26 Nisan 2012 Taksim. Foto: O. Gurbuz |
ABD'deki Üç
Mil Adası santralindeki nükleer kazadan sonra bir daha böyle bir kaza
olmayacağını söylemişlerdi; yıl 1979. Yedi yıl sonra sonuçları başka bir
endüstriyel kazayla kıyaslanamayacak derecede büyük, dünya tarihinde görülmemiş
bir başka nükleer santral kazası yaşandı. Bundan tam 26 yıl, üç gün önce; 26
Nisan 1986'da Çernobil nükleer santralindeki dört numaralı reaktör patladı.
Nükleeri savunanlar ‘patlama’
kelimesini sevmiyorlar ama işin doğrusu bu. Reaktör kontrolden çıktı ve büyük
bir patlama sonrasında doğaya çok ciddi miktarda radyasyon sızdı. Sayılarının
600 ile 800 bin arasında olduğu belirtilen tasfiyeciler (temizlik işçileri) günlerce
yangını ve sızıntıyı kontrol altına almaya çalıştılar. Binlerce işçi hâlâ
Çernobil'de çalışıyor. 400 bin kişi evlerini bir daha geri dönmemek üzere terk
etti. Ölü sayısının neden olacağı kanser vakaları nedeniyle 1 milyonu
bulacağını iddia eden araştırmalar bile var. Nükleer endüstri bu kazadan sonra
da aynı masalı anlattı. Bunun bir daha tekrarlanmayacağını, insan hatasından
kaynaklandığını söyleyip durdu. Hatta daha da ileri giderek, kazadan ölenlerin
sadece 37 itfaiyeci olduğunu uzun süre iddia ettiler. Çernobil kazası ister
istemez yeni santral siparişlerinin azalmasına, birçok ülkede nükleer enerji
karşıtı politikaların kuvvetlenmesine neden oldu. Nükleer santral
pazarlayıcıları bir süre ortadan kaybolmaya karar verdiler. Kazayı unutturmanın
bir yolu nükleer enerji özendirmelerine ve lobi faaliyetlerine ara vermekti.
DOĞALGAZ
VE RÜZGAR NÜKLEERİ ZORLUYOR
2011 yılında ise Japonya'daki büyük depremden
sonra Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki dört reaktörde aynı anda kaza oldu.
Kullanılmış yakıtların geçici bir süre bekletildiği atık havuzunda da soğutma
suyunun azalması nedeniyle ciddi sorunlar yaşandı. Nükleer endüstrinin bu
kazadan sonra artık uyduracak bahanesi kalmadı ancak Çernobil sonrası
yaptıklarını yapıp bir başka kış uykusuna yatma şansları da yok. Hiçbir şey
olmamış gibi yola devam etmek zorundalar fakat kimse sandıkları kadar aptal
değil. Nükleer endüstrinin ya da lobinin bu acelesi ve çaresizliğinin nedeni
var. Enerji pazarında artık eskisinden çok daha fazla oyuncu yer alıyor.
Nükleerin en büyük rakibi yenilenebilir enerji kaynakları ucuz ve sorunsuz
elektrik üretebiliyor. Bunu yaparken halkın tepkisiyle karşılaşmıyor, istihdam
yaratıyor ve gelişme yönündeki ülkeler için teknoloji transferine daha fazla
fırsat sağlıyor. Yenilenebilir enerjilerin yerli kaynak olmaları ve petrol
fiyatlarından etkilenmemeleri de bir başka avantaj. Doğalgaz da nükleere karşı
avantajlı. Yenilenebilir enerji kaynakları gibi çevreci bir üretim yöntemi
değil ancak nükleeri birçok alanda alt edebilecek özelliklere sahip. Güvenlik
ve nükleer atık gibi sorunları yok. Yapımı hızlı ve sorunsuz, fiyat ve sürekli
elektrik üretebilme konularında da nükleerle çok rahat rekabet edebiliyorlar.
Birçok ülkede fosil ve nükleer yakıtlardan temiz enerjilere geçişte doğalgazın
köprü görevini üstlenmesi planlanıyor. Doğalgazın önünde iki ciddi engel var;
dışa bağımlılık ve varsa, ülkelerin ciddi iklim politikaları. Türkiye’de bu iki
konuda da edilen laf çok ama icraat yok. O yüzden doğalgaz santrallerinin
sayısı giderek artıyor ve artmaya da devam edecek. Bakanlık doğalgazdan
yakınıyormuş gibi gözüküyor ama bir yandan da yeni santrallere lisans
dağıtıyor. Şu anda Türkiye’de 14 bin megavatın üstünde lisans almış doğalgaz
santrali var. Yeni başvurularla bu rakam 19 bine yaklaşıyor. Mevcut kurulun
gücün üçte birinden biraz fazla! Rüzgarda bu rakam 8 bin 500, güneşte ise 'sıfır'.
NÜKLEER
ENDÜSTRİ NEDEN TÜRKİYE'DE ISRARCI?
26 Nisan 2012 Taksim. Foto: O. Gurbuz |
Enerji talebinin hızla arttığı dünyamızda,
nükleer santrallere ayrılacak milyarlarca doların diğer enerji kaynaklarına
özellikle de yenilenebilir kaynaklara (rüzgar, güneş ve hidrojen gibi) gitmesi
nükleer endüstriyi bir daha geri dönemeyeceği bir bataklığa gönderebilir. Bütün
kavga da bu zaten. Nükleer enerjinin Çernobil sonrası gözden düşmesi genç
mühendisleri başka konularda çalışmaya itti. Şu anda ABD’deki nükleer
santrallerde çalışanların üçte biri dört yıl sonra emekliliğe hak kazanacak.
Almanya’da yıllardır nükleer enerji alanında çalışan Siemens firması bu
bölümünü kapattı. Türkiye’de olduğu gibi birçok ülkede nükleer mühendislik
bölümlerinin sayısı azaldı. Sadece bu da değil. 2011 yılında Avrupa’da yeni
kurulan santrallerin yüzde 47’si güneş fotovoltaik, yüzde 22’si doğalgaz ve
yüzde 21’i de rüzgardı. Nükleerin payı ise yüzde 1’de kaldı. Nükleer enerji
ayakta kalabilmek istiyorsa yeni santraller inşa etmek ve yeni çalışanlar
yetiştirmek zorunda. O nedenle Çernobil sonrasında olduğu gibi 10-15 yılı boş
geçirme şansları yok. Fukuşima’yı unutturmak, Batı’daki nükleer karşıtlığın
Doğu’ya yayılmasını önlemek zorundalar. Türkiye'de hükümetin nükleer enerji
konusundaki ısrarcı tavrını, endüstrinin hırsından ayrı düşünmek işte bu yüzden
mümkün değil. Türkiye pazarı sadece buradaki siparişler açısından değil,
Türkiye’yi yakından izleyen diğer gelişme yönündeki ülkelere yön gösterme
açısından da önemli. İran’da Almanya’nın yarım bıraktığı reaktörü tamamlayan
Ruslar, bunun Ortadoğu’da bir nükleer yarışa neden olacağını eminim
hesaplamışlardı. Nükleer santral sahibi olmanın, kısmen yanlış bir algı da
olsa, nükleer silah ve güce sahip olma anlamına geldiğini düşünenler
Ortadoğu’da çok. Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır
gibi ülkelerin son yıllarda nükleer santral kurmayı dillendirmesi bu planın
işlediğini gösteriyor.
Nükleer endüstri ateşle oynama pahasına
kendisine yeni bir pazar açmak için ilk adımı attı. Şimdi, Türkiye pazarına
girerek ikinci adımı atmak istiyor. Temiz enerji cenneti bu ülkeyi de ele
geçirirlerse yeni pazarların önü açılacak, yenilenebilir enerji kaynaklarının
gelişimine sekte vurulacak. Enerji verimliliği gibi bir kavram hiç gündeme
gelmeyecek. Böylece kendi kalemize gol atmış olacağız. Halk elektrik
zamlarından yakınacak ama kendi elektriğini üretemediği için dev nükleer
firmalarla göbek bağını bir türlü kesemeyecek. Şirketlerin oyuncağı olacak. Tüm
bunlar hükümetin umurunda değil. Kamuoyu araştırmaları halkın büyük bir
bölümünün nükleere karşı olduğunu gösteriyor ama hükümet artık kendisine oy
verenleri bile dinlemiyor. Hal böyle olunca tek seçenek deneyerek öğrenmek.
Daha önceki santral kurma girişimleri gibi bu nükleer macera da AKP hükümetine
ciddi bir ders vereceğe benziyor. Olan halkın sağlığına ve parasına olmasa dert
değil ama... Uyarması bizden!
***
Gerzeliler ilçelerine yapılması istenen
termik santralin 30 Nisan sabahı gerçekleşecek ÇED toplantısına katılmak için
günlerdir yollarda. Sinop'tan Ankara'daki İller Bankası'na kadar yürüyecekler.
Ankaralı doğa dostlarına duyurulur.