Karbon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karbon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kaç derecelik bir dünya istersiniz

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Ekim 2018

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) dün merakla beklenen, “1,5 Küresel Isınma Özel Raporu”nu açıkladı. Dünyanın ortalama yüzey sıcaklığındaki artışın, sanayileşmeden önceki döneme göre 1 dereceyi bulduğuna dikkat çeken rapor, sıcaklık artışının kritik eşik kabul edilen 1,5 derecenin altında tutulması için az da olsa hâlâ umut var diyor. Umut var ama eylem yok çünkü mevcut ekonomik ve enerji politikaları sürdürülürse 3 derecelerin üstü bile görülebilir. Aradaki fark 1,5 derece ama kaybedeceklerimizi anlatacak kelimeleri bulmak zor.

Kaç derecelik bir dünyada yaşamak istediğimiz aslında bize bağlı. Petrol, kömür ve doğalgaz yakarak, çok tüketen bir dünyada ısrar edersek daha fazla ısınacağımız kesin. Hesap ortada. Sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutmak için (%67 olasılıkla) atmosfere bırakabileceğimiz seragazı (karbondioksit eşdeğeri-CO2e) miktarı 570 gigaton civarında. Mevcut durumda yılda 52 gigaton seragazını atmosfere bıraktığımız düşünülürse, bütçemizi 12 yıl gibi bir sürede tüketeceğimiz görülebilir. Ondan sonrası tufan… Yapmamız gereken 2030’a geldiğimizde atmosfere bıraktığımız yıllık seragazı miktarını 25-30 gigatona, 2050’de ise sıfıra düşürmek. O yüzden de tüm ülkelere, şirketlere ve haliyle hayat tarzını değiştirmek zorunda olan herkese görev düşüyor. Bunun gönüllülükle olamayacağı açık, karbonsuz bir hayat için katı kurallar konması gerek. Hükümetleri eyleme geçmeye zorlamalıyız.

Olur da sıcaklık artışını 1,5 derecede durduramazsak başımıza ne gelecek, onu da söz konusu rapor söylüyor. İklim değişikliğinin halihazırda etkilerini gösterdiğine dikkat çeken IPCC bilim insanları, yarım derecelik farkın bile ortaya çıkacak hasar ve can kaybını önlemede büyük fark yaratacağına dikkat çekiyor. Örneğin, 1,5 derecenin altında kalırsak, insan nüfusunun sadece yüzde 14’ü her beş yılda bir sıcak hava dalgalarından etkilenecek. 2 dereceye çıkarsak bu oran yüzde 37’e çıkıyor. 2003 yılında Avrupa’da binlerce insanın aşırı sıcaklar yüzünden öldüğünü düşünürsek, on binlerce insanın hayatının risk altında olduğunu görebiliriz. 

1,5 derecelik ısınmada 1,5 milyon ton daha az balık avlanacakken 2 derecede sorun ikiye katlanıyor ve 3 milyon tona çıkıyor. Yarım derecelik artış iki kat daha büyük sorun yaratıyor. Dünyadaki bitkilerin yüzde 8’i yaşam alanlarının yarısını 1,5 derecelik artışta kaybediyor. Bu oran 2 derecede yüzde 16’ya çıkıyor. Su sıkıntısı yaşayacak insan sayısı da aynı şekilde, yarım derecelik artışla ikiye katlanıyor.

İşin hesap kitap bölümü böyle. Politikası ise farklı çalışıyor. İki ay sonra Polonya’da gerçekleşecek BM’in iklim zirvesinde (COP24) taraflar yine masaya oturacak ve önlerinde bilimin onlara sunduğu bu veriler olacak. Buna rağmen masadan dünyadaki tüm canlıların lehine bir anlaşma umuduyla mı kalkacaklar yoksa birkaç şirketi ve devletin istediğini mi yapacaklar göreceğiz. İklim değişikliği sorunu bilimsel raporlarla hiç olmadığı kadar net bir şekilde önümüze konmuş durumda. Sorunu ve yaratacağı yıkımı biliyoruz. İnsanın hırsının önüne geçebilecek miyiz, onu ise bilmiyoruz.

Karbon savaşlarında son perde

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Aralık 2015

Bugün tüm dünyada vizyona giren film şöyle başlıyor: “Galaksinin bir diğer ucunda, bizim ‘istikrarlı’ ülkemizden çok uzakta karbon savaşları başlamıştı. Dünya adlı gezegenin Paris kentinde toplanan ülkeler, gezegeni yok eden iklim değişikliğine çare bulmak için iki hafta boyunca yüzlerce toplantı yapmıştı. Petrol, kömür ve gazdan gücünü alan fosil yakıt imparatoru, daha önceki 20 toplantıda olduğu gibi bu toplantıyı da sabote etmeyi başardı. 35 yıl içinde dünyadaki tüm canlı türlerinin dörtte birinin soyunun tükenmesine neden olacak iklim değişikliğini durdurma konusunda taraflar ciddi bir çaba harcamadı. Güneş kılıçlarıyla Paris’teki iklim konferansına katılan çevreci kahramanların çabası da şu ana kadar boşa çıktı. İmparator, kılıktan kılığa girerek görüşmeleri sabote ediyordu. Herkes iklim değişikliği sorununu çözmekten bahsetse de elini taşın altına koyduğunu söyleyenler bile İmparator’un etkisi altındaydı. Halkın büyük isyanı artık son umut olmuştu”.

Filmin sonunu anlatırsam racona uymaz, zaten sonu bugün çekiliyor. Paris’te şu ana kadar önerilenler gezegenin ağır bir hasar almasını önlemekten uzak. Tüm dünya, sanayi devriminden bu yana gerçekleşen sıcaklık artışının 1 dereceyi bulduğunu biliyor. Bu artış 1,5 dereceyi, daha da kötüsü 2 dereceyi geçerse kuraklıklar, seller, fırtınalar, deniz seviyesinde ciddi bir yükseliş bizi bekliyor. Bugüne kadar gördüğünüzden daha şiddetli hava olayları gerçekleşecek ve tüm bunlar daha sık yaşanacak. Buna rağmen, ülkelerin Paris’te önerdikleri seragazı emisyon azaltım taahhütleri, bırakın sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmayı, 3 derecenin altında tutamıyor. Ülkelerin hepsi bir şey yapıyormuş gibi gözüküyor ama verilen sözlerin hepsi tutulsa bile durum bu. Yüzünüze gülen liderlerin arkasındaki güç kim? Fosil yakıtların imparatoru nasıl oluyor da binlerce insanın ve canlı türünün kaderini etkileyecek kararların alınmasını sağlıyor? Hangi ülkeler bu ‘gücün’ etkisi altında?

Ekolojik Cumhuriyet saflarında karbon lordlarına karşı savaşan GermanWatch adlı örgüt, bu sorunun yanıtını bulmak için bu yıl da ülkelerin iklim değişikliğini durdurma çabalarını değerlendirdi. 61 ülke arasında enerjiden gelen gücü kötüye kullananların başında Suudi Arabistan geliyor. Suudi Arabistan, Fosil İmparatoru’nun yıllardır en sadık hizmetkarı. İklim değişikliği mücadelesinde en az çaba harcayan 50. ülke Türkiye de gücün kötü tarafına hizmet eden ülkeler arasında. Suudi Arabistan, Rusya, Kanada, İran ve Avustralya gibi listenin karanlık tarafında yer alıyor. Buradaki ülkelerin birçoğu fosil yakıtlardan para kazanıyor. Türkiye ise fosil yakıt fakiri ve tam tersi, bu bağımlılıktan dolayı her yıl İmparator’a 50 milyar dolar ödüyor. Halbuki gücün öte tarafı, güneş imparatorluğu Türkiye’ye ucuz ve çevreci bir seçenek sunuyor. Buna rağmen fosil imparatorluğunun etkisinden kendini kurtaramıyor. Türkiye’den bir Darth Vader çıkar mı, son anda Türkiye yüzünü güneşe döner mi; bu inatçılıkla zor. Paris’te seragazı emisyonlarını azaltmak yerine arttırmayı öneren Türkiye, gücün karanlık tarafında yer almaya devam ediyor. Türkiye’yi bu gidişle, sadece gezegenin fosil yakıtlardan arınması kurtaracak.

Galaksinin bağımsız bilim canlıları, 3 derecelik bir artışta deniz seviyesindeki yükselmenin 2100 yılında 1,6 metreyi bulacağını söylüyor. Her bir derecelik artışta, kasırgaların sıklığının yüzde 10’a kadar, hızının da yine yüzde 3-12 arasında artabileceği belirtiliyor. Türkiye’de halihazırda sel felaketlerinin kentleri ne hale getirdiğini bir düşünün. Sıcak yaz aylarında turizm cennetlerinin ne hale geleceğini, su olmayınca tarımda yaşanacak sorunları gözünüzün önüne getirin. Korkunun ecele faydası yok, güneş kılıcınızı çekin ve Ekolojik Cumhuriyet saflarında karbon savaşlarındaki yerinizi alın. İster yerel, ister genel seçim, oylarınızın Karbon İmparatoru’na gidip gitmediğinden emin olun. Mahallenizdeki parkı, tükettiğiniz elektriği, harcadığınız petrolü kontrol edin. Gücün karanlık tarafına hizmet edecek her türlü işten, alışverişten kendinizi uzaklaştırın. Pişman olup güneş imparatorluğuna katılmış bir fosil lordunun, “Gücün karanlık tarafını küçümsüyorsunuz. Mücadele etmezseniz, kaderinizle yüzleşirsiniz” sözlerini hatırlayın. Onlar sizi köprüler, otoyollar, çok katlı binalardan oluşan sitelerle kandırmaya devam edecek. İnsanların daha az çalıştığı, daha az tüketerek mutlu olduğu, toplu taşıma araçları ve bahçeli evlerden oluşan bir geleceğin hayal olmadığını unutmayın. İmparatorun aklınıza hükmetmesine izin vermeyin. Güç sizinle olsun.

Ya dolmazsa

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Ağustos 2014

Bizim Mahmut Amca iyidir, hoştur ama biraz dediğim dediktir. Kumru Teyze olmasa Gezi’de sokağa bile çıkmayacaktı. “Hükümet yanlış yapıyor ama devlete de karşı gelinmez oğul” diye tutturduydu. Sonra sokaktaki gençleri görünce o da tava elinde camdan inmedi. Dün bize geldi, İzmir’e kızlarını ziyarete gideceklermiş, bana nasıl gidelim diye sordu. Önce anlamadım, meğer Kumru Teyze göndermiş. Kumru Teyze iyi bir Yeşil BirGün okuru. “Sor bakalım Özgür’e, İzmir’e arabayla mı, uçakla mı gitmek daha çevreci” diye Mahmut Amca’yı bize yollamış. Mahmut Amca’nın otomobilsiz seyahat ettiğini pek hatırlamam. Son hortumdan bu yana Kumru Teyze iklim değişikliğine fena taktı, otomobili de hiç sevmez. İklimi bahane edip İzmir’e uçakla gidecek ama Mahmut Amca’yı arabasından vazgeçemiyor olsa gerek. Niyeti anladım ama tarafsızlığı elden bırakmamak lazım.

Mahmut Amca’yı buyur ettim, açtım bilgisayara baktım. İstanbul-İzmir 560 km. “Uçakla olmaz Mahmut Amca” dedim, “Çok seragazı çıkar, küresel ısınmaya neden olursunuz. Sonra söylemedi deme, torunlarını zorda bırakırsın”. “Avrupa Çevre Ajansı’na (AÇA) göre 700 km’den kısa mesafelerde uçak yerine trene binmek daha çevreci” diye de ekledim. Vitesi beşe takmış bir şoför gibi gülümsedi. “İzmir’den de Antalya’ya geçecektik, oraya da mı uçak yasak” diye sordu. Yaşlarını da düşünerek, “En iyisi” dedim, “siz İstanbul’dan uçakla Antalya’ya gidin, kızınızı da arayın o İzmir’den Antalya’ya otobüsle gelsin”. Mahmut Amca’nın otomobil hayalleri suya düştü, radara yakalanmış gibi oldu.

Sonra kağıdı kalemi alıp Kumru Teyze’ye AÇA’nın verilerine bakarak bir not yazdım:

Bir kilometrelik yolu bir kişi otomobille giderse, kilometre başına iklim değişikliğine neden olan yaklaşık 160 gram seragazı çıkarır. Aynı yolu uçakla alırsa100 ila 250 gram, trenle giderse 40 ila 160 gram ve otobüsle giderse 40 ila 80 gram seragazına neden olur. Binilen aracın dolu olması, aynı yakıtla daha çok kişi yol aldığı için kişi başı emisyonları düşürüyor. Tam dolu otobüste kişi başı emisyon 40 grama kadar düşüyor. En çevrecisi otobüs, zaten İzmir’e İstanbul’dan tren yok.

Ulaşım hesabı karışık gibi görünüyor ama değil. İklim değişikliğine daha az katkıda bulunmak için uzun yolda yapılacaklar tablosu yukarıdaki gibi. AÇA, 700 kilometreden az bir yola gidiyorsanız tren veya otobüsü tercih edin diyor. Kısacası, İstanbul-Ankara arası uçağı unutun. Gidilen mesafe 700 km’den fazlaysa uçağı ya da otomobili düşünebilirsiniz. Yalnız, otomobilde tek değilseniz iş değişiyor. Beş koltuk dolduğunda otobüs ve trene yakın sayılara erişmek mümkün.

Kentte ise ilk tercihimiz yürümek ve bisiklete binmek olmalı. Bisiklet ve yürümeyi, tüm koltuklar dolu olmak şartıyla minübüs, metro, hafif metro ve otobüs izliyor. Bizde toplu taşıma araçlarını boş görmek zaten zor. Pestilimiz çıkıyor ama çevreyi koruyoruz; anlayacağınız metrobüs bir melek. Tek kişinin olduğu otomobiller ise tam bir çevre düşmanı.

Mahmut Amca nota uzunca baktı, bizim tavandaki Örümcek Selim’e bakarak (Evet, bizim evde örümceklerin adı var) bir şeyler mırıldandı. “O zaman biz Kumru’yla arabayı alalım. Yoldan da iki otostopçu aldık mı, otobüsle aynı hesap” dedi ve kalktı, gitti. Giderken de, “Otobüs en iyisi tabi de, ya dolmazsa” diye bir daha seslendi. Merdivenlerden inerken birkaç kez daha “ya dolmazsa” dediğini duydum.

Ne dolar ne Eurobond, en iyisi 1 ton karbon!

2005 yılı başında Avrupa ekonomisi sessiz sedasız bir borsanın daha açılışına tanık oldu. Kyoto Protokolü gereği, 1990 yılı emisyonlarını yüzde 8 oranında azaltmak zorunda olan AB, 15 binden fazla işletmeyi bu sisteme dahil etti. Ocak ayından bu yana çalışmaya başlayan karbon borsasında ton başı karbon fiyatı, yüzde 360 artarak 9 ayda 6 Avro’dan 23 Avro’ya çıktı.

Özgür Gürbüz- Referans Gazetesi/Ekim 2005

Eurobond, dolar, yatırım fonu… Yoksa siz hala babadan kalan yöntemlerle mi yatırım yapıyorsunuz? Allah bilir, Londra City’de turlarken, yanınıza yaklaşan ve İngiltere’nin gökyüzünden de daha gri giyinmiş birinin “ucuz karbon var” sorusuna, korkarak, “hayır kullanmıyorum, teşekkürler” diye yanıt da vermişsinizdir? O zaman siz karbon borsasını hiç duymamış, küresel ısınmayı da hiç ciddiye almamışsınız. Neyse, bugün yarından daha geç değildir.

ABD her ne kadar 16 Şubat’ta yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne taraf olmayıp protokolün işe yaramayacağını savunsa da, AB küresel ısınmayı durdurmak için oluşturulan protokolün başarısı için önderlik etmeye devam ediyor. Protokolün sera gazı emisyonlarını düşürmek için ortaya attığı mekanizmalardan bir olan “emisyon ticareti” AB içinde 2005’ten itibaren çalışmaya başladı. Ocak ayında günlük 300 bin ton karbonun alınıp satıldığı hacme sahip olan karbon pazarı, Temmuz ayında 2 milyon tonluk bir hacme ulaştı. Fiyatlar da ona paralel olarak arttı ve Ocak ayında ton başına 6 Avro ödeyerek aldığınız karbon hissesi, Temmuz’da 29 Avro’dan tavan yaptı ve bugünkü fiyatı 23.95 Avro. AB içinde, başta en büyük sera gazı emisyonlarına sahip olan endüstrileri kapsayan bu proje 25 üye ülkeyi içine alıyor.

Nasıl çalışıyor?
AB’nin 2012 yılına kadar, 1990 yılındaki emisyonlarını yüzde 8 azaltması için her üye ülkenin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekiyor. Her üyenin hedefi farklı ama amaç aynı; yüzde 8’lik ortalamayı yakalamak. Örneğin, Avusturya yüzde 8, Danimarka ve Almanya yüzde 21 azaltma hedefiyle yola çıkarken; Portekiz yüzde 27, Yunanistan yüzde 25 ve İrlanda 90 seviyesine göre artışlarını yüzde 13’ün üstüne çıkarmamak zorundalar. Tüm bu sınırlamalarla bağlantılı olarak, ülkelerin salabileceği miktarlar da belirlenmiş oluyor. İşlemlerin kolaylaştırılması için tüm sera gazları CO2 cinsinden hesaplanıyor ve CO2'e olarak adlandırılıyor. Daha sonra her ülke, emisyon ticaretine dahil olan firmalarını ve onların kotalarını belirliyor. Bu kota normal koşullar altında atmosfere salınacak sera gazlarının daha altında bir rakam olarak belirleniyor. Firmalar bu sınırı aşmamak için ya teknolojilerini ya da üretim yöntemlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bir diğer seçenek ise kotalarının üstünde kalan her birim karbonu pazardan satın almak. Eğer bunu yapmazsanız bir cezası da var tabii. 2008’e kadar ton başına 40 Avro ödemek zorundasınız. 2008’den sonra bu rakam 100 Avro'ya çıkacak. Bu da, ceza ödemektense şu anda 20 Avro civarında olan temiz hisseleri satın almayı daha makul bir seçenek haline getiriyor.

Kyoto Protokolü’nün hayata geçmesiyle, emisyon ticaretiyle birlikte iki mekanizma daha çalışmaya başladı. Bunlardan bir tanesi Ortak Uygulama diğeri ise Temiz Kalkınma Mekanizması. Bu mekanizmalar sayesinde, protokole taraf EK-1 ülkeleri, gelişmekte olan ülkeler ve kendi aralarında yaptıkları karbonsuz yatırımlar karşısında da kredi kazanabiliyorlar. İngiltere’de kömür santralleri olan bir firma, Hindistan’da kurduğu bir güneş santrali sonucu kredi kazanabiliyor. Nükleer enerji ve toprak kullanımıyla ilgili yapılan değişiklikler sonucu oluşan emisyon indirimleri ise özellikle AB ülkelerinin nükleere pek sıcak bakmaması nedeniyle kapsam dışında tutuluyor. Türkiye henüz protokole taraf olmadığı ve gelişmekte olan ülkeler sınıfında da yer almadığı için bu mekanizmalardan yararlanamıyor ama bu durum AB sürecinde çok hızlı bir şekilde değişebilir. Kısacası, bırakın temiz hava ve suyu, kirli havanın bile bir fiyatı var artık.

Karbon Borsası
Her yıl 50 bin ton CO2e salımı yapan bir firmaya 45 bin tonluk bir limit konulduğunu düşünün. Bu firma, yıl sonunda CO2e salımlarını 40 binde tutmayı başarırsa, satabileceği 5 bin ton karbon hissesine sahip oluyor. Limit aşımında ise diğer kuruluşlardan bu hisseleri satın almak zorunda. Temiz karbon hisselerinin çokluğu ve azlığı da fiyatı belirliyor.