Milliyetçilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Milliyetçilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yurdunu sevmeyen milliyetçiler

Özgür Gürbüz-BirGün / 9 Haziran 2023

Seçim sonuçları bize Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiğine dair işaretler verdi. Sözlüklerde milliyetçilik ya da ulusçuluk, basitçe, ulusunun çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı diye tanımlanır. Kayıtsız şartsız bu fikre teslimiyetin bizleri Hitler Almanyası’na götürebileceğini o tanımda göremeyiz. Seçim döneminde milliyetçilik unvanını taşıyan siyasi partilerin söylemlerinde gördüğümüz de daha çok ırkçılığa varan sloganlar ve nefret söylemiydi. Kürtler, sığınmacılar, LGBT bireyler birer nefret öğesi haline getirildi.

Milliyetçilikle memleket sevgisi veya yurtseverlik birbirine benzemez. Yurtseverlik yurdunu tutkuyla sevme işidir ama gerçekçi ve adaletli olmak zorundadır. Ülke dediğin futbol takımı değil ki “en büyük” dediğinde en büyük olsun! Yaşadığı mahalleyi, kenti ve ülkeyi sevmekle, başka ülkelerle kıyaslamak, üstünlük kurmak veya diğerlerini fethetmeyi düşünmek arasında ince ama aşılmaması gereken bir çizgi var.

İnsanlığın zihinsel evriminin bir sonraki durağı ise evrenselliktir. Evrensellik savaş ve ırkçılık karşıtıdır. ABD’nin Vietnam işgalinde, ülkesini protesto eden çiçek çocuklardan yana olmamız bu zihinsel evrimin bir sonucudur.

Çevre hareketi evrensellikten beslenir çünkü doğanın sınırları veya pasaportu yok. Bugün Kanada’da yanan ormanlar New York’u duman altında bırakır, kutuplardaki buzullar eridikçe tüm dünyada deniz seviyesi yükselir. Çevre koruma hareketleri bu yüzden milliyetsizdir ama pratik nedenlerden dolayı yaşadığımız yerlerle bağlı ve sınırlıdır. Çünkü işe evimizden başlarız, herkes evinin önünü süpürürse dünyayı kurtaracağını bilir.

Çevre koruma bu üç farklı siyasi kavramı zaman zaman buluşturmuştur. İzninizle bir anımı paylaşayım. Yıl 1995, Mersin’den Akkuyu’ya geri geri yürüyorum, yolun ortalarında çekine çekine yanıma gelen birkaç genç, 18 günlük yürüyüşümü bitirmeyi amaçladığım nükleer karşıtı şenliğe biz de katılabilir miyiz diye bana sormuştu. “Nükleere hayır diyorsanız, elbette” dedim. Ülkü Ocakları temsilcileriydiler. O yıl eyleme kalabalık bir grup halinde geldiler. Birçok farklı grupla birlikte Akkuyu’yu kurtarmak için birlikte yürüdüler. Kimi dünyayı kimi yaşadığı köyü korumaya çalışıyordu. Kutuplaşma bu gibi etkileşimleri de azalttı, dolayısıyla zihinsel evrim sürecini de sekteye uğrattı.

İnsanların sağlığını tehdit eden, Türkiye'nin havasını kirleten termik santrallara karşı, iktidarı destekleyen ve kendini milliyetçi diye tanımlayanlardan ciddi bir itiraz duymadık. Memleketin kıyılarının geri döndürülemeyecek şekilde tahrip edilmesine de gerek MHP gerekse AKP içindeki milliyetçiler sessiz kaldı. Orman yangınlarından sonra en çok duyduğumuz, “PKK yaktı” iddiası bile ağaçları sahiplenmekten çok yangınlar üzerinden bildik nefret söylemini tekrar eden bir eylem çağrısıydı aslında.

Türkiye’de nefret etmenin, sevmenin ve sahiplenmenin ötesine geçmesi bu döneme mahsus bir durum değil ne yazık ki. Bergama altın madeni meselesinde ülkenin en değerli tarım arazileri tehlikeli bir madencilik faaliyetine açılırken, bu ülkedeki birçok milliyetçi ve “yurtsever”, köylüleri Alman ajanı yapan hikâyeyi, toprağını siyanüre bulaştırmamak isteyen köylülerin hikayesinden daha çekici bulmuştu. Hatırlayın.

MHP’nin Akkuyu'nun Rus devlet şirketlerine verilmesi, yabancı maden şirketlerinin memlekette toprakları kirletme pahasına madencilik faaliyetlerinde bulunmasına dair itirazları iktidar ortağı olana kadardı. Milliyetçilerin "ülkenin topraklarına sahip çıkması için" nükleer santralı Suriyeli göçmenlerin işletmesi, Erzincan’da siyanürü toprağa Kanadalı şirketin değil de Kürtlerin sızdırması gerekiyor herhalde.

Sahip çıkma ve koruma, bilmekle başlar. Siz denize girdiğiniz sahili korur kirletmezseniz, tatile gelen yabancılar da kirletemez. Kentinizin yanındaki doğal alanları tanırsanız, korumaya da başlarsınız. Ne gariptir ki milliyetçi oyların en yüksek olduğu Karadeniz, madenlerden HES’lere, Karadeniz Sahil Yolu’ndan Yeşil Yol’a kadar onlarca doğa katliamına sahne oldu. Bu kayıplara sessiz kalanlara şimdi biz milliyetçi veya yurtsever diyebilir miyiz? Yurt sevgisi bayrak ve marşlara hapsedilince ülkenin doğasının geldiği bugünkü duruma da şaşırmamak gerek.

Doğanın milliyetçilik ve popülizmle sınavı

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Nisan 2017

Sincabın, ayının veya karıncanın kimlik kartı yok. Göçmen kuşlar pasaportsuz ve vizesiz bir ülkeden bir diğerine uçar. Hava dünyanın havasıdır, kim kirletirse kirletsin bedelini dünyadaki herkes öder. Su ve denizler de öyle. Doğanın sahibi olamaz, milliyeti veya ülkesi de... “Kedim var” deriz ama aslında kedi dostumuzla birlikte yaşıyoruz demeliyiz. Bir canlı bir başka canlıyı sahiplenemez. Bu devirde köleliği savunmuyorsanız. O yüzden de, kim çevre sorunlarına sadece yerel çözümler öneriyor ya da küresel sorunları görmezden geliyorsa bilin ki meseleyi pek anlamamış.

Doğanın milliyeti olmaz dedik ama kolaysa gel de bunu ABD Başkanı Donald Trump’a anlat. Trump’ın geçen hafta imzaladığı ‘Enerji Bağımsızlığı Kararnamesi’ adeta aksini iddia ediyor. Trump’ın söylemiyle, bu kararname Obama’nın kömüre karşı açtığı savaşı sonlandırıyor. Kömürle barışmanın ABD’ye iş getireceğini ve ithal petrole bağımlılığını azaltacağını söyleyen Trump, seçim öncesi kullandığı popülist sloganları (Amerikalılara iş ve milli enerji gibi) hayata geçireceğini de bu hamleyle gösteriyor. Kararname iklim değişikliğini umursamamanın Amerikalıları iklim değişikliğinden nasıl koruyacağını söylemiyor elbette... Dert, zora düşmüş petrol ve kömür şirketlerine biraz daha zaman ve para kazandırmak. Trump iş dünyasındaki eski dostlarına göz kırpıyor olmalı.

Trump’ın ekranlarda kararnameyi imzalarken takındığı tavır zafer kazanmış bir lideri andırıyordu ancak milliyetçi ve popülist bir söylemle seçmenine gönderdiği mesaj gerçeği göstermekten çok uzak. Rakamlar çok net. ABD Enerji Bilgi İdaresi’nin (EIA) 5 Ocak 2017 tarihli projeksiyonlarına bakarsanız Trump’ın ülkesinin referans senaryoya göre 2026’dan itibaren enerji ihracatçısı olduğunu görürsünüz. Alternatif senaryolarda da durum pek değişmiyor, işin ilginci ABD’nin enerji bağımsızlığı kömürden çok gaz ve petrol fiyatlarına bağlı.

ABD’de kararname imzalamakla kömür geri gelir mi; orası da belli değil. Obama’nın Paris Anlaşması ile birlikte ABD’de iklim politikalarını bir adım öne çıkardığı doğru ancak kömürün gerilemesinin ardındaki tek neden bu değildi. Elektrik üreten rüzgar ve güneş gibi kaynaklar ucuzladı, ucuzlamaya devam ediyor. Kömürün iklim değişikliğinin yanı sıra hava kirliliğine de yol açması kömüre karşı duranların sayısını artırıyor. Kaya gazı gibi bir başka fosil yakıtın çevreye verdiği zararlara rağmen bir seçenek haline gelmesi de kömürün işini zorlaştırdı. Trump, gerçekten de kömürü yeniden öne çıkarmak istiyorsa aynı Türkiye’de olduğu gibi teşvik vermek zorunda bile kalabilir. Bu da ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmaz’ ama birkaç şirketi mutlu edebilir. Türkiye’deki yerli kömür filmine ne kadar benziyor, öyle değil mi? Popülizmin büyüsüne kapılmışlar bunu göremiyor.

Buradan sesimizi ABD’ye ulaştırmak zor ancak yine de Çin üzerinden konuşarak, şu gerçekleri Trump’a hatırlatalım. Belki bu bahaneyle Trump’ı kendine örnek almak isteyen, ‘milli enerji’ sloganlarıyla Türkiye’nin geleceğini çalmak isteyenlere de sesimizi duyururuz. Çin’in enerji seçenekleri ABD’ye göre daha kısıtlı. Doğalgaz kaynakları kendisine yetmiyor, dünyanın en büyük petrol ithalatçısı. Dünyanın kömür rezervlerininse yüzde 13’ü Çin’in elinde; dünya üçüncüsü. Elindeki en büyük fosilkaynak kömür. Buna rağmen Çin, üç yıldır kömür tüketimini azaltıyor. 2016’da bir yıl öncesine göre kömür tüketimi yüzde 4,7 oranında azaldı. Çin kömürden hemen vazgeçemeyecek ama uğraşıyor. Nedeni sadece iklim değişikliği ve hava kirliliği gibi çevre sorunları değil. Güneş ve rüzgar gibi enerji kaynakları Çin’e istihdam ve teknoloji transferi fırsatları getirdi. Rüzgar türbini ve güneş paneli üretiminde Çinli firmaları görmek mümkün. Ülkenin enerji ihtiyacının karşılanmasında da hatırı sayılır bir katkıları var. Çin’in nükleer gücünün ürettiği elektrikten daha fazlası rüzgar ve güneşten üretiliyor. Bunları göremeyenler büyük hata yapar. Halkını, doğasını koruyup, ekonomiye gerçek bir katkı sağlamıyorsa enerji kaynağının adı milli olsa ne yazar? İnsanları hasta eden kömür milli enerji olamaz. Olsa olsa milli katil olabilir.