Skuter krizinin ardında da hükümet varmış

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Ocak 2023

Trafikten bunaldığımız anlarda, taksi bulamadığımızda ve toplu taşıma aracı olmayan kısa mesafelerde “kurtarıcı” diyerek dört elle sarıldığımız elektrikli skuterler nasıl oldu da “istenmeyen alet” ilan edildi?

Türkçe isimleri sevdiğim ve motosiklet türü elektrikli skuterlerle karışmaması için ben “basgit” demeyi tercih ediyorum. Basgitleri ilk kez yurt dışında görmüş, otomobilsiz bir ulaşımın ipuçlarından biri kabul etmiştim. Şimdi her yerdeler. O kadar çoklar ki, kaldırımları işgal ediyorlar, yayalara ayrılmış alanlarda kazalara neden oluyorlar, trafik kurallarını hiçe saydıkları için her yerde her an karşımıza çıkabiliyorlar. Alarmları ve gece yanıp sönen ışıklarıyla gürültü ve ışık kirliliğine bile neden oluyorlar. Sevimli basgitler artık kimileri için bir baş belası.

İstanbul’daki Kadıköy Belediyesi şikayetlere kulaklarını tıkamayıp, gelişigüzel park edilmiş basgitleri toplatmaya başlayınca olay büyüdü, Ataşehir Belediyesi’nden de benzer bir eylemi başlatma sinyali geldi. Basgit firmaları da panikle açıklamalar yapmaya başladı. Martı firmasının Yönetim Kurulu Başkanı, “hatalı park nedeniyle toplatılan basgitlerinin kırılan kilitlerinin milli servet olduğunu bile söyledi. Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, yayaların geçişini engelleyen ve ilçede olması gereken rakamlardan fazla olan basgitleri toplamaları için firmalara ihtarname gönderdiklerini söylüyor. İhtarname işe yaramayınca zabıta devreye giriyor.

Peki, bir ilçede kaç tane basgit olacağını kim belirliyor? Ulaştırma ile Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikte bu sorunun yanıtı var. Büyükşehirlerde ve belediyelerde, ilçe nüfusunun 200’de biri kadar basgit olabiliyor. Kadıköy’ün nüfusu 485 bin. O halde Kadıköy’de 2425 adet basgit olmalı. Kaç tane var? Belediye bilmiyor. Neden? Çünkü firmalar Elektrikli Skuter Yönetmeliği’ne göre, basgitlerin konum bilgilerini Ulaştırma Otomosyon Sistemi’ne (U-Net) girmek zorunda ancak bu bilgilere sahip olan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, bu verileri ‘gerektiğinde’ ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla paylaşma lüksüne sahip. 14 Nisan 2021’de yayımlanan yönetmelikten sonra belediyelerle bilgi paylaşılmış mı? İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanı Utku Cihan “hayır” diyor. Belediyeler şu anda ilçelerinde kaç tane basgit olduğunu ve nerede olduklarını bilmiyor. Ulaştırma Bakanlığı biliyor ama bu verileri belediyelerle paylaşmıyor. Firmalar ile Ulaştırma Bakanlığı arasında bir sır adeta. Belediyeler ilçe sınırlarında izin verilenden daha fazla basgit olup olmadığını kontrol edemiyor. Bu veri o kadar önemli ki, izin verilen sayının üzerine çıkılsa o şirketin izni bile iptal edilebilir.

Süreç şöyle işliyor. Yönetmeliğe göre belirlenen koşulları yerine getiren basgit firmaları Ulaştırma Bakanlığı’ndan yetki alıyor.  Daha sonra da büyükşehirlerde UKOME’nin, diğerlerinde il trafik komsiyonlarının kapısını çalıyor. Daha sonra da işgaliye için ilgili belediyelere harçlarını ödüyorlar. Araç başına, işgal alanına göre alınan bu bedel, bir anlamda basgit firmalarının işaretlediği park edilmeyecek alanlar dışında kalan her yere park izni veriyor. Seyyar işgaliye de denebilir.

Belediyeler sayı konusunda denetim yapamıyor. Utku Cihan, U-Net verileri olsa ters yöne giren araçları bile saptamanın mümkün olduğunu söylüyor. Basgitlere karşı olmadıklarını belirten Cihan, İstanbul’da bir özel araca 1,2 kişi düştüğünü ve bunun da trafik yoğunluğunu artırdığını söylüyor. Basgitleri İstanbul’da ulaşım aracı olarak görmek istediklerini dile getiren Cihan, “Mikro mobilite araçlarını desteklemek istiyoruz ancak kurallar ve kültürün değişmesi gerekiyor. Karbon salımını düşürme anlamında doğru bir politika olduğunu düşünüyoruz” diyor.

Basgitlerle ilgili sorunlara bakınca bunların çoğunun kullanıcıların kurallara uymamasından kaynaklandığını düşünebilirsiniz, eldeki veri yetersizliği de net yorumlar yapmayı zorlaştırıyor. Örneğin, küçük elektrikli motorlarıyla az karbon saldığını düşündüğünüz bu aletler, şarj veya bakım için toplanmaları, imalat süreci gibi aşamaları da hesaba katınca neredeyse benzinli bir motosiklet kadar seragazı emisyonuna neden olabiliyor. Çevreci olmaları da birçok koşula bağlı. Yine de temel sorun kontrolsüzlük veya veri eksikliği değil. İnsanların bu araçları kullanma nedeni, toplu taşıma ile ulaşamayacakları noktalara ulaşabilmeleri, taksi gibi evlerinin önüne kadar gidebilmeleri ve kuralları ihlal ederek belli avantajlar sağlamaları. Kurallara uymamanın getirdiği avantaj nedeniyle tercih edilen bir aracı, kurallara uyar hale getirdiğinizde kullanıcı sayısının düşeceği ortada. Firmaların asıl sorunu da bu. Kalıcı çözüm, alternatif ulaşım araçlarının da kullanabileceği bisiklet yolları gibi seçenekleri çoğaltmak olabilir. O zaman yaya-basgit çatışmasına fırsat vermeden ciddi bir ulaşım seçeneğinden bahsedebiliriz.

Ulusal Enerji Plansızlığı

Özgür Gürbüz-BirGün / 6 Ocak 2023

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yeni yıl hediyesi, 2022 sonunda açıklanan Türkiye Ulusal Enerji Planı oldu. 2020-2035 yılları arasında enerji alanında atılacak adımları özetleyen rapor, birçok dilekten (temenni) oluşan bir mektuba benziyor. Herkes iyi herkes gerekli. Hedeften yoksun politikaları hep eleştirdik. Bu belgede ise onlarca hedef var ama gerçeklikleri ve tutarlılıkları o kadar tartışmalı ki mecburen yine eleştireceğiz.

Planı şöyle özetleyebiliriz. Şimdi neyimiz varsa 2053’te daha çok olacak. Rüzgar, güneş, nükleer fark etmez. Hepsinden daha çok yapacağız. Elbette bu fikir, raporun içinde kendine yer bulmuş enerji yoğunluğunu düşürme hedefleriyle çelişiyor. Enerjiyi daha verimli kullanacağımız varsayılıyor ama talep öyle bir artıyor ki verimlilik ve tasarruf yapılıyor mu belli olmuyor. Enerji yoğunluğu verilerinin 20 yılda gerilediği dile getirilse de 2013 sonrası yerinde saydığından bahsedilmiyor. İlk yıllarda politika değil teknoloji kaynaklı olduğunu düşündüğüm düşüş ile olmayan bir başarı hikayesi yazılmış.

Bakanlığa göre enerji talebi artmaya devam edecek. Türkiye’nin, 2020 yılında 147,2 milyon ton eşdeğeri petrol (TEP) olan birincil enerji tüketimi 2035 yılında 205 milyon TEP’e ulaşıyor. 15 yılda Türkiye’nin enerji talebi üçte bir oranında artıyor. 2020 yılında 306 terevatsaati bulan elektrik tüketimi 2035’te 510 terevatsaat seviyesine çıkıyor. Yılda ortalama yüzde 3,5 artıyor.

Bu talebe can mı dayanır? Dayanmaz. O yüzden talebi karşılamak için yüzlerce santral yapılması planlanıyor. 102 gigavat (GW) düzeyine ulaşan Türkiye’nin elektrik kurulu gücünün 2035’te 190 GW’a ulaşması umuluyor. Güneş enerjisi kurulu gücü beş, rüzgar kurulu gücü ise yaklaşık üç kat artıyor. Hükümete bir nükleer santral yetmiyor, ikincisinin de yapılarak nükleer kurulu gücün 7,2 GW’a çıkarılması planlanıyor. Elektrik depolama ve hidrojen enerjisi gibi artık dünyanın kabul ettiği seçenekler de planlara girmiş. İyi bari diyoruz, biraz seviniyoruz. Kömürde 2030’a kadar 1,7 GW’lık “mütevazi” bir artış öngörülürken, doğalgazda ayak gazdan çekilmemiş, 2035’e kadar 10 GW’lık yeni kapasiteden bahsedilmiş. Mesele kömür ve doğalgazsa, iklim krizi yokmuş gibi çek panpa!

Esprimizi yaptık, ana fikrin daha çok santral yapmak olduğunu da anlattık sanırım. Kömürden, nükleerden vazgeçip güneş ve rüzgara ağırlık verilse, rakamlar daha kabul edilir olacak ama ortada stratejik bir plan yok. Türkiye’yi geleceğe hazırlamak istiyorsanız nükleer ve kömür gibi eski fikrin ürünü santrallarla güneş gibi başka bir geleceğin üretim yöntemini aynı sepete koymamanız gerekir. AKP, iktidarının ilk yıllarında sermaye çekebilmek için enerji sektörünün reklamını yapar, yatırımcılara çağrıda bulunurdu. Özelleştirmelerle birlikte herkes enerji sektörüne girdi. Bugün talebin neredeyse iki katına ulaşan fazla kapasite nedeniyle o pazara davet ettiği her şirketi şimdi teşviklerle ayakta tutmaya çalışıyoruz. Ulusal Enerji Planı o pazarlama stratejisinin devamı gibi duruyor.

Gelelim tutarsızlıklara. Planda, 2053 net sıfır emisyonuna vurgu var. Net sıfır için Türkiye’nin 2053 yılında atmosfere bıraktığı seragazı emisyon miktarının orman gibi yutak alanların tutabildiği miktarı geçmemesi gerek. Türkiye halihazırda emisyonlarının 10’da birini tutacak bir yutak alan kapasitesine sahip. Ormanları çoğaltmak kolay değil. Karbon gömme gibi yöntemler ise hem tartışmalı hem de Ulusal Enerji Planı’nda da belirtildiği gibi ekonomik değil. Net sıfır hedefi olan ülkeler bu yüzden kömür santrallarını, ardından da doğalgaz santrallarını kapatma planıyla işe başlıyor. 

Türkiye ise 2035 yılına kadar doğalgaz ve kömür santralları yapmayı planlıyor. Yapılan kömür santrallarını da teknik ömürleri dolmadan kapatılmayacağı planda açıkça yazılmış. 2053 yılında birincil enerji kaynakları içinde fosil yakıtlarının (kömür, petrol ve gaz) payının da yüzde 20’de kalacağı belirtilmiş. Enerjinin yüzde 20,8’i fosil olacaksa net sıfır olmaz. Net sıfır hedefinin gerçekçi olmadığı artık resmi raporlara da girmiş durumda. Karbon depolama ucuzlarsa net sıfır oluruz diye hedef olmaz. Nükleerli, kömürlü ve doğalgazlı Ulusal Enerji Planı hiç olmamış. Plana net “sıfır” verip, içinde bulunduğumuz çağa uygun yeni bir plan hazırlayın demek lazım.

Ütopyanız bol olsun

Özgür Gürbüz-BirGün / 30 Aralık 2023

2022’yi biliyoruz, yaşadık. Şimdi asıl sormamız gereken soru, “2023 nasıl geçecek” olmalı. Her şey güzel mi olacak, eskisinden daha iyi mi olacak ya da en iyisi şöyle soralım: “Biz bu fotoğrafın neresinde olacağız?”

Yılın nasıl geçeceğini vereceğimiz yanıt belirleyecek. Bugün İkizköy’de termik santralın yutmak istediği ormanlarını korumaya çalışanlar, Amasya Çambükü’nde meralarını korumak için jandarmayla karşı karşıya kalanlar, Kazdağları’ndan Erzincan’a madenlere, Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de kıyı talanına, kentten kırsala orman alanlarının yapılaşmasına karşı duranlar 2023’ün yaşam savunucuları fotoğrafında çoktan yerini aldılar. Biz kentlilere ise bu mücadelelere destek vermenin yanı sıra bir başka rol daha düşüyor. Siyaseti doğayı koruyacak şekilde şekillendirmek. Yerelin taleplerini siyasetin merkezine iletmek.

Önümüzdeki seçimlerden herkesin büyük beklentileri var. Doğa talanına karşı duranlar, gördüğümüz en büyük doğa yıkımını gerçekleştiren AKP-MHP koalisyonunun sona ermesini istiyor. Ekonomik ve hukuki süreçlerde katılımcı ve doğa temelli karar alma süreçlerinin hayata geçirilmesini bekliyor. Mevcut hükümet yurttaşları dinlemiyor, dinlemek istemiyor. Öyle ki, Temmuz ayında ÇED yönetmeliğinde yapılan değişiklikle halkın katılımı toplantısına katılacak halkı belirleme hakkını bile şirketlere vermişlerdi. Olası bir iktidar değişikliğinde yeni hükümetin ne kadar “çevreci” olacağını kestirmek zor ama dertli halkı dinleyeceklerinin işaretlerini alıyoruz. Siyaseti saraydan yeniden meclise getirmenin pratikteki karşılığı bu olmalı. Sırf bu yüzden muhalefete oy verecek onlarca kişi tanıyorum.

Ama bir sorunumuz daha var. Seçim sürecine kadar olan süreçte yaşam savunucuları ne yapacak? 20 yıldan sonra mevcut iktidarın seçim dönemi dağıtacağı mavi boncuklara kanacaklar mı? Sanmıyorum. Yeni iktidarın bir geçiş dönemi iktidarı olacağını kabul etsek bile, seçim sonrası uygulayacağı politikalara nasıl etki edilecek? Seçim sonrasını beklemek yerine şimdiden talepleri, sorunlara çözüm önerilerini hazırlamak ve muhalefete yol göstermek daha akıllı bir yol gibi görünüyor. Doğa savunucuları, dayanışma içerisinde derleyeceği ortak taleplerini muhalefete iletmeli, onları sorunlara çözüm üreten konuşma ve programlara yöneltmeli. Böylece iktidarın işine gelen “ağız dalaşı” tarzındaki tartışmalardan da kurtulmuş oluruz. Muhalefet de bu talepleri sistemli bir şekilde almak için kanallar oluşturmalı. Sokağın taleplerini gören siyasilerin daha cesur adımlar atacağına da inanıyorum. Örneğin, Akkuyu Nükleer Santralı’nın kapatılması gerektiğini, kömürlü termik santrallardan kademeli çıkışı, kıyıların halka açılmasını korkmadan dillendirmeleri arkalarında halk desteği olduğunu gördüklerinde kolaylaşabilir.

Geçmişe baktığımızda hasarın üç ana nedenden kaynaklandığını görebiliyoruz. Üç nedeni kabaca; adalet eksikliği, rant ve eski kafalılık diye gruplayabiliriz. Hukuk sisteminin iyi işlememesi yüzünden Kazdağları’nda kesilen binlerce ağaçtan sonra maden şirketinin iptal edilen iznini düşünün. Rant için İstanbul ve Marmara’yı bitirecek Kanal İstanbul veya İzmir’deki benzeri Çeşme projelerini hatırlayın. Güneş enerjisinin egemenliğini ilan ettiği bir çağda, bir güneş ülkesine nükleer santral yapma çabasını unutmayın.

2023’e girerken sadece 2022’nin değil son 20 yılın verdiği hasarı bir kenera bırakıp adeta bir “sil baştan” yapmamız gerekecek. Ütopyalarımız, bize tanınan alanın dışına taşan taleplerimiz, yeni bir dünya isteğimizle sahaya çıkmalıyız. Biliyoruz ki başta adalet olmak üzere düzelmesini beklediğimiz mekanizmaların onarılması, yaşam savunucularının birçok haklı talebini daha kolay dile getirmesini sağlayacak. Birçok ülkede sıradan kabul edilen demokratik hak ve taleplere tekrar kavuşacağız. İki gün önce istinaf mahkemesince onaylanan kararla hapse mahkûm edilen Gezi’deki dostlarımız adil mahkemelerde tekrar yargılanacak ve serbest kalacak. Basın açıklaması yapmak isteyenler karşılarında polisi değil basını bulacak. Hukuk tanımayan inşaatlar, ihaleler, müşterek alan gaspları geri alınacak.

Sadece sorunları dile getirme hakkının kazanımı bile bugünkü yoksulluk, talan ve adaletsizlik gibi sorunları azaltmaya yetebilir. Yeni yıla düşlerimizle, hayalini kurduğumuz ülke ve dünyanın talepleriyle girmeliyiz. Küçük gördükleri, olmaz dedikleri hayallerimizin aslında yapılabilir olduğunu her gün görüyoruz. Daha az çalışmak, adilce bölüşmek ve doğayla barışık bir hayat kurmak mümkün. AKP’nin sınırlarını belirlediği ve yalan duvarlarıyla örerek bizi hapsettiği dünyadan çıkmak ve kaybettiğimiz 20 yılı kazanacağımız ilerici bir siyaset için yol haritası çizmek zorundayız. Bize reva gördüklerinden fazlasını hak ediyoruz ve yapabiliriz. Yeni yılda ütopyanız bol olsun!

Kazanmanın tek yolu direnmek

Özgür Gürbüz-BirGün / 16 Aralık 2022

7 Şubat 1939 tarihli, 4126 sayılı Resmi Gazete, “Zeytinciliğin ıslahı ve yabanilerinin aşılattırılması hakkında kanun”la başlar. Bu kanunun 20. maddesi, zeytinlik içinde fabrika yapımını izne bağlamıştır. Sonraki yıllarda 20. madde değişikliklere uğrasa da o günkü amacını korur. “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mâni olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez” der. Kömürlü termik santrallara maden sahası açmak için zeytinliklere göz dikenler yıllardır bu maddenin değiştirilmesini istiyor. 10. kez denediler ve 10. kez kaybettiler.

ADRESE TESLİM KANUN
Yapılmak istenen aslında adrese teslim bir kanun değişikliğiydi. Elektrik Piyasası Kanuna konacak geçici madde özetle şöyle diyordu: Ülkenin elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin tapuda zeytinliklere denk gelmesi durumunda zeytinlikler taşınır, zeytinlik maden sahası olur. Maden sahası ile zeytinliğin çakışma olasılığına karşı kanun düzenlemek müthiş bir öngörü olsa gerek.

NET KÖMÜR HÜKÜMETİ
Tesadüfün böylesine az rastlanır. Muğla’daki Yeniköy termik santralının maden sahası ile geçimini zeytinden sağlayan İkizköy’ü karşı karşıya getiren konu da bu. Maden sahasını genişletmek isteyen termik santral Akbelen Ormanı’nı maden sahasına çevirmek, bir anlamda köydeki yaşamı bitirmek istiyor. Santralın sahipleri Limak Enerji ve IC İçtaş Enerji. Özelleştirilmiş bu santralın ‘ülke için elektrik ürettiğini’ söylemek de ayrı bir tartışma konusu. Her özel şirket gibi onlar da kâr etmek için elektrik üretiyor; bunu da çevreci bir yöntemle değil dünyanın bir an önce terk edilmesi konusunda salık verdiği kömürü yakarak yapıyor. Elektrik üretmenin onlarca yolu var. Sadece enerjiyi akıllı kullanarak bile bu santralın kapatılması sağlanabilir. AKP – MHP “koalisyon hükümeti, bir yandan net sıfır emisyon yalanıyla bazı çevrecilerin ve kamuoyunun gözünü boyamaya çalışıyor, bir yandan da özel şirketlerin kömür yakmaya devam etmesini kolaylaştıracak kanun hazırlıyor. Net sıfır değil, net kömür hükümeti.

Zeytinine sahip çıkanlar imza kampanyaları, direniş çadırları ve Ankara’da Meclis kapısında yaptıkları eylemlerle zeytin talanını bir kez daha önlemeyi başardı. Kanun tasarısından ilgili madde çıkarıldı. Bu ülkenin insanları daha kaç defa hükümete gıdayı, sağlığı, çevreyi kömüre yeğlediklerini söylemek zorundalar bilmiyorum. Bildiğim tek şey direnmezsek kaybedeceğimiz. Direnirsek bir ihtimal var ve o ihtimal hepimize sağlıklı ve onurlu bir yaşam vadediyor.

DOĞANIN EKONOMİSİ KÖMÜRÜ YENER
Ekonomiyi dert edinenlere de birkaç not bırakalım. Türkiye’nin zeytin ve zeytin yağı ihracatı yarım milyar dolara yaklaşmış, İspanya ve İtalya örneklerine bakıldığında bu rakamın çok daha yukarılara çıkarılabileceği ortada. Kömüre verdiğiniz teşviğin sadece 240 milyon TL’sinin Milas’ta zeytin sektörüne aktarılmasıyla madende çalışan 800 kişiye iş sağlamak mümkün. Kömürden ürettiğimiz elektrik hem kirli hem de güneş gibi kaynaklardan daha pahalı. Bölgedeki Yeniköy ve Kemerköy santrallarının sağlık etkilerinin topluma maliyeti yılda 190 milyon avro. Şirket yılda 25 milyon avro kâr ediyor ama kirlettiği hava, değiştirdiği iklim yüzünden ülke hem sağlığıyla hem de kamu harcamasıyla bedel ödüyor.

Zor günlerden geçiyoruz, ileri gitmek için değil gerilememek için mücadele ediyoruz. Mücadele sandıkta kazanılacak elbette ama sandığa eşit şartlarda gitmek için bile direnmek gerekiyor. İstanbul’un iki kez seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza bunu bir kez daha gösterdi. Direnenin kazandığını ise zeytinlikleri koruma mücadelesine bakarak görebilirsiniz.