29 Kasım 2013 Cuma günü yayınlanacak Çimlere Basmayın programında neler var? Merak edenler için kısa bir bilgi notu hazırladık. İşte programımızdan bazı başlıklar:
* Yağmurlar sel oluyor ama biz çözüm için ne yapıyoruz?
* Bakanlık da HES sorununu kabul etti.
* Gizem serbest ama hâlâ yargılanıyor.
* Organik Tavuk nedir? Marketlerdeki tavuklardan ne farkı var? Buğday Derneği Ege Bölge Sorumlusu Nurhayat Bayturan canlı yayında soruları(n)mızı cevaplıyor.
* Gezgenin yok olmasına izin vermiyoruz diyenlerin artık bir gazetesi var: Yeşil Öfke
* Manavgat-Ahmetler Köyü'nde HES'e karşı direniş sürüyor. Köylüler 24 gündür çadırlarda nöbet tutuyor. Manavgat Kaymakamı ile köylüler arasında neler konuşuldu?
* Turgutlu'da nikel madenine karşı direniş sürüyor. Turgutlu Çevre Platformu'ndan Ayla Yönet canlı yayında neden hayır dediklerini anlatıyor.
* Yeşil ajanda: Tüm Türkiye'den çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" şarkı ve türküler...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr üzerinden dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Çaresiz değiliz çare ‘SİZ’siniz.
Özgür Gürbüz-BirGün/24 Kasım 2013
Varşova’daki
iklim zirvesi bitti. 19. taraflar toplantısı (COP 19) da geride kaldı. Bu
toplantıdan da küresel iklim değişikliğini durduracak bir anlaşma çıkmadı. Belirsizlik,
zaman kaybı bıktırıyor. Bu yüzden de sivil toplum örgütleri zirve bitmeden
toplantıyı terk etti.
Salonları,
masaları terk etmek için geç bile kaldık. Masanın bir tarafında ‘yetkisiz
hükümet yetkilileri’ diğer tarafında iklim değişikliğini durdurmak isteyen
sivil toplum örgütleri var. Sorumlular, hükümetleri kukla gibi oynatan dev şirketler
ise uzaktan olan biteni izliyor. Her hükümet yetkilisi söze iklim
değişikliğinin ne kadar can yakacağıyla başlıyor. Sivil toplum da aynı şeyleri
söylüyor. Tehlikeyi inkar eden yok ama iş anlaşmaya gelince eller masanın
altına iniyor. Fosil yakıt imparatorluğunu (petrol, kömür ve doğalgaz) güneşe
kaptırmak istemeyenler belli ki hükümetleri kontrol edebiliyor. Çok güçlüler ama benden “çaresizsiniz”
dememi beklemeyin çünkü çare sizsiniz!
Eriyen
buzul dağlarına karşı ben ne yapabilirim demeyin. Cuma günü kefaletle serbest
bırakılan Greenpeace eylemcisi Gizem Akhan ne yapıyorsa onu yapabilirsiniz.
İşinden evine bisikletiyle giden Evrim Güvenç’i kendinize örnek alabilirsiniz.
Daha çok yürüyebilir, evde daha az elektrik tüketebilirsiniz. Evde atıklarınızı
ayırabilir, mahallenizdeki çöp kutularına atabilirsiniz. Küsseniz daha iyi olur
ama otomobilinizle arkadaşlığınızı, “az görüşülenler” listesine alabilirsiniz. Küçük
bir işletmeniz varsa, Gelibolu’da gözleme satan Ferhat Ormancı gibi, enerjinizi
rüzgar ve güneşten karşılayarak önemli bir seragazı azaltımı yapabilirsiniz.
Alışverişe yanınızda bez torbayla gidebilir, sabahları bir poğaça için bir
plastik torba tüketmek yerine aynı torbayı çantanıza atarak aylarca tek
torbayla yetinebilirsiniz. Marketlerden süt, meşrubat alırken ille de
depozitolu cam şişe diye tutturabilirsiniz. Tasarruflu ampuller, verimli ev
aletleri ve büyüklerimizin nasihatleriyle elektrik faturanızı 70-80 liralardan
40-50 liralara indirebilirsiniz. İklim
değişikliği devasa bir sorun olabilir ama en büyük düğümleri çözmek için bile
ipin ucunu bulup oradan tutmanız gerekir. Bu önlemlere ‘sistem içi çözümler’ diyenler olabilir. Devrim olunca her şeyin
yoluna gireceğini düşünebilirsiniz. Aynı fikirde değilim. İstediğiniz dünyada
önce siz yaşayacaksınız ki başkalarından talep edebilesiniz. Devrim sizsiz, bizsiz olacak değil.
Değişmesini istediğiniz sistemin özü insan. Bu yazıyı okuyabildiğinize göre
siz de bir insansınız, değişecek ve değiştirecek sizlersiniz.
Varşova’daki
fiyaskonun haberini aldığımda bu sorunu çözmeye niyetli bir grup ‘çılgınla’
birlikte Ankara’da Sivil İklim Zirvesi’ndeydik. Zirveyi, Tüketiciyi ve İklimi
Koruma Derneği (Tüvik-Der) ile Küresel Denge Derneği birlikte düzenledi. Toplantıda
iklim değişikliğini durdurmak için bireysel, yerel ve ulusal önlemleri birlikte
konuştuk. Türkiye’nin enerji, ulaşım ve atık konularında seragazı emisyonlarını
indirmek için hangi yolları izlemesi gerektiğini tartıştık. “Ulusal hedef, yerel hareket” diyen Küresel
Denge Derneği Başkanı Nuran Talu, “Yerel
yönetimlerin yeni belediye başkanlarının bu işe odaklanması lazım. Türkiye’nin
iklim değişikliği konusundaki kötü performansının nedenlerini, 3. Köprü, ODTÜ
gibi projelerden dolayı çok iyi biliyoruz” diyor. Türkiye artık bir hedef
almalı, yerel yönetimler de bu hedefe paralel iklim eylem planlarını harekete
geçirmeli.
Talu,
CHP’den Çankaya Belediye Başkan Aday Adayı. Talu gibi Sinop’tan Metin Gürbüz de
çevre mücadelelerinin içinde yer alan bir başka isim. Seferihisar Belediye
Başkanı Tunç Soyer’in, Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in çevre için
yaptıklarını hepimiz takip ediyoruz. Antalya, Gaziantep, İstanbul Kadıköy ve Bursa
Nilüfer aklıma gelen diğer örnekler. Yerel seçimlerin çevreci başkan
adaylarının lehine sonuçlanması Türkiye’nin çevre sorunlarını çözmesi yönünde
ilk adım olabilir. Son sözü Tüvik-Der’den Önder Algedik’e bırakıyorum: İklimi
değil belediyeleri değiştir!
Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi
Özgür Gürbüz-BirGün/17 Kasım 2013
Müjdemi isterim.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, 2023’e kadar Türkiye’nin kurulu gücüne 50 bin
megavatlık ilave yapılacağını söyledi. Türkiye’deki enerji santrallerinin şu
andaki kurulu gücü 61 bin megavat. Yıldız’ın isteği gerçekleşirse Türkiye, 90
yılda kurduğu enerji santrali kadarını önümüzdeki 10 yılda kuracak. Her yer
baraj, her yer termik ve nükleer olacak. 122 milyar dolarlık yatırımdan söz
ediliyor. Bu hedeflere ulaşılır mı, emin değilim. Amacın bu olduğunu da
sanmıyorum. Böyle bir ihtiyaç da yok. Asıl amaç pazarın büyüklüğüne vurgu
yaparak yabancı yatırımcı ve finansmanı Türkiye’ye çekmek. Ekonominin ayakta
durabilmesi için inşaata, inşaatların hayata geçmesi için de paraya ihtiyaç
var. “Enerji talebi var mı”, “Daha az enerjiyle aynı işi yapabilir miyiz”
diye soran yok. Çünkü bu çarpık ekonominin çarkı ancak tüketerek dönüyor. Daha
fazla nehir, daha fazla orman ve canlı (insan dahil) tüketerek ekonomiyi sözüm
ona büyütüyoruz.
1990 yılında Almanya ekonomiye
100 birimlik katkı yapmak için 100 birim enerji harcıyordu. 2010 yılında ise 94
birim enerji harcayarak ekonomiye 131 birim katkı yapar hale geldiler. Enerjiyi
artık daha verimli kullanıyor, daha az enerjiyle daha çok iş yapıyorlar. Peki,
ya Türkiye? Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara geldiği 2002 yılından
günümüze enerji verimliliği konusunda en ufak bir ilerleme gerçekleşmedi.
2002’de 1 birim ekonomik katkı için 240 kg eşdeğeri petrol harcıyorduk, 2011’de
ise 232 (Eurostat verileri). Aynı
zaman diliminde Almanya bu rakamı 157’den 128’e düşürdü. İyiyken daha iyi oldu.
Enerjiyi verimli kullanmak ekonomik durgunluk anlamına da gelmiyor. Yeni sektörler,
istihdam alanları ortaya çıkıyor. Hükümetin her gün enerji ithalatından şikayet
edip, enerjiyi daha az kullanmak için harekete geçmemesinin mantıklı bir
açıklaması yok. Vergi gelirlerini petrol,
doğalgaz ve otomobil satışlarına bağlamak bahane olabilir ama bunda ısrar etmek
kabul edilemez.
Türkiye’nin ekonomiyi tüketerek
büyütme niyeti sürdükçe enerji talebi de artacak. Bu değişmeli, önce talep artışını
kontrol etmeliyiz. Bunun için onlarca farklı yol var. Toplu taşımayı teşvik
etmek, yeni binalara yalıtım standartları getirmek, enerji yoğun aletlerden
daha çok vergi almak, enerjiyi verimli kullanan üretim araçlarına teşvik vermek
gibi. Enerji talebindeki artış ‘takdir-i
ilahi’ değil. Talebi yönetmeye başladıktan, artışı makul seviyelere
getirdikten sonra yenilenebilir enerji kaynaklarıyla yola devam edebilirsiniz.
Rüzgar, güneş, biyokütle gibi kaynaklar 10-15 yıl öncesine göre hem daha ucuz
hem de daha verimli. Bugün dünyada tüketilen elektriğin yüzde 4’ü rüzgar
türbinlerinden sağlanıyor. 60 yıllık geçmişe, milyarlarca dolarlık
sübvansiyonlara rağmen nükleer enerjinin payının yüzde 12 olduğunu düşünürseniz,
bu hızlı gelişmeyi daha iyi görebilirsiniz. Küçümsenen rüzgar enerjisinin
Türkiye’de üretilen elektriğin yüzde 3’ünü sağladığını da ekleyelim.
Uluslararası Enerji
Ajansı’nın birkaç gün önce açıkladığı Dünya Enerji Görünümü raporunda,
yenilenebilir enerji kaynaklarının (hidro dahil) 2015’ten önce kömürün ardından
en önemli elektrik üretim kaynağı olacağı yazıyor (Yeni Politikalar Senaryosu). Dünyada üretilen elektriğin yüzde
31’i bu kaynaklardan sağlanacak. 2035’te elektrik üretiminde kömürün payı yüzde
33, gazın yüzde 22 ve nükleerin payı yüzde 12 olacak. İşin ilginç tarafı yenilenebilirdeki
artışın üçte ikisi başta Çin olmak üzere OECD dışındaki ülkelerden geliyor.
Yenilenebilir pahalı diyenlerin bir hesap hatası yaptığı ortada.
Çimlere Basmayın'da bu hafta (15 Kasım 2013)
15 Kasım 2013 Cuma günü yayınlanacak Çimlere Basmayın programında neler var? Merak edenler için kısa bir bilgi notu hazırladık. İşte programımızdan bazı başlıklar:
* Dünyada üretilen elektriğin yüzde 4'ü rüzgar türbinlerinden sağlanıyor. Peki ya, Türkiye'de durum ne?
* İzmir'in göbeğinde radyasyonlu hurda bulundu. İkinci bir İkitelli vakası mı yaşanacak?
* Kuzguncuk Bostanı kurtuldu.
* Antalya'nın Manavgat ilçesine bağlı Ahmetler Köyü'nde HES'e karşı çıkan köylülere silahlı saldırıda bulunulduğu iddia ediliyor. Karpuz Çayı'na yapılmak istenen HES'e karşı çıkan köylüler 10 gündür direniyor. Köylülerin Avukatı Ramazan Ecevitoğlu canlı yayında sorularımızı yanıtlıyor.
* Gündemimizde Filipinler'deki Haiyan Tayfunu ve iklim değişikliği var. Özel dosyamızı kaçırmayın.
* Yeşil Gerze Çevre Platformu Sözcüsü Şengül Şahin, son yıllarda çevrecilerin kazandığı en büyük zaferlerden birini anlatıyor. Gerze'de termik santrali nasıl durdular? Bu mücadeleden herkesin çıkaracağı dersler var.
* Yeşil ajanda: Tüm Türkiye'den çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" şarkı ve türküler...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr üzerinden dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
* Dünyada üretilen elektriğin yüzde 4'ü rüzgar türbinlerinden sağlanıyor. Peki ya, Türkiye'de durum ne?
* İzmir'in göbeğinde radyasyonlu hurda bulundu. İkinci bir İkitelli vakası mı yaşanacak?
* Kuzguncuk Bostanı kurtuldu.
* Antalya'nın Manavgat ilçesine bağlı Ahmetler Köyü'nde HES'e karşı çıkan köylülere silahlı saldırıda bulunulduğu iddia ediliyor. Karpuz Çayı'na yapılmak istenen HES'e karşı çıkan köylüler 10 gündür direniyor. Köylülerin Avukatı Ramazan Ecevitoğlu canlı yayında sorularımızı yanıtlıyor.
* Gündemimizde Filipinler'deki Haiyan Tayfunu ve iklim değişikliği var. Özel dosyamızı kaçırmayın.
* Yeşil Gerze Çevre Platformu Sözcüsü Şengül Şahin, son yıllarda çevrecilerin kazandığı en büyük zaferlerden birini anlatıyor. Gerze'de termik santrali nasıl durdular? Bu mücadeleden herkesin çıkaracağı dersler var.
* Yeşil ajanda: Tüm Türkiye'den çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" şarkı ve türküler...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr üzerinden dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
Fukuşima'da 26 çocukta tiroit kanseri
Kimseyi korkutmak, acıları derinleştirmek istemiyorum ama nükleer santrallerin bir kaza veya sızıntı anında çevreye, doğaya ve insan sağlığına etkileri korkunç. Fukuşima'daki çocuklarda tiroit kanserine rastlandığını anlatan bugünkü haber hepimizi üzdü. 26 çocukta tiroit kanseri görülmüş, 33 çocuk ise risk altında.
Fukuşima kazasından 2,5 yıl sonra bu nükleer felaketin insan sağlığı üzerindeki ilk etkileri görülmeye başlandı. Umarız bu çocuklarımızın hepsini tedavi edebiliriz. Fukuşima kazası sonrası yaşanan acılar, umarız Japonya'daki insanların daha güvenli, nükleersiz bir geleceğe sahip olmasına vesile olur. Benzer bir sorunla karşı karşıyayız. Türkiye'nin iki ucunda, Mersin ve Sinop'ta nükleer santraller kurulmaya çalışılıyor. Birlikte mücadele edersek Mersin ve Sinop'taki çocuklarımızı benzer tehlikelerden koruyabiliriz. Türkiye'yi sonu olmayan bir maceradan, büyük bir mali külfetten uzak tutabiliriz.
İşin bir başka boyutu daha var. Bugün gelen kanser haberi sürpriz değil. Size Mart 2013 tarihli iki haber iletiyorum. Başlıklara tıklayarak haberleri okuyabilirsiniz.
Fukuşima tiroit kanserini patlatacak
Fukuşima çevresinde yaşayanlarda kanser oranı yüzde 30
Bugün yaşadıklarımız ne yazık ki öngörülüyordu. Radyasyondan kaçarak, koşarak kurtulmak mümkün değil. Bu yüzden hep birlikte, her yerde nükleere hayır demeliyiz. Nükleer santral elektrik üreten bir fabrika ve bugün daha ucuza, daha güvenli yöntemlerle elektrik üretme şansına sahibiz. Rakamlarla, verilerle bunu defalarca açıkladık. Nükleer enerji Türkiye için teknik bir zorunluluk değil. Yanlış bir siyasi tercih ve sonuçları çok ağır olabilir.
Fukuşima kazasından 2,5 yıl sonra bu nükleer felaketin insan sağlığı üzerindeki ilk etkileri görülmeye başlandı. Umarız bu çocuklarımızın hepsini tedavi edebiliriz. Fukuşima kazası sonrası yaşanan acılar, umarız Japonya'daki insanların daha güvenli, nükleersiz bir geleceğe sahip olmasına vesile olur. Benzer bir sorunla karşı karşıyayız. Türkiye'nin iki ucunda, Mersin ve Sinop'ta nükleer santraller kurulmaya çalışılıyor. Birlikte mücadele edersek Mersin ve Sinop'taki çocuklarımızı benzer tehlikelerden koruyabiliriz. Türkiye'yi sonu olmayan bir maceradan, büyük bir mali külfetten uzak tutabiliriz.
İşin bir başka boyutu daha var. Bugün gelen kanser haberi sürpriz değil. Size Mart 2013 tarihli iki haber iletiyorum. Başlıklara tıklayarak haberleri okuyabilirsiniz.
Fukuşima tiroit kanserini patlatacak
Fukuşima çevresinde yaşayanlarda kanser oranı yüzde 30
Bugün yaşadıklarımız ne yazık ki öngörülüyordu. Radyasyondan kaçarak, koşarak kurtulmak mümkün değil. Bu yüzden hep birlikte, her yerde nükleere hayır demeliyiz. Nükleer santral elektrik üreten bir fabrika ve bugün daha ucuza, daha güvenli yöntemlerle elektrik üretme şansına sahibiz. Rakamlarla, verilerle bunu defalarca açıkladık. Nükleer enerji Türkiye için teknik bir zorunluluk değil. Yanlış bir siyasi tercih ve sonuçları çok ağır olabilir.
Öpüşmezsek trafik sorunu çözülür mü?
Özgür Gürbüz-BirGün/10 Kasım 2013
Erkek
erkeğe oturdunuz ve İstanbul’daki son yeşil alanın talan edilmesi için bir
köprü, bir de üçüncü havalimanı yapılmasına karar verdiniz. O küçücük
helikoptere erkek erkeğe sıkışıp, durumu bir de havadan gördünüz. Ağaçları
kesen testerelerin iki ucunda da erkekler vardı. Kamyonları erkekler kullandı.
Büyük
otomobiller, dev kentler, en gaddar savaş makinaları, erkek erkeğe oynadığınız
o ölümcül oyunların araçları değil mi? Kadınların bile erkek gibi düşünenini,
maçlarda küfredenini sevdiniz. En çok da itaat edenini beğendiniz. Evde çocuk
bakanını, yemek yapanını, politikada sizin istediğiniz zaman ve istediğiniz
gibi konuşanını tercih ettiniz. Siz izin verdiğinizde soyundular, siz
istediğinizde giyindiler. Böylesini sevdiniz, ‘söz dinleyenini’.
Çocuk
doğuran kadınlara cenneti vaat ettiniz ama iş yerlerinde müdürlüğü çok
gördünüz. Cennetlik kadınları dövdünüz, erkek erkeğe tecavüz edip, başlık
parası için yine erkek erkeğe pazarlık yaptınız. Kadınlara bir kez kulak
verseydiniz, kadınlı erkekli oturup konuşsaydınız bugün bu korkunç dünyayı
konuşmuyor olurduk. Daha fazla zorlamayın, erkek erkeğe ne yaptığınız ortada.
Kadınlı erkekli ışınlanıyorlar
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü
ve Star Gazetesi yazarı Sedat Laçiner, köşe yazısında “Yanyana evleri kiralayıp, duvarları delip iki evi tek
eve çevirip karma halde kalanları da gördüm...” diye yazmış. Bizim memlekette
iki dairenin duvarını delsen bina başına çöker. Çökmezse de ev sahibi, tüm apartman
sakinleri orada biter. Belki de öğrenciler kaşıkla kaza kaza eritmiştir duvarı…
Varsayalım rektör doğru söylüyor. Beni
asıl, öğrencileri yan dairenin kapısını çalmak yerine duvar kırmaya iten
nedenler ilgilendiriyor. Mahalle baskısı mı yoksa Laçiner’in de sık sık
övündüğü atalarından aldıkları ilham mı onları bu zor işe koştu? Ferhat’ın
Şirin’i görmek için dağları deldiğini hepimiz biliriz, deniz kumu dolu duvarın
lafı mı olur?
Laçiner başında bulunduğu üniversiteyi hemen kapatsın.
Orası bir ‘bilim yuvası’. Belli mi olur, öğrenciler bu azimle bilim
kurgu filmlerde gördüğümüz ışınlamayı bulur, kadınlı erkekli
ışınlanıverirler. Bir o evdeler bir bu evde. Aman ha!
Öpüşmezsek trafik sorunu
çözülür mü?
İstanbul’daki
trafik sorunu herkesi çıldırtıyor. 20 yıldır kenti idare eden zihniyet,
seçimler yaklaşınca her yere metro yapacağız diye reklamlara başladı. 20 yıldır
uyuyanlar birden uyandı; inanırsanız. Gariptir, bu toplu taşıma sevmemezlik
sadece İstanbul’a has değil. Ankara’da aynı durumda. Kentte metro öyle nadir
görülen bir şey ki, metro gören gençler sevinçten ne yapacağını şaşırıp
birbirlerini öpüyor. Otomobil ve petrol lobisi ellerini ovuştururken, çılgın
kentlerin çılgın başkanları seyrediyor. Halbuki acil alınacak önlemler
var.
Çin’in başkenti Pekin de trafikten dertli bu nedenle
özel araç sayısını kısıtlıyor. Birkaç yıl önce alınan kararla kentte her yıl
dağıtılan yeni plaka sayısı 240 binle sırlandırılmıştı. 2014’ten itibaren bu
rakam 150 bin olacak. Pekin’de plakalar kurayla dağıtılıyor. Şansınız yaver
gitse bile uymanız gereken bir kural daha var. Plakanızın son rakamına göre,
hafta içi iş saatlerinde trafiğe çıkamadığınız günler var. Bu yasak nedeniyle
hafta içinde bir gün araçlar evde bırakılıyor.
İstanbul’da otomobil kullanımına kısıtlama getirmek
yerine özel araç kullanımını teşvik edecek yeni tüp geçitten bahsediliyor. Enerjide
açıktan yakınıyorlar ama petrol ve otomobil lobilerine diş geçiremiyorlar. Otomobil
satışları düşse ihracat tehlikeye girecek ve petrol üzerinden aldıkları
vergiler de azalacak. Yanlış ve sürdürülemez büyüme politikaları yüzünden bizi
trafik sıkışıklığına mahkum ediyorlar. Önce insan* diyecek cesur bir hükümete
ihtiyaç var.
Not: Yazımdaki son cümlede, rantın değil insanın ihtiyaçlarına yanıt verilmesi gerektiğini yazmak istemiştim ama bu haliyle, "insan merkezli" bir bakış açısıyla yazılmış gibi duruyor. Okuduğumda beni rahatsız ettiği için en azından e-günlüğe bu notu düşmek istedim.
Akademisyenler ODTÜ’yü yalnız bırakmadı
Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ndeki ağaç katliamına akademisyenler sessiz kalmadı. Tüm dünyadan yüzlerce akademisyen, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi Kampüsü’ndeki ormanlık alandan geçmesi planlanan yol projesine
karşı verilen mücadele ile dayanışma içinde olduklarını açıkladı.26 ülkedeki 278 farklı akademik
kurumdan 857 akademisyen ODTÜ ile dayanışma metnine destek
verdi.
ODTÜ direnişinin çevre hakkı, protesto özgürlüğü ve
üniversite özerkliğinin bir sembolü olduğunun vurgulandığı imza metni ile
akademisyenler şu açıklamada bulundu: “Biz, aşağıda imzası olan akademisyenler,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kampüsü’ndeki hukuksuz çevre katliamını ve polis
şiddetini kınıyoruz. Bu, ODTÜ’ye ve Türkiye akademisine yapılan, etik olmayan
ve kabul edilemez bir saldırıdır. Direnen tüm ODTÜ öğrencilerine,
akademisyenlerine ve personeline, sonsuz destek ve dayanışma içinde
bulunduğumuzu bildiririz.” Dayanışma açıklamasında Noam Chomsky,
Judith Butler, Immanuel Wallerstein'ın yanı sıra Etienne Balibar, Asef
Bayat, Jean Comaroff, Arturo Escobar, Michael Herzfeld, Anna
Tsing, Cihan Tuğal, Erik Swyngedouw, Vijay Prashad gibi isimlerin
imzaları da bulunuyor.
İmzacılar arasındaki dünyaca ünlü dil bilimci ve
filozof Noam Chomsky, “Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin yıkıcı
otoyol inşaatı projesinin bir parçası olarak gerçekleştirdiği gece yarısı
baskınını protesto eden ODTÜ öğrencileri, öğretim üyeleri ve çalışanlarının
mücadelesini destekliyorum. Ayrıca gece baskınını takip eden süreçte öğrencilere
karşı uygulanan polis şiddetini protesto edenlerin sesine kendi sesimi ekliyorum” dedi.
İlk kez 1992 yılında gündeme gelen ve öğrencilerin
protestoları ile karşılaşan yol projesi 2008 yılında AKP’li Ankara Büyükşehir
Belediye Başkanı Melih Gökçek döneminde yenilenerek genişletildi. Son
dönemde yeniden alevlenen yol projesi tartışmalarında öğrencilerin,
üniversite yönetiminin ve öğretim üyelerinin yanı sıra 100.
Yıl Mahallesi ve Çiğdem Mahallesi halklarının itirazları devam
ederken 18 Ekim 2013 tarihinde, yani Kurban Bayramı tatilinin son
günü Belediye ekipleri ODTÜ Kampüsü’ne adeta bir gece yarısı baskını
düzenledi. Yaklaşık 3000 ağacın kesildiği gece ve onu takip eden günlerde, ODTÜ
öğrencilerinin ve mahalle halkının katıldığı protesto gösterilerinde polis, eylemcilere yoğun
biber gazı, basınçlı su ve plastik mermi ile saldırdı. Tüm
bu hukuksuz ve haksız uygulamalara karşı ODTÜ’nün sadece kendi
ormanını değil aynı zamanda üniversitelerin özerkliğini de korumak
ve protesto ve ifade özgürlüğüne sahip çıkmak için verdiği mücadele, tüm
dünyadan yüzlerce akademisyeni bu dayanışma mesajında bir araya getirdi.
Nükleer kumar ve yanıtsız kalan sorular
Özgür Gürbüz-BirGün/3 Kasım 2013
Nükleer
santraller pazarlanırken “enerjide dışa bağımlılığı azaltacak” sloganı ön
plandaydı. Mersin’e nükleer santral yapma işi, enerjide en çok bağımlı
olduğumuz ülke Rusya’nın devlet şirketine verildi. Şirket santralin
hisselerinin yüzde 100’üne sahip ve anlaşma gereği istese bile çoğunluk
hisseleri Türkiye’den bir şirkete satamayacak. Doğalgaz ve petrolde bağımlı olduğumuz
Rusya’ya elektrikte de muhtaç olmaya karar verdik. Enerji Bakanı Taner Yıldız
buna, ‘karşılıklı bağımlılığı
geliştirmek’ diyor. Rusya’yı bizim paramıza alıştırmaya çalışmak ilginç bir
fikir ama yeni değil. Dış ticaret açığımız zaten her yıl 20 milyar doları buluyor
. Buna bir de elektrik faturalarından Rusya’ya giden pay eklenecek. Nükleer
santralin dışa bağımlılığı azaltacağını söyleyenler, enerjide Rusya’ya
bağımlılıktan yakınanlar şimdi nerede?
‘Nükleerde
denenmiş teknoloji kullanacağız’ şiarı neden unutuldu? Mersin’de
yapılmak istenen VVER-1200 tipi nükleer reaktörün ve Japonların Sinop için
önerdiği Atmea-1 reaktörünün dünyada çalışan örnekleri yok. Hepimiz kobayız. Başbakan
Erdoğan’ın da “Milyonda bir de olsa
tehlike var” diyerek açıkça itiraf ettiği nükleer kaza riski bu hükümetin
umurunda değil. Merak ediyorum, 75 milyonun hayatını ve yüzlerce yıllık geleceğini
riske atma hakkını dört yıllığına seçilmiş bir hükümete kim verdi?
Mersin’de
kurulmak istenen reaktörler için ‘dünyanın
en güvenli nükleer reaktör tasarımı’ diyenler, Sinop için neden dünyanın en
güvenli nükleer reaktör tasarımını seçmeyip Japonya’yla anlaştılar? Sinop’ta
yaşayanlar bu ülkenin üvey evlatları mı? Dünyada iki tane “en iyi” teknoloji
olmayacağına göre Sinop veya Mersin’den birisi diğerine göre daha kötü veya
güvensiz. Hangisi daha güvensiz? Herkes
biliyor ki nutuk atarak nükleer kazadan, koşarak da radyasyondan kaçamazsınız. Adalet
ve Kalkınma Partisi hangi ilimize daha güvensiz nükleer santrali layık
gördüğünü açıklayacak mı?
Elektrik
üretim yöntemleri içinde en ucuz olduğu iddia edilen nükleer santrallerden elde
edilecek her kilovatsaat elektriğe 15 yıl boyunca 12,35 dolar sent (Mersin
için) ödenmesi garanti edildi. Daha pahalı olduğunu iddia ettiğiniz rüzgara 10
yıl boyunca kilovatsaat başına 7,3; jeotermale 10,5 dolar sent ödeniyor. Hangi
seçenekte devletin, dolayısıyla halkın cebinden daha çok para çıkıyor?
Mersin’de
1976’dan kalma yer lisansıyla santral yapma çabanızın nedeni yeni ve detaylı
sismik araştırmaları yapmaktan kaçınmak mı? “Deprem bölgesi değil” dediğiniz Akkuyu’nun hemen yanıbaşında,
Silifke açıklarında 23 Ekim’de meydana gelen 4,5 şiddetindeki deprem gökten
zembille mi indi? Dokuz şiddetinde depreme dayanıklı santral yapacaklarını
söyleyen Rus Rosatom şirketinin hangi santrali bu şiddette bir depreme maruz
kalmış ve hasarsız atlatmış? Fukuşima’dan sonra meydana gelen sızıntıyı 2,5
yıldır durduramayan, ülkedeki 50 reaktörünün 48’ini kapalı tutan Japonya’nın
Sinop’a güvenli bir santral yapacağına hangi bilimsel gerçekler ışığında ikna
oldunuz?
Hepsini
geçtim... Binlerce yıl radyoaktif kalacak nükleer atıklara ne olacak, ülkenin
hangi köşesine gömülecek? Sinop’a mı, Mersin’e mi yoksa İzmir Gaziemir’e mi? Bir
nükleer kaza veya sızıntı olduğunda sorumluluğu Türkiye’ye dolayısıyla
vatandaşlara yükleyen anlaşmalara imza atıp elektrik üretiminde onlarca yerli seçeneği,
enerji verimliliği/tasarrufu potansiyelini neden göz ardı ediyorsunuz? Fukuşima ve Çernobil’de meydana gelen
nükleer kazaların faturasının her biri için 300-400 milyar dolara vardığını
bilmiyor musunuz? Olası bir nükleer kazayla kendini bir daha toparlama
şansı olamayacak Türkiye ekonomisini neden bu riski satın almaya zorluyorsunuz?
Türkiye’de birkaç inşaat şirketi demir-çelik satsın, daha da zengin olsun diye
mi?
Kumar oynamak,
kaybedilecek insan ve diğer canlıların hayatı olunca günah değil mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)