Özgür Gürbüz/Aralık 2016*
Foto: UAEA Susanna Loof, Fukuşima. |
UAEA’nın, bu yılın Eylül ayında yayımlanan 2050 yılına
dek Enerji, Elektrik ve Nükleer Enerji tahminleri adlı raporu**, nükleer
enerjinin geleceği hakkında önemli ipuçları veriyor. 2050’ye kadar uzanan
projeksiyonlara göre nükleer santrallerin küresel elektrik üretimindeki payı en
iyimser tahminler hesaba katılsa bile azalacak. 1996 yılındaki zirve noktasında
nükleerin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 17,6’ydı. Bugün ise dünyada
üretilen elektriğin yüzde 11,2’si nükleer santrallerden sağlanıyor***. UAEA’nın
2050 için yaptığı en iyi tahmin bile bu oranın yüzde 10’unu geçemeyeceğini
söylüyor. Kötü senaryoda ise nükleerin dünyadaki elektrik üretimine yapacağı
katkının yüzde 4,7’ye kadar gerileyeceğini söylüyor. Kötü senaryo çöküşten, iyi
senaryo ise gerilemeden bahsediyor. Bu tabloya bakarak bir gelecekten söz
edilebilir mi? Elbette edilemez.
Nükleer enerjinin fanatik savunucuları, bu verileri laf
cambazlığıyla görmezden gelmeye devam ediyor. Dünya elektrik üretimindeki artış
nedeniyle nükleerin elektrik üretimindeki payının azalmasını normal göstermeye
çalışıyorlar. Halbuki, bu tez doğru olsaydı, diğer enerji kaynaklarının
paylarının da düşmesi gerekirdi; durum hiç de öyle değil. Payda büyürken
nükleer enerjinin payının düşmesi tercihlerle ilgili. Uluslararası Enerji
Ajansı’nın verileriyle hazırlanan aşağıdaki grafiklerde de görebileceğiniz
gibi, 1973 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 38’i kömürden sağlanıyordu
2014’te ise yüzde 40’ı. Elektrik talebi ve üretimi artmasına rağmen doğalgazın
payı nükleer gibi azalmadı aksine yüzde 12’den 21’e çıktı. 1973’te neredeyse
elektrik üretiminde payı sıfıra yakın olan jeotermal, rüzgar ve güneş gibi
kaynaklar 2014’te küresel elektrik üretiminin yüzde 6,3’ünü karşılamaya
başladı; payları hızla artmaya da devam ediyor****. Bu işin elektrik üretiminin
artmasıyla bir ilişkisi olmadığı çok açık, nükleer enerji fanatikliği bu kaynağın
yaşadığı sorunları görmezden gelmeye çalışıyor ama güneş balçıkla sıvanmıyor.
Nükleer enerji söylendiği gibi güvenli, ucuz ve sorunsuz
olsaydı en azından 1996’daki payını korur, yerini doğalgaz ve yenilenebilir
enerji gibi kaynaklara bırakmazdı. Elektrik üretimindeki payı yüzde 3’lerden
17’lere çıkıp, yüzde 11’lere gerilemiş bir kaynaktan bahsediyoruz. Nükleer
enerjinin “nazik promosyonu” için var olan UAEA bile, bu payın gerileyeceğinde
hem fikir. Hatta enerji sektörüne girdiği ilk yıllardaki oranlara kadar
gerileme olasılığının olduğunu da inkar etmiyor.
Dünyada nükleer enerji konusunda gerçekleri görmeyi
engelleyen bir yanılsama da yeni inşaatlarla ilgili. Yeni yapılan nükleer
reaktörlerle ilgili haberler, medya ve nükleer endüstri arasındaki “ilginç
çekicilik” nedeniyle çoğu zaman arıza yapan, maliyetler nedeniyle sorun yaşayan
reaktör haberlerinin önüne geçiyor. Dünyada herkes, onlarca nükleer santral
yapıyormuş hissi doğuruyor. Aslında durum nükleer endüstri için oldukça net.
Dünyada çalışabilir durumdaki reaktör sayısı 450 (Japonya’da Fukuşima’dan beri
çalışmayan 40 reaktörü bu rakamdan düşersek 410). Bunların hemen hemen hepsinin
tasarım ömrü 40 yıl. 450 reaktörden 92’si çoktan tasarım ömrünü doldurdu ve
uzatmaları oynuyor. 30 yaş ve üzerindeki reaktör sayısı da 305. 10 yaşın
altındaki reaktör sayısı da 46 ve büyük çoğunluğu enerji açlığını her tür
enerjiyle doyurmaya çalışmaktan başka çaresi olmayan Çin’de yer alıyor.
Görüldüğü gibi, gazeteleri süsleyen yeni nükleer reaktör haberleri yaşlanan
filoyu yenilemeye yetmekten bile uzak. 40 yaşını geçmiş nükleer reaktörlerin ek
izinlerle çalıştırılması ciddi ekonomi kazanç sağladığı için tercih edilse
riskleri artırıyor ve bir pansuman tedbirden öteye gidemiyor.
Türkiye’de nükleer enerji
Türkiye’de nükleer santral kurmak için ciddi bir istek
olduğu muhakkak. Mevcut iktidarın nükleer santral planlarını 2004 yılında
açıkladığını biliyoruz. Aradan geçen 12 yıla rağmen, bolca söylenti ve
Akkuyu’da geleceği meçhul bir projeden başka bir şey yok. Rüzgara karşı yol
almanın faturası şimdiden zaman ve para kaybına yol açtı. Fukuşima kazasının
ardından nükleerden çıkış kararı alan birçok ülkenin aksine Türkiye’nin nükleer
enerjide ısrar etmesine anlam vermek gerçekten zor. Bunun bir nedeni Rusya ile
yapılan anlaşmanın sonlandırılması halinde Türkiye’nin tazminat ödeyeceği korkusu
olabilir. Şu ana kadar Mersin Akkuyu’da dişe dokunur bir inşaat faaliyeti
olmadığını düşünürsek bu miktarın ciddi bir rakama ulaştığını söylemek çok.
Fakat, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Rusya oraya 3 milyar dolarlık bir yatırım
yaptı sözü kafaları karıştırıyor. Nükleer sürecin şeffaf yürümemesi nedeniyle
söz konusu 3 milyar doların nereye gittiğine dair şirketten veya hükümetten
tatmin edici bir açıklama gelmedi. Bu garip 3 milyar dolar hikayesi ısrarın bir
nedeni olabilir. Tazminat meselesi kulağa korkutucu gelse de, Türkiye bu
beladan hâlâ bedel ödemeden veya az bir bedelle kurtulabilir. Bin tane açığı
olan ÇED raporunun dava sürecinden çıkacak bir iptal kararı, Türkiye’nin elini
oldukça rahatlatır. Nükleer tehlikeyi durdurmak için bunun gibi birçok yol var.
İkinci neden ise Rusya’nın ısrarı gibi görünüyor.
Türkiye’yi turizm, ticaret ve doğalgazla kıskaca alan Rusya, bu çok karlı
anlaşmadan kolay kolay vazgeçmeyecek. Yapılan anlaşma, 15 yıl süren bir alım
garantisi de içeriyor. Bu 15 yıl boyunca üretilen elektriğin büyük bir bölümü
TETAŞ tarafından kilovatsaati 12,35 dolar sentten satın alınacak. Şu anda
elektriğin piyasa fiyatı 5 dolar sent civarında. Piyasa fiyatının iki buçuk
katına elektrik satacağını bilen Rusya elbette projeden vazgeçmek istemeyecek.
Belki de yine bu yüzden, Akkuyu’da Rusya’nın yüzde 49 hissesini satması
(anlaşma gereği çoğunluk hisse hep Rus devlet şirketinde kalmak zorunda)
isteniyor. Tanıdık isimlere tabii. Cengiz Holding, Kolin ve Kalyon İnşaat gibi
firmaların adı geçiyor. Onlar da böylesine kârlı bir anlaşmadan pay almak
isteyecekler ancak günümüzün ekonomik koşullarında hisseleri almak için gereken
10-12 milyar doları bulmaları zor.
Türkiye’nin elektrik üretmek için onlarca farklı, ucuz ve
temiz seçeneğe sahip olduğunu herkes biliyor. Enerji Bakanlığı’nın kabul ettiği
güneş enerjisi potansiyeli yılda 380 milyar kilovatsaati buluyor. Türkiye’nin
mevcut elektrik ihtiyacının 260 milyar kilovatsaat olduğunu hatırlatalım. Güneş
seçeneklerden sadece bir tanesi. DPT raporlarında enerji verimliliği ve
tasarrufu potansiyelinin %20-25 arasında olduğu da açık açık yazıyor. Lafı
uzatmadan söylersek, enerji verimliliği, rüzgar, jeotermal ve biyokütle gibi
kaynaklar Türkiye’yi yaklaşan temiz enerji çağında çok avantajlı bir ülke
yapabilir. Gelecekten bahsediyorsak, akıllı kentlerden, güneş enerjisinden,
elektrikli araçlardan, verimli motorlardan bahsetmeliyiz. Geçmişin enerji
kaynağında ısrar etmenin Türkiye’ye bir yararı yok. Nükleer enerji konusunda
inatçı değil akılcı politikalara ihtiyaç var.
* Bu yazının ilk hali Aralık 2016 tarihinde Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin e bülteninde, genişletilmiş hali ise Ocak 2017'de Yeşil Ekonomi'de yayımlanmıştır.
** IAEA, Energy, Electricity and Nuclear Power Estimates for the Period up to 2050, 2016 Edition.
*** The World Nuclear Industry Status Report 2016.
**** IEA, Key World Energy Statistics, 2016.
** IAEA, Energy, Electricity and Nuclear Power Estimates for the Period up to 2050, 2016 Edition.
*** The World Nuclear Industry Status Report 2016.
**** IEA, Key World Energy Statistics, 2016.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder