Obama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Obama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Doğanın milliyetçilik ve popülizmle sınavı

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Nisan 2017

Sincabın, ayının veya karıncanın kimlik kartı yok. Göçmen kuşlar pasaportsuz ve vizesiz bir ülkeden bir diğerine uçar. Hava dünyanın havasıdır, kim kirletirse kirletsin bedelini dünyadaki herkes öder. Su ve denizler de öyle. Doğanın sahibi olamaz, milliyeti veya ülkesi de... “Kedim var” deriz ama aslında kedi dostumuzla birlikte yaşıyoruz demeliyiz. Bir canlı bir başka canlıyı sahiplenemez. Bu devirde köleliği savunmuyorsanız. O yüzden de, kim çevre sorunlarına sadece yerel çözümler öneriyor ya da küresel sorunları görmezden geliyorsa bilin ki meseleyi pek anlamamış.

Doğanın milliyeti olmaz dedik ama kolaysa gel de bunu ABD Başkanı Donald Trump’a anlat. Trump’ın geçen hafta imzaladığı ‘Enerji Bağımsızlığı Kararnamesi’ adeta aksini iddia ediyor. Trump’ın söylemiyle, bu kararname Obama’nın kömüre karşı açtığı savaşı sonlandırıyor. Kömürle barışmanın ABD’ye iş getireceğini ve ithal petrole bağımlılığını azaltacağını söyleyen Trump, seçim öncesi kullandığı popülist sloganları (Amerikalılara iş ve milli enerji gibi) hayata geçireceğini de bu hamleyle gösteriyor. Kararname iklim değişikliğini umursamamanın Amerikalıları iklim değişikliğinden nasıl koruyacağını söylemiyor elbette... Dert, zora düşmüş petrol ve kömür şirketlerine biraz daha zaman ve para kazandırmak. Trump iş dünyasındaki eski dostlarına göz kırpıyor olmalı.

Trump’ın ekranlarda kararnameyi imzalarken takındığı tavır zafer kazanmış bir lideri andırıyordu ancak milliyetçi ve popülist bir söylemle seçmenine gönderdiği mesaj gerçeği göstermekten çok uzak. Rakamlar çok net. ABD Enerji Bilgi İdaresi’nin (EIA) 5 Ocak 2017 tarihli projeksiyonlarına bakarsanız Trump’ın ülkesinin referans senaryoya göre 2026’dan itibaren enerji ihracatçısı olduğunu görürsünüz. Alternatif senaryolarda da durum pek değişmiyor, işin ilginci ABD’nin enerji bağımsızlığı kömürden çok gaz ve petrol fiyatlarına bağlı.

ABD’de kararname imzalamakla kömür geri gelir mi; orası da belli değil. Obama’nın Paris Anlaşması ile birlikte ABD’de iklim politikalarını bir adım öne çıkardığı doğru ancak kömürün gerilemesinin ardındaki tek neden bu değildi. Elektrik üreten rüzgar ve güneş gibi kaynaklar ucuzladı, ucuzlamaya devam ediyor. Kömürün iklim değişikliğinin yanı sıra hava kirliliğine de yol açması kömüre karşı duranların sayısını artırıyor. Kaya gazı gibi bir başka fosil yakıtın çevreye verdiği zararlara rağmen bir seçenek haline gelmesi de kömürün işini zorlaştırdı. Trump, gerçekten de kömürü yeniden öne çıkarmak istiyorsa aynı Türkiye’de olduğu gibi teşvik vermek zorunda bile kalabilir. Bu da ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmaz’ ama birkaç şirketi mutlu edebilir. Türkiye’deki yerli kömür filmine ne kadar benziyor, öyle değil mi? Popülizmin büyüsüne kapılmışlar bunu göremiyor.

Buradan sesimizi ABD’ye ulaştırmak zor ancak yine de Çin üzerinden konuşarak, şu gerçekleri Trump’a hatırlatalım. Belki bu bahaneyle Trump’ı kendine örnek almak isteyen, ‘milli enerji’ sloganlarıyla Türkiye’nin geleceğini çalmak isteyenlere de sesimizi duyururuz. Çin’in enerji seçenekleri ABD’ye göre daha kısıtlı. Doğalgaz kaynakları kendisine yetmiyor, dünyanın en büyük petrol ithalatçısı. Dünyanın kömür rezervlerininse yüzde 13’ü Çin’in elinde; dünya üçüncüsü. Elindeki en büyük fosilkaynak kömür. Buna rağmen Çin, üç yıldır kömür tüketimini azaltıyor. 2016’da bir yıl öncesine göre kömür tüketimi yüzde 4,7 oranında azaldı. Çin kömürden hemen vazgeçemeyecek ama uğraşıyor. Nedeni sadece iklim değişikliği ve hava kirliliği gibi çevre sorunları değil. Güneş ve rüzgar gibi enerji kaynakları Çin’e istihdam ve teknoloji transferi fırsatları getirdi. Rüzgar türbini ve güneş paneli üretiminde Çinli firmaları görmek mümkün. Ülkenin enerji ihtiyacının karşılanmasında da hatırı sayılır bir katkıları var. Çin’in nükleer gücünün ürettiği elektrikten daha fazlası rüzgar ve güneşten üretiliyor. Bunları göremeyenler büyük hata yapar. Halkını, doğasını koruyup, ekonomiye gerçek bir katkı sağlamıyorsa enerji kaynağının adı milli olsa ne yazar? İnsanları hasta eden kömür milli enerji olamaz. Olsa olsa milli katil olabilir.

Dear Obama*

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Ekim 2014

Görüşmeyeli uzun zaman oldu. Umarım keyfin yerindedir. Bizim buralar bildiğin gibi. Bildiğin gibi diyorum çünkü buradakileri sık sık aradığını basından okuyup öğreniyoruz. Olan bitenden haberin vardır. Telefon açıp, düşüncelerini paylaşıyor, tavsiyelerde bulunuyormuşsun. Gördüğümüz, duyduğumuz kadarıyla işe de yarıyor bu aramaların. Bazen keskin dönüşlere neden olsa da, bizde bir dediğini iki etmiyorlar izlenimi oluştu. Sana yazma nedenim de bu. Rica etsem birkaç konuda bizimkilere bazı hatırlatmalarda bulunur musun? Biz de söylüyoruz ama biliyorsun, buralıyız, halkız, birçoğumuz da çapulcu. Bizleri pek sevmiyorlar anlayacağın. Paramız, pulumuz da yok ki sevdirelim, derneğe, cemaate bağış yapalım. Bir tek aklımız var ama onu da istemiyorlar. Halbuki ücretsiz verecektik. Uzun süre taşıyınca bu ülkede akıl da başa bela, o yüzden kiralamayı bile önerdik ama nafile…

Sözü uzatmayayım. Önce ivedilikle halledilmesi gereken bir mesele var. Üsküdar’daki Validebağ Korusu’nda ağaçlar kesiliyor, toprak betona hapsediliyor. Bu seferki bahane de cami. “Mahalleli yeterince camimiz var, bize yeşil alan lazım” dese de dinletemiyor. Cami isteyen kim o da belli değil. Daha iki gün önce oradaydım. Zabıtaların avukat ve eylemcileri dövdüğü yere gittim. Yol boyunca karşıma adım başı cami çıktı. Üsküdar zaten camileriyle meşhur. Bir de sel basan, denize kavuşan meydanı var ama orasını şimdi karıştırmayalım. Belediye başkanı o meseleleri konuşmak istemiyor. Şimdi senden ricam şu: Bizimkine söylesen de şu inattan vazgeçse. Seni dinlerler. Yalnız durum biraz acil. Telefonla olacak iş değil. Bir zahmet SMS atıver ya da ‘WhatsApp’tan yazıver. Olmadı çoluk çocuk sokağa ineceğiz. Borsa düşecek, sizinkilerin de yüklü yatırımları var. Şimdi onları da üzmeyelim.

Elime klavyeyi aldım ya, aklıma bir başka konu daha geldi. Şu koridor meselesi labirent oldu burada. Açıldı mı, açılacak mı belli değil. Açılsa kim geçecek, kaç kişi geçecek o da belli değil. Laf aramızda, koridor açılsa özelleştirilmesinden, milletle derdi olan bir müteahhide verilmesinden bile korkuyorum. Çok yazmayacaksa onun için bir telefon daha açsan diyorum, hani bizim çözemeyeceğimizden değil ama pratik olduğundan. Bunca yıllık dostluğumuza ver, bir de tavsiyem olacak. Silah yardımı konusunda paraşüt iyi fikir ama bizimkiler Kobani’dekiler terörist mi değil mi henüz karar veremediği için sorun oluyor. Salı, çarşamba, perşembe ve cumaları PYD’ye terörist diyorlar. Kalan günlerde müzakereler sürdüğü için ortalık sakin. Paraşütleri mümkünse o günlerde atın. Aslında öyle açıktan silah gönderdim demeseniz daha iyi olacak. Örneğin, insani yardım gönderdim deyin. Biz duygusal milletiz, içimiz acıdı mı gönlümüz de bollaşır. Hatta iyisi mi, ne göndereceksiniz sandıklarla değil, TIR’la gönderin. Bir Amerikan filminde görmüştüm, paraşütle kamyon falan atıyordunuz. Yine öyle yapın, kimse ne arar, ne sorar. Zaten TIR’ın içine girsen, görsen yazamazsın; medyaya yasak var. En iyisi bu. Bir de telefondan sonra basın açıklaması yaparsan, “Beyefendinin bize söylediği gibi” diye bitirmeyi unutma lütfen. Buralarda öylesi daha makbul.

Seni çok yordum ama bir ricam daha olacak. Bir de bizim mahallelinin talebi var. Acelesi yok diyorlar, beklemeye alışmışlar. O yüzden mektup bile yazabilirsin. Mahalleli demokrasi istiyor. Elçiye zeval olmaz. Ben de biliyorum çok şey istediklerini ama “Obama’yı kırmazlar, o derse olur” diye tutturdu buradaki çocuklar. Yalnız, “olmayacaksa bilelim, biz başımızın çaresine bakarız” da diyorlar. Kararlı gözüktüler, sen istemesen de memlekete demokrasi getirecekler sanki. Ben de söyledim, “Latin Amerika mı burası” dedim ama dinletemedim.

Az daha unutuyordum, atama bekleyen öğretmenler için de Milli Eğitim’e bir eposta atar mısın? Bilgi bölümüne Ahmet Bey’i eklemeyi de unutma lütfen. Michelle’e çok selam. Ülkecek çok seviyoruz kendisini.

*Sevgili Obama

Obama da anlamamış

Özgür Gürbüz-BirGün/30 Haziran 2013

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, küresel iklim değişikliği konusunda programını geçen hafta açıkladı. İklim değişikliği konusu Obama’nın ilk seçim kampanyasında önemli bir yere sahipti. Bush’un Kyoto’yu askıya almasıyla ABD’nin küresel iklim politikalarına vurduğu darbeyi hafifletir umuduyla çevreciler tüm dünyada Obama’ya destek mesajları veriyordu. Obama seçildi ama iklim değişikliği konusunda ilk dört yıl dişe dokunur bir icraatı olmadı. Obama’nın ikinci döneminde ise tersi oldu. Seçim kampanyasında iklim meselesi ön planda değildi ama Obama iklim konusunu biraz da beklenmedik bir anda gündeme getirerek ABD’yi adeta yeniden sahneye çıkardı. ABD’nin bunca yıl aradan sonra küresel iklim değişikliğini konuşması önemli ama hedefler tatmin edici mi diye sorarsanız yanıtım net bir “hayır” olur.

ABD’NİN HEDEFİ GÖSTERMELİK
Obama’nın konuşmasının rakamsal özeti, 2009’da Kopenhag’da yapılan iklim zirvesinde verdiği taahhütten farklı değil. Obama, ABD’nin seragazı emisyonlarını 2020’de 2005 yılına göre yüzde 17 azaltmaktan bahsediyor. ABD, sanayileşme hamlesine 2005’de başlamış, seragazı emisyonlarını bu tarihten itibaren hızla arttırmış olsa bu hedef ciddiye alınabilirdi. Halbuki durum öyle değil ve iklim değişikliği müzakerelerinin en önemli ilkesi, “tarihsel sorumlulukla” bu hedef çelişiyor. Kyoto Protokolü’ndeki indirim hedefleri, sanayileşmenin hız kazandığı yılları kapsaması için 1990 yılı temel alınarak belirleniyor. ABD’nin 2005 yılını başlangıç noktası seçmesi neredeyse 15 yılı yükümlülük dışına çıkarıyor. Şimdiki politikalarla bile yakalanacak bir hedefi, büyük bir hedef gibi pazarlamaya çalışıyor. 2005’de ABD emisyonları zirve yaptı, o günden bugüne de zaten yüzde 8,6 oranında azaldı.

Uzmanlara göre Obama’nın açıkladığı yeni hedef ABD’nin 1990 yılından bu yana atmosfere bıraktığı emisyon miktarında sadece yüzde 4’lük bir indirime yol açacak. Halbuki, ABD’den beklenen yüzde 30 civarında bir indirim hedefiydi. Eğer ABD 2015’te imzalanması beklenen yeni iklim anlaşmasına bu hedeflerle gelirse, Çin, Rusya, Japonya ve AB’den de gerçekten işe yarayacak, küresel iklim değişikliğini yavaşlatacak yüksek oranları duymak zorlaşır. Sembolik bir mücadelenin iklim felaketlerini durduracağı günleri çoktan geride bıraktık.

KÖMÜRÜN YERİNE KAYA GAZI
Obama’nın “harekete geçmeliyiz” sloganıyla açıkladığı bu hareketin zayıflığı bir yana motivasyon kaynağı da beni düşündürüyor. Obama’nın kömür santrallerini hedef göstermesinden şikayetçi değilim; adres doğru. Ancak, bu hamlenin ardında ülkedeki kaya gazı ve kaya petrolü rezerv rakamları olabilir mi diye sormadan da edemiyorum. 10 Haziran 2013 tarihli Amerika Enerji Bilgi İdaresi (EIA) raporu, yapılan yeni araştırmalar sonucu dünyadaki kaya gazı rezervlerinin 2011 yılı hesaplarına göre yüzde 10 daha fazla olduğunu gösteriyor. ABD dünyada en çok kaya petrolüne sahip ikinci, en çok kaya gazına sahip dördüncü ülke. Kaya gazı ve petrolünün kısa zamanda ve ucuza piyasaya sürülmesi tüm dengeleri altüst ediyor. 2012 yılında ABD’nin doğalgaz üretiminin yüzde 40’ı kaya gazından, petrol üretiminin yüzde 29’u kaya petrolünden sağlandı. Doğalgazın kömüre göre daha az sera etkisi yarattığı doğru ancak ABD’nin düşük bir hedef belirleyerek yapmak istediği kömürden gaza geçmekse bu iklim felaketlerini önlemeye yetmez. Üstüne üstelik, ABD kaya gazı nedeniyle yakmadığı kömürü ihraç etmeye başladı. Avrupa, İngiltere ve Asya’ya satılan kömürün orada yakılmasıyla ABD’nin sembolik indirimi gezegen için bir anlam ifade etmeyecek.

SONUÇLARINA KATLANIRIZ
Aslında, “küresel iklim değişikliği” bizi bekleyen felaketi anlatmakta yetersiz kalıyor. Adına “küresel iklim felaketleri” desek çok daha iyi olacak. Atmosferdeki karbondioksit miktarı güvenli üst sınır denilen 350 ppm’i geçti, 400’ün üzerine çıktı. Dünyanın ortalama sıcaklığındaki artışı 2 derecenin altında tutma diye bir hedef vardı, artık 4 derece senaryoları konuşuluyor ki, bunlara sadece ve sadece felaket senaryoları. Bugünkü bilim, bırakın 4 dereceyi, 2 derecenin üzerindeki bir artışın sonuçlarını tahmin etmekte yetersiz kalıyor. Seller, fırtına ve kasırgalar, sıcak hava dalgaları ile kuraklıklar bizi bekliyor. Görünen o ki, nasıl bizi yönetenler Türkiye’de başlayan ayaklanmaları anlamadıysa, Obama da iklim değişikliği sorununu anlamamış. Türkiye ve Brezilya’dan başlayan mevcut kapitalist modele ve onun kentlerdeki uygulamalarına karşı çıkan hareketin, iklim değişikliğinin önlenememesiyle yoksul ülkelere yayılması an meselesi. İklim göçleri, savaşlar, küresel kıtlık bizleri bekliyor. Anlamazsak, ya da daha açık konuşmak gerekirse, dev şirketlere söz geçirecek cesarete sahip liderleri iş başına geçiremezsek sonuçlarına da hep birlikte katlanırız. Evet, harekete geçmeliyiz ama hedef mevcut kapitalist sistemi değiştirmek olmalı.