Rosatom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rosatom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Nükleer yalanlar mı radyasyon mu daha tehlikeli?

Nükleer enerjiyle ilgili bir yazıya içinde radyasyon, nükleer atık, Fukuşima, Çernobil veya deprem kelimeleri geçen bir cümleyle başlasaydım, emin olun ki dünyanın hiçbir ülkesinde garip karşılanmazdı. Türkiye’de ise ülkenin nükleer enerji politikasını anlatmak için en uygun düşen kelimenin “hamaset” olduğunu düşünüyorum. Mesele nükleer olunca, “hamaset edebiyatı”nın en güzel örneklerini Türkiye’deki politikacılardan dinleyebilirsiniz. Nükleer enerji konusunda hamaset edebiyatına örnek mi istiyorsunuz? En çok tekrarlananından başlayalım: “Türkiye nükleer santral kurmazsa, elektriksiz kalır.”

Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından yayımlanan Perspectives dergisine yazdığım bu yazının tamamını okumak için lütfen buraya tıklayın.

Which is more dangerous: nuclear lies or radiation?

If I start an article about nuclear energy with a sentence including the words radiation, nuclear waste, Fukushima, Chernobyl or earthquake, rest assured that no one in the world would find it odd. However, when it comes to Turkey, the most appropriate word to define the nuclear energy policy of the state seems to me to be “heroism”. As far as nuclear energy is concerned, you can hear the best examples of “heroic literature” from the politicians in Turkey. Would you like to have an example of this form of “heroism literature” about nuclear energy? Let’s start with the most repeated line: “If Turkey does not build nuclear plants, it will remain without electricity.”

To read the rest of the article please click here.

Çernobil'i unutmamızı neden istiyorlar?

Özgür Gürbüz-Birgün/29 Nisan 2012

26 Nisan 2012 Taksim. Foto: O. Gurbuz
ABD'deki Üç Mil Adası santralindeki nükleer kazadan sonra bir daha böyle bir kaza olmayacağını söylemişlerdi; yıl 1979. Yedi yıl sonra sonuçları başka bir endüstriyel kazayla kıyaslanamayacak derecede büyük, dünya tarihinde görülmemiş bir başka nükleer santral kazası yaşandı. Bundan tam 26 yıl, üç gün önce; 26 Nisan 1986'da Çernobil nükleer santralindeki dört numaralı reaktör patladı. Nükleeri savunanlar ‘patlama’ kelimesini sevmiyorlar ama işin doğrusu bu. Reaktör kontrolden çıktı ve büyük bir patlama sonrasında doğaya çok ciddi miktarda radyasyon sızdı. Sayılarının 600 ile 800 bin arasında olduğu belirtilen tasfiyeciler (temizlik işçileri) günlerce yangını ve sızıntıyı kontrol altına almaya çalıştılar. Binlerce işçi hâlâ Çernobil'de çalışıyor. 400 bin kişi evlerini bir daha geri dönmemek üzere terk etti. Ölü sayısının neden olacağı kanser vakaları nedeniyle 1 milyonu bulacağını iddia eden araştırmalar bile var. Nükleer endüstri bu kazadan sonra da aynı masalı anlattı. Bunun bir daha tekrarlanmayacağını, insan hatasından kaynaklandığını söyleyip durdu. Hatta daha da ileri giderek, kazadan ölenlerin sadece 37 itfaiyeci olduğunu uzun süre iddia ettiler. Çernobil kazası ister istemez yeni santral siparişlerinin azalmasına, birçok ülkede nükleer enerji karşıtı politikaların kuvvetlenmesine neden oldu. Nükleer santral pazarlayıcıları bir süre ortadan kaybolmaya karar verdiler. Kazayı unutturmanın bir yolu nükleer enerji özendirmelerine ve lobi faaliyetlerine ara vermekti.

DOĞALGAZ VE RÜZGAR NÜKLEERİ ZORLUYOR
2011 yılında ise Japonya'daki büyük depremden sonra Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki dört reaktörde aynı anda kaza oldu. Kullanılmış yakıtların geçici bir süre bekletildiği atık havuzunda da soğutma suyunun azalması nedeniyle ciddi sorunlar yaşandı. Nükleer endüstrinin bu kazadan sonra artık uyduracak bahanesi kalmadı ancak Çernobil sonrası yaptıklarını yapıp bir başka kış uykusuna yatma şansları da yok. Hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmek zorundalar fakat kimse sandıkları kadar aptal değil. Nükleer endüstrinin ya da lobinin bu acelesi ve çaresizliğinin nedeni var. Enerji pazarında artık eskisinden çok daha fazla oyuncu yer alıyor. Nükleerin en büyük rakibi yenilenebilir enerji kaynakları ucuz ve sorunsuz elektrik üretebiliyor. Bunu yaparken halkın tepkisiyle karşılaşmıyor, istihdam yaratıyor ve gelişme yönündeki ülkeler için teknoloji transferine daha fazla fırsat sağlıyor. Yenilenebilir enerjilerin yerli kaynak olmaları ve petrol fiyatlarından etkilenmemeleri de bir başka avantaj. Doğalgaz da nükleere karşı avantajlı. Yenilenebilir enerji kaynakları gibi çevreci bir üretim yöntemi değil ancak nükleeri birçok alanda alt edebilecek özelliklere sahip. Güvenlik ve nükleer atık gibi sorunları yok. Yapımı hızlı ve sorunsuz, fiyat ve sürekli elektrik üretebilme konularında da nükleerle çok rahat rekabet edebiliyorlar. Birçok ülkede fosil ve nükleer yakıtlardan temiz enerjilere geçişte doğalgazın köprü görevini üstlenmesi planlanıyor. Doğalgazın önünde iki ciddi engel var; dışa bağımlılık ve varsa, ülkelerin ciddi iklim politikaları. Türkiye’de bu iki konuda da edilen laf çok ama icraat yok. O yüzden doğalgaz santrallerinin sayısı giderek artıyor ve artmaya da devam edecek. Bakanlık doğalgazdan yakınıyormuş gibi gözüküyor ama bir yandan da yeni santrallere lisans dağıtıyor. Şu anda Türkiye’de 14 bin megavatın üstünde lisans almış doğalgaz santrali var. Yeni başvurularla bu rakam 19 bine yaklaşıyor. Mevcut kurulun gücün üçte birinden biraz fazla! Rüzgarda bu rakam 8 bin 500, güneşte ise 'sıfır'.

NÜKLEER ENDÜSTRİ NEDEN TÜRKİYE'DE ISRARCI?
26 Nisan 2012 Taksim. Foto: O. Gurbuz
Enerji talebinin hızla arttığı dünyamızda, nükleer santrallere ayrılacak milyarlarca doların diğer enerji kaynaklarına özellikle de yenilenebilir kaynaklara (rüzgar, güneş ve hidrojen gibi) gitmesi nükleer endüstriyi bir daha geri dönemeyeceği bir bataklığa gönderebilir. Bütün kavga da bu zaten. Nükleer enerjinin Çernobil sonrası gözden düşmesi genç mühendisleri başka konularda çalışmaya itti. Şu anda ABD’deki nükleer santrallerde çalışanların üçte biri dört yıl sonra emekliliğe hak kazanacak. Almanya’da yıllardır nükleer enerji alanında çalışan Siemens firması bu bölümünü kapattı. Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede nükleer mühendislik bölümlerinin sayısı azaldı. Sadece bu da değil. 2011 yılında Avrupa’da yeni kurulan santrallerin yüzde 47’si güneş fotovoltaik, yüzde 22’si doğalgaz ve yüzde 21’i de rüzgardı. Nükleerin payı ise yüzde 1’de kaldı. Nükleer enerji ayakta kalabilmek istiyorsa yeni santraller inşa etmek ve yeni çalışanlar yetiştirmek zorunda. O nedenle Çernobil sonrasında olduğu gibi 10-15 yılı boş geçirme şansları yok. Fukuşima’yı unutturmak, Batı’daki nükleer karşıtlığın Doğu’ya yayılmasını önlemek zorundalar. Türkiye'de hükümetin nükleer enerji konusundaki ısrarcı tavrını, endüstrinin hırsından ayrı düşünmek işte bu yüzden mümkün değil. Türkiye pazarı sadece buradaki siparişler açısından değil, Türkiye’yi yakından izleyen diğer gelişme yönündeki ülkelere yön gösterme açısından da önemli. İran’da Almanya’nın yarım bıraktığı reaktörü tamamlayan Ruslar, bunun Ortadoğu’da bir nükleer yarışa neden olacağını eminim hesaplamışlardı. Nükleer santral sahibi olmanın, kısmen yanlış bir algı da olsa, nükleer silah ve güce sahip olma anlamına geldiğini düşünenler Ortadoğu’da çok. Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin son yıllarda nükleer santral kurmayı dillendirmesi bu planın işlediğini gösteriyor.

Nükleer endüstri ateşle oynama pahasına kendisine yeni bir pazar açmak için ilk adımı attı. Şimdi, Türkiye pazarına girerek ikinci adımı atmak istiyor. Temiz enerji cenneti bu ülkeyi de ele geçirirlerse yeni pazarların önü açılacak, yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişimine sekte vurulacak. Enerji verimliliği gibi bir kavram hiç gündeme gelmeyecek. Böylece kendi kalemize gol atmış olacağız. Halk elektrik zamlarından yakınacak ama kendi elektriğini üretemediği için dev nükleer firmalarla göbek bağını bir türlü kesemeyecek. Şirketlerin oyuncağı olacak. Tüm bunlar hükümetin umurunda değil. Kamuoyu araştırmaları halkın büyük bir bölümünün nükleere karşı olduğunu gösteriyor ama hükümet artık kendisine oy verenleri bile dinlemiyor. Hal böyle olunca tek seçenek deneyerek öğrenmek. Daha önceki santral kurma girişimleri gibi bu nükleer macera da AKP hükümetine ciddi bir ders vereceğe benziyor. Olan halkın sağlığına ve parasına olmasa dert değil ama... Uyarması bizden!

***
Gerzeliler ilçelerine yapılması istenen termik santralin 30 Nisan sabahı gerçekleşecek ÇED toplantısına katılmak için günlerdir yollarda. Sinop'tan Ankara'daki İller Bankası'na kadar yürüyecekler. Ankaralı doğa dostlarına duyurulur.

Nükleerkondu

Özgür Gürbüz-Birgün/1 Nisan 2012 
 
Halkın katılımı toplantısı protestolar nedeniyle yapılamadı.
Mersin’in Büyükeceli Beldesi’ne bağlı Akkuyu mevkiinde kurulması düşünülen nükleer santral konusunda hükümetin ısrarı sürüyor. Geçen perşembe günü Büyükeceli’de ÇED süreci kapsamında halkın katılımı toplantısı yapıldı. Olan biteni Olgu Kundakçı Birgün’de detaylarıyla yazdı, ben de kendi gözlemlerimi anlatayım. Toplantı nükleer karşıtlarının protestoları nedeniyle yapılamadı. Saat 10’da başlaması gereken toplantıda sloganlar hiç dinmeyince oturumu yönetenler yaklaşık 1,5 saat sonra ısrarlarından vazgeçtiler. Akkuyu NGS A.Ş‘nin Rus yöneticileri kendilerini toplantı salonunun dışına zor attı. Bu esnada ve daha öncesinde yaşanan tartışmalarda üç kişi gözaltına alındı. Santralde iş sözü aldığı öne sürülen ve nükleer karşıtlarına toplantı öncesi, “Toplantıyı engellemek isteyen kendini dışarıda bulur” diyen bir kişi de toplantının başında dışarı çıkarıldı.

ÇED raporunu hazırlayacak Dokay adlı şirketin, Bergama’daki altın madeninden, Gerze’deki termik santral projesine kadar nerede çevreyi tehdit eden bir faaliyet varsa ona ÇED, yani Çevre Etki değerlendirme raporu hazırladığını en başta söyleyelim. ÇED Başvuru Dosyası’nı okuduğumda ilk izlenimim şu oldu. Bu nükleer santralden çok, herhangi bir fabrika için hazırlanmış bir rapora benziyor. Herhalde Mersin’e gazoz fabrikası kurmak isteseniz buna benzer bir dosya işle başvuru yapardınız. Yıllardır söylüyoruz, Türkiye’de bırakın nükleer santralde çalışmış bir bilim insanı bulmayı, nükleer santral görmüş mühendisleri biraraya toplasanız ancak bir otobüs dolar. Başvuru Dosyası’nda binlerce yıl radyasyon yayan nükleer atıklar, kaza riski, kaza sonrası alınacak önlemler adeta ‘es’ geçilmiş. Nükleer reaktörle ilgili tüm teknik bilgiler de muhtemelen Rus şirketinin kendilerine sağladığı broşürlerden ‘kopyala-yapıştır’ metoduyla rapora eklenmiş.

Dosya eksikliklerle dolu, burada hepsini yazmak mümkün değil. Sadece nükleer atık konusundan birkaç örnek vereyim. Sayfa 38’de, “Hükümetlerarası Anlaşma’nın 12. maddesi uyarınca radyoaktif atıklarla ilgili bilgiler Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) teknik tasarımı kapsamında hazırlanmakta olup, bu konudaki çalışmalar titizlikle sürdürülmektedir” deniyor. Kısacası memlekete nükleer santral kurmaya heveslenen firmanın nükleer atıklarla ilgili henüz bir planı yok! Yine aynı sayfada, “Atıklar devamlı gözetim altında olacağı için herhangi bir çevresel etki beklenmemektedir” deniyor. 240 bin yıl radyoaktif kalacak atıklar için çözümünüz bu mu? Başına bir detektör ve bekçi mi koyacaksınız? Fukuşima’da gözlem altındaki atık havuzunda olanları unuttunuz mu? Mersin’de deprem olsa, nükleer atıklardan radyasyon sızmasını bakışlarınızla mı önleyeceksiniz? Dünyada atık sorununun çözümü yok ama raporda sanki ‘mesele’ değilmiş gibi anlatılmış, sayfa 92’de atıkların ‘bertaraf’ edileceği yazılmış. Dünyada bir ilk, “Erke Dönengeci 2”. 

Adeta bir nükleerkondu kurmaya benzeyen bu girişimin toplantısı da farklı olmadı. Gülnar Kaymakamı, “Bilgilenme hakkı önce burada yaşayanların hakkı” diyerek toplantıya sadece Büyükeceli’den gelenleri almak istedi, dert aslında sadece nükleere evet diyenleri içeri almaktı. Protestolar artınca bu istek gerçekleşmedi. Bilgilendirme toplantısına gelenler didik didik arandı tabi Ruslar hariç. Jandarma bölgesi olmasına rağmen çevik kuvvet beldeye getirildi. Avukatlar ve halk bastırmasa toplantı nükleere evet diyen 20-30 köylüyle yapılacaktı. Toplantı girişinde konuşma şansı yakaladığım Büyükeceli Belediye Başkanı Mehmet Kale, aslında beldedeki halkın yüzde 80’inin nükleere karşı olduğunu ama çoğunun korkudan ya da iş bulma umuduyla toplantıya gelmediğini söyledi.   

Nükleer Karşıtı Platform üyelerinin baskısıyla yapılamayan bu toplantı aslında bir formalite. Bu toplantının ve söz konusu ÇED sürecinin bir “formalite” olduğu, 21 Mart Çarşamba günü Resmi gazete’de yayımlanan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzalı genelgeden anlaşıldı. Daha ÇED süreci bile sonuçlanmamışken, söz konusu genelgede tüm kamu ve kuruluşlarına projenin ivedilikle sonlandırılması için emir verildi. Genelgede, “Projenin gecikmeye mahal vermeden zamanında tamamlanabilmesi için, kamu kurum ve kuruluşlarımızca her türlü iş ve işlemler ivedilikle sonuçlandırılacaktır” emri vardı.

Türkiye’nin nükleer santrale ihtiyacı olmadığını biliyorduk. ÇED süreci daha başlangıcında bize gösteriyor ki, hükümetin ve yapımı üstlenecek şirket Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.’nin, Türkiye’de güvenli bir nükleer santral inşa etme, inşaatı bağımsız denetime tabi tutma ve halkın fikrini almaya da niyeti yok. Zaten çok riskli olan nükleer enerji santralinin, bu şartlarda adeta patlamaya hazır bir bombaya benzediğini söylemek hiç de yanıltıcı olmaz. Kimse farkında değil ama perşembe günü canı pahasına bilgilendirme toplantısını yaptırmayan o 500 kişi adeta nükleer bombanın üzerine yatarak belki de tüm Türkiye’yi ipten aldı. Bir sonraki toplantıda 500 kişi 5 bin olmalı.

Atom santralinin ÇED'ine de hayır!

Yazı ve fotoğraflar: Özgür Gürbüz / 1 Nisan 2012

Büyükeceli'ye vardığımızda güneş daha yeni doğmaya başlamıştı. Uykusuz geçen yolculuktan sonra niyetim minübüste en azından bir saat olsun uyumaktı. Akkuyu mevkinde kurulmak istenen nükleer santral nedeniyle yapılacak halkı bilgilendirme toplantısına daha üç saat vardı. Nükleer karşıtlarının bazıları bir gün önceden Büyükeceli'ye gelmiş, gece boyunca yöre halkıyla sohbet etmişti. Daha rahat uyumak için minübüsün ilk sırasındaki koltuğa yerleştim. Gözlerim kapanmadan önce önümüzde park etmeye çalışan kamyonu gördüm. Antalya-Mersin karayolundan beldeye giren ana yolun girişindeki dar ve alçak kaldırıma yanaşmaya çalışıyordu. Kamyondan şalvarlı, başörtülü bir kadın indi. Orta yaşta ve oldukça çevikti. Yanaşmaya çalıştığı kaldırıma baktı. Birkaç deneme sonrası ilerideki kahvenin sahibi duruma el koydu. O da kadın şoförden çok başarılı değildi ama kamyonu kaldırıma iyice yanaştırdılar.

Kadın kamyon şoförü pek rastlanır şey değil, merak ettim; uyku da kaçıp gitti. O gün beldede pazar kuruluyormuş. Beldenin içinden geçen ana yol aynı zamanda pazar yeri. Kamyonu park eden kadın araçtan yine hızlıca indi. Eline aldığı çekiçle kasanın kapaklarını tutan zincirleri bir çırpıda özgürlüğüne kavuşturdu. Kamyonun içi patates çuvalları, kasa kasa meyve sebzeyle doluydu. Tek başına olduğunu farkeder farketmez indim, yardım ettim. Bazı kasalar o kadar ağırdı ki nasıl tek başına bu işi yaptığına hayret etmedim değil. Kamyondan malları indirirken bir yandan da sohbet ettik. “Protesto için mi geldiniz” dedi. “Evet” dedim. “Nükleer santral yapmak istiyorlar ya...” diye söze girdim ama çok da uzatmadım. Biliyordu zaten ne olup bittiğini. 40 yıldır orada yaşayan herkes bir lanet gibi beldenin üzerine çöken bu 'nükleer hikayeyi' çok iyi biliyordu. Aklı işinde, daha bildik bir dilde söylersek, geçim derdindeydi. Beldede nükleere evet diyen az sayıdaki halkın ana motivasyonu da buydu. Çoğu santralde iş bulma umudunda. Nükleer bir lanet çünkü bu tehlike bölgede oldukça orada halkın faydalanacağı, para kazanacağı uzun vadeli hiçbir işe girişilmiyor. Örneğin, enfes koylara sahip beldede turizm gelişemiyor. Nükleer santralin yanıbaşında denize girecek kadar 'akıllı' turist olmayacağı için yıllardır bölgeye yatırım yapan yok. Tarım da aynı kaderi paylaşıyor. Nükleer santral kurma planları Büyükeceli'nin hayatını kararttı. Bölgeye ilk gidişim 1995, o gün bugündür sorun aynı. Yine de halkın büyük çoğunluğu atoma hayır diyor. Belediye Başkanı Mehmet Kale'ye göre atomu istemeyenlerin oranı yüzde 80. Medya ise hep o halihazırda santralde çalışanları ya da iş bulma umudunda olanları gösteriyor. Ana akımın yüreği kara, bildik hikayey. Büyükeceli'nin kurtuluşu nükleer santral planlarının bir daha geri gelmeyecek şekilde iptal edilmesinde yatıyor. Aksi takdirde Büyükecelili için bir gelecekten söz etmek mümkün değil.

HER ŞEY YÖNETMELİKTE YAZMAZ
Saat 10'da başlayacak Halkı Bilgilendirme Toplantısı öncesi Büyükeceli Beldesi'ndeki düğün salonu önünde toplanılmaya başlandı. Jandarma barikat kurmuş, nükleer santral kurmak isteyen Akkuyu NGS adlı Rus Rosatom'un şirketi ise düğün salonu önüne dev ekran koydurtmuştu. İçeri giremeyenlere canlı yayın yapmaya hazırlanmışlar. Süreç pek de şirketin umduğu gibi gitmeyince canlı yayın falan kalmadı tabi. Yine de ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Önce toplantıya nükleer karşıtlarını almamaya çalıştılar. Jandarma komutanı ve emniyet yetkilileri, salona sadece 1. dereceden etkilenen köylülerin alınacağını söylediler. Kıyamet koptu tabi. Gülnar Kaymakamı, “Bilgi edinme hakkı burada yaşayanların hakkı” dedi. Nükleer karşıtları bu garip isteklere, “Köylü kentli ayrımı yapılamaz, bu yaptığınız yönetmeliklere aykırı” şeklinde yanıt verdi. Bir emniyet görevlisinin bu karşı çıkışa, “Her şey yönetmelikte yazmaz” yanıtını vediğini duydum. Çevreciler geri adım atmadı, ısrar ettiler ve uzunca bir mücadelenin sonunda salona girmeyi başardılar. Yarım saatlik itiş kakış ve bağırışmalar güvenlik görevlilerini yıldırdı. Zaten söyledikleri hukuki değildi. Nükleer santral kuracaksın ama bunun etkisini sadece 4 kilometre ötesinde yaşayanlara soracaksın. Olur mu öyle şey? Gören de gazoz fabrikası kurulduğunu sanır. Gerçi hazırlanan ÇED raporu da bu mantığın hakim olduğu bir rapor. Şirket ve hükümet, Kıbrıs'tan Karadeniz'e kadar herkesin fikrini almak zorunda. Nükleer santralde kaza olursa bundan tüm Türkiye ve çevresindeki ülkeler etkilenecek. Tek tek her ilde ve komşu ülkelerde halkı bilgilendirme toplantısı yapılması şart.

Toplantıya giriş hakkını zorla da olsa alan nükleer karşıtları bu defa da arama engeliyle karşılaştılar. Bozuk paralar toplatıldı, çakmaklar alındı. Kadınlar iç çamaşırlarına kadar arandı. Gazetecileri bile aradılar. İlginçtir, toplantı salnundaki VIP koltuklarında yerini çoktan almış olan Rus şirketin yetkilileri ve çevreci olmayan projelere ÇED raporu hazırlama konusunda ün yapmış Dokay'ın çalışanları bu arama işkencesinden geçirilmedi. Rusya'ya vize kalktı diye müjde veren Başbakan Erdoğan'ın, kendi vatandaşlarına Akkuyu'da nasıl 'vize' konduğunu ve Rus şirketin nasıl el üstünde tutulduğunu görmesini isterdim. Gerçi, biliyordur ya...

SALONU ZOR TERKETTİLER
Yetkili bir emniyetçiye, “Toplantı salonu kaç kişilik” diye sordum. 300 dedi. İşte o salon doldu, dışarıda da bir o kadar kişi kaldı. Toplantının başladığını söylemek çok zor ama oturum başkanı mikrofona, “ses, bir-iki” dahi demeden nükleer yandaşı Büyükecelilerden biri, “Toplantıyı engellemek isteyen kendini dışarıda bulur” diye bir tehdit savurdu. Nükleer karşıtlarının tepkisi sonuç verdi ve bu kişi toplantı salonundan çıkarıldı. Çevre Bakanlığı İl Müdür Vekili Ahmet Taş, ÇED Genel Müdürü Osman Öztürk, Mersin Vali Yardımcısı Ahmet Şahin, Akkuyu NGS ve Dokay yetkilileri söz alacaktı ancak alamadı. Nükleer karşıtları en az 1,5 saat boyunca sloganlar atarak toplantının yapılmasını engelledi. Toplantı sırasında bazı tartışmalar da yaşandı, bir kişi gözaltına alındı. Özel koruma ve sivil polislerin kurduğu barikatın arkasında, nükleer santralin ne kadar 'çevreci' olduğunu anlatmaya hazırlanan bir masa dolusu yetkili bir süre sonra pes etti. Toplantıda mikrofonu ve kürsüyü ele geçiren çevreciler, toplantının meşru olmadığını ilan ettiler. Nükleer Karşıtı Platform üyeleri Sabahat Aslan ve Erhan Karaçay (aynı zamanda EMO Yönetim Kurulu Üyesi) türünü tarif edemeyeceğim bir tiyatro oyununa benzeyen bu gösteriyi sonlandırdı. Daha sonra Osman Öztürk toplantının protestolar nedeniyle iptal edildiğini açıkladı. Rus uzmanlar bu kararın ardından hemen salonu terk etmeye başladı. Protestolar arttı, kapıda yığılma oldu. Şirket yetkilileri kendilerini dışarı zor attılar desem abartmış olmam. Yerlerinde olmak istemezdim.

TUTANAK SAVAŞI
Ardından tutanak için mücadele başladı. Tutanakta toplantının yapılamadığının yazılmasını isteyen nükleer karşıtları ısrarcıydı. Halkı bilgilendirme toplantısını yapanlar ise tabiri caizse biraz 'uyanık'. Tutanak tutmadan toplantıyı terkedip, çevrecilerden habersiz kendilerine göre bir tutanak hazırladılar ve toplantının yapıldığını yazdılar. Toplantının “t” si yapılamadı aslında. Bunun haberini alan nükleer karşıtları tutanağın peşine düştü. Salondan çıkmayı reddettiler. Israr sonucu sırra kadem basan meşhur tutanak ortaya çıktı. Toplantıya katılan halkın imzası bile olmayan tutanakta protestolar nedeniyle toplantının iptal edildiğinin yazıldığı görüldü. Yine de tutanağın gerisi doğruları anlatmadığı için işi sağlama almak isteyen hukukçular, Barolar Birliği'ne ayrı bir tutanak hazırlayarak gönderdiler. Büyükeceli'de adına 'toplantı' denilebilecek bir şey olmadı. Videolar, fotoğraflar ve ilgili haberler gerçeği gösteriyor. Devlet halkına her şeyden önce doğruları anlatmalı.

Son mücadele de Jandarma Karakolu önünde oldu. Gözaltına alınan iki kişi bırakılana kadar karakolun kapısı önünde bekleyen eylemciler, arkadaşlarının serbest bırakılmasından sonra konuşmalarla eylemi sonlandırdı. Akkuyu'da ilk golü nükleer karşıtları attı ama maç henüz bitmedi.

Mersin’e yapılmak istenen nükleer santral “dandik” olabilir mi?

Mersin'e nükleer santral yapmaya hazırlanan Rosatom'un alt şirketini Rusya'da federal savcılar bastı. Nükleer reaktörlerde kullanılan parçaların düşük kalitede imal edildiği ve yolsuzluk yapıldığı iddia ediliyor.

Özgür Gürbüz-BirGün/4 Mart 2012

Hatırlayın, bizim hükümet Mersin'e nükleer santral yapmak için ihale açtığında dünyanın belli başlı nükleer firmaları bu ihaleye girmemişti. Çünkü ortada yanıtlanması gereken onlarca soru vardı. Kaza olsa mali sorumluluk kimde olacak belli değildi? Binlerce yıl radyoaktif kalan atıklarla ne yapılacağı (nerede saklanacağı, bahsedilen çelik kapların içinde 250 bin yıl sızdırmadan kalıp kalınmayacağı) bilinmiyordu. Ortada nükleer santrallerinin kurulması ve işletilmesi ile enerji satışını tarif eden beş sayfalık bir kanundan başka bir şey yoktu. Evet, bizim nükleer maceramızın temelinde hâlâ bu beş sayfalık kanun var. Sadece beş sayfa! Aklı başında hiçbir firma o ihaleye katılmadı, zaten ihale de daha sonra yargıya takıldı. İhalede teklif veren tek şirket Rusya Federasyonu'ndan Atomstroyexport'tu (Rosatom'a bağlı bir şirket). Hükümet daha sonra baktı ki ihale zor iş, Ruslarla masaya oturup özel bir anlaşma imzaladı. 20 milyar dolarlık işi ihalesiz Rus şirketi Rosatom'un yurt dışındaki işlerini yürüten bir yan şirketine verdi. Rosatom bir devlet şirketi, aynı bize doğalgaz satan Gazprom gibi. Nükleer santral kurmak ciddi bir iştir, öyle yasası, kuralı, şartnamesi olmadan ciddi hiçbir firma böyle bir işe girmez. Ruslar cesaretli davrandı diyelim...

Yolsuzluk ve düşük standartta üretim
Türkiye'ye “en sağlam” nükleer santrali inşa edeceğini söyleyen Rosatom'un başı şimdi Rusya'da belada. Federal savcılar Rosatom'un sahip olduğu makine imalat tesisi Zio-Podolsk'u yolsuzluk ve nükleer reaktörler için düşük standartta üretim yapmakla suçladı. Podolsk'un satın alma müdürü Sergey Şutov hapse atıldı. Şutov düşük kalitede hammaddeyi ucuza kapatıp, aradaki farkı cebe indirmekle suçlanıyor. Soruşturmayı yapan da eski KGB'nin yerini alan Rusya Federal Güvenlik Teşkilatı (FSB). Buraya kadar iş Rusya'nın bir iç meselesi gibi duruyor ama öyle değil, bizi de yakından ilgilendiriyor.

Yurt dışındaki santrallere bu parçalar gitti mi?
Kaç nükleer reaktörün bu ucuz ve düşük kalitede hammadde kullanımıyla imal edildiği ve bu parçaların hangi nükleer santrallerde kullanıldığı belli değil. Norveç merkezli Bellona Vakfı'na göre, makinelerin yapımı için gereken süre ve operasyonun kapsamı nedeniyle hem Rusya hem Rusya dışında inşa edilen reaktörlerde bu malzemeler kullanılmış olabilir. Savcılar bu malzemelerin 2007'den sonra hatta öncesinde üretilip sevk edildiklerini söylüyor. Bu da Rusya, Hindistan, İran, Bulgaristan ve Çin'de yapılan reaktörlerin ne kadar güvenli olduğu sorusunu doğuruyor. Bellona, FSB müfettişlerinin bu reaktörlerin adlarını açıklamamalarından şikayetçi, soruşturmanın doğru yapılmadığını iddia ediyor. Bu iddianın nedenlerinden biri de soruşturmanın aslında Aralık ayında başlamasına rağmen medyaya geçen hafta yansıması. Zio-Podolsk Rusya'nın nükleer reaktörlerde kullanılan ve Rosatom tarafından kullanılan buhar jeneratörlerinin tek üreticisi. Bu da durumun ciddiyeti hakkında fikir veriyor olmalı.

Bizden böyle bir savcı çıkar mı?
Nükleer santral kurmanın ciddiyetini anlatmaya gerek yok. En ufak bir vidanın bile yanlış vidalanmaması gerek. Rusya yıllardır nükleer santral ihraç etmeye çalışıyor ama bu teknolojinin talipleri arasında Batılı tek bir ülkeye rastlamak mümkün değil. Çernobil unutulmadı, Podolsk'ta ve benzeri yerlerde yaşanan olaylar da Rus firmasına güveni azaltıyor. Batı'da güvenlik standartları ve yapım sırasındaki denetlemeler çok sıkı. Devletten bağımsız kuruluşlar yapımı denetliyor ve firmaların gözünün yaşına bakmıyor. Finlandiya'da Olkiluoto reaktörünün yapımında hatalar bulundu ve inşaat beş yıl gecikti. 3 milyar avroya biter denilen reaktör 6 milyara biterse Finliler dua edecek. Denetlemeyi yapanlar, “aman ülke 3 milyar avro ziyan etmesin” deyip hatalara göz yummadılar. Buralardan böyle bir savcı, bilim insanı çıkar mı? Hiç sanmıyorum.

Bizde ise bu denetlemeleri yapacak ne bir ekip, ne de bağımsız bir kuruluş var. Her şey Rus şirketin elinde. Türkiye'de yaşayan milyonlarca insanın hayatını emanet ettiğiniz şirketin bir alt firmasının yolsuzluk skandallarıyla karşı karşıya kalması, ürettiği parçaların kalitesinin sorgulanması sizleri rahatsız etmiyor mu? Nükleeri savunmayı hayatlarının bir numaralı meselesi haline getirenlere soruyorum. Kendi çocuklarınızın hayatlarını bile umursamıyor musunuz? Böylesine ciddi iddialara maruz kalan bir firmayla çalışmak sizce ne kadar doğru? Başbakan Erdoğan, Enerji Bakanı Taner Yıldız ve iktidar partisinin diğer milletvekilleri bu ülkede yaşayanları biraz olsun düşünüyorsa derhal Rusya ile yapılan anlaşmayı feshetmeliler. Lamı cimi yok!

***
Greenpeace'ten çarpıcı rapor
Greenpeace, “Fukuşima'dan alınan dersler” adında, nükleer konusunda önde gelen uzmanlarla birlikte bir rapor hazırladı. Rapor üç önemli noktaya dikkat çekiyor, ilgililerin dikkatine:

  • Japon yetkililer ve Fukuşima nükleer santralini işletenler, ciddi bir kazanın riskleri konusunda yaptıkları varsayımlar konusunda tamamen yanıldılar. Gerçek riskler biliniyordu ancak görmezden gelindi ve üzerinde durulmadı.
  • Büyük felaketlerle başa çıkma konusunda en hazırlıklı ülkelerden biri olarak bilinen Japonya’nın bile, büyük bir nükleer felaket karşısında yetersiz kaldığı ortaya çıktı. Acil durum ve tahliye planları insanları radyasyondan korumaya yetmedi.
  • Radyoaktif kirlenmeden uzaklaşmak için gerçekleştirilen tahliye çalışmaları yüz binlerce insanın hayatını değiştirdi. Bu insanlar, yeterli finansal destek olmadığı için yaşamlarını yeniden kuramıyor. Japonya, nükleer kazanın tüm maliyetlerinden işletici firmayı sorumlu tutan üç ülkeden biri ancak Japonya’da yükümlülük yasası ve tazmin programı gerektiği gibi işlemiyor. Kazanın üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen, kazadan etkilenen insanlar kaderine terk edilmiş durumda ve zararlarının çoğu da Japon halkının vergileriyle ödenecek.