarruflu kullanmamak için hiç çaba sarf etmemesinin rolü olduğunu düşünüyorum. Çok sayıda santral var, lisans almış proje stoku orada bekliyor. Bu yüzden talep yaratmaya çalıştığını düşünüyorum.
Doğru ama başka bir yönden bakalım. Eski Bakan Hilmi Güler bu konuyla daha ilgiliydi. Ne oldu sonra? Cumhuriyet’in temel kurumlarından biri olan Elektrik İşleri Etüt İdaresi bir gecede kapatıldı. Yerine Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü kuruldu ve enerji verimliliği ile ilgili bölüm bir şube müdürlüğü kertesine indirildi. Bu, enerji verimliliği alanına ilginin azaldığını gösteriyor. Bugünkü enerji yönetiminin enerji verimliliği konusunda samimi, tutarlı bir politika izlediğinden kuşkuluyum. Başka saikler de var. Türkiye bir AVM çılgınlığı yaşıyor. Büyük kentlerdeki çok sayıda AVM'nin yanı sıra, Anadolu’nun her kentinde bir ya da iki AVM var. Ticaret sektöründeki elektrik tüketiminin artışı oldukça manidar. Tasarruf imkanları tam anlamıyla kullanılsa yeni santral ihtiyacı daha az olacak ama yapılmıyor; bu bir gerçek. Yenilenebilir kaynakların desteklendiğine ilişkin ifadeler de söylem düzeyinde. Çok sayıda yenilenebilir enerji kaynağı Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması’ndan (YEKDEM) yararlanmak için başvurdu, Enerji yönetimi, YEKDEM desteklerinin yük oluşturduğuna karar verdi ve daha az cazip hale getirmek için yeni düzenlemeler öngördü. Öte yandan, YEKDEM ile yenilenebilir enerjiye dayalı küçük tesislerin desteklenmesi gerekirken, bazı sermaye grupların yüzlerce megavat gücündeki santrallarına destek verildi.

Dünyada teşvik alan küçük santrallar değil mi? Bizim Karadeniz’de onlardan bile ağzımız yandı. Burada büyük hidroelektrik santrallara destek mi söz konusu?
Doğrudur.

Hükümetin YEKDEM’in yükünün arttığından şikayet edip, kömür santrallarına teşvik vermesi bir çelişki mi?
Orada ikili bir durum var. Yerli kömüre destekten önce mevcut 7.480 MW kurulu güçle 2016 Ekim sonunda elektrik üretiminde payı yüzde 17'ye ulaşan, lisans alan 8.791MW santralın da, devreye girmesi halinde, elektrik üretiminde payı yüzde 40'lara dayanabilecek ithal kömürü durdurmak gerek. İktidar temsilcilerinin şimdilerde ithal kömüre görünürde karşı çıkan sözleri var. Bu iş meydan konuşmalarıyla olmuyor. Yeni ithal kömür santral projelerine izin verilmemeli, lisans almış olan projelerden yükümlülüklerini yerine getirmeyenlerin lisansları iptal edilmeli. Yerli kömür ise şöyle. Kategorik olarak yerli kömür hiçbir şekilde desteklenmesin demiyorum. Tekil santralların fizibilitesi önemli değil. Önemli olan kömür santrallarının bütününün toplum yararına olup olmadığına bakmak. Eğer şehrin merkezine değil ücra bir köşeye, niteliksiz bir araziye kuracaksanız, çevreye verilen zararı asgariye indirip, zarar vereni koruyacak değil cezalandıracak yasalar çıkarırsanız, toplumsal kalkınma projesi olarak görürseniz, değerlendirilebilir. Mevcut ve yatırım sürecindeki kömür yakıtlı santrallara, yasal hilelerle; ‘çevreyi kirletme ve kirletmeye devam etme hakkı’ kesinlikle tanınmamalı. Bu yaptırımlar yeni projeler için de zorunlu olmalı. 

Bir dönem HES’ler öne çıkmıştı şimdi ise tüm düzenlemeler, teşvikler kömür için çıkarılıyor. İklim değişikliği, yerelde termik santralların yarattığı sorunlar göz ardı ediliyor. Kömüre dayalı bir politika enerjideki sorunları çözmeye yeter mi? 
Salt kömüre dayalı bir politika enerjideki sorunları çözmeye yetmeyeceği gibi, kömürü yok sayan bir politika da sorunları çözemez. İklim değişikliğinde önemli rolü olan fosil yakıtların, enerji arzındaki payının azaltılması konusunda uluslararası ölçekte bir görüş birliğine doğru adımlar atılmakla birlikte, sağlandığı öne sürülen mutabakatların uygulanabilirliği ve sürekliliği tartışmalı. Birçok gelişmiş ülke, halen elektrik üretiminin kayda değer bir bölümünü kömüre dayalı santrallarla karşılıyor. Başta Çin ve Hindistan olmak üzere birçok ülke yeni santrallar inşa ediyor. Türkiye, enerji arzında ve elektrik üretimi içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını hızla arttırmakla yükümlü. Bununla birlikte, dışa bağımlılığı azaltmak ve ithalat faturalarını düşürmek için, ithal kömür santralları furyasını durdurup; bir süre daha, toplum yararının sağlanması kaydıyla, yerli fosil kaynaklardan yararlanma alternatifi düşünülebilir. 

Kömür için kıstaslar koyuyorsunuz. Tarım arazisi olmayan, uygun koşullarda, denetimli kömür santralı kurulabilir diyorsunuz. Böyle bir yer var mı Türkiye’de? Tarımla ilgilenen TEMA’nın Karapınar’a itirazı var örneğin?
TEMA alanında ciddi çalışmalar yapan bir kuruluş ama Karapınar’la ilgili raporlarının su bölümü yeniden çalışılmalı. O projenin başka riskleri var. Su tablası meselesi var. Aynı bölgede, Ilgın’da bir özel şirket yıllardır uğraşıyor ama adım atamadı. Kömür madeninin altında bir su akiferi olduğu söyleniyor. Altında su kütlesi olan bir kömür madenini kolay kolay işletemezsiniz. Bunlar ciddi mühendislik çalışması gerektiren işler. Bir de bunların kümülatif etkisine bakmak gerek. Bakın, Çatalağzı’nda mevcut 300 MW güçte bir taşkömürü santrali,1 390 MW güçte üç ithal kömür santrali var. 1400 MW güçte ithal kömür santralı da, devreye girme aşamasında. Bunların kümülatif etkisi ne olacak? Sadece ÇED değil, toplumsal etki değerlendirmesi olmalı diyoruz. Türk Tabipleri Birliği ‘sağlık etki değerlendirmesi’ de olmalı diyor. Makul bir öneri.

Benim bir eleştirim de sahaları toptan Ahmet’e, Mehmet’e verelim deyip baştan savmak. Türkiye’de rezerv ve kaynak farkı da bilinmiyor. Bunlar rezerv değil kaynak. Yeterli sayıda yapılmayan sondajların bulgularına göre rezerv rakamları tahmin ediyorlar ve ondan sonra ‘mutlu günler edebiyatı’ yapıyorlar. Siz planlama yapmadan, belirli bölgelerde yoğunlaşan santralların kümülatif çevresel ve toplumsal etkilerini değerlendirmeden karar verirseniz bu iş olmaz. Gerek yerli, gerek ithal kömür. Türkiye’de bu anlayış ne yazık ki yok.

Çanakkale’de çok sayıda termik santral projesi var, biraz önce tarımdan söz ettik ki Çanakkale bu anlamda çok önemli bir yer. Söylediğiniz kıstaslar hakkaniyetle uygulansa belki de bütün termik santral projelerinin iptal edilmesi gerekir.
Doğru.

Bunu bildikleri için mi bu yöntemi uygulamak istemiyorlar? Birçok yerde termik santral yapmak çok zorlaşır böyle olursa.
Sorun şu. İthal kömür santrallarını sahile kurmanız gerekiyor, kömür denizden gelecek. Nereye kurulmak isteniyor? Zonguldak-Amasra bölgesi, Çanakkale-Karabiga arası, İzmir-Aliağa arası ve Adana bölgesi. İthal kömür santrallarına zaten karşı çıkıyorum. Termik santrala, kömüre karşı çıkarken kategorik karşı çıkışlar yerine daha ciddi bilimsel analizler yapmalıyız. Olabilir derken, olsun anlamında demiyorum, çevresel, toplumsal etki değerlendirmesini yapıp, pozitif bir sonuç çıkarsa o zaman ilerleyelim. Bir de bunların fizibilitesini yaparken şunları göz ardı etmeyelim. Dolar 3,50’nin üzerinde, kredi kuruluşlarının verdiği notlar ortada.

Sadece MMO değil EMO da zaman zaman benzer bir görüşü dillendiriyor. Yerli kömür olduğunda meslek odaları birçok kriter öne sürüyor. Ancak bunlar olursa yerli kömüre evet diyorsunuz ama özellikle iklim değişikliğini göz önüne aldığınızda kömür santralları zaten bu kıstasları karşılamayacakmış gibi geliyor.
Akşamdan sabaha olmaz. İklim değişikliği konusunda en tutarlı politikaları sürdüren ülkelerde bile kömür santrallarının kapatılacağını düşünüyor musunuz?

Hepsi kapatılmadı ama yeni santral kurmadıklarını görüyoruz.
Bunlar çok konjonktürel durumlar. Gelin, ülkenin kaynakları açısından en uygun enerji politikasını konuşalım. A veya B ülkesinde bugün olan bir olayı mutlaklaştırıp onun üzerinden gitmeyelim.

Kömüre açık bir kapı bırakmanız mesleki temelinize dayanarak kullandığınız politik bir söylem mi yoksa bir oluru olduğunu düşünüyor musunuz? 
Doğalgazın payını azaltırken geçiş döneminde kullanılacak bir kaynaktan bahsediyorum. Daha sonra doğalgazın ve kömürün payını yenilenebilir enerjiye kaydırmaktan bahsediyorum. Doğru bir politika izlense hem mevcut kaynaklar daha iyi kullanılır. Hem çevreye zarar en aza iner. Ben zararsızdır demiyorum.

Başka bir konuya geçelim o halde. İş güneş ve rüzgâra gelince çok istekli görünmeyen hükümet nükleer enerji konusunda yüksek maliyete, kaza ve nükleer atık sorunlarına rağmen pek istekli. Türkiye’nin nükleer santrallara ihtiyacı var mı?
Türkiye'nin mevcut santrallarına ek olarak 40 bin MW 'dan fazla kurulu güçte çok sayıda santral projesinin yatırım sürecinde olduğunu biraz önce de belirtmiştim. Mevcut santralların tam kapasitede çalıştırılmaları halinde, yılda 85-139 milyar kilovatsaat (kWs) ilave arz imkanı da var. Türkiye’nin değerlendirmeyi bekleyen yerli linyit ve yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edebileceği ek üretim miktarı 727 milyar kWs. Bütün bu potansiyele enerji verimliliğinden sağlanacak yüzde 25 oranındaki ek kapasite de eklenmeli. Sonuçta, mevcut santralların değerlendirilebilecek ilave üretim potansiyeli, yatırım aşamasındaki santralların yaratacağı yeni arz imkanları ve enerji verimliliği uygulamalarının yaygınlaşmasıyla tüketim artış hızındaki düşüş birlikte değerlendirildiğinde, ihtiyacı fazlasıyla karşılayacak enerji üretim potansiyeli mevcut. Bu şartlarda nükleer santrallara ihtiyaç yok.



Türkiye’nin en çok elektrik tükettiği tarihler hep yaz ayları, klima kullanımının yüksek olduğu zamanlar. Dışarıdan ithal enerji alıp, bunu klimalara harcayan bir ülkenin elektrik tüketimi rekoru kırdık diye sevinmesi normal mi?
Elbette değil. Bu AVM'lerle, reklamlarla körüklenen tüketim çılgınlığının başka bir tezahürü. Toplumlar, bireylerinin yeni bilimsel buluşlarıyla, sanatsal, kültürel ve sportif başarılarıyla sevinir. Enerji alanında da, enerji verimliliği uygulamalarının yaygınlaşmasından, enerji yoğunluğunun düşürülmesinden, daha çok enerji ekipmanının yurt içinde üretilmesinden, fosil yakıt kullanımın azaltılmasından, üretilen enerji içinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının artmasından, çevreye verilen zararın azaltılmasından, enerjiye sürekli, sürdürülebilir ve düşük maliyetle ulaşılmasından sevinç duyabiliriz.

Güneş de bile, Karapınar örneği gibi, hükümetin büyük santrallara, büyük şirketlere öncelik tanıdığı görülüyor. Ne zaman bir kişi çatısına panel koymak istese, kooperatif kurmak istese sorunlar çıkıyor. Bütün oyun büyük şirketler için mi hazırlanıyor?
Söylediğiniz doğru. Kamu sektörü kötüdür diye gürültü kopardılar piyasa özel sektöre terk edildi. Dağıtım şirketlerinin sahiplerine bakın. Aynı şirketlerin perakende, toptan satış şirketleri, üretim şirketleri var. Üretim şirketleri kendi ürettiği elektriği kendi dağıtım şirketlerine satmak isterken bunun pazar payını şu veya bu sebeple azaltacak bireysel üretimleri engellemek için envayi çeşit oyun oynayabilir. Mesele tekelleşme meselesi. İki grup bugün Türkiye’de dağıtım sektörünün yüzde 50’sini temsil ediyor. Kamu tekeli kötüydü, iki grubun yüzde 50’yi kontrol etmesi iyi bir şey mi? Üretimde de ilginç bir politika var. Bir yandan mevcut santrallar özelleştiriliyor öte yandan da satılanlardan daha büyük güce sahip yeni santrallara kamu dahil oluyor.

MMO, enerji politikalarındaki yanlışları sık sık dile getiriyor. Peki, çözüm önerileriniz var mı? Türkiye’nin enerji politikası nasıl olmalı?
Şöyle özetleyebilirim. Elektrik ihtiyacını karşılamada bugüne kadar akla ilk gelen yol olan çok sayıda yeni elektrik tesisi kurmak yöntemi yerine; öncelikle, arz tarafında, yıllardır özelleştirilecekleri gerekçesiyle herhangi bir yenileme yapılmaksızın çalıştırılarak özel sektöre devredilen, yeni sahipleri özel şirketler tarafından da bu açıdan ihmal edilen mevcut santrallarda; ciddi bakım, onarım, rehabilitasyon çalışmaları yaparak santral verimlerini ve üretimlerini arttırma, çevresel sorunları azaltma çalışmalarının hızlı bir şekilde yapılması, enerji iletim hatlarında gerekli yeni hatları tesis etme ve mevcut iletim şebekesinde yenileme/iyileştirme yatırımlarının yapılması gerekmektedir. Talep tarafında da, talebi yöneterek, enerjiyi daha verimli kullanıp, sağlanan tasarrufla yeni tesis ihtiyacını azaltma politika ve uygulamaların hayata geçirilmesi sağlanmalı.

Tüm yatırımlarda olduğu gibi, enerji yatırımlarında da toplum yararına öncelik verilmeli, topluma ve çevreye olumsuz etkiler asgari düzeyde tutulmalı. Enerji planlamasında söz sahibi olacak bir ‘Ulusal Enerji Platformu” kurulmalı. Yerel yönetimler de önce kendi, daha sonra da kentin ve kentlilerin enerji ihtiyacını karşılamak için enerji sektöründe daha etkin olmalı. 

Odamız yıllardır düzenlediği etkinliklerde, hazırladığı raporlarla enerji sektörüne yönelik değerlendirmeleri toplumun bilgisine sunuyor. Bu çalışmalar Enerji Bakanlığı yöneticilerine de ulaştırılıyor. Odamızın raporlarını önceki iki bakana, Hilmi Güler ve Taner Yıldız'a ve halen Müsteşar olan Fatih Dönmez'e bizzat verdim. Enerji politikası konusunda kapsamlı önerilerimizi içeren çalışmalarımıza odamızın internet sitesinden ulaşmak mümkün. Bazı yöneticilerin istisnai davranışları haricinde, ETKB ve EPDK yönetimi, genellikle Odamızın, EMO'nun, TMMOB'nin söylediklerini dinlemeye, anlamaya ihtiyaç duymadan ön yargıyla yaklaşıyor. Biz, 110 bine ulaşan üyesiyle, ciddi birikimiyle, enerji yönetiminin enerji politikaları konusunda çalışmalarına katılmaya hakkımız olduğu düşüncesindeyiz. Bakanlığın ve enerjiyle ilgili tüm kurum ve kuruluşların, çalışmalara katılım çağrılarını bekliyoruz. Dinlemeyi bilenlere söyleyecek sözümüz var.