Danimarka ile Almanya'nın arasını teneke kutular açtı

Schengen Anlaşması'ndan sonra eline kimlik kartını alan AB vatandaşları üye ülkeler arasında serbestçe dolaşmaya başladı. Bugünlerde ise AB içinde serbestçe dolaşanlar sadece insanlar değil. Örneğin bira kutuları da ülkeler arasında dolaşıyor hatta üye ülkelerin arasını bile açabiliyor; Almanya ve Danimarka arasında olduğu gibi. Türkiye'de ise atıkların geri kazanımı için alınacak çok yol var.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 10 Mart 2006

İngilizler Fransızları çok sevmeselerde, her yıl onbinlercesi Manş Denizi'ni aşıp, eve Fransız şarabı, peyniri ve birasıyla dönmeye bayılıyor. Bazıları bu kısa tatili, uygulanan düşük vergilerden dolayı aynı ürünleri Fransa'da İngiltere'ye oranla daha ucuza alabildiği, bazıları da sadece tadı için yapıyor. Biraları en az Alman markaları kadar ünlü olan Danimarkalıları Almanya'ya götüren neden ise daha çok fiyat farkı. Her yıl tam 400 milyon teneke kutu dolusu bira Almanya'dan Danimarka'ya akıyor.

Danimarka bu durumdan rahatsız ve yıllardır süren bu soruna çözüm bulması için Avrupa Komisyonu'ndan yardım istiyor. Danimarkalılar için sorun sadece ucuz biranın ülkeye girmesi ya da kendilerini ucuz biraya veren "çakırkeyf" Danimarkalıların işe geç gelmesi değil. Her yıl 400 milyon teneke kutunun daha, kendilerince toplanmak zorunda kalınması. Almanya'dan bira akını başlamadan önce Danimarkalılar teneke kutulara da depozito uygulaması başlatmış, doğaya bırakıldığında çözülmeleri 200 yıl alan bira kutularının dükkanlara geri dönmesini sağlamışlardı. Kutuları aldığınız yere götürmezseniz, depozito için ödediğiniz parayı da geri alamıyorsunuz. Almanya'da da benzer bir uygulama var ancak sınırdan çıkarken Danimarkalılar, kutuları Almanya dışına çıkaracaklarını beyan ederek depozito ödemekten muaf tutulabiliyor. Böyle olunca milyonlarca bira kutusu Danimarka'nın çöplüklerinde toplanmayı bekliyor. Danimarka Çevre ve Ticaret Bakanlıkları geçtiğimiz hafta yaptıkları ortak açıklamada, hem haksız rekabete hem de atık sorununa çözüm bulunması için Komisyon'dan çözüm üretmesini istediler. Almanya, Komisyon'dan önce yanıt vererek sorunu 1 Mayıs'a kadar çözme sözü verdi. Danimarka Ticaret Bakanı Bendt Bendtsen, sözün tutulması için baskı yapmaya devam ediyor ve Angela Merkel'le gerçekleşecek görüşmesinde konuyu gündeme getireceğini söylüyor.

Tüm bu gelişmeler, Danimarka kırlarında içtiği bira kutusunu havaya fırlatma lüksünden yoksun bırakılacak olan "keyif adamlarını" rahatsız ede dursun bizim buralarda durum oldukça farklı. Teneke kutu değil birçok cam şişeye de depozito uygulaması yok. Geri kazanım için plastik, cam, metal ve kağıt-karton başlıkları altında belirlenmiş kotalar var ama oranlar 2005 yılı için yüzde 30'larda seyrediyor. Geri kazanılmayan ürünler ise, birçok kentteki vahşi depoloma alanlarında gömülmeyi bekliyor. Atıkların geri toplanması ve organik atık dediğimiz, yiyecek artıklarından ayrılması için bireyler, firmalar ve yerel yönetimlerin birlikte çalışması gerekiyor. Türkiye'deki çarpık kentleşme sorunu büyüten bir faktör olduğu kadar, daha az atık üreten ambalajlama yöntemlerinin kabulüde bir başka önemli kriter. Bugün birçok ülkede ve kentte "sıfır atık" politikaları tartışılıyor.
1 Ocak 2005'te yürürlüğe giren Ambalaj ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği, Türkiye'de üretilen ve ithal edilen tüm ambalaj türlerinin, malzemesi ne olursa olsun, kullanımından sonraki durumunun denetim altına alınmasını öngörüyor. Yönetmeliğe göre, tüketicilerin, ekonomik işletmelerin ve satış noktalarının sorumluluk paylaşımını yerine getirmeleri gerekiyor. Yine yönetmelik kapsamında ekonomik işletmelerin sorumluluğu bir yetkilendirilmiş kuruluşa devredilebiliyor. Türkiye'de Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO) bu konuda yetkilendirilmiş kuruluş. Bu yönetmelik, AB direktiflerini de gözeterek Türkiye'nin 2014 yılına kadar geri kazanım hedeflerini belirlemiş. 2005'te plastik ve cam malzemeler için yüzde 32, metal malzemeler için yüzde 30, kağıt-karton malzemeler içinse yüzde 20 olan hedeflerin hepsinin 2014'te yüzde 60'a çıkarılması hedefleniyor. Hedeflere ulaşılamazsa, toplanamayan eksik miktar yüzde 10 arttırılıp bir sonraki yıla ekleniyor. 2 yıl sonunda hedefe ulaşılamazsa hedeflere ulaşana kadar depozito uygulamasına geçiliyor. Üçüncü yıl sonunda yine hedeflere ulaşılmazsa 5 yıllık bir depozito uygulaması kabul ediliyor. Şu an görünen o ki, hedeflere ulaşılsın ya da ulaşılmasın, kullanılan ambalajın büyük bir bölümü çöp dağlarına doğru yol almaya devam ediyor.


Motosikletle köprüden geçmek zor

3 Nisan Pazartesi gününden itibaren Boğaziçi Köprüsü'nden sadece OGS ve KGS sahipleri geçebilecek ve para ödeyerek geçmek mümkün olmayacak. "Takacak yerleri yok" nedeniyle OGS satışı yapılmayan motosiklet sürücüleri ise kartlı geçişin kendileri ve diğer araçlar için trafikte gecikmelere yol açacağından dolayı yeni uygulamadan şikayetçi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 1 Nisan 2006

Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından gişelerde yaşanan gecikmeleri en aza indirmek amacıyla 3 Nisan Pazartesi gününden itibaren İstanbul'daki Boğaziçi Köprüsü'nden parayla geçmek yasaklanıyor. Sürücüler, pazartesiye kadar ya Otomatik Geçiş Sistemi olan "OGS"ye, ya da "KGS" olarak bilinen Kartlı Geçiş Sistemi'ne geçmek zorunda. Aksi takdirde geçiş ücretinin on katı kadar ceza ödeyecekler. Para ödeyerek geçmek isteyenler ise Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ndeki dört gişeyi kullanabilecek.

OGS ve KGS satışlarının son haftalarda 5 kat kadar daha artması sürücülerin yeni siteme kendilerini hazırladıklarını gösterse de, kendilerine OGS satışı yapılmayan motosiklet sürücüleri durumdan şikayetçi. Enduro Motosiklet Kulübü Derneği (EMOK) Genel sekreteri Hakan Erman, "Motosikletler tamamen bu düşüncenin dışında bırakıldı. Takılamaz nedeniyle OGS verilmiyor; KGS'yle geçsinler deniliyor. Halbuki takılabilir, montumuzun bir yerine takılabilir. Ayrıca nereye takacağımız motorcuları ilgilendirir" diyor. Karayolları 17. Bölge Genel Müdürü Yakup Dost ise, "Takabilecekleri bir yer tanımı yok. Ceketlerine takabiliriz diyorlar ama sonra da okunmuyor diyecekler" açıklamasını yapıyor. Sonuç olarak, Ziraat bankası şubelerine giden ve OGS isteyen motosiklet sahipleri, evlerine KGS ile geri dönüyor. Dost, OGS satışlarındaki artışa dikkat çekiyor. Günlük 300-400 olan rakamlar son haftalarda 1500'lerde seyrediyor. Bu güne kadar toplam 620 bin araç OGS abonesi ve 180 bin kişide KGS sahibi olmuş. Otoyol ve köprü geçişlerinde OGS ve KGS kullanımı her istasyon için yüzde 50'lerin üzerinde.

OGS alamayan ancak zorunlu olarak KGS satışlarını arttıran motosiklet kullanıcıları uygulamanın kendilerine getirdiği birçok sorun olduğunu söylüyor. Erman, motosiklet üzerinde dengede dururken aynı anda kartınızı bulup, okutup yerine koymanın hiç de kolay olmadığını ve zaman alacağını söylüyor. Erman, KGS kullanmak için yapacakları işlemleri şöyle sıralıyor: "Önce dengenizi sağlayacaksınız sonra kartlı geçiş ve debriyaj sol tarafta olduğu için ya vitesi boşa alacak ya da motoru durduracaksınız. Eldivenleriniz varsa herşeyden önce onları sonra cüzdanınızı çıkaracaksınız. Kış aylarında kat kat giyindiğimiz için cüzdanınız yağmurluğun altında olacak. Sonra tekrar bu işlemleri yapıp, motoru çalıştırıp gidecekseniz. Acemi biriyseniz, tüm bunları yaparken düşebilirsiniz. Kartınızı düşürürseniz durum daha da felaket. Sırada bekleyenlerin sabırlı olmaları, size kızmamaları, anlayış göstermeleri gerekecek". Motosikletçiler, yeni sistemin geçiş süreçlerini uzatacağını ve bu kararı alanların tüm bunları bilmediği ve motosiklet kullanıcılarını azınlık olarak görüp şikayetlerini dikkate almadıklarını düşünüyor.

"Gişede beklemeler yüzünden bizi ittirenler bile oluyor diyen" EMOK Yönetim Kurulu Üyesi Şahin Şair ise, doğru olan köprü geçişlerinden motosikletlerin muaf tutulması diyor. Otomobillerle aynı ücretleri ödememek için açılmış olan bir dava da var. Karayolları dava sonucuna göre motosikletler için yeni bir düzenleme yapmaya hazırlanıyor. Öte yandan da pazartesi sabahından itibaren tüm köprü girişlerinde yapılacak uyarı levhalarını hazırlıyor.

Avrupa Birliği'ne giden yol Bergama'dan mı geçiyor

Bergama'da siyanür liç yöntemiyle altın çıkarılmasına karşı mücadele eden köylüler geçtiğimiz gün ikinci tazminat davasını da kazandı. Türkiye, 315 köylüye toplam 945 bin euro tazminat ödeyecek. Bin 479 köylünün açtığı dava sırada, 10-15 bin kişinin de dava açma olasılığı var. Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden ihraç edilmesi de olanaklar dahilinde.

Özgür Gürbüz - Analiz / Nisan 2006 *

Dünyanın en ünlü tarihçisi Heradot bir daha Bergama'dan geçse, herhalde "siyanürlü altına" karşı mücadele eden "Hopdediks" lakaplı Bayram Kuzu ve arkadaşlarının mücadelesini de notları arasına yazardı. Nereden bakarsanız bakın, Bergama'da "bir avuç köylü"nün başlattığı hareket, Türkiye'nin en uzun soluklu çevre hareketlerinden biri oldu ve olmaya da devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Türkiye'ye verilen toplam 945 bin euro'luk ceza son olmayacağa benziyor. Köylülerin avukatları, Türkiye madeni çalıştırma konusunda ısrar ederse, Avrupa Konseyi'nden bile ihraç edilebileceğini söylerken, yüzlerce köylü de tazminat talebiyle dava açmaya hazırlanıyor.

Bergama'daki çevre hareketinde bu AİHM'nin köylüler ya da çevreciler lehine verdiği ilk karar değil. Bir başka örnek de, 2004 yılında alınan ve artık Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın'ın adıyla anılan tazminat kararı. Gerekçesi özel yaşama saygı ve adil yargılama haklarının ihlali olan "Sefa Taşkın Kararı" aslında bu son kararın ve muhtemelen önümüzdeki günlerde sonuçlanacak bin 479 köylünün başvurusu sonucu çıkabilecek diğer kararın habercisiydi. AİHM için emsal kararlar arasına giren bu karar ilk kez belgeden çok risk tehlikesine dayanılarak alınmış bir karar olarak tarihe geçti. İzmir Barosu eski Başkanı Avukat Noyan Özkan, bu kararla AİHM'nin çevre koruma konusunda muhafazakar tutumundan sıyrıldığını söylüyor. Özkan, "Eskiden sebep sonuç ve nedensellik bağı aranıyordu. Toz, duman dediğinde doktor raporun var mı diyordu. Bu davada özellikle o yöredeki siyanür liç yöntemiyle yapılan maden işletmesi ve kimya tesisinin, yeraltı sularına karışma; havada, toprakta ve yakın çevrede yaşayan insanların sağlığını etkileme riski gözönüne alındı" diyor.

Tazminatları kim ödeyecek?
Şu ana kadar verilen 1 milyon euro'yu geçen tazminatlar ve sırada bekleyen yüzlercesi bu tazminatların kim tarafından ödeneceği sorusunu da akla getiriyor. İlk planda Maliye Bakanlığı bu tazminatları ödemekle yükümlü merci olarak ön plana çıksa da, Özkan başka bir noktaya dikkat çekiyor: "Alınan kararları uygulamayan, gereğini yerine getirmeyen herkes, ilgili bakanlar, müsteşarlar, genel müdürler, Dışişleri, Çevre ve Orman Bakanlığı, Başbakanlık Müsteşarı, ilgili valiler, İl İdare şube başkanları kişisel olarak sorumludur. Ağır kişisel kusurları nedenleriyle Maliye Bakanlığı, hazine zararına yol açan bu rakamların rücuen tahsili için talepte bulunmak ve ödenmediği takdirde dava açmak zorunda". Benzer bir dava açabilecek 10-15 bin kadar daha kişi olduğunu söyleyen Özkan, 2004'ten beri yetkilileri uyardığını, AİHM kararı uygulanmadığı sürece bu tazminat davalarının sırayla geleceği ve zararın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının cebinden çıkacağını söylüyor.

Altının çoğu takılar için (Ah şu beşi bir yerdeler!)
Bugün dnyada çıkarılan altının yüzde 80'i günlük hayatta kullandığımız mücevherlere dönüşüyor. Mücevher talebi ve altın cevherlerine ulaşmak için derinlere inilme zorunluluğu altının fiyatını ons(35,274kg.) başına 563 dolara kadar yükseltti. Ekim 2005'te bu rakam 500 dolarlarda seyrediyordu. Gelişmiş ülkelerde arttırılan standartlar da maliyetleri yükselten bir başka etken. 1 ons altın için 30 ton kaya-toprak kazılıyor. Amerika Çevre Koruma Ajansı'nın hesaplarına göre, ABD'deki tüm metal endüstrisinin madenlerinin rehabilitasyonu için 54 milyar dolarlık bir bütçeye gerek duyuluyor. Altın çıkarma işi de yüzeye yakın madenlerin tükenmesiyle giderek zorlaşıyor. Bugün, altının yüzde 70'i gelişmekte olan ülkelerde çıkarılıyor. New York Times'ta yayınlana bir makalede bunun nedeni olarak 2 etken gösteriliyor. Gelişmiş ülkelerdeki kaynakların tükenmesi ve çevrecilerin daha çok benimsediği sav olan, gelişmekte olan ülkelerdeki çevre standartlarının daha düşük olması. Doğru orantılı olarak Peru ve Guetamala gibi ülkelerde altın madeni sahibi şirketlere karşı protestolar oluyor. Dünya bakır üretiminde 3, altın üretiminde 6. olan Peru'nun hükümete bağlı Ulusal Çevre Konseyi, kapanmış madenlerin rehabilitasyonu için 1 milyar dolara ihtiyaç olduğunu söylüyor. Madenciler zaten bu konuda gerekli harcamaları yaptıklarını söyleyerek daha fazla para aktarmak istemiyor. Peru hükümeti ise lisansların daha kolay askıya alınacağı bir yasayla bu resti görmeye hazırlanıyor. İş yasalarla sınırlı kalsa iyi. 16 Mart 2006'da Papua Yeni Gine'de Amerika kökenli Freeport Madeni'ne karşı ayaklanan öğrenciler, 3 polis ve 1 askeri sopalarla döverek öldürdüler. Yerli halkla güvenlik güçlerini sık sık karşı karşıya getiren madenler konusu Yeni Gine'nin kaçak ağaç kesimiyle birlikte en büyük çevre sorunlarından birini oluşturuyor. 2001 yılında Papua Yeni Gine'de Avustralya merkezli BHP Billiton, oldukça karlı bir maden olan Ok Tedi madenini sürpriz bir kararla satmış ve İki bin 400 hektarlık yağmur ormanını yok ettikten sonra madenin kendi çevre standartlarına uymadığını söylemişti. Bu da pek çok kimseyi yine çileden çıkardı.

Hopdediks ve Asteriks'in bitmeyen mücadelesi
Türkiye'de kendilerine "Gandi" tarzı sivil itaatsizliği eylem biçimi olarak seçen köylüler ise yaklaşık 10 yıldır yaptıkları eylemlerde de şiddetsizliğe büyük oranda sadık kaldılar. Geçtiğimiz yıllarda hayata gözlerini yuman Bayram Kuzu, iriyarı gövdesi ve çizgili pijamasıyla "Hopdediks" olarak anılırken, yanında kısa boyu ve pos bıyığıyla Asteriks gibi kalan Oktay Konyar, yaptıklarının şiddetsiz bir demokratik tepki hakkı olduğunu söylüyor. Bergamalılar, yol kapatmayla başladıkları eylemlerini, 1996 yılının Aralık ayında yarı çıplak Bergama sokaklarında dolaşarak Türkiye'nin gündemine taşıdılar. 1997'de sekiz köyde sandık kurup referandum yaptılar. 2 bin 886 köylünün neredeyse tamamı madene hayır oyu attı. Yapılan protestolar içinde en serti ise 2005 Haziran'ında yaşandı. Bergama'nın Ovacık köyündeki madende çalışanlarla karşı karşıya gelinen protestoda taş ve yumurtalar havada uçuştu. Tüm bu eylemler, geçen 10 yıl içerisinde dikkatleri hep Bergama'nın üzerinde tuttu. Moğollar Grubu onlar için bir şarkı bile yaptı. Birçok kişi altın alyanslarını terk etti.

Konyar, mücadeleye başladığında 47 yaşındaydı şimdi ise 63. Devletin tazminat ödemesinden memnun olmasa da söz konusu olan insan sağlığı diyor ve önemli olanın halkın kazanması olduğunu söylüyor. Koza Altın İşletmeleri A.Ş. Yönetim kurulu Başkanı H. Akın İpek ise alınan son kararın madenin çalışmasına etki eden bir unsur olmadığını söylüyor. Akın, "Ovacık Altın Madeninin Koza Altın işletmeleri A.Ş tarafından satın alınmasından sonra , tesbit edilen eksikler, ÇED raporu dahil giderilmiş, tüm gereklilikler yerine getirilerek Gayri Sıhhi Müessese İşyeri Açma Ruhsatı alınmıştır. Bu nedenle İnsan Hakları mahkemesinin aldığı karar eski döneme ait bir karar olup Koza Altın İşletmeleri Ovacık Altın Madeni’nin çalışması ve yeni aldığı izinlerle alakalı değildir. Üretim sorunsuz ve kesintisiz devam etmektedir” diyor. Akın ayrıca alınan yeni kararın bir önceki tazminat kararının bir devamı olduğunu ve bu tazminatın da madenin daha önceki sahibi Normandy Madencilik A.Ş. döneminde oluşmuş bir zarardan değil, Bakanlar kurulunun aldığı prensip kararında ÇED raporu yerine TÜBİTAK raporunu baz alması nedeniyle idari işlemdeki usül hatasından kaynaklandığını söylüyor.

Avukat Noyan Özkan ise bu ilk 10 davada AİHM, hem 1997'de alınan Danıştay kararının uygulanmamasından hem de yörede yaşayan köylülerin özel ailevi yaşamlarının ihlalinden karar veriyor diyor. Bu kararı verirken de aynen Danıştay'ın gerekçesine iştirak ettiğini birkaç kez vurguladığını ve bu madenin coğrafi ve jeolojik konumu itibarıyla yörede yaşayan insanlara risk teşkil ettiği hususunda karar verdiğini söylüyor. 1997'deki bu karar ÇED olumlu belgesini iptal etmiş ve madenin çalışması zorlaşmıştı. Yine çevre avukatlarına göre karardan sonra yapılan tüm inşaatlar yasal değil. AİHM'de Danıştay kararına rağmen çalıştırılmasını neden gösteriyor. Bu durumda maden çalıştıkça tazminatlar da devam edecek diyor Özkan. Bergama'dan göçeni de, psikolojik tedavi göreni de var. Tüm bunlar bir "beşi bir yerde" için mi diye soramadan edemiyor insan.


"Türkiye Avrupa Konseyi'nden çıkarılır"
Av. Noyan Özkan
İzmir Barosu Eski Başkanı
Madenin adı Eurogold'tu, Newmont'tu Koza'ydı hiçbir şekilde farketmez. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesi, taraf olmuş devletler, taraf oldukları davalarda mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt ederler ve bu konuda Bakanlar Komitesi görevlendirilir diyor. Türkiye 46. maddeye aykırı davranıyor ve biz Türkiye'yi şikayet ettik. Sefa Taşkın davasının mahkeme kararının içinde "Burada vatandaşlara ağır risk vardır" şeklindeki hüküm Türkiye'de uygulanmadığı ve maden işletmesi çalışmaya devam ettiği için. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne yaptığımız başvurumuz incelemede. Oradan da yakında karar çıkacak. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, sen bu kararın içeriğini tam olarak uygulamadın, madenin çalıştırılması bu kararın içeriğine aykırı derse, Türkiye o karara uymak zorunda yoksa Avrupa Konseyi'nden çıkarılır. Türkiye'nin insan hakları ve çevre açısından presitiji Bergama kararını uygulamamakla paramparça ediliyor. Yapılması gereken Çevre ve Orman Bakanlığı'nın bütün verdiği izinleri hemen geri alması. Kimsenin bir tazminat talep etmesi de söz konusu değil. Türk Ticaret Hukuku'na göre, basiretli ve tedbirli bir tüccar gibi davranmak ve onlar da mahkeme kararlarına uymak zorunda.

Koza altın madenlerini satın alıyor
Koza Altın İşletmeleri A.Ş.'yle madencilik işine giren Koza Davetiye, Mart 2005'te Ovacık madenini 44,5 milyon dolara Newmont firmasından satın aldı. Beş ay sonra, Ağustos 2005'te ise yine Bergama'nın eski sahiplerinden Normandy firması ve Dedeman Madencilik tarafından kurulan Gümüşhane'deki Mastra altın madenini satın aldılar. Bu iki maden alanında toplam 7, tüm Türkiye çapında ise 38 adet ruhsatlı altın sahasına sahip olan Koza, en son olarak da Kasım 2005'te yine protestolara neden olan Balıkesir Küçükdere ve Eskişehir Kaymaz madenlerini de TÜPRAG şirketinden 5 milyon beş yüz bin dolara alarak altın madenciliğindeki atılımlarını sürdürdü. Bergama, Gümüşhane, Eskişehir ve Balıkesir'deki madenlerdeki altının değerinin 1,5 milyar dolara yakın olduğu tahmin ediliyor.

Moğollar Şarkı yaptı:

ÖLÜLER ALTIN TAKAR MI?
Yamaçlarda zeytin büyü, dallarında siyah altın
Ovasında tütün uyur, uyanınca sarı altın
Buğday eken altın biçer, pamuk desen beyaz altın
Çamurunda güzellik var, Kleopatranın pudrası
***
Bakırçay bu yediveren, almasını bilenlere
Ağaç kesip dağ delersen, uyanır uyuyan tanrılar
Referandum ettik gari, madenciye güle,güle
Siyanürü duyduk hele, ölüler altın takar mı?
***
Bergamaya yolun düşsün siyanürcü şirket duysun
Gördüğün dünya cenneti, sahipsiz toprak sanmasın
Gittim gördüm Bergamayı, sordum duyduğum belayı
Yüzler yere düştü ama umuduyla birlikteydi.
***
Siyanürcü güle, güle
Ölüler altın takar mı?

Söz: MANSUR BALCI
Müzik: TANER ÖNGÜR

Siyanür Liçi yöntemi nedir?
Yerüstü ve yeraltı madenlerinden çıkarılan cevher bir süre depolandıktan sonra kırıcılara götürülerek kırılır. Kırılan cevher burada öğütüldükten sonra suyla karıştırılır ve çamur kıvamına gelir. Daha sonra sodyum siyanür çözeltisiyle altın ve gümüş çözündürülür, aktif kömür üzerinde emdirilerek çamurdan ayrılır. Daha sonra karbon üzerinden sıyrılan altın ve gümüş elektrolizle katı hale dönüştürülür. Çamur da kimyasal bozundurma tanklarına gönderilir. Çevrecilerin en büyük itirazları iki noktada. Bu işlemler sırasında içerisinde siyanür de dahil olmak üzere birçok ağır metalin kaza sonucu doğaya karışması. İkincisi de atık barajlarında meydana gelen büyük çaplı sızıntılar. Aşırı yağış ve kar erimesinden dolayı 2000 yılında Romanya'nın Aurul madeninden taşan atık barajından yayılan ağır metaller, Tuna Nehri boyunca ilerlemiş ve Macaristan, Sırbistan ve Romanya'yı da etkilemişti. Geride 300 ton ölü balık ve 20 milyar dolarlık bir fatura bırakmıştı.


Hayri Öğüt
Koza Altın İşletmeleri
İnsan Kaynakları ve Halkla İlişkiler Müdürü

Hukuki ve çevre koşulları anlamında örnek bir noktadayız
Bu son karar bizi dolaylı yönden ilgilendiriyor. Ovacık madeni Eurogold zamanında yönetmeliğe tabi olmadığı halde bir ÇED raporu hazırlamış ancak Danıştay Çevre Bakanlığı'nın olumlu görüşünü iptal etmişti. Kararda, "olası risk faktörlerinin giderilip giderilmediğini tespiti yapılmadıkça izin verilmesinde kamu menfaati yoktur" denmişti. O dönemde deneme üretimi izni vardı. TÜBİTAK, bu risklerin giderilip giderilmediği için bir rapor hazırladı, Bakanlar Kurulu da bu rapora dayanarak prensip kararıyla madenin çalışmasına izin verdi. Bu süreçte 10 köylü AİHM başvurdu ancak maddi ve manevi tazminat taleplerinden sadece manevi talepleri (3 bin euro) kabul edildi. Arkasından başvuru yapan üç yüz köylünün talebi de kabul edildi; bu eski davanın bir devamıdır. Sırada bekleyen 1400 vekalet içinde bile madeni destekleyen kişiler var. Köylü, her birinize 3-4 milyar para gelecek deyince vekalet verdi. Madene olan desteğinin kendisine bir çıkar getirmediğini gören bir grup da var.
Koza madeni devraldığında Yönetim Kurulu başkanı Akın İpek'in bize çok net bir talimatı oldu. İpek bizlere, bu madenin çalışmasında Türkiye'nin imajını zedeleyecek hukuksal, çevresel ve yasal anlamında hiçbir eksikliğinin olmasını istemiyorum dedi. Bunun üzerine biz yeni yönetmeliğe uygun ikinci bir ÇED raporu hazırladık. Tekrar imar planları hazırladık, oturma ve inşaat ruhsatları aldık. Yeni çıkan Özel İdareler Yasası'na göre de 1. sınıf Gayri Sıhhi Müesseler (GSM) işyeri açma ve çalışma ruhsatı aldık. Gelinen noktada AİHM'in isteklerini de yerine getirmiş oluyoruz. Hukuka rağmen çalışan değil tüm yasal gereklilikleri yerine getirerek çalışan bir madeniz. Usul hatası olarak adlandırılan her türlü eksiği giderdik. AİHM'nin kararı ülkeye zarar vermek için alınan bir karar gibi geliyor bana. Biz eğer Bakanlar Kurulu kararıyla çalışmaya devam ediyor olsaydık, GSM ruhsatımız olmasaydı, AİHM'nin madeni kapatma konusunda da talebi olabilirdi. Şu an böyle birşey söz konusu değil. Hukuki ve çevre koşulları anlamında en kuvvetli noktadayız. Biz, AİHM'nin istediklerini de yerine getirdik.

* Bir bölümü Referans Gazetesi'nde yayınlandı.

AB, enerji de yol haritası oluşturuyor

Yaşanan doğalgaz krizleri, enerji ihtiyacında artış beklentisi, çevre ve enerji güvenliğiyle ilgili sorunlar AB'yi ortak bir enerji politikası hazırlama konusunda biraraya getirdi. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan "Avrupa için Enerji Politikası" adlı yol haritasında, enerji arz güvenliği, rekabetçi bir elektrik piyasası ve enerji verimliliği ön plana çıkıyor.

Özgür Gürbüz - Referans / 29 Mart 2006

Avrupa Birliği(AB), gaz ve petrol fiyatlarındaki artışı, dışa bağımlılığı, enerji transfer yollarını ve yol üzerindeki ülkelerdeki güvenlik sorunlarını, iklim değişikliğini, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjide yaşanan yavaş ilerlemeyi 24 Mart'ta Brüksel'de masaya yatırdı. Toplantıdan daha stratejik ve birlikte hareket edecek bir AB enerji politikası ortaya çıktı. 2007 ortasına kadar tek bir elektrik ve gaz piyasası yaratmayı hedefleyen "Avrupa için Enerji Politikası" taslağı, 2015'e kadar yenilenebilir enerji kullanımını yüzde 15'e, biyoyakıtların payını da yüzde 8'e çıkarmayı amaçlıyor. Daha önce bu hedefler 2010 yılı için yenilenebilir enerjide yüzde 12, biyoyakıtlarda yüzde 5.75 idi. Enerji verimliliği politikalarında ise AB daha da iddialı. 2020 yılında AB'de, yüzde 20 daha az enerji kullanılması planlanıyor.

Karar için sadece "Yuppii" diyebileceğini belirten Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barraso, ortaya çıkan taslağı Avrupa'nın enerji politikalarınnda tarihi bir dönemeç olarak görüyor. ABD ve Rusya'ya oranla enerji politikalarında stratejik davranmamakla suçlanan AB, sadece kendi üyeleri arasında değil, üyelerin enerji sağlayıcısı olan ülkelerle ilişkilerinde de ortak hareket etmeyi amaçlayarak bu konuda politika değiştirdiğini gösteriyor. Rusya'ya olan bağımlılık, Hazar ve Kuzey Afrika'daki kaynaklarla dengelenmek isteniyor. Kulislerde, Cezayir, İran, Irak, Çeçenistan, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbeycan ile birlikte Türkiye'nin adı da sıkça geçiyor.

AB ayrıca 2007 ortasına kadar tek bir elektrik ve gaz piyasası yaratmak istiyor. Bu şeffaf pazarın enerji güvenliği için önemli rol oynayacağı düşünülüyor ama öte yandan da serbest pazar kurallarını korumayı amaçladığı söyleniyor. Geçtiğimiz aylarda AB enerji piyasası, Fransa ve İspanya'nın, ulusal firmalarının yabancı enerji devleri tarafından satın alınmasına karşı çıkmasıyla "ulusalcılık" tartışmalarına sahne olmuştu. Strateji değişikliğinin bir başka göstergesi de, bu kurulacak pazarın kurallarının komşu ülkelerde de uygulanmasını sağlamak için AB'nin açıkça çalışacağını söylemesi. AB içinde ise çabalar ağırlıklı olarak henüz bu tek pazara entegre olamamış ülkeler üzerinde yoğunlaşacak. Enerji güvenliği için depolama alanları kurulacak. Bu oran elektrikte üye ülkelerin ihtiyacının en az yüzde 10'unu karşılayabilecek kapasiteye sahip olacak.

Enerjiyle ilgili alınan kararlarda, "çevre" konusu en etkili faktör olarak göze çarpıyor. Enerjiyi verimli kullanarak 2020'ye kadar tüketimi yüzde 20 oranında azaltmayı hedefleyen Avrupa ülkeleri, rüzgar, güneş, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarında da daha önceki hedeflerini yükselttiler. Yenilenebilir enerji kaynakları, Avrupa'nın enerjide yüzde 70'lere varan dışa bağımlılığını azaltacak tek kaynak olarak görülüyor ve iş yaratma potansiyelleriyle büyümeyi de desteklemesi umuluyor. Avrupa için Enerji Politikaları adlı taslak yıl sonuna kadar tam şeklini alacak.

Türkiye'nin enerjide hedefi var mı?

Özgür Gürbüz - Analiz - Referans / 29 Mart 2006

Avrupa Birliği(AB), enerjide strateji değiştirdi ve kendine yeni hedefler koydu. "Avrupa için Enerji Politikası" adını verdiği yeni politikasında birçok uzman ve özellikle de yeni üye devletlerin, AB'ye getirdiği enerjide stratejik düşünme eksikliği eleştirisi yanıtlanmaya çalışılıyor. AB bundan böyle ortak kurallara sahip, şeffaf ve rekabetçi bir enerji piyasası yaratmak ve üye ülkelerin enerji güvenliğini sağlamak için sınırlarının ötesinde de çalışmayı planladığını açıklıyor. Özellikle Rusya'ya olan doğalgaz bağımlılığının Hazar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi diğer enerji havzalarından karşılanmasında Türkiye'ye çok iş düşecek. Tartışmaya açık olan tam rekabetçi bir piyasa vurgusundan ulusal korumacılığa karşı bir dizi önlem çıkması da olası.

Yeni planlarda AB, yenilenebilir enerji kaynaklarından yana olan tavrını sürdürüyor. 2015 yılı için rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklardan sağlanan pay yüzde 15, ulaşımda biyoyakıtların payı ise yüzde 8 olacak. Daha da önemlisi, yaklaşan küresel enerji krizine çözüm olabilecek en ciddi seçeneğin, enerjiyi verimli kullanmanın, oldukça iddialı bir hedefle AB'nin gündemine getirilmesi. Tüm talep artışı tahminlerine rağmen AB 2020 yılında yüzde 20 oranında daha az enerji harcamayı hedefliyor. Türkiye bu konuda çok zayıf. Sanayileşmiş ülkeler içinde enerjiyi en kötü kullanan ülkeler arasında başı çekiyor.

Önümüzdeki 15 yılda 128 milyar dolarlık enerji yatırımı planlayan, kendisini AB'ye hazırlayan Türkiye'de, bu rakamın ne kadarı enerji verimliliğine ya da yenilenebilir enerjiye yönlendirilecek bilen var mı? Bu konuda Türkiye'nin, AB'yle örtüşen net ve ayrıntılı bir hedefi var mı? Daha da basitleştirelim. Bugün kaç kamu binasında, okulda ya da hastanede verimli ampullerin kullanılması, izolasyonun arttırılması için bir kampanya yapıldı. Kaçında, ne oranda elektrik tüketiminde düşüş sağlandı? Türkiye enerji açığını sadece yeni santraller kurarak ve dünyadaki gelişmelere gözlerini kapayarak çözmeyi amaçlıyor. Elektrikte cebimiz delik; ürettiğimiz elektriğin yüzde 19'u kayıp ve kaçak olarak boşa gidiyor. Bu oran OECD içinde yüzde 5-6'larda. Siz olsaydınız ne yapardınız, cebinizi mi dikerdiniz yoksa daha fazla para mı koyardınız?

Edirne'deki taşkınlarda Bulgarların suçu yok

Edirne'deki taşkınların sorumluluğu muhalefet ve iktidar tarafından baraj kapaklarını açtığı söylenen Bulgaristan'a yüklenmişti. ERE Holding Yönetim Kurulu Başkanı Reşat Köymen ise sorunun Bulgaristan'dan değil, taşkınları önlemek için yapılan seddelerden kaynaklandığını söylüyor ve nihai çözümün uluslararası işbirliğiyle geleceğini söylüyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 25 Mart 2006

Edirne'de 40 bin hektar alanı su altında bırakan taşkınlardan bir hafta sonra suçun baraj kapaklarını açtıkları söylenen Bulgarlarda olmadığı tezi ağırlık kazandı. ERE Holding Yönetim Kurulu Başkanı Reşat Köymen'e göre Bulgarların barajlarının küçük olması nedeniyle suyu tutma şansları yok. Yapılacak işin taşkın seddelerinin bakımını yapmak ve nehir yataklarını yaz aylarında temizlemek olduğunu söyleyen Köymen, yapılması düşünülen Suakcağı Barajı'nın, çözüm olamayacağının altını çizdi. Devlet Su İşleri(DSİ)'de çözümün uluslararası işbirliğinden geçtiğinin altını çiziyor.

Enerji Bakanı Hilmi Güler ve CHP lideri Deniz Baykal'ın soruna çözüm olacağını söylediği Suakacağı Barajı'nın ancak 10 milyon metreküp su tutabileceğini belirten Köymen, "Taşkınlar sırasında bir günde 200, iki günde 400 milyon meterküp su, Edirne ve İpsala'dan geçti. Bu baraj, gelen suyun sadece 40'ta 1'ini tutabilir; taşkın yine olur" diyor. Yine, hem Köymen hem de DSİ yetkililerine göre daha büyük bir barajla daha fazla su tutmak da kolay değil. Meriç Nehri Türkiye'ye girdikten sonra düz akıyor ve Türkiye sınırlarında vadi olmamasından dolayı su tutulacak alan Bulgaristan'a kayıyor. Barajın rezervuar alanının Bulgaristan'da kalması 10 binlerce Bulgarın göç etmesi anlamına geliyor. Bu konuda yatırım kararı almadan önce iki ülkenin anlaşması şart. Yunanistan ile de benzer bir sorun Meriç boyunca yaşanıyor. Nehrin sınırı oluşturan bölgelerinde islah çalışması yapılması için iki ülke beraber hareket etmek zorunda.

Nehirlerin taşkına sebep olmadan Ege Denizi'ne ulaştırılması için var olan taşkın seddelerinin içinden akıtılmalarının önemine değinen Köymen, "Ancak, bu seddelerin her yıl bakım ve onarımlarının yapılması ve debinin düşük olduğu yaz-sonbahar aylarında yataklarda biriken rusubatın temizlenmesi gerekir. Bu rusubat çok kıymetli olan granüle malzemesidir ve temizlenmesi için gereken maliyet, malzemenin satışından karşılanabilir" diyor. Bu bakımlardan sorumlu olan DSİ Edirne Bölge Müdürlüğü sınırlarında 187 km.'lik seddeler var. DSİ yetkilileri, son taşkınlardan sonra İpsala'daki ana seddenin yıkıldığını, Kapıkule'deki seddenin de 100 metrelik bir kısmının hasar gördüğünü tespit etmiş. Onarım işlerini 1 hafta içerisinde bitireceklerini söyleyen yetkililer, Edirne'yi koruyan seddelerin bu büyüklükte bir taşkını koruyamadığını ve özellikle Karaağaç'ta seddeleri olmadığı için sorun yaşadıklarını söylüyor. Yapılması düşünülen Suakacağı Barajı'nın rezervuar alanının yüzde 80'i Bulgaristan sınırları içerisinde kalıyor diyen yetkililer, bu projenin hayata geçmesi için Bulgaristan'da yapılacak referandumdan "evet" kararının çıkmasının gerekli olduğunun altını çiziyor. Baraj soruna tam bir çözüm olmasa da, Edirne ve Bulgaristan arasındaki 2 bin hektarlık alanın taşkınını önleyebilecek.

Dilovası'na hayat verecek projeler raflardan iniyor

Türkiye'nin 2.5 katı kanser ortalamasıyla kamuoyunun, CHP ve AKP milletvekillerinin çabalarıyla da Meclis'in gündemine taşınan Dilovası'ndaki çevre sorunlarının çözümü için projeler belirmeye başladı.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 18 Mart 2006

Gebze'nin Dilovası beldesinde yaşanan çevre sorunlarını çözmek için geç de olsa kollar sıvanmışa benziyor. Sanayi kaynaklı çevre sorunlarının araştırılması için Meclis Araştırma Komisyonu'nun kurulması yıllardır ihmal edilen çözüm önerilerini raflardan indirdi. Dilovası'ndaki operasyon başarılı olursa bu benzer durumdaki birçok organize sanayi bölgesi için de örnek teşkil edebilir.

Dilovası'nı kurtarmak için Belediye, Valilik ve Dilovası Organize Sanayi Bölgesi (DOSB) beraber ve ayrı ayrı çalışıyor. DOSB Başkanı Mustafa Türker, bölge içindeki bütün tesislerin modernizasyonlarını tamamlamaya çalıştığını belirtiyor ve "2006 sonunda sanayi kaynaklı hava kirliliği kalmayacak" diyor. Bu hedefe ulaşmak için fabrikalar modernizasyonlarını tamalayacak, filtre ve arıtma tesislerini kuracak. Sınırlı sayıda işletmeye ulaşan doğalgaz da yaygınlaştırılacak. DOSB, evsel ve sanayi atıkları için de ayrı bir proje hazırlamış. Hazırlanması aşamasında AB desteği alınan ve Mart ayı başında teknik projesi tamamlanan tesisler için ihale 3 ay içinde açılacak. Meclis Aaraştırma Komisyonu kurulması için önerge veren milletvekillerinden Eyüp Ayar 8 milyon dolara tesisin kurulacağını ve finansmanının DOSB tarafından karşılanacağını söylüyor. Arıtma tesisine Çevre ve Orman Bakanlığı ile Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'de destek veriyor. Projenin ÇED raporu hazır ve 2007 sonunda bitmesi bekleniyor. DOSB ayrıca, bölgenin durumunu ortaya koyacak ve Kocaeli Üniversitesi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü(GYTE) ile Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu(TÜBİTAK) tarafından yürütülen kirlilik haritasının çıkarılmasına katkıda bulunacak. Bu çalışma Türkiye'de bir ilk olacak. Ağaçlandırma yapacak ve adeta organize sanayi bölgesinin içinde yer alan Fatih ve Yeni Yıldız mahallerinin sorunlarının çözümüne katkıda bulunacak. Bu mahallelerin taşınıp taşınmamasına komisyon raporları doğrultusunda karar verilecek.

İzmit Körfezi'ndeki kirliliğin yüzde 25'inden sorumlu tutulan Dilderesi sadece sanayi atıkları değil evsel atıkları da taşıyor. DSİ ve Büyükşehir Belediyesi, Dilderesi'ni islah ederek, dereyi kirleten Gebze'deki vahşi çöp depolama alanı yerine düzenli depolama alanı kuracak. Kurulacak entegre tesis, biriktirilen metan gazından elektrik üretecek ve sızıntı suları arıtılacak. Tesis, 2028 yılına kadar bölgenin ihtiyacını karşılayabilecek. Yine DSİ, Dilderesi'nde bu temmuz ve ağustos ayında makinalı temizlik yapacak, Çamaşırderesi de ıslah edilecek.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Dilovası’nda 50 km. su ve kanalizasyon şebekesi yapıyor. Gebze merkezinde yapılacak su ve kanalizasyon ihaleleri de tamamlandı. Doğalgaz'ın sadece sanayi bölgesine değil, Dilovası'na da 2007'ye kadar ulaştırılması hedefleniyor. Dilovası'nda halka açık sahil yok, tüm sahil 8 adet liman tarafından kapatılmış durumda. 2005 yılında 12 bin 500 gemi yanaşmış ve 12.5 milyon ton yükleme, 32.5 milyon ton boşaltma yapılmış.
Limanlarda ağırlıklı olarak hurda, kömür ve kimyevi maddeler var. Yükleme-boşaltma sırasında gemilerden kaynaklanan kirlilik için daha etkin denetimler gündemde. Bir başka büyük proje de bölgedeki taşocağı ve kömür depolarının taşınması. Yeni ruhsat verilmeyeceği gibi ruhsatı dolanlara uzatma verilmemesi de konuşuluyor. Çalışan ocakların kırma-eleme tesisleri de kapalı alanlar içine alınacak. Tüm bu projeler yıların ayıbını örterse Türkiye'de benzer sorunları yaşayan birçok sanayi bölgesi için de örnek bir çalışma olacak.

"GAP"tırdık ama gitmiyor

GAP'ın kurtuluşu için artık gözler özel sektörde

Önümüzdeki yıl, Türkiye'nin en büyük bölgesel kalkınma projesi, adının konuluşunun 30. yılını kutlayacak. Yanlış sulama yöntemleri yüzünden tuzlanan toprakları geciken yatırımlarıyla Güneydoğu Anadolu Projesi, kağıt üstünde hala Türkiye'nin en büyük projesi. Ama kağıdın yarısı hala boş. Projenin tamamlanması için gözler özel sektörde.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Mart 2006

Mesut Yılmaz, "2010 yılına kadar GAP bitirelecek dediğinde yıllardan 1998, aylardan Haziran'dı. Yılmaz, o zaman yüzde 40'ı bitirilmiş olan Güneydoğu Anadolu Projesi'nin (GAP) yüzde yüzünün bitirilmesi için MGK'den karar alındığını söylüyordu. Ne MGK'nin kararı, ne de eski cumhurbaşkanlarından, GAP deyince hemen akla gelen Süleyman Demirel'in resti, GAP'ın bitirilmesine yetmedi. 1998 yılında Demirel, "Türkiye GAP için 10 senelik program yapacak. Bu 10 sene içinde Türkiye bu projeyi bitirecek imkanları arayacak, bulacak. Kendi kaynağından ya da başka yerden, şuradan buradan bulacak. 10 seneyi geçerse o zaman yatırdığımız kaynakların eleştirilmesine imkan veririz" demişti. 2 yıl sonra verilen 10 yıllık süre dolacak. Türkiye henüz yolun yarısında...

Geçtiğimiz Mayıs ayında, Turizm Bakanı Atilla Koç'un uyurken fotoğraflarının çekildiği meşhur toplantıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Başbakan ve bakanlar olarak emanetçiyiz. Bu emaneti iyi kullanamazsak bizden öncekiler gibi bedelini ağır öderiz" diyor ve yakında bitecek olan Gaziantep-Şanlıurfa otoyoluyla GAP'ın Akdeniz'e bağlanacağını müjdeliyordu. 32 milyar dolarlık projenin yolları tamam kendisi yarım olmasına rağmen, zaman zaman herşeyin çok hızlı ilerlediğini öne sürenler de oldu. Projenin bir başka büyük destekçisi Turgut Özal, 1990 yılında Meclis'te yaptığı konuşmasında, "...bunlar arasında dev bir proje, Güneydoğu Anadolu Projesi çok hız kazanmıştır" diyordu.

Tüm hızına rağmen planlanan sulama amaçlı 22 barajdan şu ana kadar sadece 14'ü, planlanan 19 hidroelektrik santralden de sadece 7'si tamamlandı. 32 milyar dolara bitirilmesi umulan proje için şu ana kadar 17 milyar dolar harcandı. Projenin sadece yüzde 54'ü tamamlandı. Hidroelektrik santral(HES) projelerinin yüzde 73'ü bitirildi. Ancak sulamada bu oran yüzde 13-14'te kaldı. 1 milyon 700 bin hektarlık sulanması planlanlanan alanın, 233 bin 300 hektarı suya kavuştu. Projenin zamanında bitirilememesi, sadece mali geri dönüşte gecikmeler yaratmıyor. Bundan 30 yıl önce belki de tartışmasız kabul edilebilecek planlar, değişen sosyal ve çevresel kriterlerle bağlantılı olarak şimdi sorun olabiliyor. GAP İdaresi Eski Başkanı Dr. Olcay Ünver, gelişmiş Avrupa ve Kuzey Amerika'nın hidroelektrik potansiyellerinin önemli bir kısmını geliştirdiğine dikkat çekiyor. Bu bölgelerde ortaya çıkan çevre sorunlarının baraj karşıtı hareketleri güçlendirdiğine değinen Ünver, gelişmiş ülkelerin kamuoyu, sivil toplum örgütleri ve büyük oranda da hükümetleri daha fazla baraj karşıtı bir tutum sergileyince, bütün finans kuruluşları bundan etkileniyor diyor. Ünver, "O zaman da gelişmekte olan ülkeler kendi imkanları ya da daha ticari kredilerle projeleri uygulamaya sokmaya çalışıyor; sonucunda fatura büyüyor" diyor. Durum tamamen umutsuz da değil. Bu akımların, gelişmekte olan ülkeler için pratik olarak aleyhine, potansiyel olarak da bazen lehine sonuçlar doğurabileceğine dikkat çeken Ünver tezini şöyle açıklıyor: "70 yıl önce çevresel ve sosyal konuları dikkate almadan yapacağımız uygulamalar bugün sözkonusu değil ve o yüzden projeler daha pahalıya mal oluyor. Ancak geri dönmesi olanaksız etkiler de ortaya çıkmıyor. Bu da bir şans. Başkalarının çevresel ve sosyal maliyetlerle ödediği bedelleri ödemeden öğrenme şansı var ve bunu bir fırsat olarak görüyorum".

GAP İdaresi Başkanlığı yetkilileri, 1989 yılındaki Master Plan'a göre 2005 yılında bitmesi gereken projenin 2010'a da yetişemeyeceği görüşünde. Bunun arkasında bir politika değişikliği yatıyor. GAP'ın kamu kaynaklarıyla tamamlanamayacağı anlaşılmış durumda ve devlet de kendi kaynaklarıyla bu projeyi tamamlamayı düşünmüyor. Özel sektörün işe dahil olması için formüller aranıyor. Özellikle sulama projelerine çiftçilerin katılımının sağlanması, Yap-İşlet-Devret gibi modellerin hayata geçirilmesi için çalışılıyor. Aslında 1997'de kurulan Girişimci Destekleme ve Yönlendirme Merkezleri(GİDEM)'nin bugünkü en önemli fonksiyonu artık bu. 2002'den itibaren bu merkezler AB fonlarıyla çalışmalarını sürdürüyor. Amaçları bölgeye yabancı yatırımcıyı çekmek. Yatırımların artmasına destek olmak ve danışmanlık, eğitim faaliyetleri sağlamak. Bir anlamda bölge kalkınma ajanslarının rolünü üstlenmeye çalışıyorlar. Devlet bu bölgeye diğer bölgelere ayırdığı kadar kaynak ayırınca, özel sektör ya da yabancı yatırımcı, GAP'ın bitmesi için tek çözüm olarak gözüküyor. 1998 rakamlarında yaklaşık 12 milyar dolarlık yatırımın özel sektörden gelmesi hesaplanmıştı. Bu yatırımların ne zaman geleceği de belli değil. Artık kimse GAP'ın son kurdelasının ne zaman kesileceği konusunda tahmin yürütemiyor. 9 il, Türkiye'nin yüzölçümünün ve nüfusunun yüzde 10'unu oluşturan bu bölge iyi haberi bekliyor.

GAP projesi Türkiye için olduğu kadar sınır ülkeler için de önemli bir proje. Geçtiğimiz günlerde Independent gazetesinde yer alan haber, neredeyse tüm gazetelerde yer aldı. Haberde, Türkiye ’nin 1998 yılında Suriye ile yaşadığı krizin arkasında, Fırat üzerinde inşa edilmesi planlanan baraj projelerinin olduğu ve küresel ısınma yüzünden azalacak su kaynaklarının ileride daha birçok gerginliğe neden olacağı yazılıydı. Ne mutlu ki, bu iç karartıcı teorileri tersine çevirmek isteyenler de var. İki hafta önce Bahçeşehir Üniversitesi'nde biraraya gelen konuklar, baraj güvenliği konusunda teknik bir kursa katıldılar. UNESCO ile beraber programın organizasyonunu yapan Fırat ve Dicle İçin İşbirliği İnsiyatifi(İngilizce kısaltılmışı ETIC)
"kötü kaderi" bozma niyetinde. ETIC'in amacı, Fırat ve Dicle sistemine kıyıdaş olan 3 ülkenin, su ve kalkınma konusundaki işbirliğini desteklemek, hükümetlerin politikaları çerçevesinde projeler üreterek bir örnek oluşturmak. 2006 Mayıs ayında 1. yılını dolduracak olan ETIC'in kurucu üyelerinden Dr. Olcay Ünver, "Geçmişte bu havzada sivil ya da akademik insiyatiflerin çalışmasını engelleyen nedenleri ben GAP başkanlığım sırasında bizzat yaşadım. Benim Suriyeli, Iraklı meslaktaşlarım da aynı tespitleri yapıyor. Çözüm için anlaşacak olan ülkeler Irak, Suriye ve Türkiye olunca; dışarıdan gelen insiyatifler, gerçek nedenleri bu olmasa bile başka bir gündemleri olduğu izlenimini veriyor" diyor. Hazır bir modelle çözümün geleceğine inanmıyor. İşbirliğinin ve karşılıklı anlayışın çözüm için gerekli modeli orataya çıkaracağı görüşünde. Herhalde ETIC'ı diğer girişimlerden ayıran en önemli özellik, suya odaklı olmamamaları. Ünver'e göre su, üç ülke açısından da birleştirici bir unsur değil. Üç ülkenin de ayrı görüşleri var. ETIC birleştirici unsur olarak kalkınmayı seçiyor çünkü bu konuda bir görüş ayrılığı yok, üç ülke de kalkınmacı politikalardan yana.

"Suyu paylaştırmak isterseniz herkesin kazandığı bir çözüm çıkmıyor" diyor Ünver. "Herkes kendi alacağı paydayı arttırmaya çalışacağı için birinin kazanması ötekinin kaybetmesi gibi anlaşılacak. Halbuki, bir taşkını önlemek için yapılan proje, üç ülkede de taşkını önleyecek. Ölçek ekonomisiyle, proje büyüdükçe birim maliyetin düşmesi, herkesin kazanabileceği bir şey. Ortak bir baraj yapıp elektiriğin paylaşılması gibi. Olaya suda işbirliği değil, tarımda işbirliği olarak bakarsanız; tarımsal üretim, tarımsal teknoloji gibi bir sürü başka alanlara girersiniz. Bu alanlarda anlaşmazlık çıkma olasılığı çok düşük. Biz, suya odaklanmak yerine kalkınmaya odaklanacağız" yorumunu yapıyor. GAP projesine bel bağlayan yöre halkı da bir şekilde kalkınmak istiyor ama bunun GAP'la olup olmayacağı ya da ne zaman olacağı konusunda soru işaretleri var. Bölgeyi bilen bir dost bana durumu; "GAP"tırdık ama gitmiyor diye açıklıyordu.


GAP İdaresi eski Başkanı Dr. Olcay Ünver
Fırat ve Dicle İçin İşbirliği İnsiyatifi Kurucu Üyesi

GAP'ın ürün deseni içinde pamuğun yeri yüzde 26 çıkmıştı. Şu anda yanlış bilmiyorsam yüzde 80'lerin üzerinde. Türkiye gibi serbest piyasanın hakim olduğu bir sistemde ürün desenini tepeden uygulatmak mümkün değil. Uygun ürün desenini çiftçiye aktardık ama çiftçi, istediği ürünü ve sulama tarzını seçmekte serbest. 1970'lerde yanlış sulanmaya başlayan bölgelerde yıkama çalışmaları başlatıldı. Tuzlanmayla başedilmezse geri dönüşü oldukça pahalı. Şu anda yeni ortaya çıkmaya başlayan tuzlanmalar var.

Türkiye sulama suyunun yönetimini çiftçilere bırakarak örnek bir iş yaptı. Yapılacak bir iş daha var. Sulama suyundan sabit bir ücret değil, kullanıma göre ücret almak lazım. Sabit fiyat tasarrufu teşvik etmiyor, fazla su kullanmanın bedeli ise toprak kuraklaştığında ortaya çıkıyor. Sivil toplumun, çiftçi örgütlerinin bunu da görev edinmesi gerekir. Yatırımlar kamusal diye kamu dışındaki kuruluşların uzak kalmaması gerekiyor. Kalkınma kamunun tekelinde olan bir kavram değil.

Fırat ve Dicle su savaşları içinde hep ele alınıyor. Bizim düşüncemize göre su çatışma değil işbirliğinin bir aracı. Modern tarihte su savaşı yok. Ülkeler bir şekilde anlaşmışlar. Fırat ve Dicle Havzası, ülkelerin kendi deklare ettikleri rakamlarına baktığınızda suyun yetmediğini görüyorsunuz; bu su savaşı senaryoları buna dayanıyor. Mevcut duruma baktığınızda kullanılmamış bayağı su olduğunu görüyoruz. İlgili üç ülke bu suyu kendi halklarının yararlarına kullanabilir.

GAP'ın Tarihçesi
Türkiye'nin sahip olduğu su kaynaklarından yararlanılması Atatürk döneminde ortaya kondu ve 1936 yılında Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ) kuruldu. EİEİ, "Keban Projesi" ile ilgili keşif etütlerine başladı ardından da 1950-1960 yılları arasında Fırat ve Dicle üzerinde sondaj çalışmalarına ağırlık verdi. 1970 yılında Aşağı Fırat Havzası'nda önerilen depolama tesisleri ve hidroelektrik santrallerin fizibilite çalışmaları tamamlandı. Dicle için de aynı zamanlarda biten çalışmalar, 1977 yılında birleştirilerek "Güneydoğu Anadolu Projesi" olarak adlandırıldı.

DPT Müsteşarlığı 1988 yılında, GAP'ı entegre ve çok sektörlü bir sosyo-ekonomik kalkınma projesi olarak ele almak amacı ile GAP Master Plan çalışmasını başlattı ve 1989'da GAP Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı kuruldu. Proje, Master Planı'yla tarım, sanayi, enerji, gibi tüm sektörleri içine alan kırsal, kentsel ve altyapı projeleriyle bir entegre kalkınma projesine dönüştü.

Rakamlarla GAP

Plan dönemine ilişkin temel öngörüler

Sektörler GAP Bölge Kalkınma Planı 2010 Hedefleri Mevcut Durum
Makro-ekonomik Çerçeve
Nüfus (milyon) 8,6 6,2
Kişi Başına Gelir ($) 3563 1186
Toplam İstihdam 3305100 2105700
Ek İstihdam 1199400
Tarım 634200
Sanayi 124800
Hizmetler 440400
Tarım
Sulama 1505300ha 215080ha
Taşlı Alan Islahı 265600ha
Yukarı Havza Islahı 6600ha
Bitkisel Üretim (ton)
Pamuk Üretimi 2036766 1116273
Buğday Üretimi 2377972 1520807
Mısır Üretimi 1031144 47504
Arpa 1090586 788086
Yem Bitkileri (Kuru Ot) 341944 40000
Soya 76570 48
Hayvancılık
Süt Üretimi/yıl 1217457 ton/yıl 436624 ton/yıl
Su Ürünleri
Üretim 34365 ton/yıl 2362 ton/yıl
Ormancılık
Ağaçlandırma Alanı 217000ha 78400ha
Sanayi Altyapısı
OSB (ilave) 4722 ha
KSS (ilave) 2400 ünite
Enerji
Ilısu ve Cizre Baraj ve HES tamamlanacak
Eğitim
İlköğretim Okullaşma Oranı %100 %82,3
Okul Öncesi Eğitim %9.8 %2,1
Sağlık
Bebek Ölüm Hızı 2010 Türkiye ortalaması Binde 60 TR binde 35
Hasta Yatağı Başına Nüfus 355 kişi/yatak 853 kişi/yatak
Bölgesel Ulaşım tüm köy yollarının asfaltlanması asfalt oranı %20


Kaynaklar: DPT ve GAP İdaresi başkanlığı