2017'nin rüzgar enerjisindeki liderleri belli oldu. Bir yıl içinde kurdukları güce göre ülkelrin dünya sıralaması aşağıdaki gibi oldu.
1. Çin (19500 MW)
2. ABD (7017 MW)
3. Almanya (6440 MW)
4. Birleşik Krallık (4270 MW)
5. Hindistan (4148 MW)
6. Fransa (1694 MW)
7. Türkiye (766 MW)
Türkiye, 2017 yılında 766 megavat (MW) kurulu güce sahip yeni rüzgar santralları kurarak toplam rüzgar kurulu gücünü 8 bin 872 MW'a çıkardı. Avrupa'da ise Almanya'nın rekor kırarak bir yıl içinde neredeyse Türkiye'nin tüm rüzgar kurulu gücü kadar bir kapasiteyi şebekeye eklemesi dikkat çekti.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Nükleerden elektrik değil oy bekleniyor
Özgür Gürbüz-BirGün/12 Mart 2018
Türkiye’de
kurulmak istenen nükleer santralların pahalı olduğunu herkes biliyor. Akkuyu’da
Rusya devlet şirketi Rosatom’a verilen alım garantisi kilovatsaat başına 12,35
dolar sent. Elektriğin şu andaki piyasa fiyatı 5 dolar sent. Rüzgar güneş gibi
kaynakların ihalelerde verdikleri fiyatlar 5 sentin bile altına iniyor. Sinop’ta
da durum farklı değil. Nükleer santrallar kurulursa Türkiye’de elektrik daha
pahalıya üretecek.
Enerji
Bakanlığı, enerjide “yerli ve milli” olalım diyor ama nükleer santralların
yerli ve milli olmadığını herkes biliyor. Nükleer santralları Rus, Japon ve
Fransız şirketleri kuracak. 60 yıl işletip yüksek alım garantileriyle ceplerini
doldurduktan sonra tonlarca nükleer atığı bize bırakıp gidecekler. Birkaç tane
yandaş şirket çimento, demir satacak, bizimkiler de onu yerliymiş gibi
gösterecek. Bu işin Rusya’dan ya da Japonya’dan elektrik almaktan farkı yok.
İthal nükleer, ithal bela. Yapılan anlaşmalar ortada. Santrallarda çoğunluk
hisse hep Rusya (Mersin) ve Japon-Fransız (Sinop) tarafında kalacak.
Rosatom'un
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Aleksandır Voronkov geçen hafta İstanbul’da konuştu. “Akkuyu’da güvenlik
standartları en üst seviyede” dedi. ABD’deki Üç Mil Adası kazası öncesi
Amerikalılar, Çernobil öncesi Sovyetler ve Fukuşima öncesi Japonlar da aynen
böyle düşünüyordu. Nükleer lobi, her kazadan sonra güvenlik standartlarını
yükselttiğini, bir daha böyle bir kaza olmayacağını söyler. Onların bu
söylemlerine inanalar yüzünden 50 yılda dünyada üç büyük nükleer kaza oldu.
Fukuşima
kazasının üzerinden yedi yıl geçti. Çekirdek erimesi yaşanan santralde nükleer
reaksiyonu kontrol altına almak için her gün tonlarca su kullanılıyor. Bu rakam
günde 400 tondan 100 tona indi ama okyanusa/toprağa karışması, radyoaktif kirliliğe maruz kalan bu suyun
depolanması gibi sorunlar çözülemedi. Santral sahasındaki tanklarda 1 milyon
tondan fazla radyoaktif su bekletiliyor. Arıtmadan sonra bile radyasyon içeren
bu suyun okyanusa boşaltılması konuşuluyor ki bunun bir çözüm olmadığı ortada.
Radyasyon
bulutlarının vurduğu bölgede de durum farklı değil. Radyasyona bulanmış toprak
tek tek kazınarak büyük siyah torbalara konuyor. Bölgedeki depolama alanlarında
15 milyon metreküpten fazla radyasyona bulanmış toprak olduğu belirtiliyor.
Türkiye’de bir nükleer kaza olduğunda, radyasyonlu toprağı kazıyacaklarını,
binaların cephelerinde radyasyon görürlerse o sıvaları sökeceklerini düşünüyor
musunuz? Radyasyon denen cin nükleer santraldan çıkınca onu durdurmak mümkün
değil. Bunu da herkes biliyor.
Peki, Türkiye
neden nükleer santral kurmakta inat ediyor? Yanıt belki de “inat” kelimesinde
gizli. Nükleer santral projesi sadece AKP değil, belki de son 50 yıldır bu
ülkede öyle bir pompalandı ki, mevcut hükümet kritik seçim öncesi projelerden vazgeçmenin
kendisine oy kaybettireceğini düşünüyor olabilir. Malum, seçmenlerin bazıları nükleer
santralın ülkeyi kalkındıracağını sanıyor. Nükleer santral sahibi Pakistan’ın
durumu ortada. Kalkınmada elektriğin rolü nükleer olması değil, ucuz ve güvenli
olmasıdır.
Birçokları ise
nükleer santral kurulduğunda Türkiye’nin nükleer silah yapabileceğini
düşünüyor. Bunun da ülkeyi güçlü kılacağını, bu yüzden de “dış güçler”in bunu
istemediğini. Bu komploların sahipleri, Türkiye’nin nükleer silah yapmamak için
Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na imza attığını bilmiyor. Ne
de silah yapmaya kalktığınızda İran gibi ekonomik ve siyasi ambargoların en
ciddileriyle karşı karşıya kalacağımızı. Nükleer silahlanma ülkeleri güçlü
değil hedef yapar. Hindistan ve Pakistan’ı hatırlayın. Biri nükleer silah yapınca
öbürü de yapıyor. Kuzey Kore’de nükleer silah var ama ülke zaman zaman açlıkla
karşı karşıya kalıyor. Kısacası, “dış güçler”in Türkiye’ye nükleer santral
yaptırmamak gibi bir dertleri yok. Yapılırsa “onlar” yapacak zaten. Hükümetin
dostu gibi görünen nükleer lobi ise bizi yönetenlerin böyle düşünmesini istiyor
olabilir.
Kravatlı çevreciliğin sonu
Özgür Gürbüz-BirGün/5 Mart 2018
Bir ay önce
Sinop’ta Nükleer Karşıtı Platform’un kentlerine nükleer santral kurdurmamak
için OHAL, bu hal demeden polis barikatlarına, panzerlere karşı direndiklerini
gördük. Cumartesi günü ise Eskişehir’in havasını, verimli topraklarını
zehirleyecek termik santrala karşı düzenlenen basın açıklamasının adeta bir
mitinge dönüştüğünü izledik. Türkiye’nin doğaseverleri, doğa korumayı beton
saksılara tıkıştırılan ağaçlardan ibaret sananlara gereken yanıtı veriyor çünkü
bıçak kemiğe dayandı. Yaşamdan başka ne kaldı elimizde?
Türkiye’de artan
doğa talanı çevre hareketini de değişime zorluyor. Gezi’den bu yana çok şey
değişti zaten. Kravatlı, “resmi çevrecilik” etkisini yitirmeye başladı. Yerel
hareketlerin, örgütsüz örgütlerin, “adı değil kalbi büyük”lerin doğa koruma
hareketini sahiplendiğini görüyoruz. ÇED toplantısını basan kadınların, maden
sahası önünde nöbet tutan köylü ve kentlilerin çağındayız. Bu değişimin
arkasında, yeni, yerel ve bağımsız oluşumların ortaya çıkmasında, ekolojik
yıkımın şiddetlenmesi kadar onların dışında yaşanan gelişmelerin de payı var.
Küreselden
yerele belli başlı nedenleri sıralayalım. Dünyadaki büyük çevre örgütlerinin,
resmi yapılar ve fonlarla sürdürdüğü ilişkiler onları hantallaştırdı. Gönüllülük
azaldı. Halkın, kendilerini destekleyenlerin isteklerinden çok şirket ve
hükümetlerin de kabul edebileceği argümanların öne çıktığı kampanyalar yapmaya
başladılar. Sokağın gerisinde kaldılar. Bundan 20 yıl önce, “daha az
tüketmeliyiz” diyerek sorunun kaynağını, kapitalizmi gösteren birçok çevre
kuruluşu bugün, amacı firmaları zengin etmekten başka bir şeye yaramayan
ürünlerin üretilmesine karşı çıkmak yerine geri dönüşümden, daha çevreci
ürünlerden bahsediyor. Halbuki, çöp sorununun çöp toplayarak çözülmeyeceği
ortada.
Değişimin
yerel nedenleri de var elbette. AKP hükümetinin icraatlarını eleştiren
kuruluşlarla diyalogu en aza indirmesi, medyanın benzer bir politikayla
muhalefet eden irili ufaklı tüm örgütlere sayfalarını kapatmaları, kravatlı
çevrecilerin işlevsizleşmesine yol açtı. Sokakla hükümet arasında köprü
vazifesi gören bu kurumlara duyulan ihtiyaç azaldı. Geçmişte, sürece öyle ya da
böyle katkı sunabilen kurumsal yapılar, sürdürdükleri “dikkatli” politikaların
sonucunu bir nebze de olsa yasama ve yürütme süreçlerine, planlamaya, fikir
alışverişine katkıda bulunarak alabiliyorlardı. Hükümet kapılarını başka
fikirlere kapattıkça, resmi çevrecilerin en önemli fonksiyonlarından biri
etkisizleşti.
Küresel ve
yerel sürecin aleyhlerine işlemesi resmi çevrecileri zorlamaya başladı. Alışılagelmiş
iş yapma biçimleri sonuçsuz kalmaya başladı. Bazıları bu krizi aşmak için
değişmek yerine kolaycı yöntemleri tercih etti. Olması gerekeni söylemek yerine
karşı tarafın da kolayca ikna olacakları işleri ön plana çıkararak göstermelik
başarılarla göz boyamayı tercih ettiler. Ellerindeki kaynakları ise gerçek
dönüşüme harcamak yerine, kendilerini daha çok iş yapıyormuş gibi gösterecek,
“pazarlama ve reklam faaliyetlerine” aktardılar. Paralı reklamlarla sosyal
medyadaki takipçi sayılarını artırdılar, görkemli videolar çektiler, sahibine
ulaşmayan imza kampanyalarıyla, “yapıyormuş” gibi yaptılar…
Görünen o ki
bu oyalama sürecinin de sonuna geldik. Çevre sorunları artıyor ve çevre
hareketini değişime zorluyor. “Kravatlı ya da resmi çevreciler” demeyi sevdiğim
bu kuruluşların kendilerini toparlaması ve yeniden sahaya inmeleri şart. Yoksa
onlar da değişen devirle birlikte tarihin tozlu sayfalarında yerlerini
alacaklar. Eskiye dönmemekte ısrar ederlerse de ekoloji mücadelesinin çok büyük
bir kaybı olacağını düşünmüyorum. Halihazırda mücadeleyi devralan örgütsüz ve
kravatsız güçlerin uzmanlık ve kapasite anlamında çok eksikleri kalmadı. Bir
tek paraları yok ama yürekleri var ki milyonlara bedel. Büyük kurumların
destekçilerinin de bu durumu fark etmesi an meselesi gibi geliyor.
Kuzey
Ormanları’nda, Artvin’de, Sinop’ta, Loç’ta, Bartın’da, Bergama’da, Fındıklı’da,
Gerze’de, Rize’de, Alakır’da, Gezi’de ve daha birçok yerde kazanılan veya süren
mücadelelerin arkasında hep bu örgütsüz örgütlerin olduğunu unutmayın. Gerçek
bir değişim için çevre mücadelesinin “boyalı kuş”larıyla birlikte olun,
onlardan desteğinizi esirgemeyin.
Cep telefonu farenin kalbinde tümöre yol açtı
Özgür Gürbüz-BirGun/26 Şubat 2018
İtalya’nın
Bologna kentindeki Ramazzini Enstitüsü’nün yeni araştırması cep telefonu
ile tümörler arasındaki bağı
güçlendiriyor. Ramazzini Enstitüsü, kanser üzerine araştırmalar yapan ve bağımsızlığını
korumaya çalışan bir bilim merkezi. Radyo frekanslarının sağlık etkilerini
araştırmaya 2005 yılında başlamışlar. Enstitüde yapılan son araştırma, cep
telefonundan gelen radyasyona maruz kalan erkek farelerin kalbindeki Schwann
hücrelerinde tümör tespit edildiğini ortaya koydu. Araştırma birkaç gün içinde ‘Environmental
Research’ dergisinde yayımlanacak ancak “Microwave News” araştırmanın sonucunu
ve özetini açıkladı, biz de oradan aktaralım.
Bilimsel
çalışmanın detayları makalede ayrıntılarıyla yer alacak, özeti ise şu. Ramazzini
çalışmasında 2448 fare, hayatları boyunca 1,8 GHz elektromanyetik dalga
frekansına maruz bırakılmış. Yani, araştırma bir baz istasyonunu taklit etmiş
ve onun fareler üzerindeki etkisine bakmış. Sonuç, çevresel sinir sistemindeki
Schwann hücrelerinde tümör oluşumu. Bilim insanları bu tip tümörlerin kalpte
görülmesinin zor olduğunu ve araştırmanın sonuçlarının rastlantı olmadığına
dikkat çekiyor.
Gerçekten de
öyle çünkü ABD Sağlık ve İnsani Hizmetler Bakanlığı’nın kontrolündeki Ulusal
Toksikoloji Programı (NTP) da benzer bir araştırmada benzer sonuçlar elde
etmişti. Onlar da erkek fareler üzerinde yaptıkları araştırmalarda cep telefonu
kaynaklı radyo frekanslarının sinir kılıfı tümörü denen “schwannoma”larda kayde
değer artış olduğunu kabul etmişlerdi. İki ayrı, uzun zamanlı araştırmanın
sonuçlarının örtüşmesi, panik yapmasanız bile endişelenmeniz için yeterli
delilleri bize sunuyor. NTP’nin araştırmalara devem edeceğini ama durumu
“yüksek risk” şeklinde nitelendirmediğini de açıklayalım. NPT’nin bu yorumu,
baskı altında kaldıkları şüphesini doğursa ve eleştirilse de objektiflik
açısından belirtilmeli. Bu yazının ve bu köşedeki yazıların amacı hiçbir zaman
panik yaratmak ve “rating” almak olmadı; derdim size bilgi ve veri aktarmak.
İtalya’daki araştırmanın
özetinde SAR (Özgül Soğurma Alanı) değerleriyle ilgili bilgi yok bu bilgilere
makale yayımlandığında ulaşacağız. SAR değeri vücudunuz tarafından soğurulan
enerjiyi gösterir ve cep telefonu tartışmasında kritik bir öneme sahip. 1
kilogram alanın ne kadar bir elektromanyetik radyasyona maruz kaldığını anlatır
o yüzden cep telefonlarında bu değer Watt/kg şeklinde verilir. Cep telefonu
alırken belleğinden, ekranından ve şıklığından önce bakacağınız özellik aslında
bu olmalı. ABD’de sınır değer 1,6 W/kg ama birçok bilim insanı 1’in altını
öneriyor. Radyasyonun azı yararlıdır diye bir şey yok. Olması gereken değerin
elbette “sıfır” olduğunu unutmayın. Sınır değerin altının kabul edilebilir
olduğunu ya da daha az zararlı olduğunu düşünebilirsiniz ama “zararsız” demek yanlış
olur.
Ne yapabiliriz?
Cep telefonu
hayatımıza öyle bir sokuldu ki, artık onlarsız yol bulamaz, kimseyi arayamaz,
banka hesabımıza erişemez, kilitlenen eposta hesaplarımızı açamaz olduk. Neredeyse
hepimiz cep telefonu kullanıyoruz. Öyleyse ne yapacağız? Önce herkesin
bildiklerini tekrarlayalım.
·
İşe
yukarıda açıkladığım SAR değerle başlayabilirsiniz. Cep telefonu alırken
mutlaka SAR değerini sorun ve 0,30 W/kg altındaki telefonları tercih edin. Çift
sim kartlı telefonlardan uzak durun.
·
Cep
telefonlarınızı kendinizden mümkün olduğunca uzakta tutun. Konuşurken kulaklık
kullanın. Hoparlör de çözüm olabilir, telefonu konuşurken başınızdan uzak
tutmanız önemli.
·
Evde
ve iş yerinde ankesörlü telefon varsa onları tercih edin.
·
Uzun
konuşmalardan kaçının. 4G’yi kullanmayın, bilgiye biraz daha yavaş erişin, baz
istasyonu sayısını artırtmayın.
Bunlar pratik
öneriler. Benim önerilerim ise hayata geçirilecek politikalarla ilgili. İlki
hükümete. Baz istasyonlarını denetleyin, yalıtım ve gerekli sağlık
standartlarına uygun kurulduğundan emin olun. Sınır değerleri en düşük
değerlerde tutun ve halkın onayı olmadan baz istasyonu kurulmasına izin
vermeyin. Ülkeye giren cep telefonlarının SAR değerleri için de sınır getirin.
Tüm dünyaya örnek olun. İkinci önerim ise hem hükümete hem de Vodafone,
Turkcell ve Avea gibi GSM şirketlerine. Cep telefonlarının sabit telefonlarına
yönlendirilmesinden ücret almayın. İnsanlar işyerlerine, evlerine geldiklerinde
cep telefonuna gelen çağrıları sabit telefonlarına yönlendirsin ve telefonları
evin uzak bir köşesine park etsin. Biraz daha az kazanın ama ülkenin gelecek
kuşaklarını da etkileyen bu riskli teknolojiyi kontrol altına alın. İnsan
hayatı mı yoksa kârınız mı önemli?
Bir beton projesi de Lara’ya
Özgür Gürbüz-BirGün/12 Şubat 2018
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın üç ay önce söylediği, “Günümüz şehirleri insana huzur
vermiyor. Beton beton beton
orada ruh yok, huzur yok” cümlesini hatırlayın. Erdoğan’ın tezat yorumlarına
alıştığımız için bu yakınmanın aslında “daha fazla beton dökün” anlamına
geldiğini herkes biliyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi de öyle yapıyor.
Antalya’nın incisi diyebileceğimiz, halkın plajı Lara açıklarına beton dökmeye
hazırlanıyor.
Antalya
Büyükşehir Belediyesi, 113 bin metrekaresi denizde, toplam 490 bin metrekare
alan üzerine kurulacak bir kruvaziyer (büyük gezinti gemileri) limanını Lara
Plajı açıklarına kurmayı planlıyor. Hediyesi de 426 yata hizmet verecek yat
limanı ve tabi ki bir Alışveriş Merkezi. Yaklaşık 1 milyar TL’ye mal olması
beklenen proje, Antalya’nın yapılaşmamış, önemli bir kumul ekosistemine sahip,
halkın ücret ödemeden faydalanabildiği Lara Plajı ve çevresinde ciddi bir
yapılaşma baskısı oluşturacak.
Deniz
dolgusunun yarattığı çevresel sorunları ve Antalya’yı Antalya yapan en büyük
özelliğin, kentin içinden denize girmek olduğunu bilen kent sakinleri projeye
itiraz ediyor. Basın açıklamaları ve gösteriler yapıyor. Aralarında İnşaat
Mühendisleri, Peyzaj Mimarları, Şehir Plancıları ve Mimarlar Odası’nın da
bulunduğu Antalya Meslek Odaları Eşgüdümü de bu yıl ihaleye çıkarılması
beklenen projenin doğaya ve kentin turizmine zarar vereceğini açık açık
söylüyor. İtirazlar ve çelişkileri özetleyelim.
- Projenin ÇED sürecinde halk bilgilendirilmemiş. Farklı grupların ortak bir eleştirisi var.
- Projenin yapılabilirliği (fizibilitesi) tartışmalı. Kuşadası gibi yıllardır büyük gezinti gemilerine hizmet eden bir limanın Türkiye’nin çekiciliğini kaybetmesiyle rotalardan çıkarılması düşünülürken, Antalya’ya yeni bir liman açılmasının ekonomik karşılığı gerçekten var mı, belli değil.
- Proje hayata geçerse, halkın kullanımına açık 4 kilometrelik sahilin ve doğal sit alanı Lara Kent Parkı’nın bir kısmı gözden çıkarılacak. Lara Plajı’nın kumul yapısı ve Caretta caretta gibi diğer canlılar, gemi/yat trafiğinden zarar görecek. Olası bir kazada onarılamaz doğal felaketlerle karşı karşıya kalınacak.
- Bir başka tartışmalı proje, Boğaçay’da yeni bir yat limanı yapılması planlanırken, bir başkasının buraya eklenmesi garip. Böyle bir ihtiyaç gerçekten var mı, iyi bir planlama yapıldı mı, net değil.
- Dev gemiler için yapılacak dalgakıranın denizin temizlenmesinin önüne geçeceği uzmanlarca söyleniyor.
- Gemilerin demirlemesi için gereken 20 metre derinliğe ulaşmak için limanı 1 kilometre açığa kurmak gerekecek. Bu da kara bağlantısını uzatacak, Lara Plajı’nın bir yakasını adeta kapatacak.
Bir de Antalya
Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in çelişkili açıklamaları var.
Türel, limanı kıyıya bağlamak için 8 bin 91 metrelik tüp tünel yapılacağını
söylüyor ama bu tüp tünele proje dosyalarında rastlanmıyor. Türel, yapılacak
limanın kentte zayıflayan turizmi çekici hale getireceğini söylüyor ama proje
kapsamında 1000 yataklı bir otelin yapılacağını da ekliyor. Bu gemiler zaten
bir otel vazifesi görüyor, o gemilerle gelenlerin Antalya’da kalacakları 1-2
gün için başka bir otele gitmeyecekleri kesin. Kentteki oteller zaten müşteri
beklerken, denizin ortasına yeni bir otel yapmak istenmesi soru işaretlerini
artırıyor.
Türel,
Lara’nın havaalanına yakınlığına da vurgu yapıyor. Gemiye binecek yolcuların
uçakla Antalya’ya geleceğini, oradan gemiye geçeceğini söylüyor. Bu iddia da
oldukça ilginç. Akdeniz turuna katılmak isteyen turistler büyük olasılıkla
Avrupa ülkelerinden gelecek. Havalimanından limana, uzun yolculuk yapmak
istemediği(!) düşünülen bu turistler, tura İspanya, Fransa gibi 1 saatlik uçak
yolculuğu yapıp varabilecekleri bir noktadan başlamak yerine 3-4 saatlik uçak
yolculuğunu göze alıp neden Antalya’dan başlayacak?
Antalya Büyükşehir
Belediye Başkanı Menderes Türel’in yeni dönemindeki ilk icraatı, güneşten
elektrik üretmenin önemli örneklerini gösteren Güneş Evi’ni kapatmaktı.
Şimdi de
Antalya’yı Antalya yapan denizini, halk açık plajlarını tehlikeye atan işler
yapılıyor. Birileri, Antalya’nın gerçek hazinesinin güneşi ve doğası olduğunu
Belediye Başkanı’na anlatsa iyi olur. Görüldüğü gibi Lara Kruvaziyer Limanı
projesi, akıl ve mantık işine benzemiyor. Beton döküleceği, huzurun kaçacağı
ortada. En iyisi bu projeyi hiç başlamadan rafa kaldırmak.
Sinop’ta “seçilmiş halkın” nükleer toplantısı
Sinop’ta nükleer için düzenlenen ‘halkın katılımı’ toplantısında amaç halkın katılmamasını sağlamaktı. Vali Hasan İpek ile görüşen CHP’li Sarıbal: Saray’dan aldığınız gücü kullanacaksanız istifa edin
Özgür Gürbüz-BirGün/ 7 Şubat 2018
Türkiye’nin en mutlu kentlerinden Sinop, az bulunan sessiz sakin kentlerden biri. Bu sessizlik dün sabah 4.30 gibi bozuldu. Sabahın erken saatlerinde, Samsun, Giresun ve İstanbul plakalı otobüslere doldurulan polis ve sivil kıyafetli insanların seslerine uyandım. Sinop Üniversitesi, Ahmet Muhip Dranas Uygulama Okulu’na doğru yola çıkan otobüslerin tek bir amacı vardı. Sinop’ta yapılmak istenen nükleer santralın ÇED süreci kapsamında düzenlenen halkın katılımı toplantısına halkın katılmamasını sağlamak. Mantıksız görünüyor ama toplantıya katılıp, nükleer santrala itirazlarını dile getirmek isteyen “halk” karşısında bariyerleri ve TOMA’ları görünce halkın katılımı toplantısına sadece “seçilmiş bir grubun” davetli olduğunu anladılar.
Sabah saat 6 gibi doldurulduğu söylenen toplantı salonuna yaklaşık 1 kilometre kala durdurulan Sinoplular ve beraberindeki kurum temsilcileri uzunca bir süre salona girmek için taleplerini kolluk kuvvetlerine iletti. Toplantıya katılması istenmeyen grubun içinde Sinop Milletvekili Barış Karadeniz, Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal ve aynı zamanda TBMM Çevre Komisyonu Üyesi, İstanbul Milletvekili Ali Şeker de vardı. Sinop Belediye Başkanı Baki Ergül de halkın katılımı toplantısında olmayanlar arasındaydı. Sinop’ta çevre mücadelesi veren, konuyla ilgili 300’den fazla kişi dışarıdayken, içeridekiler kimdi, onları oraya kim getirdi, bu bir merak konusu. Bu esnada toplantıda “nükleer iyidir” den farklı bir düşünen bir kişinin linç edilmeye çalışıldığı da görüldü. ÇED kapsamında yapılması ve farklı görüşlerin dinlenmesi gereken bu toplantının yapılmadığı, bu kan dondurucu olayla da belgelenmiş oldu. İki kişi bu esnada gözaltına alındı.
Sinop Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü Murat Şahin, “Sözümona halkın katılımı toplantısı olan bu toplantıya Sinop halkı ve NKP olarak katılacağımızı en başından beri söyledik” diyor. Şahin süreci şöyle özetliyor: “Bir haftadır Sinop’ta bir sıkıyönetim ortamı yaratıldı. Kentteki tüm otelleri dışarıdan gelen polislerle doldurdular. Buna rağmen Uygulama Oteli’ne doğru yola çıktık. Yolda kimlik kontrolüyle bizi geciktirmeye çalıştılar. Bir kilometre kala, polis barikatı ve TOMA’larla karşılaştık. Yerel yöneticiler ve milletvekilleri olmasına rağmen salonun dolu olduğunu söylediler. Sinopluların katılamadığı bu toplantı yapılamamıştır. Bir an evvel Sinop ve ülkemizi tehdit eden, bu ve bunun gibi projelerden vazgeçmesini talep ediyoruz. Bugün Sinop halkı da nükleer santralı istemediğini ve bunun için sonuna kadar mücadele edeceğini dosta düşmana duyurmuştur.”
Barikatın arkasında kalan Sinoplular, sloganlarla toplantıya katılma isteklerini duyurmaya çalıştı. Karadeniz duydu, yağmur duydu ancak toplantıyı düzenleyen Envy şirketinin yetkilileri bunu duymazdan geldi. Bir saat boyunca süren protestodan sonra topluluk seslerini duyurmak için Sinop Valiliği’ne yöneldi. Kent içerisinde yürüyüşe geçen topluluk, kent merkezinde nükleer karşıtı sloganlar attı ve tüm Sinopluları mücadeleye çağırdı. Valilik önüne gelindiğinde ise bir anda arbede çıktı, polis gaz sıkarak kalabalığı müdahale etti. Bir kişi de burada gözaltına alındı. Bu olaydan sonra toplantının iptalini isteyenler 200’den fazla dilekçeyle bu taleplerini Sinop Valiliği’ne iletti ve toplantıyı kurallara uygun gerçekleştirmeyenler hakkında suç duyurusunda bulundu. Uzunca bir süre Valilik önünde, polis barikatının arkasında tepkilerini dile getiren nükleer karşıtları, sabahın erken saatinde başladıkları protestolarını dört saatlik uzun bir maratonun ardından basın açıklamasıyla sonlandırdı.
Japon ve Fransız şirketlere karşı
Sinop, OHAL koşullarından faydalanmak isteyen Japon ve Fransız şirketlerine bir kez daha nükleere karşı olduğunu haykırdı. Taşıma polis ve taraftarla Sinop’ta nükleer değirmen döndürmeye çalışanların işinin zor olduğunu söyleyelim. Pahalı nükleeri finanse etmekte zorlandıkları bilinen, Cengiz, Kolin ve Kalyon konsorsiyumunun Akkuyu’daki nükleer santral projesinden çekilme haberi de, insanların itiraz ettiği ve ekonomik açıdan oluru olmayan bu projelerin ne kadar kırılgan olduğunun bir göstergesi. 6 Şubat 2018 tarihinde, Sinop’ta atılan slogan her şeyi özetliyor: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam.”
***
CHP’li vekil istifaya çağırdı
Nükleer santral projesinin yapılamayan halkın katılımı toplantısı sonrasında, CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal, Sinop Valisi Hasan İpek'i istifaya davet etti. Valiyle yaptığı görüşmeyi BirGün’e anlatan Sarıbal, şunları söyledi: “Valiye açıkça şunu söyledim. Sizin göreviniz yasalardan, yönetmelikten gelen bu topluluğun haklarını mı korumak yoksa Enerji Bakanlığı’nın, Saray’ın veya bir grup rantiyecinin haklarını mı korumak? Eğer siz burada, polis koridoruyla halkın geleceğini, Sinop’un suyunu, doğasını, balığını ve çevresinin geleceğini bir grup rantçıya açık bir şekilde teslim edip, Sinop halkını dışarıda bırakıyorsanız istifa edin dedim. İstifaya çağırdım. Ya Sinop’a ihanet eden bir kamu görevlisi olarak kalacaksınız ya da onurlu biri olarak yaşamaya devam edeceksiniz. Siz buranın kamu görevlisiniz. Polisi oradan kaldırın ya da salonu büyüterek toplantıyı yaptırın. Yaptırmıyorsanız sorumluluk sizindir. Bu halk Çevre Bakanlığı’nı, Enerji Bakanlığı’nı tanımaz. Bu halk kamu görevlisi olarak sizi tanır. Siz de yetkinizi yasalardan alırsınız. Ama siz iktidardan, İçişleri Bakanlığı’ndan Saray’dan yetki alıyorsanız o zaman devletin valisi değil birilerinin adamı olursunuz, biz de bunu reddediyoruz dedim.”
Bir kez daha... Nükleere hayır!
Sinop’ta yarın nükleer için toplantı var. Bu memleket benim diyorsanız,
Sinop’taki salonu, meydanları, evlerinizin camlarını ve sosyal medyanızı
#NükleereHayır yazısıyla doldurmalısınız
Japonya ve Fransa’nın işsiz nükleercisine Sinop müjdesi
Özgür Gürbüz-BirGün/5 Şubat 2018
Sinop’ta yarın (6Şubat 2018), bir bilgilendirme toplantısı yapılacak. Yapılırsa,
Karadeniz’in en bakir kıyılarını radyasyona bulayacak, balıkçılığa büyük darbe
vuracak nükleer santral projesi konusunda halk bilgilendirilecek! Yetkililer
halkı bilgilendirme konusunda o kadar istekli ki, toplantıyı şehir merkezinin
dışında (Akliman, Sinop Üniversitesi Uygulama Oteli), 150 kişilik bir salonda
yapıyor. Ellerinde nükleer santralı savunacak tek bir argümanları dahi olmadığı
için, yıllardır yaptıklarını yapmaya çalışacaklar. Tartışmadan, konuşmadan
nükleer santralı Sinop’a yutturmaya çalışacaklar. Sinop bu oyuna gelir mi
göreceğiz.
85 bin megavat
kurulu güce sahip Türkiye’de, en yüksek elektrik talebi 47 bin megavat. Mevcut
santralların çoğu da baz yük, yani düğmesine bastığında elektrik üretiyor. O
yüzden iki kata varan fazla kapasitenin, rüzgar kesilir, baraj susuz kalır gibi
bir izahı da yok. Türkiye’nin dağ gibi elektrik fazlası ve harcadığının dörtte
biri kadar tasarruf potansiyeli var. Hükümet de bunu biliyor. Sinopluları
kandırmak için santral yapılırsa binlerce kişiye istihdam sağlanacak diyor.
Kuyruklu yalan tabi.
Nükleer
endüstrinin propaganda kaynakları bile (NEI) bir nükleer tesiste 400 ila 700
arasında kişinin çalışacağını söylüyor(1). Kapıdaki
bekçiyi falan saymazsanız bu işlerin büyük bir kısmı da Fransa ve Japonya’dan
gelecek mühendis ve uzmanlardan oluşacak. Sinop’ta iş umuduyla santrala sıcak
bakan varsa, onları bekleyen tek işin inşaat sırasında ortaya çıkacak, kol
gücüne dayalı geçici işler olduğunu söyleyelim.
Bir örnek
üzerinden hesap yapalım. ABD’de şu anda iki yeni nükleer reaktörün (Vogtle 3-4)
yapımı “şimdilik” sürüyor ve yaratacağı istihdamın 800 kişi olması bekleniyor(2). O
yüzden Sinop’ta 4 reaktörden oluşacak santralda en fazla 1600 mühendis ve
nükleer uzman olacak diye düşünebilirsiniz. Bunların çoğu da Fransız Engie ve
Japon Mitsubishi’nin yurt dışından getireceği kadrolarına ayrılacak. Dua edelim
de Japonlar ve Fransızlar mantıyı sevsin, yoksa nükleer santral yüzünden
balıkçılığı bitecek, turizmi ölecek Sinop’ta başka yapacak iş kalmayacak.
Bu işten kim
karlı çıkacak? Elbette dev nükleer endüstrisi ve dünyanın en büyük nükleer
filolarından birine sahip olmasına rağmen nükleer enerjini payını azaltmayı
planlayan Fransa’nın işsiz nükleercileriyle, Fukuşima kazası sonrası ülkede
çalışır 5 reaktörü kalan Japonlar. Bundan beş gün önce, Fransa’nın devlet
şirketi EDF, nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payını düşürmek için hangi
nükleer reaktörlerini kapatacağını 2019 yılında açıklayacağını söyledi.
Nükleeri savunanların dilinden düşürmediği Fransa, “ucuz”, “güvenli” ve “temiz”
olduğu iddia edilen nükleerin payını niye düşürmek istiyor diye soran yok bizim
ülkede? Orada işsiz kalacaklara Sinop umut olacak. Fukuşima nükleer
felaketinden sonra ülkedeki 54 nükleer reaktörün 12’si kapatıldı. Kalan 42
reaktörün 37’si de yedi yıldır çalıştırılmıyor. Oradaki işsiz mühendislerin bir
bölümü de Sinop’tan ekmek yiyecek.
Söz ABD’den
açılmışken oradaki son durumu da aktaralım. Yukarıda yapımı süren iki reaktör
olduğunu ama inşaatın “şimdilik”
devam ettiğini yazmıştım. Şimdilik diyorum çünkü 31 Temmuz 2017’de yapımı süren
diğer iki reaktörün (V.C. Summer 3-4) inşaatı durduruldu. Yaklaşık 9 milyar
dolar harcanmış projeden şirket vazgeçti çünkü hem inşaat 5 yıl gecikti hem de
11,5 milyar dolara bitecek denen projenin maliyetinin, devam edilse 25 milyar
dolara çıkacağı görüldü. 2013’ten bu yana ABD’de 6 nükleer reaktör
kapatıldı. 1980’den bu
yana da sadece, yarım kalmış bir nükleer reaktör tamamlandı. Yeni nükleer
reaktör projeleri suya düştü. Kalan son iki inşaatın da geleceği pek parlak
değil çünkü nükleer enerji pahalı ve tehlikeli. Doğalgazla, güneşle ve rüzgarla
rekabet edemiyor. Atık sorununa da çözüm bulunamadı. Yerin altına gömeceğim
diyerek 244 bin yıl radyoaktif kalan atıklardan kurtulacağım diyemezsiniz.
Fatura halka çıkar
Mersin veya
Sinop’ta nükleer santral inşaatı başlarsa, sonunun ABD, Fransa veya
Finlandiya’daki reaktörler gibi olması kaçınılmaz. Orada bu zararları şirketler
ödüyor. Bizde ise köprü ve otoyollardan tecrübe ettiğimiz gibi fatura halka
çıkıyor. Hükümete yakın şirketler piyasa fiyatının üç katına elektrik satacak, zararı ise devlet vatandaşın faturasına
gizli bir vergi kalemi daha ekleyerek yıkacak. Kayıp kaçakta olduğu gibi.
Bu memleket
benim diyorsanız, yarın Sinop’taki salonu, meydanları, işyerlerinizin,
evlerinizin camlarını ve sosyal medyadaki hesaplarınızı #NükleereHayır yazısıyla doldurmalısınız.
(1) Job creation and benefits of
nuclear energy, NEI. http://bit.ly/2CYJjBj
(2) Gibson proposes nuclear power plant for region, The Post Star.
http://bit.ly/2nAVSck
OHAL’de mücadele
Özgür Gürbüz-BirGün/29 Şubat 2018
Bugün çevre mücadelesinin önündeki en büyük sorun nedir deseniz, OHAL’i de listenin en üst sıralarına koyarım. Çevre mücadelesi şiddetten, çatışmadan beslenmez, demokrasi içinde yeşerir. Demokrasi, barış ortamı yoksa doğa da korunmaz. Geçen hafta Türkiye’nin doğasına büyük zarar verecek birçok karara imza atıldı. OHAL hepsinin gizli koruyucusu. Nasıl mı? Anlatalım.
Bugün çevre mücadelesinin önündeki en büyük sorun nedir deseniz, OHAL’i de listenin en üst sıralarına koyarım. Çevre mücadelesi şiddetten, çatışmadan beslenmez, demokrasi içinde yeşerir. Demokrasi, barış ortamı yoksa doğa da korunmaz. Geçen hafta Türkiye’nin doğasına büyük zarar verecek birçok karara imza atıldı. OHAL hepsinin gizli koruyucusu. Nasıl mı? Anlatalım.
Geçen hafta
Eskişehir’de kurulmak istenen termik ve Sinop’ta yapılmak istenen nükleer
santralın ÇED süreçleri başlatıldı. 6 Şubat’ta Sinop’ta nükleer santral
konusunda halkı bilgilendirme toplantısı yapılacak. Çerkezköy/Tekirdağ’da
kurulmak istenen kömür santralı içinse 1 Şubat’ta halkın katılımı toplantısı
düzenlenecek.
Sinop’ta on
binlerce insanın nükleere karşı sokağa döküldüğü günleri hatırlarsınız. Şimdi
ise OHAL yüzünden bu ve benzeri gösteriler hemen yasaklanıyor. Artvin’de örneği
var. OHAL olmasa Cengiz Holding Cerattepe’de madeni işletebilir miydi? Belli
ki, baldan tatlı ihaleyi kaçırmak istemeyen Japon ve Fransız şirketler,
Türkiye’deki hukuksuzluktan, OHAL’in getirdiği gösteri yasaklarından da
faydalanıp, Sinop’ta işi oldubittiye getirmeye çalışıyor.
Herkes biliyor
ki, OHAL olmasa değil bu şehirlerde toplantı düzenlemek, nükleercilerin,
termikçilerin kente adım atması mümkün olmazdı. OHAL, doğa katillerine kalkan
oldu, Türkiye’nin doğası, geleceği olağanüstü koşullar bahane edilerek bitiriliyor,
peşkeş çekiliyor.
OHAL sadece
çevrecilerin derdi de değil. Hatırlayın…
130 bin metal
işçisi grev kararı aldı, “milli güvenliği bozucu” denerek işçilerin grevi
yasaklanıyor. İşçiler miting yapmak
istese karşılarına OHAL çıkıyor. AKP Genel Başkanı da, “Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL'den istifade izin vermiyoruz.
Bunun için kullanıyoruz OHAL’i” demişti. Çaresiz kalan işçi, açlığı protesto etmek için Meclis’in önünde kendini
yakıyor.
Nuriye Gülmen
ve Semih Özakça, haksız yere işlerinden atıldıkları için 324 gün açlık grevi
yaptılar. OHAL İnceleme Komisyonu işe iade taleplerini reddetti. Şiddetsiz,
barışçıl protesto demokrasilerde insanların en temel hakkıyken, OHAL sürecinde
bu hak ellerinden alındı. Açlık grevinin büyük bir bölümünü cezaevinde
geçirdiler.
Örnekler çok,
satırlar yetmez. OHAL ülkeyi bitiriyor. Ticaretten siyasete her yere kaos hakim
oluyor. Bu durumu değiştirmenin tek bir yolu var. OHAL’i kaldırmak, memleketi
normalleştirmek. Aynı referandum sürecinde “hayır”da buluşulduğu gibi, “OHAL’le
mücadele”de de ortaklaşmalı. OHAL kalkarsa, işçi, çevreci, akademisyen, herkes daha
başarılı bir mücadele sürdürebilir. Ülke KHK’lerle yönetilmez.
“OHAL’le
mücadele” edelim ama “OHAL’de nasıl mücadele edeceğiz” diye soruyorsunuz.
Alışverişte, okulda, sosyal medyada sesimizi çıkararak edeceğiz. Paramızın
OHAL’cilere gitmediğinden emin olarak, bu durumu destekleyen süpermarkete
gitmeyerek, demokrasi karşıtı muslukçuyu eve çağırmayarak, bu kaostan beslenen
müteahhitten ev almayarak, tüketimi en aza indirerek, sosyal medyada gerekirse
“troll” gibi çalışarak “OHAL’de mücadele” edeceğiz. Herkesin bir partisi,
derneği, sendikası olacak. Akşamları dizi izlemek yerine bu örgütlerde
çalışılacak. Yandaş kanallar kumandanın tuşlarından silinecek. Bağımsız medyaya
sahip çıkılacak. Bağımsız medya da kendi gündemine odaklanacak. “OHAL”cilerin
yüzünü dahi göstermeyecek. Evdeki modeminize verdiğiniz ismin bile sesinizi
duyurmak için bir araç olduğunu unutmadan, susmadan Türkiye’yi
özgürleştireceğiz. Karşı tarafın çok olduğunu sanmayın. Çok olsalar, sosyal
medyada fikirlerini yaymak için parayla adam tutarlar mıydı?
Ülkenin
bugünkü halinden memnun değilseniz, OHAL’le, OHAL’de mücadele etmekten başka
çare yok.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)