Doha etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doha etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Afet kapıyı çalana kadar evde yokuz

Doğal afetlerin gölgesinde yaşayan yoksul devletler küresel ısınmayı durdurmak zorunda. Zengin ülkeler ise kendilerini koruyacak önlemlerin peşinde. 

Özgür Gürbüz-BirGün/16 Aralık 2012

Afet dediysek heyecanlanmayın, doğal afetten ama selden, depremden ve su baskınından bahsediyorum. 2002-2011 yılları arasında dünyada kayda geçen doğal afet sayısı 4 bin 130. Bir milyondan fazla insan bu afetler sonucu hayatını yitirmiş. Bu doğal afetlerin maliyeti 1 trilyon 200 milyar dolar civarında. Sadece 2011'de 302 adet doğala afet meydana gelmiş, 200 milyon kişi bu afetlerden etkilenmiş ve ekonomik hasarın bedeli de 366 milyar doları bulmuş. Seller, kuraklıklar, deprem ve kasırgaların 10 yılda yol açtığı hasarın kısa özeti bu. Özet bir paragraf uzunluğunda ama milyonlarca hayata bedel.

Bu veriler Almanya'nın önde gelen sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu bir birliğin yayını olan Dünya Risk Dizini (World Risk Index-2012) adlı raporda yer alıyor. Rapor, ülkelerin doğal afetlere karşı ne kadar hazır olduğunu değerlendiriyor. Ülkeler arasında bir risk sıralaması yapıyor. Önce söz konusu ülkenin deprem, tayfun, sel baskını ve kuraklık gibi felaketlerle karşılaşma olasılığına bakılıyor. Sonra bu felaketlere karşı insanların ne kadar korumasız olduğu inceleniyor. Daha sonra ülkenin olası felaketlere karşı seferber edebildiği imkanlar değerlendiriliyor. Son olarak da uzun dönemde doğal afetlere karşı direnmek için yapılan yapısal değişiklikler ele alınıyor. Bu dört ana konuda yapılan değerlendirmeler ülkelerin risk oranını belirliyor. Bu formülün uygulanması sonucunda oransal bir büyüklük elde ediliyor.

Lafı uzatmayalım, dünyanın doğal afetlere karşı en hazırlıksız ya da sonuçlarıyla baş etmede en büyük riske sahip ülkesi Vanuatu. En az riske sahip ülkesi ise Katar; ne garip bir tesadüftür ki bu yılki iklim zirvesinin yapıldığı yer Katar'ın başkenti Doha'ydı. Türkiye ise 173 ülkenin olduğu listenin ortalarında, 106. sırada yer alıyor. Doğal felaketlere maruz kalma ve afetlerle baş etmek için hayata geçirilen uzun dönemli yapısal değişiklikler konusunda karnemiz zayıf. Afet karşısında hazırlığımız, mücadele kapasitemiz ise kıl payı sınıfı geçiyor. Doğal afet riski artarsa listenin daha gerisine düşmemiz kaçınılmaz. Kıstaslar çok detaylı. Okur yazarlıktan, gelir seviyesine kadar birçok etken hesaba katılmış. Örneğin, Yunanistan'ın mücadele kapasitesi, afetleri az hasarla atlatma potansiyeli bizden daha yüksek ama doğal afetlerle karşılaşma riskinin büyüklüğü onları daha riskli bir ülke yapıyor. Yunanistan 72. sırada yer alıyor.

ADA DEVLETLERİ ZOR DURUMDA
En riskli 15 ülkenin sekizi ada devleti. Okyanusta olmak, iklim değişikliği kaynaklı deniz seviyesi yükselişinden kasırgalara kadar birçok doğal felakete davetiye çıkarıyor. Fakat tehlikeye maruz kalmak her zaman riski yükselten bir etken değil. Hollanda'ya bakalım. Hollanda doğal afet tehlikesi sıralamasında 12. sırada ama genel risk sıralamasında 51. sıraya kadar geriliyor. Sosyal, ekonomik ve kurumsal yapı iyi olduğu için kendini koruma kapasitesi de daha yüksek. Liberya ise ters yönde bir örnek. Afetlere maruz kalma sıralamasında Liberya 113. sırada, “şanslı” bir ülke. Buna rağmen afet olduğunda karşı koyma kapasitesi çok düşük olduğu için genel sıralamadaki yeri 60. Bu dizinin ana fikri de aslında bu. Felaketlere maruz kalma ihtimalinizin yüksek olması, onlarla baş edemeyeceğiniz anlamına gelmiyor. Yeter ki hazırlığınız, paranız ve organizasyon kapasiteniz olsun. Japonya dışında bu söylediğim kuralı bozan bir ülke yok. Japonya'da risk o kadar yüksek ki, iyi hazırlık tedbirlerine rağmen genel listede 16. sıradalar. Fukuşima'da olanlar da bunun ispatı.

Bütün bunları hafızanızda tutun. Şimdi size geçen hafta Doha'da sona eren iklim zirvesinin sonuçlarından bahsedeceğim. Ülkelerin yanında, parantez içinde göreceğiniz rakamlar ise onların yukarıda bahsettiğim risk dizinindeki sıralaması. 1 numara en çok, 173 ise en az riskli ülke.

RİSK YOKSA SORUMLULUK DA YOK
Zirve'de, küresel ısınmaya yol açan seragazlarını azaltmayı amaçlayan Kyoto Protokolü'ne 2010 yılına kadar devam kararı çıktı. Çıktı ama devam eden ülke sayısı oldukça azaldı. Avrupa Birliği'ne üye 27 ülke(AB ülkelerinin hemen hemen hepsi düşük riske sahip), İsviçre(157), Avustralya(117), Norveç(162) ve şimdilik Ukrayna(149) ikinci yükümlülük dönemine evet dedi. Bu ülkelerin toplam emisyonları küresel emisyonların sadece %15'i. Büyük kirleticiler emisyonlarını indirme adına yükümlülük almadılar. Kim onlar? Kanada(150), Rusya(130), ABD(127) ve Japonya(16) Kyoto'nun ikinci döneminde yok. Çin(78) ve Hindistan(73) ise bu dönemde yükümlülük almadı ancak 2020 sonrası hayata geçmesi umulan yeni anlaşmada hedef alacaklarının sinyallerini verdi. Polonya (140) görüşmeleri baltalamaya çalışan ülkelerin başında gelirken, Dominik Cumhuriyeti(25), gelişme yönünde bir ülke olmasına rağmen 2030'a kadar seragazı emisyonlarını 2010 yılının yüzde 25 aşağısına çekmeyi taahhüt etti. Türkiye(106) ise bir indirim hedefi almadı. Aksine, emisyonları azaltmak için ekonomik yardım talebinde bulundu ama bu kabul edilmedi.

Filipinler'in(3) iklim baş müzakerecisi Naderev Sano, Doha'daki iklim zirvesinde bir konuşma yaptı ve ülkesinde yüzlerce kişinin ölümüne yol açan kasırgadan bahsederken gözyaşlarına boğuldu ve dünyaya şöyle seslendi: “Daha fazla bahane, daha fazla gecikmeye tahammülümüz yok”.

İKLİM ZİRVELERİ HÜKMÜNÜ YİTİRDİ
Parantezlerin içindeki rakamlar sanırım iklim görüşmelerini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Küresel iklim değişikliği kaynaklı doğal felaketlerden zarar görenler yardım çağrıları yaparken, bu felaketlerden etkilenmeyenler ya da parası ve gücüne güvenerek afetlerle yüzleşmeyi tercih edenler sorumluluk almaktan kaçıyor. AB bu kuralı bozan tek grup, kim bilir belki de hâlâ vicdanlarının sesini dinliyorlar. Varsıl ülkeler iklim değişikliğini konuşuyor, yazıyor, çiziyor ama ölümler yoksul ülkelerde oluyor. Artık bu zirvelerin anlamı kalmadı. 2015'e kadar yeni bir anlaşmanın ortaya çıkacağı bile belli değil. 2020'de yürürlüğe girmesi beklenen bu yeni anlaşmanın ne kadar yeterli olacağı da belirsiz. Hep söylüyorum, dünyayı kirleten şirketler hükümetleri parmaklarının ucunda oynatıyorlar ama müzakere masasında onlar yok. Böyle devam ederse çözüm de olmayacak. Katar'daki (173) zirveden yoksulun hakkını koruyan bir karar çıkmadı. Müzakere masasında kalmanın artık yoksullara bir faydası yok. Ya birleşecekler ya da zalimlere boyun eğecekler.

Doha’dan önce son uyarılar

2005 yılındaki Katrina sonrası Amerikan halkı şaşkınlık içerisindeydi. Sandy sonrası ise bir kabullenme söz konusu.

Özgür Gürbüz-BirGün/25 Kasım 2012

Küresel iklim değişikliği konusunda kötü gidişatı durdurmak isteyenler, durdurmaya çalışıyormuş gibi yapanlar ve aslında durdurmak istemeyenler bu yılki iklim zirvesinde yine bir araya geliyor. Bu, insan kaynaklı iklim değişikliği konusunda hemfikir olmuş hükümetlerin aralarında yaptıkları 18. Toplantı. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Toplantısı ya da kısaca “COP 18” de deniyor. 26 Kasım Pazartesi günü başlayacak bu yılki toplantının adresi Katar’ın başkenti Doha.

Geçen yıl Durban’daki toplantıda istenen sonuç elde edilememişti. Bu nedenle yıl sonunda ilk yükümlülük dönemi sona erecek Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminde eskisine oranla daha az ülke yer alacak. İklim değişikliğini durdurmaya çalışan sadece Avrupa Birliği kaldı desek yeridir. ABD, Rusya, Japonya ve Kanada gibi ülkeler ellerini taşın altına koymuyor. Çin ve Hindistan giderek daha fazla seragazı üretiyor ama başta ABD olmak üzere tarihi sorumluluğu olan zengin ülkelerin harekete geçmediği bir durumda onlar da sessiz kalmayı tercih ediyor. Afrika ve Asya’daki birçok ülke küresel ısınmayı enselerinde hissediyor ama zengin ülkelerden maddi destek gelmeden harekete geçecek güçleri yok. Fedakarlık yapmaya niyetliler ancak bu işin asıl sorumlusu zengin ülkelerin hiçbir şey yapmadığı bir durumda kendi vatandaşlarını buna ikna etmeleri zor. Uluslararası iklim değişikliği politikası işte böyle bir kördüğüm aslında. 2015’te yeni ve küresel bir anlaşma imzalanması, bu anlaşmayla tüm zengin ülkelerin sorumluluk alması, küresel ısınmayı durdurmak isteyenlerin yeni hedefi, umudu. Bu kadar zamanımız var mı? Tartışılır.

2 DERECEYE DOĞRU
Küresel iklim değişikliğine yol açan seragazlarının kaynaklarının başında fosil yakıtlar geliyor. Kömür, petrol ve doğalgazı ne kadar çok yakarsak, hikayenin sonuna da o kadar çok yaklaşıyoruz. Sera etkisi yaratıp dünyanın ısınmasına neden olan gazların başında da karbondioksit geliyor. Dünya Meteoroloji Örgütü, birkaç gün önce açıkladığı raporda atmosferdeki karbondioksit miktarının 390,9 ppm’i (milyon parçacıkta 390) geçtiğini söyledi. Sanayi devrimi öncesine göre yüzde 40 artıştan bahsediyoruz. Bu rakam 450’ye ulaşırsa dünyanın ortalama sıcaklığının 2 derece artma şansı oldukça yüksek. Şu anda ortalama sıcaklıktaki artış 0,8 dereceye yaklaşıyor ve bu durumda bile iklimin nasıl değiştiğini görüyoruz. Son 10 yılda, atmosferdeki karbondioksit miktarı her yıl ortalama 2 ppm arttı. Bu da 450 ppm’e ulaşmamıza 30 yıl kaldığını gösterir. Kimse ümitlenmesin. Küresel ısınma 450’ye gelene kadar uyuyacak sonra harekete geçecek diye bir şey yok. Birçok iklim kaynaklı sel, kasırga ve kuraklık gibi afet önümüzdeki 30 yıl içerisinde giderek şiddetlenerek kendisini daha fazla gösterecek. Halihazırda hayatımızın bir parçası oldular bile. ABD’deki Katrina kasırgasıyla, Kasım başındaki seçimlerden önce ülkeyi vuran Sandy kasırgası arasındaki en önemli fark da buydu. 2005 yılındaki Katrina sonrası Amerikan halkı şaşkınlık içerisindeydi. Sandy sonrası ise bir kabullenme söz konusu. ABD kasırgaya hazırlandı, şimdi de hasarları hesaplayıp ödemeye koyuldu. Aynı kasırga Bangledeş’i veya Hindistan’ı vurduğunda ise iş bu kadar kolay değil. 2010 yılında Pakistan’daki seli hatırlayın. Zengin ülkelerin sorumluluk almaları, iklim adaletinin hayata geçmesi açısından da önemli. Kirleten öder ülkesini dillerinden düşürmeyenler şimdi ortada yok.

TÜRKİYE NE YAPIYOR?
Türkiye, 1990-2010 yılları arasında seragazı emisyonlarını yüzde 115 oranında artırarak dünyanın en hızlı artışını gerçekleştiren ülkelerin arasındaki yerini korudu. Avrupa’da yıllardır açık ara lider. Durumun farkındayız ama hala önlem alma gereği duymuyoruz. Termik ve doğalgaz santralleri yolda, otoyol ve köprü projelerinin ardı arkası kesilmiyor. Termik yerine yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği, otoyol yerine demiryolu, bireysel taşımacılık yerineyse toplu taşıma gündeme gelmeli ama gelmiyor. Sıfır enerji denen, kendi enerjisini üreten ya da çok az enerji harcayan binalar dünyada konuşulurken biz TOKİ’nin evlerinde sel olmasın diye dua ediyoruz. Uluslar arası arenada küresel iklim değişikliği görüşmelerinin tıkanması Türkiye’nin işine geliyor. Rüzgar tersine döner, herkes sorumluluk almaya başlarsa Türkiye’nin hazırlıksız yakalanacağı ortada.

YAŞAM HAKKINI SAVUNMAK
Küresel ısınma sadece enerjiyle ilgili bir mesele değil. Evet, büyük şirketlerin elindeki dev santrallerin, insanların kendi enerji ihtiyaçlarını karşıladıkları küçük ve temiz enerji kaynaklarıyla yer değiştirdiği bir dünyanın hayalini kuruyor ama dahası var. Petrol gibi sınırlı ve belli bölgelerde bulunan kaynaklar yerine güneş gibi herkesin sahip olduğu bir kaynağa geçişi öngörüyor. Petrol savaşlarının son bulmasını umut ediyor. Bu yüzden de küresel ısınma, zengin ile yoksulun kavgası. Güçlüyle güçsüzün, vicdanlıyla vicdansızın. Küresel ısınmayı durdurmak, sadece insanların değil tüm canlıların yaşam hakkını savunmak demek. Ya içindeyiz, ya da hiçbir yerde.

***
Sinop’ta yoksulluğa, zamlara, savaşa, nükleere, termik santrallere karşı miting yapılıyor. 1 Aralık 2012 Cumartesi günü, Uğur Mumcu Meydanı’nda.