İstanbul’daki 5.Dünya Su Forumu’na karşı etkinlikler düzenleyen iki hareketten biri olan “Suyuma Dokunma” kampanyası aktivistleri, Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul Kampüsü’nde alternatif su forumu düzenledi. Forumun açılışında konuşan Kenyalı Ikal Angelei, ülkesinde yaşanan sorunları anlatırken gözyaşlarına boğuldu.
Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009
İki gün sürecek “Alternatif Su Forumu”nun açılışına 28 yaşındaki mağrur bir kadının gözyaşları damgasını vurdu. Hayatında ilk kez Kenya dışına çıkan Ikal Angelei, Turkana bölgesine su sağlayan Omo Nehri üzerine yapılan baraj inşaatını durdurmak için yedi arkadaşıyla birlikte mücadele veriyor. Aynı zamanda yağmacıların saldırılarına uğrayan köyünde üç aylık bir bebeğin yağmacılar tarafından öksüz bırakılmasını anlatırken kendini tutamayan Anglei, 300 bin kişinin yaşadığı Kenya’nın Turkana bölgesinde yaşananların su ihtiyacının yüzde 80’inin Omo Nehri’nden sağlandığına dikkat çekiyor. Etiyopya Hükümeti tarafından yapılan barajın Turkana Gölü’ne suyun erişimini engelleyeceğini söyleyen Anglei, bu gölden balıkçılık yapan ve Uganda’ya balık satanlar ile su ihtiyacını karşılayan herkesin büyük bir felaketle karşı karşıya kalacağını söylüyor. Yapılan barajdan üretilecek elektriği Etiyopya’dan satın almaya hazırlanan Kenya Hükümeti ise bugüne kadar Ikal ve arkadaşlarının başvurularını yanıtsız bırakmış. Bu nedenle, Uluslararası Nehirler adlı kuruluş vasıtasıyla sorunlarını dünya kamuoyuna duyurmaya çalışıyorlar.
Her gün su için 20 kilometre yürüyorlar
Yaptığı duygusal konuşmadan sonra sorularımızı yanıtlayan Anglei, babasının eski bir milletvekili olmasına rağmen annesinin öğütleri doğrultusunda eğitimini tamamlamak için oldukça zorlu günler geçirmiş. Nairobi’de finans okuyan ve üniversiteden sonra bir süre bankada çalışan Anglei, köyündeki çocukların eğitimine yardım etmek için geri dönmeye karar vermiş. 30-40 bin kişinin yaşadığı ve “köyüm” dediği evinde ilk olarak insanların okuma yazma öğrenmesi için çalışmaya başlamış. Bölgede okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 20, kadınlarda yüzde 10 kadar. Çocuklar okula gitmek için her gün 20 kilometre yürümek zorunda kalıyor ve çoğunun okula gitme nedeni orada bedava yemek bulabilmeleri. Su bulmak için de kadınlar hergün benzer bir yolculuk yapmak zorunda. Ikal’ın korumak istediği su işte bu. Baraj yapılırsa durum daha da kötü olacak diyen Ikal, inşaatın 2006 yılında başladığını ve en geç 2012 yılında biteceğini belirterek çok az zamanlarının kaldığını söylüyor. “Etiyopya’daki politik durum işleri daha da güçleştiriyor. Bölge halkı yardım etmek istiyor ancak güçleri yok. Son protestoya 900 kişi katıldı” diyor. Baraj projesinin arkasındaki Hollandalı şirketin işleri daha da zorlaştırdığının da altını çiziyor.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Su Forumu’nda Bakanlar Konferansı başladı
Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009
Liderler Zirvesi ile açılan Dünya Su Forumu’nda bu sefer gözler Bakanlar Konferansı’na odaklandı. 160 ülke delegasyonunun kayıtlı olduğu, bizzat 65 bakanın ve 14 üst düzey uluslararası kuruluşun temsilci gönderdiği konferans Pazar sabahı son bulacak. 5. Dünya Su Forum’unun düzenleyicilerinden Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon, Bakanlar Konferansı’nın açılışında kısa bir konuşma yaptı. İstanbul’da düzenlenen toplantının teknik ağırlıklı olmaktan çok politik bir toplantı olduğunun altını çizen Konsey Başkanı, İstanbul’dan önce dört hazırlık toplantısı yapıldığını, burada hazırlanan “İstanbul Su Haritası”nın su diplomasisi alanında bir ilk olduğunu söyledi. Fauchon, “Kolay su geride kaldı. İklim değişikliğiyle birlikte su kaynakları daha da tehlike altında” dedi. Daha sonra kürsüye gelen Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Başkanı Jacques Diouf ise dünyada 1 milyar insanın açlık ve yetersiz beslenme sorunlarıyla karşı karşıya olduğuna dikkat çekti ve suyun tarım dolayısıyla gıda için önemine değindi. Kalkınmakta olan ülkelerde suyun verimli kullanılmasının teşvik edilmesini isteyen Diouf, “Kriz zamanlarında aynı zamanlarda fırsatlar da vardır” diyerek verimli bir entegre tarım politikasına destek verilmesini istedi.
Hedef 40 bin megavat
Bakanlar Konferansı’nın açılışında bir konuşma yapan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, dünyanın hemen hemen her ülkesinde suyla ilgili sorunlar yaşandığına dikkat çekti ve iyi bir su yönetimiyle su kaynaklarının tüm canlılar için adil bir şekilde yönetilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığına değinen Eroğlu, 2008 yılı itibariyle DSİ’nin 600’ün üzerinde baraj yapımını tamamladığını, Türkiye’de sulanabilir 8,3 milyon hektar alanın 5,2 milyonunun sulanır halde olduğuna dikkat çekti. Eroğlu, “Türkiye’nin hidroelektrik enerji santrallerinin kurulu gücü yaklaşık 14 bin megavat, 5 yıl içinde bu rakamı 40 bin megavata çıkarmak istiyoruz. Bu Türkiye için tarihi bir adım olacak” diyerek adeta bazı baraj projelerine karşı çıkan çevrecilere gözdağı verdi.
Liderler Zirvesi ile açılan Dünya Su Forumu’nda bu sefer gözler Bakanlar Konferansı’na odaklandı. 160 ülke delegasyonunun kayıtlı olduğu, bizzat 65 bakanın ve 14 üst düzey uluslararası kuruluşun temsilci gönderdiği konferans Pazar sabahı son bulacak. 5. Dünya Su Forum’unun düzenleyicilerinden Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon, Bakanlar Konferansı’nın açılışında kısa bir konuşma yaptı. İstanbul’da düzenlenen toplantının teknik ağırlıklı olmaktan çok politik bir toplantı olduğunun altını çizen Konsey Başkanı, İstanbul’dan önce dört hazırlık toplantısı yapıldığını, burada hazırlanan “İstanbul Su Haritası”nın su diplomasisi alanında bir ilk olduğunu söyledi. Fauchon, “Kolay su geride kaldı. İklim değişikliğiyle birlikte su kaynakları daha da tehlike altında” dedi. Daha sonra kürsüye gelen Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Başkanı Jacques Diouf ise dünyada 1 milyar insanın açlık ve yetersiz beslenme sorunlarıyla karşı karşıya olduğuna dikkat çekti ve suyun tarım dolayısıyla gıda için önemine değindi. Kalkınmakta olan ülkelerde suyun verimli kullanılmasının teşvik edilmesini isteyen Diouf, “Kriz zamanlarında aynı zamanlarda fırsatlar da vardır” diyerek verimli bir entegre tarım politikasına destek verilmesini istedi.
Hedef 40 bin megavat
Bakanlar Konferansı’nın açılışında bir konuşma yapan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, dünyanın hemen hemen her ülkesinde suyla ilgili sorunlar yaşandığına dikkat çekti ve iyi bir su yönetimiyle su kaynaklarının tüm canlılar için adil bir şekilde yönetilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığına değinen Eroğlu, 2008 yılı itibariyle DSİ’nin 600’ün üzerinde baraj yapımını tamamladığını, Türkiye’de sulanabilir 8,3 milyon hektar alanın 5,2 milyonunun sulanır halde olduğuna dikkat çekti. Eroğlu, “Türkiye’nin hidroelektrik enerji santrallerinin kurulu gücü yaklaşık 14 bin megavat, 5 yıl içinde bu rakamı 40 bin megavata çıkarmak istiyoruz. Bu Türkiye için tarihi bir adım olacak” diyerek adeta bazı baraj projelerine karşı çıkan çevrecilere gözdağı verdi.
“Litre başı fiyatlandırma çiftçiyi göçe zorlar”
Mart ayında İstanbul’da yapılan 5. Dünya Su Forumu ve su ile ilgili tartışmaları, Yıldız Üniversitesi’nden Prof. Dr. Beyza Üstün ile konuştuk. Üstün, ‘akarsuların satışı’ konusunda ciddi uyarılarda bulunuyor ve tarımsal suyun fiyatlandırılmasının yeni göç dalgaları yaratabileceğine dikkat çekiyor.
Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009
Bir hafta boyunca İstanbul, muhaliflerinden üst düzey hükümet temsilcilerine kadar on binlerce kişiye ev sahipliği yaptı ve suyu tartıştı. Tartışmaların en çok kızıştığı noktalar ise barajlar ve suyun özelleştirilmesi oldu. Resmi forumda oldukça sık dile getirilen, tarımsal sulamada suyun verimli kullanılması için suyun birim başına fiyatlandırılması önerisine Yıldız Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Beyza Üstün’den tepki var. Tarımda yanlış su kullanımının olduğunu kabul eden ve çözüm olarak bitki türüne uygun tasarruflu yöntemlerin teşvik edilmesi gerektiğini söyleyen Üstün, buna karşın suyun litre başına fiyatlandırılmasının, bedelini ödeyemeyen çiftçiyi kaçak su kullanmaya ve tarlasını büyük şirketlere satıp göç etmeye teşvik edeceğini öne sürüyor.
Sanayide Kaçak su kullanımı var
Dünya Su Forumu’ndaki konuşmalarda suyun en çok tarımsal amaçlı kullanıldığı argümanlarını da eleştiren Üstün, sanayinin payının azaltıldığı görüşünde. “Sanayi, kullandığı suyun büyük bir kısmını kaçak kullanır. Kuyularını açar ve yeraltı suyundan faydalanır. Kullanmıyor gibi görürsünüz ama yeraltı suları ve yakınsa yüzey sularından su çekerler” diyen Üstün, su havzaları ve nehirlerin özel şirketlere uzun süreli kiralanmasının da sorun yaratacağı görüşünde. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun etkinliklerinde de aktif görev alan Prof. Üstün, “Nehirleri satmıyoruz kullanım hakkını veriyoruz diyorlar. Bu, sadece suyu değil, suyun içindeki canlıların, suya besleme yapan karasal alanın kullanımı anlamına geliyor. Süresi ne kadar olursa olsun, kullanım hakkını vermek ekosistemin tümüne müdahale hakkını vermektir. Sonuç olarak sistem kendini yenileyemez ve bunun adı da satıştır. 40 yıl sonra geri alsanız ne olur?” diyor. Yüzlerce şirketin Türkiye’de de bunu yaşama geçirmeye çalıştığına, kendilerinin de su havzalarının ticarileştirilmemesine engel olmak için mücadele ettiklerini belirtiyor.
Silah sanayi için su tüketimine hayır
Beyza Üstün, suya yapılan müdahalelerin hepsine karşı olmadıklarını, müdahaleler bölgenin ekosistemini etkileyecekse itiraz ettiklerini söylüyor. “Yaşam için, canlılar için yapılan hiçbir üretime karşı değiliz. Bunun kara dönen kısmına karşıyız. Çünkü bu kara dönen kısmı hem doğadan parça alıyor (su, toprak) hem de doğaya bu aldığını kirleterek iade ediyor” diyen Üstün, silah sanayi ve daha çok tekstil üretmek için su havzalarının tüketilmesini anlayamadıklarını belirtiyor ve ister tarım ister sanayi olsun yaşamın sürdürülmesi için suyu kullanmaya itiraz etmiyoruz diyor.
Özgür Gürbüz / 21 Mart 2009
Bir hafta boyunca İstanbul, muhaliflerinden üst düzey hükümet temsilcilerine kadar on binlerce kişiye ev sahipliği yaptı ve suyu tartıştı. Tartışmaların en çok kızıştığı noktalar ise barajlar ve suyun özelleştirilmesi oldu. Resmi forumda oldukça sık dile getirilen, tarımsal sulamada suyun verimli kullanılması için suyun birim başına fiyatlandırılması önerisine Yıldız Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Beyza Üstün’den tepki var. Tarımda yanlış su kullanımının olduğunu kabul eden ve çözüm olarak bitki türüne uygun tasarruflu yöntemlerin teşvik edilmesi gerektiğini söyleyen Üstün, buna karşın suyun litre başına fiyatlandırılmasının, bedelini ödeyemeyen çiftçiyi kaçak su kullanmaya ve tarlasını büyük şirketlere satıp göç etmeye teşvik edeceğini öne sürüyor.
Sanayide Kaçak su kullanımı var
Dünya Su Forumu’ndaki konuşmalarda suyun en çok tarımsal amaçlı kullanıldığı argümanlarını da eleştiren Üstün, sanayinin payının azaltıldığı görüşünde. “Sanayi, kullandığı suyun büyük bir kısmını kaçak kullanır. Kuyularını açar ve yeraltı suyundan faydalanır. Kullanmıyor gibi görürsünüz ama yeraltı suları ve yakınsa yüzey sularından su çekerler” diyen Üstün, su havzaları ve nehirlerin özel şirketlere uzun süreli kiralanmasının da sorun yaratacağı görüşünde. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun etkinliklerinde de aktif görev alan Prof. Üstün, “Nehirleri satmıyoruz kullanım hakkını veriyoruz diyorlar. Bu, sadece suyu değil, suyun içindeki canlıların, suya besleme yapan karasal alanın kullanımı anlamına geliyor. Süresi ne kadar olursa olsun, kullanım hakkını vermek ekosistemin tümüne müdahale hakkını vermektir. Sonuç olarak sistem kendini yenileyemez ve bunun adı da satıştır. 40 yıl sonra geri alsanız ne olur?” diyor. Yüzlerce şirketin Türkiye’de de bunu yaşama geçirmeye çalıştığına, kendilerinin de su havzalarının ticarileştirilmemesine engel olmak için mücadele ettiklerini belirtiyor.
Silah sanayi için su tüketimine hayır
Beyza Üstün, suya yapılan müdahalelerin hepsine karşı olmadıklarını, müdahaleler bölgenin ekosistemini etkileyecekse itiraz ettiklerini söylüyor. “Yaşam için, canlılar için yapılan hiçbir üretime karşı değiliz. Bunun kara dönen kısmına karşıyız. Çünkü bu kara dönen kısmı hem doğadan parça alıyor (su, toprak) hem de doğaya bu aldığını kirleterek iade ediyor” diyen Üstün, silah sanayi ve daha çok tekstil üretmek için su havzalarının tüketilmesini anlayamadıklarını belirtiyor ve ister tarım ister sanayi olsun yaşamın sürdürülmesi için suyu kullanmaya itiraz etmiyoruz diyor.
“2,5 milyar insanın tuvaleti yok”
5. Dünya Su Forumu için Türkiye’ye gelen Uluslararası Özel Su Operatörleri Federasyonu (AquaFed) Başkanı Gerard Payen, İstanbul’daki forumdan atık suların arıtılmasıyla ilgili bir hedef çıkmasını bekliyor. Payen, dünyada 2,5 milyar insanın hala hijyenik bir tuvalete sahip olmadığına dikkat çekiyor.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 19 Mart 2009*
Dünya Su Forumu’yla ilgili tartışmaların odağında suyun kullanım hakkının devri, ‘muhalif’ bir deyişle suyun özelleştirilmesi var. Özelleştirme ve forumdan beklentilerini, Aquafed’in başkanı ve dünyanın en büyük su ve enerji şirketlerinden Ondeo-Suez’in su bölümünün eski Yönetim Kurulu Başkanı Gerard Payen’e sorduk. Payen, forumdan atık su sorunu ile ilgili somut bir hedef çıkmasını istiyor. Birleşmiş Milletlerin (BM) milenyum hedefleri arasında 2015’ten önce, dünyada temiz içme suyu ve tuvalete erişimi olmayan insan sayısını yarı yarıya azaltmak gibi hedefler olduğunu anımsatan Payen, atık su arıtma ile ilgili benzer bir hedefe ihtiyaç olduğunu düşünüyor. “Meksika’da politik tartışmalar yüzünden böyle bir karar çıkmadı, İstanbul’da ise bu şans var” diyor. Dünyada özel-hijyenik tuvalete sahip olmayan insan sayısının 2,5 milyar, evinde ve oturduğu sokakta musluğu olmayan insan sayısının ise 3 milyarı bulduğuna dikkat çekiyor. Bu 3 milyar insanın 900 milyonu ise suya erişim konusunda ciddi problemler yaşıyor. Afrika’da bütün gününü eve su taşımakla geçiren insanlar var.
Türkiye’yi hayvansal kirlenmeye uğramamış suya erişimde başarılı bulan Payen, bu riski taşıyan suları kullananların 1990’larda yüzde 15 olduğunu şimdi ise yüzde 7’lere gerilediğini söylüyor. Dünyanın su konusunda en sorunlu bölgesi Afrika ise en kötü durumda. BM’nin hedeflerine değil 2015, 2030-2040 yıllarında ulaşması zor görünüyor. Payen, “1990’da 2,4 milyar insanın özel-hijyenik tuvalete erişimi yoktu. Bugün ise 2,5 milyara ulaştı. Dünya bu konuda çok gecikti. Kendinizin tuvaleti olması fark etmiyor. Komşunuzun tuvaleti yoksa kirlenmiş atık sular sizin suyunuzu da kirletebilir. Bu nedenle atık suların arıtılması çok önemli” diyor.
"Özel sektör hükümet ne derse onu yapıyor”
“Deniz suyu küresel kamu malı ama tatlı su değil. Kanada’dan gelen su, Aşağı Sahra’ya ait olamaz” diyen Payen’e, suyun özelleştirilmesi tartışmaları hakkında ne düşündüğünü soruyoruz. “Özel sektörün ger kalmış ülkelerdeki insanlara yardım etmedikleri, onlara yüksek faturalar çıkardıkları söylenir. Bunlar doğru değil. Özel şirketler, hükümetler kendilerine ne derlerse onu yaparlar” diyen AquaFed Başkanı, suyun yoksul halka bedava verilmesinin önünde özel şirketlerin durmadığını öne sürüyor. Payen, “İngiltere’de su şebekesi özel sektöre satıldı. Fransa’da ise şebeke hükümete bağlı ama hükümet birçok yerde özel firmalara şebekeyi işletme hakkı verdi. Özelleştirmeden hangisini anladığımız önemli. Hükümet, fiyatı yatırımları belirler. Kim işletirse işletsin bu, suyun bedava olmasını engellemez. Hükümet sübvansiyon verirse özel sektör de suyu bedava satabilir” açıklamasını yapıyor. Johannesburg’ta 10 yıl önce özel bir şirkete kamu şirketini iyileştirmek için beş yıllığına bir kontrat verildiğini, beş yılın sonunda ise belediye başkanının şirkete, ‘Durum iyileşti, teşekkür ederiz’ deyip kontratı yenilemediği anlatan Payen, “Böyle örnekler de var” diyor.
***
“Bolivya’da halkın yağmur suyu toplaması engellenmedi”
Bolivya’da Suez’e devredilen su işletmesinden sonra artan protestolar hükümet devirip Evo Morales’i adeta iktidara taşımıştı. Gerard Payen, o tarihlerde Suez’in su bölümünün en yetkili kişisiydi.
O.G. - Suez Bolivya’da ne yapıyordu?
G.P. - Kontratın hedefi çok basitti. Su şebekesinin verimli kullanılmasını sağlamak ve La Paz ile çevresine ulaştırmak. Suez, 400 bin kişiyi şebekeye bağladı. Bu insanların daha önce su almak için tek seçeneği satıcılardan su satın almaktı.
-Sonra fiyatlar arttı. İnsanlar yağmur suyu toplamak istedi ve bu engellendi, öyle değil mi?
- Gözlerimle yağmur suyu kullandıklarını gördüm. Kimse onları engellemedi.
-Bu olay dünyada birçok gazetede defalarca yazıldı ama...
-Daha birçok yaratılmış öykü var.
-Suyun fiyatı da mı artmadı?
- Projede, fiyatta değişiklik yapılmayacağı vardı. Yapılan tasarruflarla daha çok kişiyi şebekeye bağlayacaktık. Bu arada La Paz çok sayıda iç göç aldı. Bunlar, Morales’in politik destekçisi olan yerli halktı. Onlar için kentte hiçbir şey hazırlanmamıştı. Musluk suyu talep ettiler. Hükümetin para bulması gerekiyordu. Bildiğim kadarıyla bu parayı suyun fiyatını arttırarak değil şebeke bağlantı ücretlerini arttırarak yaptılar. Fiyat onlar için yüksek geldi ve gösteriler başladı. Suez, burada “günah keçisi” yapıldı.
- Firma Bolivya’dan ayrıldı ama.
- Evet, bu doğru.
- Suez para kaybetti mi?
- Sanmıyorum ama herhalde para da kazanmadılar.
* Orjinali
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 19 Mart 2009*
Dünya Su Forumu’yla ilgili tartışmaların odağında suyun kullanım hakkının devri, ‘muhalif’ bir deyişle suyun özelleştirilmesi var. Özelleştirme ve forumdan beklentilerini, Aquafed’in başkanı ve dünyanın en büyük su ve enerji şirketlerinden Ondeo-Suez’in su bölümünün eski Yönetim Kurulu Başkanı Gerard Payen’e sorduk. Payen, forumdan atık su sorunu ile ilgili somut bir hedef çıkmasını istiyor. Birleşmiş Milletlerin (BM) milenyum hedefleri arasında 2015’ten önce, dünyada temiz içme suyu ve tuvalete erişimi olmayan insan sayısını yarı yarıya azaltmak gibi hedefler olduğunu anımsatan Payen, atık su arıtma ile ilgili benzer bir hedefe ihtiyaç olduğunu düşünüyor. “Meksika’da politik tartışmalar yüzünden böyle bir karar çıkmadı, İstanbul’da ise bu şans var” diyor. Dünyada özel-hijyenik tuvalete sahip olmayan insan sayısının 2,5 milyar, evinde ve oturduğu sokakta musluğu olmayan insan sayısının ise 3 milyarı bulduğuna dikkat çekiyor. Bu 3 milyar insanın 900 milyonu ise suya erişim konusunda ciddi problemler yaşıyor. Afrika’da bütün gününü eve su taşımakla geçiren insanlar var.
Türkiye’yi hayvansal kirlenmeye uğramamış suya erişimde başarılı bulan Payen, bu riski taşıyan suları kullananların 1990’larda yüzde 15 olduğunu şimdi ise yüzde 7’lere gerilediğini söylüyor. Dünyanın su konusunda en sorunlu bölgesi Afrika ise en kötü durumda. BM’nin hedeflerine değil 2015, 2030-2040 yıllarında ulaşması zor görünüyor. Payen, “1990’da 2,4 milyar insanın özel-hijyenik tuvalete erişimi yoktu. Bugün ise 2,5 milyara ulaştı. Dünya bu konuda çok gecikti. Kendinizin tuvaleti olması fark etmiyor. Komşunuzun tuvaleti yoksa kirlenmiş atık sular sizin suyunuzu da kirletebilir. Bu nedenle atık suların arıtılması çok önemli” diyor.
"Özel sektör hükümet ne derse onu yapıyor”
“Deniz suyu küresel kamu malı ama tatlı su değil. Kanada’dan gelen su, Aşağı Sahra’ya ait olamaz” diyen Payen’e, suyun özelleştirilmesi tartışmaları hakkında ne düşündüğünü soruyoruz. “Özel sektörün ger kalmış ülkelerdeki insanlara yardım etmedikleri, onlara yüksek faturalar çıkardıkları söylenir. Bunlar doğru değil. Özel şirketler, hükümetler kendilerine ne derlerse onu yaparlar” diyen AquaFed Başkanı, suyun yoksul halka bedava verilmesinin önünde özel şirketlerin durmadığını öne sürüyor. Payen, “İngiltere’de su şebekesi özel sektöre satıldı. Fransa’da ise şebeke hükümete bağlı ama hükümet birçok yerde özel firmalara şebekeyi işletme hakkı verdi. Özelleştirmeden hangisini anladığımız önemli. Hükümet, fiyatı yatırımları belirler. Kim işletirse işletsin bu, suyun bedava olmasını engellemez. Hükümet sübvansiyon verirse özel sektör de suyu bedava satabilir” açıklamasını yapıyor. Johannesburg’ta 10 yıl önce özel bir şirkete kamu şirketini iyileştirmek için beş yıllığına bir kontrat verildiğini, beş yılın sonunda ise belediye başkanının şirkete, ‘Durum iyileşti, teşekkür ederiz’ deyip kontratı yenilemediği anlatan Payen, “Böyle örnekler de var” diyor.
***
“Bolivya’da halkın yağmur suyu toplaması engellenmedi”
Bolivya’da Suez’e devredilen su işletmesinden sonra artan protestolar hükümet devirip Evo Morales’i adeta iktidara taşımıştı. Gerard Payen, o tarihlerde Suez’in su bölümünün en yetkili kişisiydi.
O.G. - Suez Bolivya’da ne yapıyordu?
G.P. - Kontratın hedefi çok basitti. Su şebekesinin verimli kullanılmasını sağlamak ve La Paz ile çevresine ulaştırmak. Suez, 400 bin kişiyi şebekeye bağladı. Bu insanların daha önce su almak için tek seçeneği satıcılardan su satın almaktı.
-Sonra fiyatlar arttı. İnsanlar yağmur suyu toplamak istedi ve bu engellendi, öyle değil mi?
- Gözlerimle yağmur suyu kullandıklarını gördüm. Kimse onları engellemedi.
-Bu olay dünyada birçok gazetede defalarca yazıldı ama...
-Daha birçok yaratılmış öykü var.
-Suyun fiyatı da mı artmadı?
- Projede, fiyatta değişiklik yapılmayacağı vardı. Yapılan tasarruflarla daha çok kişiyi şebekeye bağlayacaktık. Bu arada La Paz çok sayıda iç göç aldı. Bunlar, Morales’in politik destekçisi olan yerli halktı. Onlar için kentte hiçbir şey hazırlanmamıştı. Musluk suyu talep ettiler. Hükümetin para bulması gerekiyordu. Bildiğim kadarıyla bu parayı suyun fiyatını arttırarak değil şebeke bağlantı ücretlerini arttırarak yaptılar. Fiyat onlar için yüksek geldi ve gösteriler başladı. Suez, burada “günah keçisi” yapıldı.
- Firma Bolivya’dan ayrıldı ama.
- Evet, bu doğru.
- Suez para kaybetti mi?
- Sanmıyorum ama herhalde para da kazanmadılar.
* Orjinali
Susuzluk Avrupa’nın da başını ağrıtıyor
Avrupa Çevre Ajansı’nın hazırladığı son rapora göre, başta Güney Avrupa olmak üzere tüm kıtada su sıkıntısı yaşanıyor. Raporda, Tuz Gölü’nün kurumasından izinsiz ve aşırı su tüketiminin rol oynadığı belirtiliyor. Her bir Avrupalı, yılda ortalama iki olimpik yüzme havuzu kadar su tüketiyor.
Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 19 Mart 2009*
Güney Avrupa tarihinin en ciddi su kıtlığı problemini yaşarken, Kuzey Avrupa’da artan talebi karşılayamamaktan öteri su sıkıntısı çekiyor. Avrupa Çevre Ajansı’nın (AÇA) bugün kamuoyuna açıklanacak olan “Avrupa’da Su Kaynakları” adlı raporunda, Türkiye’de Avrupa’nın ciddi sorunlar yaşayan ülkelerinden biri olarak görünüyor. Kuraklık ve yanlış su kullanımı nedeniyle Türkiye’nin en büyük ikinci gölü olan Tuz Gölü’nü tamamen kuruttuğuna dikkat çeken raporda, Konya bölgesinde 1980’lerden bu yana yaşanan kuraklığın gölün kurumasında önemli bir etkisi olduğuna ancak yasadışı su kullanımın da kritik bir rol oynadığına dikkat çekiliyor. Bilindiği gibi Tuz Gölü ve civarındaki göller, tarımda kullanılan yeraltı sularına ihtiyaç duyuluyor ve Konya Ovası’nda tarımsal sulama için kullanılan onlarca izinsiz kuyu bulunuyor.
Daha az suyla daha çok iş
Raporda Avrupa’nın iklim değişikliğiyle beraber daha sık ve daha sert kuraklıklar yaşayacağına dikkat çekiliyor ve yaz aylarında su sıkıntısı yaşanacağı belirtiliyor. Kaçak kullanımlar hariç, her bir Avrupalı yılda ortalama iki olimpik havuz dolusu (5300 metreküp) su tüketiyor. AÇA Genel Müdürü Prof. Jacqueline McGlade, “Su kıtlığına bulduğumuz kısa dönemli çözüm, su kaynaklarından ve yeraltından daha fazla su çekmek oldu. Bu işlemin kalan su kaynaklarının miktarı ve kalitesi ile ekosistem üzerinde ağır etkileri var” diyor ve su talebini azaltarak, suyu verimli kullanmamızı öneriyor.
Suyun kullanıldığı yerlere de dikkat çeken rapora göre Avrupa’da çıkarılan suyun yüzde 44’ü enerji üretimi için, yüzde 24’ü tarım, yüzde 21’i musluklardan akan sular ve yüzde 11’i de sanayide kullanılıyor. Güney Avrupa’da ise tarımın payı artıyor ve yüzde 60’ları hatta bazı bölgelerde yüzde 80’leri buluyor. Sanayi, enerji ve tarım sektörü genel olarak nehir ve göllerdeki suyu kullanırken, su şebekelerinde dolaşan su, kalitesinden dolayı, daha çok yeraltı kaynaklarından elde ediliyor. Enerji üretimi için kullanılan su genelde kaynağına geri gönderilirken, tarımda kullanılan su için bu geçerli değil. Tarımda kullanılan suyu verimli kullanmak en önemli çözüm olarak görülüyor.
***
AÇA’nın tavsiyeleri
* Tüm sektörlerde suyun kullanımı, kullanım miktarına göre fiyatlandırılmalı.
* Hükümetler kuraklık yönetim planları hazırlamalı ve kriz yönetimi yerine riske odaklanmalı.
* Atık suların geri kazanımı ve yağmur sularının kullanılması için fırsat yaratılmalı.
* Şebeke kayıpları azaltılmalı. Avrupa’nın bazı bölgelerinde bu oran yüzde 40’ları geçiyor.
* Yasadışı su kullanımlarını önlemek için konulan cezalar uygulanmalıSu kıtlığı yaşanan yerlere uygun bitkiler ekilmeli
* Orjinali
Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 19 Mart 2009*
Güney Avrupa tarihinin en ciddi su kıtlığı problemini yaşarken, Kuzey Avrupa’da artan talebi karşılayamamaktan öteri su sıkıntısı çekiyor. Avrupa Çevre Ajansı’nın (AÇA) bugün kamuoyuna açıklanacak olan “Avrupa’da Su Kaynakları” adlı raporunda, Türkiye’de Avrupa’nın ciddi sorunlar yaşayan ülkelerinden biri olarak görünüyor. Kuraklık ve yanlış su kullanımı nedeniyle Türkiye’nin en büyük ikinci gölü olan Tuz Gölü’nü tamamen kuruttuğuna dikkat çeken raporda, Konya bölgesinde 1980’lerden bu yana yaşanan kuraklığın gölün kurumasında önemli bir etkisi olduğuna ancak yasadışı su kullanımın da kritik bir rol oynadığına dikkat çekiliyor. Bilindiği gibi Tuz Gölü ve civarındaki göller, tarımda kullanılan yeraltı sularına ihtiyaç duyuluyor ve Konya Ovası’nda tarımsal sulama için kullanılan onlarca izinsiz kuyu bulunuyor.
Daha az suyla daha çok iş
Raporda Avrupa’nın iklim değişikliğiyle beraber daha sık ve daha sert kuraklıklar yaşayacağına dikkat çekiliyor ve yaz aylarında su sıkıntısı yaşanacağı belirtiliyor. Kaçak kullanımlar hariç, her bir Avrupalı yılda ortalama iki olimpik havuz dolusu (5300 metreküp) su tüketiyor. AÇA Genel Müdürü Prof. Jacqueline McGlade, “Su kıtlığına bulduğumuz kısa dönemli çözüm, su kaynaklarından ve yeraltından daha fazla su çekmek oldu. Bu işlemin kalan su kaynaklarının miktarı ve kalitesi ile ekosistem üzerinde ağır etkileri var” diyor ve su talebini azaltarak, suyu verimli kullanmamızı öneriyor.
Suyun kullanıldığı yerlere de dikkat çeken rapora göre Avrupa’da çıkarılan suyun yüzde 44’ü enerji üretimi için, yüzde 24’ü tarım, yüzde 21’i musluklardan akan sular ve yüzde 11’i de sanayide kullanılıyor. Güney Avrupa’da ise tarımın payı artıyor ve yüzde 60’ları hatta bazı bölgelerde yüzde 80’leri buluyor. Sanayi, enerji ve tarım sektörü genel olarak nehir ve göllerdeki suyu kullanırken, su şebekelerinde dolaşan su, kalitesinden dolayı, daha çok yeraltı kaynaklarından elde ediliyor. Enerji üretimi için kullanılan su genelde kaynağına geri gönderilirken, tarımda kullanılan su için bu geçerli değil. Tarımda kullanılan suyu verimli kullanmak en önemli çözüm olarak görülüyor.
***
AÇA’nın tavsiyeleri
* Tüm sektörlerde suyun kullanımı, kullanım miktarına göre fiyatlandırılmalı.
* Hükümetler kuraklık yönetim planları hazırlamalı ve kriz yönetimi yerine riske odaklanmalı.
* Atık suların geri kazanımı ve yağmur sularının kullanılması için fırsat yaratılmalı.
* Şebeke kayıpları azaltılmalı. Avrupa’nın bazı bölgelerinde bu oran yüzde 40’ları geçiyor.
* Yasadışı su kullanımlarını önlemek için konulan cezalar uygulanmalıSu kıtlığı yaşanan yerlere uygun bitkiler ekilmeli
* Orjinali
Barajları dolduracak su bulamayabiliriz
Avrupa Çevre Ajansı Genel Müdürü Jacqueline McGlade, barajlar konusunda uyarıda bulundu: “İklim değişikliği yüzünden barajları dolduracak su bulamayabilirsiniz”.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 18 Mart 2009*
İklim değişikliğinin küresel etkileriyle ilgili projeksiyonların olduğuna değinen ancak bölgeler üzerindeki etkileri üzerine detaylı çalışmaların bulunmadığına dikkat çeken Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) Genel Müdürü Prof. Jacqueline McGlade, “Güney bölgelerde, belli bir bölgenin ne kadar yağış alacağını tahmin etmek mümkün değil. Bu nedenle barajlar gibi büyük projeler inşa etmek bugün hiç olmadığı kadar zor. Ajans olarak, 10-20 yıl önce bile yapılmış olan barajların, tahminden daha az yağış aldığı için, içindeki biyolojik materyallerde artış olduğunu gördük. Bu da içmek için temiz olmayan su anlamına geliyor” diyor. Yapılan barajları dolduracak suyu bulamayabiliriz diyen McGlade’e göre su talebini azaltacak yöntemlere ve çalışmalara ağırlık verilmesi hayati önem taşıyor.
Dünya Su Forumu için İstanbul’da bulunan ve Avrupa’nın su durumuyla ilgili bir rapor yayımlayan AÇA Genel Müdürü McGlade, Gazete Habertürk’ün sorunun çözümüyle ilgili önerilerini ise “talep yönetimi” başlığı altında toplası. “Çiftçileri eğitmek ve damlama sulama gibi basit teknikleri tüm çiftçilerin uygulamasını sağlamak gerek. Bunu yaparsak, yüzde 80’lere varan tarımsal su kullanımını yüzde 40’lara indirebiliriz” diyen McGlade, “Başarılı olursak başka bir dünya bizi bekliyor. Nehirler arası su transferleri yüzünden yaşanan tartışmalar son bulur, büyük barajlarla ilgili sorunlar biter” şeklinde konuştu. Şebeke kayıplarının önlenmesi ve su kullanımın gerektiği ölçüde ve kullanım miktarına göre ücretlendirilmesini savundu.
Avrupa’da Bulgaristan yüzde 50’ye varan oranla şebeke kayıplarında Avrupa’daki en kötü dereceye sahip. Almanya ise, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurduğu yeni şebekeyle kayıpları yüzde 5’ler civarına çekmiş durumda. McGlade’e raporda yer almayan Türkiye’nin şebeke kayıplarıyla ilgili rakamını sorduğumuzda aldığımız yanıt ellerinde verilerin olmadığıydı. McGlade, “Kontrollerin çok iyi yapıldığı İngiltere’de de benzer bir sorun var. Bu, Türkiye’ye has bir sorun değil” derken, Avrupa içerisinde de bu rakamların son 5-10 yılda derlenmeye başlandığını ve önemli bir altyapı çalışmasını gerektirdiğini söylüyor. Avrupa’nın son 30 yılda 100 milyar avroluk bir kaynağı bu tip çalışmalara ayırdığının da altını çiziyor.
*Orjinali
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 18 Mart 2009*
İklim değişikliğinin küresel etkileriyle ilgili projeksiyonların olduğuna değinen ancak bölgeler üzerindeki etkileri üzerine detaylı çalışmaların bulunmadığına dikkat çeken Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) Genel Müdürü Prof. Jacqueline McGlade, “Güney bölgelerde, belli bir bölgenin ne kadar yağış alacağını tahmin etmek mümkün değil. Bu nedenle barajlar gibi büyük projeler inşa etmek bugün hiç olmadığı kadar zor. Ajans olarak, 10-20 yıl önce bile yapılmış olan barajların, tahminden daha az yağış aldığı için, içindeki biyolojik materyallerde artış olduğunu gördük. Bu da içmek için temiz olmayan su anlamına geliyor” diyor. Yapılan barajları dolduracak suyu bulamayabiliriz diyen McGlade’e göre su talebini azaltacak yöntemlere ve çalışmalara ağırlık verilmesi hayati önem taşıyor.
Dünya Su Forumu için İstanbul’da bulunan ve Avrupa’nın su durumuyla ilgili bir rapor yayımlayan AÇA Genel Müdürü McGlade, Gazete Habertürk’ün sorunun çözümüyle ilgili önerilerini ise “talep yönetimi” başlığı altında toplası. “Çiftçileri eğitmek ve damlama sulama gibi basit teknikleri tüm çiftçilerin uygulamasını sağlamak gerek. Bunu yaparsak, yüzde 80’lere varan tarımsal su kullanımını yüzde 40’lara indirebiliriz” diyen McGlade, “Başarılı olursak başka bir dünya bizi bekliyor. Nehirler arası su transferleri yüzünden yaşanan tartışmalar son bulur, büyük barajlarla ilgili sorunlar biter” şeklinde konuştu. Şebeke kayıplarının önlenmesi ve su kullanımın gerektiği ölçüde ve kullanım miktarına göre ücretlendirilmesini savundu.
Avrupa’da Bulgaristan yüzde 50’ye varan oranla şebeke kayıplarında Avrupa’daki en kötü dereceye sahip. Almanya ise, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurduğu yeni şebekeyle kayıpları yüzde 5’ler civarına çekmiş durumda. McGlade’e raporda yer almayan Türkiye’nin şebeke kayıplarıyla ilgili rakamını sorduğumuzda aldığımız yanıt ellerinde verilerin olmadığıydı. McGlade, “Kontrollerin çok iyi yapıldığı İngiltere’de de benzer bir sorun var. Bu, Türkiye’ye has bir sorun değil” derken, Avrupa içerisinde de bu rakamların son 5-10 yılda derlenmeye başlandığını ve önemli bir altyapı çalışmasını gerektirdiğini söylüyor. Avrupa’nın son 30 yılda 100 milyar avroluk bir kaynağı bu tip çalışmalara ayırdığının da altını çiziyor.
*Orjinali
Su Forumu’nun sponsorları tartışma yarattı
İstanbul’da süren 5. Dünya Su Forumu’nun sponsorları çevrecilerden tepki alıyor. Forumun ana sponsoru olan Nurol ve Cengiz İnşaat, Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı’nın yapımını üstlenen konsorsiyum içerisinde yer alıyor.
Özgür Gürbüz / 19 Mart 2009
Türkiye’de yapımı uzun yıllardır tartışılan, gereken çevresel koşulları sağlamadığı için yabancı bankalar tarafından verilen ihracat kredileri askıya alınan Ilısu Barajı, Su Forumu’nda da ‘sponsor’ tartışmalarına neden oldu. Geçtiğimiz pazartesi günü İstanbul’da başlayan ve 22 Mart günü sona erecek olan 5. Dünya Su Forumu’nun ana sponsorluklarını Nurol ve Cengiz İnşaat yapıyor. Bu firmaların her ikisinin de Ilısu Barajı konsorsiyumunda yer alması ise çevrecilerin tepkisini topluyor. Doğa Derneği Koordinatörü Nuri Özbağdatlı, “Ilısu Barajı uluslararası çevresel ve kültürel standartları sağlamıyor. Türkiye’nin kültürel ve doğal mirasını yok edecek bir proje. Forumun destekçileri ise bu barajı yapıyorlar ve bu, Dünya Su Forumu’nun su konusundaki çözüm arama girişimlerine gölge düşürüyor” diyor. Doğa Derneği, toplantıların yapıldığı Sütlüce’deki kongre merkezinde de, Hasankeyf’te yaşayan kaplumbağaları simgeleyen Rafet maketiyle broşür de dağıtmıştı.
Suyun Ticaretleştirilmesine Hayır Platformu’ndan Prof. Dr. Beyza Üstün ise “Kendileriyle ilgili bir engel çıkmayacakları için destekliyorlar” yorumunu yapıyor. Forumun ana sponsorlarının dışında kalan destekçilerini de enerji, baraj ve inşaat alanlarında çalışan şirketler oluşturuyor. Çevrecilerin Ilısu Barajı’na olan itirazlarına rağmen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, projeyi destekliyor. Eroğlu, “Bazı ülkelerde baraj yapılmasına gerek olmayabilir. Bizde bazı mevsimlerde yağmur var bazı mevsimlerde yok. Herkesin fikri doğru değil. Barajlar çevreye hayat veriyor” şeklinde konuştu. Hasankeyf’te kültür ve tarih parkı hazırladıklarını söyleyen Eroğlu, “Hasankeyf’te referandum yapmak istiyor musunuz” sorumuza ise, “Proje yerel bir proje değil ki Türkiye’nin projesi. Hayır sandık koymayacağız. Karşı çıkanların maksadı farklı” yanıtını verdi.
***
Nezarette barajları tartıştılar
Su Forumu’nun açıldığı gün yapılan protestoda gözaltına alınan 17 kişi, 30 saat sonra serbest bırakıldı. Gözaltına alınanlar arasında bulunan Munzuru Koruma Kurulu temsilcisi Hasan Şen, emniyette bulundukları süre içerisinde alternatif toplantıya katılamadıklarını, bu nedenle de G3 numaralı nezarethanedeki altı arkadaşıyla birlikte su havzaları ve barajlarla ilgili 2,5 saatlik bir çalıştay yaptıklarını söyledi. Çalıştaydan Munzur Nehri üzerine yapılması düşünülen barajlara hayır yanıtı çıktı.
Özgür Gürbüz / 19 Mart 2009
Türkiye’de yapımı uzun yıllardır tartışılan, gereken çevresel koşulları sağlamadığı için yabancı bankalar tarafından verilen ihracat kredileri askıya alınan Ilısu Barajı, Su Forumu’nda da ‘sponsor’ tartışmalarına neden oldu. Geçtiğimiz pazartesi günü İstanbul’da başlayan ve 22 Mart günü sona erecek olan 5. Dünya Su Forumu’nun ana sponsorluklarını Nurol ve Cengiz İnşaat yapıyor. Bu firmaların her ikisinin de Ilısu Barajı konsorsiyumunda yer alması ise çevrecilerin tepkisini topluyor. Doğa Derneği Koordinatörü Nuri Özbağdatlı, “Ilısu Barajı uluslararası çevresel ve kültürel standartları sağlamıyor. Türkiye’nin kültürel ve doğal mirasını yok edecek bir proje. Forumun destekçileri ise bu barajı yapıyorlar ve bu, Dünya Su Forumu’nun su konusundaki çözüm arama girişimlerine gölge düşürüyor” diyor. Doğa Derneği, toplantıların yapıldığı Sütlüce’deki kongre merkezinde de, Hasankeyf’te yaşayan kaplumbağaları simgeleyen Rafet maketiyle broşür de dağıtmıştı.
Suyun Ticaretleştirilmesine Hayır Platformu’ndan Prof. Dr. Beyza Üstün ise “Kendileriyle ilgili bir engel çıkmayacakları için destekliyorlar” yorumunu yapıyor. Forumun ana sponsorlarının dışında kalan destekçilerini de enerji, baraj ve inşaat alanlarında çalışan şirketler oluşturuyor. Çevrecilerin Ilısu Barajı’na olan itirazlarına rağmen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, projeyi destekliyor. Eroğlu, “Bazı ülkelerde baraj yapılmasına gerek olmayabilir. Bizde bazı mevsimlerde yağmur var bazı mevsimlerde yok. Herkesin fikri doğru değil. Barajlar çevreye hayat veriyor” şeklinde konuştu. Hasankeyf’te kültür ve tarih parkı hazırladıklarını söyleyen Eroğlu, “Hasankeyf’te referandum yapmak istiyor musunuz” sorumuza ise, “Proje yerel bir proje değil ki Türkiye’nin projesi. Hayır sandık koymayacağız. Karşı çıkanların maksadı farklı” yanıtını verdi.
***
Nezarette barajları tartıştılar
Su Forumu’nun açıldığı gün yapılan protestoda gözaltına alınan 17 kişi, 30 saat sonra serbest bırakıldı. Gözaltına alınanlar arasında bulunan Munzuru Koruma Kurulu temsilcisi Hasan Şen, emniyette bulundukları süre içerisinde alternatif toplantıya katılamadıklarını, bu nedenle de G3 numaralı nezarethanedeki altı arkadaşıyla birlikte su havzaları ve barajlarla ilgili 2,5 saatlik bir çalıştay yaptıklarını söyledi. Çalıştaydan Munzur Nehri üzerine yapılması düşünülen barajlara hayır yanıtı çıktı.
Hasankeyf ve Yusufeli Dünya Kültür Mirası listesine alınsın!
5. Dünya Su Forumu öncesi tartışmalı su projelerini masaya yatıran ve uluslararası uzmanlardan oluşan İstanbul Su Mahkemesi, Hasankeyf ve Yusufeli Vadisi’nin UNESCO’nun kültürel miras listesine alınmasını ve baraj projelerinin durdurulmasını önerdi.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 15 Mart 2009
Latin Amerika Su Mahkemesi ve Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin kolaylaştırıcılığında gerçekleşen, yöre halkı ve sivil toplum örgütlerinin davacı, Türkiye ve yurtdışından resmi kurum ve şirketlerinse davalı olduğu İstanbul Su Mahkemesi’nde kararlar açıklandı. Tarihi Hasankeyf kentini sular altında bırakacak Ilısu Barajı projesinde, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’den, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a kadar birçok kişi ve kurum mahkum edildi. Karar gerekçesinde, projenin ekonomik, ekolojik ve kültürel açıdan hayata geçirilebilir olmadığına dikkat çekildi ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Hasankeyf’i UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne aday göstermesi için başvuruda bulunması istendi.
Çoruh Vadisi’nde yapılması planlanan Yusufeli Barajı ve hidroelektrik santrali için de benzer bir karar alan mahkeme, Çoruh Vadisi’ndeki kutsal ziyaret yerlerinin Dünya Mirası Listesi’ne aday gösterilmesini istedi. Kararda, çevrede ölçülemeyecek boyutlarda tahribata yol açacak, bölge sakinlerine önemli ölçüde zarar verecek ve maliyeti ulusça ödenecek proje için davacılar tarafından yapılan iptal talebinin kabul edilmesi istendi. Tunceli’nin Munzur nehri üzerinde yapılması düşünülen sekiz baraj projesi hakkında ise alınan kararda, davalı olan Devlet Su İşleri, Çevre Bakanlığı, Enerji Bakanlığı ve Başbakanlık’tan, yapılacak barajlardan kaynaklanacak sorunların ne olduğunun kamuoyuna açıklanması istendi.
Üçü Türkiye’den, diğer ikisi Meksika ve Brezilya’dan suyla ilgili tartışmalı beş projenin masaya yatırıldığı ve uzmanlardan oluşan bir jüri heyeti tarafından davalı ve davacılar dinlendikten sonra karara bağlandığı duruşmalar iki gün boyunca İstanbul Tophane’deki eski tütün deposunda yapıldı. Davalıların hiçbiri toplantıya gelmezken sadece Ilısu Barajı projesinde yer alan ihracat kredi ajansları adına Alman Euler Hermes şirketi yazılı bir yanıt gönderdi. Gönderilen yanıtta, istenilen kriterler karşılanmadığı için projenin askıya alındığı belirtildi ve mevcut koşullar çerçevesinde toplantıya katılmak için bir gerekçe bulunmadığı belirtildi.
***
“Söyleyecek bir şeyleri yok”
Resmi makamlardan temsilci olmamasını değerlendiren Jüri Heyeti Başkanı Pelin Batu, diğer ülkelerde yapılan mahkemelerin birçoğunda da hükümetlerin olmadığını, bu durumun sürpriz olmadığını söyledi. Batu, “Burada olmamaları onlar için daha kötü. Bu hükümetin sorumluluk alamadığı ve kendisini savunma gereği duymadığını gösteriyor. Bu da söyleyecek bir şey olmadıklarının kanıtı” dedi.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 15 Mart 2009
Latin Amerika Su Mahkemesi ve Heinrich Böll Stiftung Derneği'nin kolaylaştırıcılığında gerçekleşen, yöre halkı ve sivil toplum örgütlerinin davacı, Türkiye ve yurtdışından resmi kurum ve şirketlerinse davalı olduğu İstanbul Su Mahkemesi’nde kararlar açıklandı. Tarihi Hasankeyf kentini sular altında bırakacak Ilısu Barajı projesinde, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’den, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a kadar birçok kişi ve kurum mahkum edildi. Karar gerekçesinde, projenin ekonomik, ekolojik ve kültürel açıdan hayata geçirilebilir olmadığına dikkat çekildi ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Hasankeyf’i UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne aday göstermesi için başvuruda bulunması istendi.
Çoruh Vadisi’nde yapılması planlanan Yusufeli Barajı ve hidroelektrik santrali için de benzer bir karar alan mahkeme, Çoruh Vadisi’ndeki kutsal ziyaret yerlerinin Dünya Mirası Listesi’ne aday gösterilmesini istedi. Kararda, çevrede ölçülemeyecek boyutlarda tahribata yol açacak, bölge sakinlerine önemli ölçüde zarar verecek ve maliyeti ulusça ödenecek proje için davacılar tarafından yapılan iptal talebinin kabul edilmesi istendi. Tunceli’nin Munzur nehri üzerinde yapılması düşünülen sekiz baraj projesi hakkında ise alınan kararda, davalı olan Devlet Su İşleri, Çevre Bakanlığı, Enerji Bakanlığı ve Başbakanlık’tan, yapılacak barajlardan kaynaklanacak sorunların ne olduğunun kamuoyuna açıklanması istendi.
Üçü Türkiye’den, diğer ikisi Meksika ve Brezilya’dan suyla ilgili tartışmalı beş projenin masaya yatırıldığı ve uzmanlardan oluşan bir jüri heyeti tarafından davalı ve davacılar dinlendikten sonra karara bağlandığı duruşmalar iki gün boyunca İstanbul Tophane’deki eski tütün deposunda yapıldı. Davalıların hiçbiri toplantıya gelmezken sadece Ilısu Barajı projesinde yer alan ihracat kredi ajansları adına Alman Euler Hermes şirketi yazılı bir yanıt gönderdi. Gönderilen yanıtta, istenilen kriterler karşılanmadığı için projenin askıya alındığı belirtildi ve mevcut koşullar çerçevesinde toplantıya katılmak için bir gerekçe bulunmadığı belirtildi.
***
“Söyleyecek bir şeyleri yok”
Resmi makamlardan temsilci olmamasını değerlendiren Jüri Heyeti Başkanı Pelin Batu, diğer ülkelerde yapılan mahkemelerin birçoğunda da hükümetlerin olmadığını, bu durumun sürpriz olmadığını söyledi. Batu, “Burada olmamaları onlar için daha kötü. Bu hükümetin sorumluluk alamadığı ve kendisini savunma gereği duymadığını gösteriyor. Bu da söyleyecek bir şey olmadıklarının kanıtı” dedi.
Basında Sağlık Ödülü 2009
14 Mart Tıp Haftası çerçevesinde düzenlelen Basında Sağlık Ödülleri sahiplerini buldu. İnternet Gazeteciliği dalında e-günlüğüm (blogum) ödüle değer bulundu.
Bu anlamlı ödülü kazanmaktan onur duyduğumu belirtir, İstanbul Tabip Odası'na şükranlarımı sunarım. Ödül töreninde yaptığım kısa konuşmada söylediklerimi burada da, aklımda kaldığı kadarıyla, tekrarlamak istiyorum.
"Böyle anlamlı bir ödülü almaktan dolayı onur duydum, teşekkür ederim. Mesleğim gereği oldukça fazla dolaşıyorum. Gördüğüm kadarıyla, memleketin nehirleri, çiçekleri, böcekleri, denizleri ve insanları hep hasta. Bu nedenle, siz hekimlerin desteğine çok ihtiyacımız var. Tekrar teşekkür ederim".
Bu anlamlı ödülü kazanmaktan onur duyduğumu belirtir, İstanbul Tabip Odası'na şükranlarımı sunarım. Ödül töreninde yaptığım kısa konuşmada söylediklerimi burada da, aklımda kaldığı kadarıyla, tekrarlamak istiyorum.
"Böyle anlamlı bir ödülü almaktan dolayı onur duydum, teşekkür ederim. Mesleğim gereği oldukça fazla dolaşıyorum. Gördüğüm kadarıyla, memleketin nehirleri, çiçekleri, böcekleri, denizleri ve insanları hep hasta. Bu nedenle, siz hekimlerin desteğine çok ihtiyacımız var. Tekrar teşekkür ederim".
UNESCO-IHP Forum’a geri döndü ama kriz bitmedi
Pazartesi günü İstanbul’da başlayacak olan Dünya Su Forumu’nda skandal önlendi ama hava hala gergin. Resmi forumdan çekilmesi gündeme gelen UNESCO-IHP, yerel grupların “farklı yaklaşımları” olmasına rağmen forumda yer alacaklarını açıkladı ancak tematik toplantıların organizasyonundan ismini çekti.
Özgür Gürbüz - Gazete habertürk / 13 Mart 2009 *
5. Dünya Su Forumu içerisinde yer alacak “Su ve Kültür” başlıklı oturumda yaşadığı sorunlar nedeniyle resmi foruma katılmama kararı alan ve yerine muhaliflerin düzenlediği alternatif foruma yönelen UNESCO-IHP (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu - Uluslararası Hidrolojik Programı) kararını değiştirdi. Gazete Habertürk’ün sorularını yanıtlayan IHP'nin ekohidroloji konusunda program uzman yardımcısı olarak görev yapan Lisa Hiwasaki, resmi foruma katılacaklarını ancak “Su ve Kültür” başlık altında düzenlenecek iki oturumun koordinatörlüklerinden çekildiklerini açıkladı. Hiwasaki, "6.5 numaralı konu (Su ve Kültür) hakkında, yerel çalışma arkadaşlarımızla (İSKİ ve TÜRKKAD) kıyaslandığında, farklı bir yaklaşımımız oldu. Bu nedenle, onların bu konuyu koordine etmeleri ve bu tema altındaki iki oturumu kendi başlarına organize etmeleri konusunda kendilerini yüreklendirdik" açıklamasını yaptı.
“Uzlaşmaz ve tehditkar bir tavır”
IHP yetkilisinin isim vermeden eleştirdiği kuruluşlar, resmi programda IHP ile birlikte tema koordinatörü olarak gözüken TÜRKKAD (Türk Kadınları Kültür Derneği) ve İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi). Konuyla ilgili Gazete Habertürk’e açıklama yapan 5. Dünya Su Forumu Program Komitesi Eş Başkanı Prof. Dr. Necati Ağıralioğlu, 10 Mart’ta Gazete Habertürk’ün ortaya çıkardığı krizi doğruluyor. Ağıralioğlu, “Başlık koordinatörlerinden birinin süreç tamamlandıktan günler sonra içerik konusunda bir uzlaşmazlık iddiasıyla ortaya çıkmasını hayretle karşılıyoruz” diyor. UNESCO-IHP’nin toplantının içeriğini tek başına yapılandırmakla ve başlığı tek başına yönetmek için çalışmakla suçlayan Ağıralioğlu, IHP’nin TÜRKKAD ve İSKİ’nin ortak koordinatörlük yetkisini reddettiğini söylüyor. Konuyla ilgili şikayetlerinin Program Komitesi tarafından haklı bulunmasına rağmen IHP’nin başlığı tek başına yönetebilmek için 6.5 numaralı başlığın koordinatörler arasında ikiye bölünmesini önerdiğini ve önerisinin kabul edilmemesi durumunda başlıktan ismini çekeceğini belirttiğini söylüyor.
Ağıralioğlu, “UNESCO-IHP’nin forum ruhuyla bağdaşmayan bu yaklaşımı, 5. Dünya Sekreteryası tarafından uzlaşmaz ve tehditkar bir tavır olarak görülmüş, bu başlıktan ismini çektiğini bildirmesi de talihsiz bir tercih olarak değerlendirilmiştir” diyor. IHP ile iki kurum arasında görüş ayrılığı, su ile kültürel çeşitlilik konuları arasındaki karşılıklı ilişkinin toplantılarda tartışılmasının kabul edilmemesi nedeniyle çıkmıştı. UNESCO-IHP, su ve kültür arasında bilimsel bir ilişki olduğunu ve sürdürülebilir su yönetimi açısından konunun tartışılmasının önemli olduğunu düşündüğünü, bu nedenle de oturumun olası sonuçlarını paylaşmamak amacıyla çekilme kararı aldıklarını belirtmişti.
*Tam metin
Özgür Gürbüz - Gazete habertürk / 13 Mart 2009 *
5. Dünya Su Forumu içerisinde yer alacak “Su ve Kültür” başlıklı oturumda yaşadığı sorunlar nedeniyle resmi foruma katılmama kararı alan ve yerine muhaliflerin düzenlediği alternatif foruma yönelen UNESCO-IHP (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu - Uluslararası Hidrolojik Programı) kararını değiştirdi. Gazete Habertürk’ün sorularını yanıtlayan IHP'nin ekohidroloji konusunda program uzman yardımcısı olarak görev yapan Lisa Hiwasaki, resmi foruma katılacaklarını ancak “Su ve Kültür” başlık altında düzenlenecek iki oturumun koordinatörlüklerinden çekildiklerini açıkladı. Hiwasaki, "6.5 numaralı konu (Su ve Kültür) hakkında, yerel çalışma arkadaşlarımızla (İSKİ ve TÜRKKAD) kıyaslandığında, farklı bir yaklaşımımız oldu. Bu nedenle, onların bu konuyu koordine etmeleri ve bu tema altındaki iki oturumu kendi başlarına organize etmeleri konusunda kendilerini yüreklendirdik" açıklamasını yaptı.
“Uzlaşmaz ve tehditkar bir tavır”
IHP yetkilisinin isim vermeden eleştirdiği kuruluşlar, resmi programda IHP ile birlikte tema koordinatörü olarak gözüken TÜRKKAD (Türk Kadınları Kültür Derneği) ve İSKİ (İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi). Konuyla ilgili Gazete Habertürk’e açıklama yapan 5. Dünya Su Forumu Program Komitesi Eş Başkanı Prof. Dr. Necati Ağıralioğlu, 10 Mart’ta Gazete Habertürk’ün ortaya çıkardığı krizi doğruluyor. Ağıralioğlu, “Başlık koordinatörlerinden birinin süreç tamamlandıktan günler sonra içerik konusunda bir uzlaşmazlık iddiasıyla ortaya çıkmasını hayretle karşılıyoruz” diyor. UNESCO-IHP’nin toplantının içeriğini tek başına yapılandırmakla ve başlığı tek başına yönetmek için çalışmakla suçlayan Ağıralioğlu, IHP’nin TÜRKKAD ve İSKİ’nin ortak koordinatörlük yetkisini reddettiğini söylüyor. Konuyla ilgili şikayetlerinin Program Komitesi tarafından haklı bulunmasına rağmen IHP’nin başlığı tek başına yönetebilmek için 6.5 numaralı başlığın koordinatörler arasında ikiye bölünmesini önerdiğini ve önerisinin kabul edilmemesi durumunda başlıktan ismini çekeceğini belirttiğini söylüyor.
Ağıralioğlu, “UNESCO-IHP’nin forum ruhuyla bağdaşmayan bu yaklaşımı, 5. Dünya Sekreteryası tarafından uzlaşmaz ve tehditkar bir tavır olarak görülmüş, bu başlıktan ismini çektiğini bildirmesi de talihsiz bir tercih olarak değerlendirilmiştir” diyor. IHP ile iki kurum arasında görüş ayrılığı, su ile kültürel çeşitlilik konuları arasındaki karşılıklı ilişkinin toplantılarda tartışılmasının kabul edilmemesi nedeniyle çıkmıştı. UNESCO-IHP, su ve kültür arasında bilimsel bir ilişki olduğunu ve sürdürülebilir su yönetimi açısından konunun tartışılmasının önemli olduğunu düşündüğünü, bu nedenle de oturumun olası sonuçlarını paylaşmamak amacıyla çekilme kararı aldıklarını belirtmişti.
*Tam metin
1 saniye 5 salisede, 3 kez kıta değiştirdi (!)
Bir saniye beş salise içerisinde İstanbul Boğaziçi Köprüsü’nden iki kez kaçak geçiş yaptığı öne sürülen eczacı isyanlarda.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 13 Mart 2009
Köprüden ücretsiz geçtiği iddiasıyla Eczacı Oktay Yüksel'e gelen trafik cezası akıllara durgunluk veriyor. Yüksel’e gelen ceza tebliğinde ilk kaçak geçişin 27 Şubat 2000 tarihinde, akşam saat beşi 17 dakika ve 26 saniye geçe olduğu yazılı. OGS gişesinden Yüksel’in yaptığı ikinci kaçak geçiş ise ilkinden tam 1 saniye 5 salise sonra yapılmış. Bu durumda Avrupa'dan Asya'ya kaçak geçen Yüksel'in, 1 saniye 5 salise içinde Asya'dan Avrupa'ya dönmesi ve tekrar Asya'ya geçmesi gerekiyor. İşin ilginç yanı, Oktay Yüksel’e 2000 yılındaki iki cezanın yanısıra 2003 ve 2008 yıllarında da yine kaçak geçiş nedeniyle cezalar kesilmiş.
Yüksel, 2000 yılında aracını elden çıkardığını söyleyerek diğer cezalarında kendisiyle bir ilgisi olmadığını söylüyor. Tebligatta belirtilen telefon numaralarının devamlı meşgul olması nedeniyle yetkililere ulaşamadığını belirten Oktay Yüksel, “Bu kadar sürede ancak bir ‘UFO’ böyle bir geçiş yapabilir. Verilen telefonlar devamlı meşgul çalıyor. 2000 yılında aracı zaten satmıştım. Araç bana ait olmadığı gibi, kesilen ceza da akla ve mantığa aykırı. İşlerimin yoğunluğu ve telefon numaralarının cevap vermemesi nedeniyle, mağdur olmaktan korkuyorum” diyor.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 13 Mart 2009
Köprüden ücretsiz geçtiği iddiasıyla Eczacı Oktay Yüksel'e gelen trafik cezası akıllara durgunluk veriyor. Yüksel’e gelen ceza tebliğinde ilk kaçak geçişin 27 Şubat 2000 tarihinde, akşam saat beşi 17 dakika ve 26 saniye geçe olduğu yazılı. OGS gişesinden Yüksel’in yaptığı ikinci kaçak geçiş ise ilkinden tam 1 saniye 5 salise sonra yapılmış. Bu durumda Avrupa'dan Asya'ya kaçak geçen Yüksel'in, 1 saniye 5 salise içinde Asya'dan Avrupa'ya dönmesi ve tekrar Asya'ya geçmesi gerekiyor. İşin ilginç yanı, Oktay Yüksel’e 2000 yılındaki iki cezanın yanısıra 2003 ve 2008 yıllarında da yine kaçak geçiş nedeniyle cezalar kesilmiş.
Yüksel, 2000 yılında aracını elden çıkardığını söyleyerek diğer cezalarında kendisiyle bir ilgisi olmadığını söylüyor. Tebligatta belirtilen telefon numaralarının devamlı meşgul olması nedeniyle yetkililere ulaşamadığını belirten Oktay Yüksel, “Bu kadar sürede ancak bir ‘UFO’ böyle bir geçiş yapabilir. Verilen telefonlar devamlı meşgul çalıyor. 2000 yılında aracı zaten satmıştım. Araç bana ait olmadığı gibi, kesilen ceza da akla ve mantığa aykırı. İşlerimin yoğunluğu ve telefon numaralarının cevap vermemesi nedeniyle, mağdur olmaktan korkuyorum” diyor.
Dünya Su Forumu’nda skandal!
Birleşmiş Milletler’e bağlı çalışan UNESCO-IHP, resmi forumdan çekilip, muhalifler tarafından hazırlanan alternatif foruma girmek için başvuruda bulundu.
Özgür Gürbüz- Gazete Habertürk / 11 Mart 2009 *
Beş gün sonra İstanbul’da yapılacak olan Dünya Su Forumu’nda dün büyük bir skandal yaşandı. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun (UNESCO) – Uluslararası Hidrolojik Programı (IHP), Dünya Su Forumu içerisinde, İSKİ ve TÜRKKAD (Türk Kadınları Kültür Derneği) ile organize ettikleri oturumdan çekilip, Alternatif Su Forumu’na katılmak için başvuruda bulundu.’nin Su ve Kültür başlıklı oturumdan çekilme nedeni ise, su ile kültürel çeşitlilik konuları arasındaki karşılıklı ilişkinin tartışılmasını, İSKİ ve TÜRKKAD’ın kabul etmemesi. Gazete Habertürk’ün ele geçirdiği yazışmalarda, UNESCO-IHP sorumlusunun, bu itirazlara, “Tam tersine, su ve kültür arasında bilimsel bir ilişki olduğu ve sürdürülebilir su yönetimi açısından önemli olduğu” yanıtı veriliyor. Yetkili, itirazların kabul edilmesinin, IHP’ni temel değerleriyle çeliştiğini, bu nedenle de oturumun olası sonuçlarını paylaşmamak amacıyla çekilme kararı aldıklarını belirtiyor. TÜRKKAD yetkilisi Ümit Ceylan konuyla ilgili bugün (11 Mart 2009) açıklama yapacaklarını söylerken, konuştuğumuz UNESCO-IHP yetkilisi bir açıklama yapamayacağını belirtti.
“Resmi forum” olarak da adlandırılan, Dünya Su Forumu’nun düzenleyicileri arasında Dünya Su Konseyi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi bulunuyor. Kulislerde, özellikle DSİ’nin tartışmalı projeler arasında yer alan Allianoi ve Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı projelerinde karşısına çıkan suyla ilişkili kültürel konuları, uluslararası konferansta gündeme getirmekten kaçındığı konuşuluyor.
* Haber, teknik bir arızadan ötürü gazetede isimsiz yayımlanmıştır.
Özgür Gürbüz- Gazete Habertürk / 11 Mart 2009 *
Beş gün sonra İstanbul’da yapılacak olan Dünya Su Forumu’nda dün büyük bir skandal yaşandı. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun (UNESCO) – Uluslararası Hidrolojik Programı (IHP), Dünya Su Forumu içerisinde, İSKİ ve TÜRKKAD (Türk Kadınları Kültür Derneği) ile organize ettikleri oturumdan çekilip, Alternatif Su Forumu’na katılmak için başvuruda bulundu.’nin Su ve Kültür başlıklı oturumdan çekilme nedeni ise, su ile kültürel çeşitlilik konuları arasındaki karşılıklı ilişkinin tartışılmasını, İSKİ ve TÜRKKAD’ın kabul etmemesi. Gazete Habertürk’ün ele geçirdiği yazışmalarda, UNESCO-IHP sorumlusunun, bu itirazlara, “Tam tersine, su ve kültür arasında bilimsel bir ilişki olduğu ve sürdürülebilir su yönetimi açısından önemli olduğu” yanıtı veriliyor. Yetkili, itirazların kabul edilmesinin, IHP’ni temel değerleriyle çeliştiğini, bu nedenle de oturumun olası sonuçlarını paylaşmamak amacıyla çekilme kararı aldıklarını belirtiyor. TÜRKKAD yetkilisi Ümit Ceylan konuyla ilgili bugün (11 Mart 2009) açıklama yapacaklarını söylerken, konuştuğumuz UNESCO-IHP yetkilisi bir açıklama yapamayacağını belirtti.
“Resmi forum” olarak da adlandırılan, Dünya Su Forumu’nun düzenleyicileri arasında Dünya Su Konseyi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi bulunuyor. Kulislerde, özellikle DSİ’nin tartışmalı projeler arasında yer alan Allianoi ve Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı projelerinde karşısına çıkan suyla ilişkili kültürel konuları, uluslararası konferansta gündeme getirmekten kaçındığı konuşuluyor.
* Haber, teknik bir arızadan ötürü gazetede isimsiz yayımlanmıştır.
Resmi makamlar ilk celsede yok
İstanbul’da düzenlenecek 5. Dünya Su Forumu öncesi, tartışmalı su projelerini masaya yatıran ve uluslararası uzmanlardan oluşan mahkeme heyeti davaları görmeye başladı. İlk gün, Munzur Nehri ve Amazonlardaki Maderia Nehri üzerindeki barajların duruşması yapıldı, davalı konumundaki resmi makamlardan katılım olmadı.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 11 Mart 2009 *
David Barkin, daha önce 5 ayrı ülkede kurulan su mahkemelerinin amacını, gezegen ve insanlar için sivil toplumun soru sorma ve inceleme hakkını, bir insan hakkı olarak kabul edilmesini sağlamak olarak tanımlıyor. Barkin, İstanbul'da kurulan mahkemenin jüri heyetine başkan yardımcılığı yapıyor. Yale Üniversitesi'nde doktorasını yapmış bir profesör. Kendisiyle birlikte yedi kişiden oluşan jüriyle diğer 4 davayı da dinleyip kimin haklı olduğuna karar verecek. Jüri, dün görüşülen ilk celsede, Tuncelilerin Munzur Nehri üzerine yapılan sekiz barajla ilgili şikayetlerini dinledi, notlarını aldı. Uluslararası hukuk, çevre ve ekoloji,su hakkı, kültürel değerler, zorunlu göç gibi onlarca konu değerlendirme kapsamında.
"Söyleyecek bir şeyleri yok"
İlk gün duruşma salonu olarak düzenlenen İstanbul Tophane'deki eski Tütün deposu'nda görünmeyen davalılar arasında Başbakan Tayyip Erdoğan, Enerji balanı Hilmi Güler ve Çevre Bakanı Veysel Eroğlu da var. Eğer gelirlerse, davalılara da söz hakkı var. Resmi makamlardan temsilci olmamasını değerlendiren Jüri Heyeti'nin Başkanı Pelin Batu, diğer ülkelerde yapılan mahkemelerin birçoğunda da hükümetlerin olmadığını söyleyerek, bu durumun sürpriz olmadığını söyledi. Batu, "Burada olmamaları onlar için daha kötü. Bu hükümetin sorumluluk alamadığı ve kendisini savunma gereği duymadığını gösteriyor. Bu da söyleyecek bir şey olmadığının kanıtı" dedi.
Mahkeme ile forum arasında gidip gelen ilk duruşmada, Munzur Nehri üzerindeki barajlara karşı dava açan avukatlar Meral Hanbayat ile Öznur Bayol, neden şikayetçi olduklarını anlattılar. Politik ve akademik çevrelerden tanıkların dinlenmesinden sonra jüri, davacılara sorular sordular. Davacıların, bazı sorular karşısında oldukça zorlandığı görüldü. Duruşmadan sonra aralarında toplanan jüri heyeti, kararlarını 14 Mart'ta açıklayacak. Su Mahkemesi'nde Türkiye'den Yusufeli, Ilısu ile Brezilya ve Meksika'dan da birer dava konusu masaya yatırılacak.
***
Sanıklar
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, T.C. Başbakanlık, DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre Ve Orman Bakanlığı, İsviçre Başbakanı Micheline Calmy-Rey, Avusturya Başbakanı / Werner Faymann.
Jüri
Pelin Batu- Oyuncu; Dilek Kurban- uluslararası hukuk uzmanı (TESEV); Emel Kurma- uluslararası hukuk uzmanı- (Helsinki Yurttaşlar Derneği); David Barkin- (Fransa) Meksika ve kalkınma uzmanı; Maurits Groen- (Hollanda) su uzmanı ve 1983 yılında Rotterdam'daki ilk su mahkemesinin düzenleyicilerinden; Silke Helfrich- (Almanya) su uzmanı ve 2006 yılında Mexico'da yapılan Su Mahkemesi'nin düzenleyicilerinden; Alexandro Comanho- (Brezilya) savcı.
* Kısaltılmamış hali
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 11 Mart 2009 *
David Barkin, daha önce 5 ayrı ülkede kurulan su mahkemelerinin amacını, gezegen ve insanlar için sivil toplumun soru sorma ve inceleme hakkını, bir insan hakkı olarak kabul edilmesini sağlamak olarak tanımlıyor. Barkin, İstanbul'da kurulan mahkemenin jüri heyetine başkan yardımcılığı yapıyor. Yale Üniversitesi'nde doktorasını yapmış bir profesör. Kendisiyle birlikte yedi kişiden oluşan jüriyle diğer 4 davayı da dinleyip kimin haklı olduğuna karar verecek. Jüri, dün görüşülen ilk celsede, Tuncelilerin Munzur Nehri üzerine yapılan sekiz barajla ilgili şikayetlerini dinledi, notlarını aldı. Uluslararası hukuk, çevre ve ekoloji,su hakkı, kültürel değerler, zorunlu göç gibi onlarca konu değerlendirme kapsamında.
"Söyleyecek bir şeyleri yok"
İlk gün duruşma salonu olarak düzenlenen İstanbul Tophane'deki eski Tütün deposu'nda görünmeyen davalılar arasında Başbakan Tayyip Erdoğan, Enerji balanı Hilmi Güler ve Çevre Bakanı Veysel Eroğlu da var. Eğer gelirlerse, davalılara da söz hakkı var. Resmi makamlardan temsilci olmamasını değerlendiren Jüri Heyeti'nin Başkanı Pelin Batu, diğer ülkelerde yapılan mahkemelerin birçoğunda da hükümetlerin olmadığını söyleyerek, bu durumun sürpriz olmadığını söyledi. Batu, "Burada olmamaları onlar için daha kötü. Bu hükümetin sorumluluk alamadığı ve kendisini savunma gereği duymadığını gösteriyor. Bu da söyleyecek bir şey olmadığının kanıtı" dedi.
Mahkeme ile forum arasında gidip gelen ilk duruşmada, Munzur Nehri üzerindeki barajlara karşı dava açan avukatlar Meral Hanbayat ile Öznur Bayol, neden şikayetçi olduklarını anlattılar. Politik ve akademik çevrelerden tanıkların dinlenmesinden sonra jüri, davacılara sorular sordular. Davacıların, bazı sorular karşısında oldukça zorlandığı görüldü. Duruşmadan sonra aralarında toplanan jüri heyeti, kararlarını 14 Mart'ta açıklayacak. Su Mahkemesi'nde Türkiye'den Yusufeli, Ilısu ile Brezilya ve Meksika'dan da birer dava konusu masaya yatırılacak.
***
Sanıklar
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, T.C. Başbakanlık, DSİ Genel Müdürlüğü, Çevre Ve Orman Bakanlığı, İsviçre Başbakanı Micheline Calmy-Rey, Avusturya Başbakanı / Werner Faymann.
Jüri
Pelin Batu- Oyuncu; Dilek Kurban- uluslararası hukuk uzmanı (TESEV); Emel Kurma- uluslararası hukuk uzmanı- (Helsinki Yurttaşlar Derneği); David Barkin- (Fransa) Meksika ve kalkınma uzmanı; Maurits Groen- (Hollanda) su uzmanı ve 1983 yılında Rotterdam'daki ilk su mahkemesinin düzenleyicilerinden; Silke Helfrich- (Almanya) su uzmanı ve 2006 yılında Mexico'da yapılan Su Mahkemesi'nin düzenleyicilerinden; Alexandro Comanho- (Brezilya) savcı.
* Kısaltılmamış hali
Milli Eğitim'den "skoool" açılımı
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), resmi internet sitesi üzerinden "Skoool.meb.gov.tr" adlı sayfa ile ilköğretim çocukları ve öğretmenlere fen ve matematik öğretmeye başladı. Dil Derneği, ‘Bakanlığın internet sayfasına bakınca içimiz acıyor’ diyor.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 9 Mart 2009
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Intel’in desteğiyle ilköğretim öğrencilerine hazırladığı fen ve matematik konularında bilgi veren “skoool.tr” bilgisunar (web) sayfaları adından dolayı tepki topluyor. “Yenilikçi, etkileşimli ve heyecan verici öğrenme metotlarını en ileri teknolojiler ve cihazlar kullanarak sunan yeni bir yöntem” olarak tanımlanan ve ‘skoool.meb.gov.tr’ adresinden erişilen programın adı ve içeriği tartışma konusu oldu.
“MEB uzmanlarının İngilizceden önce Türkçeyi iyi öğrenmelerini; bütün bakanlıklara öncülük etmesini beklerdik” diyen Dil Derneği, “Skoool” hangi dilin sözcüğüdür; hangi üstün zekânın ürünüdür? MEB’nin etkinliklerini anlatan tüm sayfalar dil ve yazım yanlışıyla doludur” açıklamasını yapıyor. Dil Derneği Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada “skoool.tr”nin içeriği de eleştiriliyor ve bilgilerin karma ve bozuk bir dille aktarıldığı öne sürülüyor. Dernek, “Bunca dil yanlışı, ‘Okullar olmasa…’ diyen anlayışın, bugün ‘Şu okullar skoool’ olsa biçimine dönüştüğünü” söylüyor. Dil Derneği, MEB başta olmak üzere, dil kullanımında bu denli özensiz olan, yabancı sözcük hayranlığını saçmalığa vardıran, özel ve resmi kurumları kınıyor.
***
Dil Derneği’nin Türkçe konusundaki diğer şikayetleri
* Türk Hava Yolları’nın yıllardır “Sky Life” adlı İngilizce adlı bir dergi çıkarması.
* Devlet Demiryolları’nın yine “Rail Life” adlı dergi çıkarması
* THY’nın 1. sınıf uçuş yerine “business class"ı kullanması ve “first class” servise başlaması.
* Havalanı adlarının “Atatürk Havaalanı” yerine “Atatürk Airport”, “Esenboğa Airport” olarak yazılması.
* MEB’nın “think.com” adlı bilgisunar sayfasından İngilizce öğretmesi.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 9 Mart 2009
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Intel’in desteğiyle ilköğretim öğrencilerine hazırladığı fen ve matematik konularında bilgi veren “skoool.tr” bilgisunar (web) sayfaları adından dolayı tepki topluyor. “Yenilikçi, etkileşimli ve heyecan verici öğrenme metotlarını en ileri teknolojiler ve cihazlar kullanarak sunan yeni bir yöntem” olarak tanımlanan ve ‘skoool.meb.gov.tr’ adresinden erişilen programın adı ve içeriği tartışma konusu oldu.
“MEB uzmanlarının İngilizceden önce Türkçeyi iyi öğrenmelerini; bütün bakanlıklara öncülük etmesini beklerdik” diyen Dil Derneği, “Skoool” hangi dilin sözcüğüdür; hangi üstün zekânın ürünüdür? MEB’nin etkinliklerini anlatan tüm sayfalar dil ve yazım yanlışıyla doludur” açıklamasını yapıyor. Dil Derneği Yönetim Kurulu adına yapılan açıklamada “skoool.tr”nin içeriği de eleştiriliyor ve bilgilerin karma ve bozuk bir dille aktarıldığı öne sürülüyor. Dernek, “Bunca dil yanlışı, ‘Okullar olmasa…’ diyen anlayışın, bugün ‘Şu okullar skoool’ olsa biçimine dönüştüğünü” söylüyor. Dil Derneği, MEB başta olmak üzere, dil kullanımında bu denli özensiz olan, yabancı sözcük hayranlığını saçmalığa vardıran, özel ve resmi kurumları kınıyor.
***
Dil Derneği’nin Türkçe konusundaki diğer şikayetleri
* Türk Hava Yolları’nın yıllardır “Sky Life” adlı İngilizce adlı bir dergi çıkarması.
* Devlet Demiryolları’nın yine “Rail Life” adlı dergi çıkarması
* THY’nın 1. sınıf uçuş yerine “business class"ı kullanması ve “first class” servise başlaması.
* Havalanı adlarının “Atatürk Havaalanı” yerine “Atatürk Airport”, “Esenboğa Airport” olarak yazılması.
* MEB’nın “think.com” adlı bilgisunar sayfasından İngilizce öğretmesi.
Kartal'ın müzesi yola gitti
Beşiktaş'ın sezon sonunda inşaatına başlamayı düşündüğü yeni stad projesinin bir bölümü, Dolmabahçe – Kağıthane tüneli inşaatı nedeniyle açılan yeni bağlantı yollarına gitti. Projede mecburi değişiklik yapılacak.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 9 Mart 2009
Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ardından mevcut 32 binlik İnönü Stadı’nın kapasitesini arttırmak ve modern bir stada kavuşmak isteyen Beşiktaş’a kötü haber var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Yedi Tepeye Yedi Tünel” başlığıyla kamuoyuna duyurduğu tünel projelerinden Dolmabahçe – Kasımpaşa tüneli, yeni stad projesinde müze için ayrılan kısmın yola gitmesine neden oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 19 Mart’a kadar açılışını yapacağı tünelin Dolmabahçe’deki yol bağlantıları, yeni stadın “kuyruk” olarak adlandırılan ve Maçka’ya doğru uzanan bölümüyle çakışıyor. Beşiktaş kulübü, projede 300 metrekarelik bir bölümün bağlantı yolları nedeniyle yapılamayacağını, bu bölümün “Beşiktaş Müzesi” için düşünülen yer olduğunu belirtiyor.
Projeye henüz onay çıkmadı
Beşiktaş’ın bu sezon inşaasına başlamayı planladığı ancak gerekli izinleri alamadığı için geciken 42 binlik stad projesi için gerekli izinler hala tamamlanamadı. Kulüp yetkililerinden alınan bilgilere göre izinlerin alınması için bazı yöneticiler İstanbul – Ankara arasında mekik dokuyor. İzin sorununun üstüne gelen bu değişiklik ise yeni projenin üstüne tuz-biber ekmiş gibi görünüyor. Beşiktaş Kulübü, yeni stad projesini İngiltere’nin meşhur stadı Wembley’i yenileyen, Arsenal'in Emirates ve Benfica’nın stadlarını yapan firmaya vermiş ve ünlü Avustralyalı mimar Damon Lavelle projeyi hazırlamıştı. Tamamlanması beklenen projenin kulübe katkısının yılda 13-14 milyon dolar olacağı tahmin ediliyor ve projenin içinde 5 bin kişilik Kültür ve Kongre Merkezi’nin de olması bekleniyor. Tünel inşaatıyla ilgili son gelişmeden sonra projenin Maçka’ya uzanan bölümünde yeniden bir değişiklik yapılması gerekiyor.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 9 Mart 2009
Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ardından mevcut 32 binlik İnönü Stadı’nın kapasitesini arttırmak ve modern bir stada kavuşmak isteyen Beşiktaş’a kötü haber var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “Yedi Tepeye Yedi Tünel” başlığıyla kamuoyuna duyurduğu tünel projelerinden Dolmabahçe – Kasımpaşa tüneli, yeni stad projesinde müze için ayrılan kısmın yola gitmesine neden oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 19 Mart’a kadar açılışını yapacağı tünelin Dolmabahçe’deki yol bağlantıları, yeni stadın “kuyruk” olarak adlandırılan ve Maçka’ya doğru uzanan bölümüyle çakışıyor. Beşiktaş kulübü, projede 300 metrekarelik bir bölümün bağlantı yolları nedeniyle yapılamayacağını, bu bölümün “Beşiktaş Müzesi” için düşünülen yer olduğunu belirtiyor.
Projeye henüz onay çıkmadı
Beşiktaş’ın bu sezon inşaasına başlamayı planladığı ancak gerekli izinleri alamadığı için geciken 42 binlik stad projesi için gerekli izinler hala tamamlanamadı. Kulüp yetkililerinden alınan bilgilere göre izinlerin alınması için bazı yöneticiler İstanbul – Ankara arasında mekik dokuyor. İzin sorununun üstüne gelen bu değişiklik ise yeni projenin üstüne tuz-biber ekmiş gibi görünüyor. Beşiktaş Kulübü, yeni stad projesini İngiltere’nin meşhur stadı Wembley’i yenileyen, Arsenal'in Emirates ve Benfica’nın stadlarını yapan firmaya vermiş ve ünlü Avustralyalı mimar Damon Lavelle projeyi hazırlamıştı. Tamamlanması beklenen projenin kulübe katkısının yılda 13-14 milyon dolar olacağı tahmin ediliyor ve projenin içinde 5 bin kişilik Kültür ve Kongre Merkezi’nin de olması bekleniyor. Tünel inşaatıyla ilgili son gelişmeden sonra projenin Maçka’ya uzanan bölümünde yeniden bir değişiklik yapılması gerekiyor.
Kot kumlama işçilerine destek konseri
Türkiye’de sayıları 5 bini bulan slikozis hastaları yararına yapılan konserde, Sezen Aksu, Cahit Berkay, Arif Sağ, Mor ve Ötesi ve Kardeş Türküler gibi sevilen isimler şarkılarını söyleyecek. Kot Taşlama İşçileri Dayanışma Komitesi tarafından düzenlenen konserin geliri hastaların tedavi ve dava giderlerine harcanacak. Konser, 11 Mart saat 19:00'da
Özgür Gürbüz / 8 Mart 2009
Haci Ünal, 24 yaşında ve hayatını sürdürebilmesi için oksijen makinesine ihtiyacı var. O da Türkiye’de kot taşlama işinde çalışan ve ‘slikozis’ hastalığına yakalanan binlerce kişiden biri. Bilinen slikozis hastalığı daha çok yol, maden, seramik ve dökümhanelerde çalışan işçilerin, silika tozunu (granit taş-kum tozu) 15-20 yıl boyunca solumasıyla ortaya çıkıyor. Türkiye’de ise kot kumlama(taşlama), teflon kaplama ve kablo işçilerinde de bu ölümcül hastalık görülüyor. Kot kumlama işçilerinin hastalığa yakalanması için kimi zaman altı aylık kısa bir süre bile yetiyor.
Türkiye’de kot kumlama kaynaklı 5 bin hasta var
Türkiye’de sadece kot kumlama yüzünden tedavisi olmayan slikozis hastalığına yakalanan yaklaşık 5 bin kişi olduğu tahmin ediliyor. Kot Taşlama İşçileri Dayanışma Komitesi Sekreteri, Fulya Ayata, “Tedavisi olmayan bu hastalıktan korunmanın tek yolu, işyeri koşullarının aslında var olan standart ve düzenlemelere uygun hale getirilmesi ve denetlenmesi” diyor. Çalışma Bakanlığı müfettişleri, belediye ekipleri ve işverenlerin bu konuda sorumluluk sahibi olduğunu belirten komite, konserden elde edilecek gelirin bir bölümüyle de hukuki süreci genişletmek istiyor. Görevini yapmayan memurların yargılanması için ‘lüzumu mahkeme’ kararı gerekli diyen Avukat Tanzer Güven, “Çalışma Bakanlığı’nın bu işyerlerini çoktan denetlemesi ve mühürlemesi gerekirdi. Gelirin bir kısmıyla idare ve sorumlular aleyhine tazminat davası açılacak” diyor. Gelirin bir kısmı da hastaların tedavisi için ayrılacak.
11 Mart günü İstanbul Akatlar’daki Mustafa Kemal Merkezi’nde düzenlenecek olan konserin açılışını danslarıyla Anadolu Ateşi yapacak. Dayanışma konserine destek veren ve yarın Akatlar’da sahne alacak sanatçılar arasında Arif Sağ, Cahit Berkay - Emrah Karaca, Mor ve Ötesi, Kardeş Türküler, Yasemin Göksu, Şebnem Sönmez, Zeynep Tanbay, İclal Aydın ve “Elvada Rumeli” dizisinin oyuncuları var.
***
“Tozdan nefes alamıyorsun”
Mehmet Bekir Başak,
(36 yaşında, 3 yıl önce silikozis teşhisi kondu, o günden bu yana çalışamıyor).
Malı yere atıp, üzerine kum püskürtüyorduk. Sonra malı ayağımızla çevirip öteki yüzünü eskitiyorduk. Sonra yeni mala geçiyorduk. Çalıştığımız ortamı anlatamam. Gidip görmeniz lazım. Ama yabancı sokmazlar oraya. 3-4 adımlık bir oda. Hücre gibi. Kompresör çalıştığı zaman tozdan nefes alamıyorsun. Hatta, kum püskürttüğün malı bile göremiyorsun. Ben deseni düzgün yapabilmek için kumlama yaparken, gözümü kapatıp içimden sayardım. Mola verildiğinde birbirimizi tanıyamazdık. Herkes tepeden tırnağa bembeyaz toza bulanırdı. Geceleri bile gözlerimizden, kulaklarımızdan kum çıkardı, öksürdüğümüzde ciğerlerimizden kum gelirdi.
***
* Hastalığın bilinen bir tedavisi yok. Çok zor da olsa akciğer nakli yapılabiliyor ama buna rağmen hastalık nüksedebiliyor.
* Hastalık 1930’lardan beri biliniyor. Tekstil sektöründeki ilk teşhis 2004 yılında Türkiye’de kondu. Klasik slikozis hastalığı 50-60’lı yaşlarda başlıyor. Kot kumlama işçilerinde ise 20 yaşlarında bu hastalığa yakalananlar var.
* 2008’in ilk altı ayında sadece İstanbul’da slikozis yüzünden hastaneye yatanların sayısı 100’e yakın. Son bir yılda İstanbul’da hastalık yüzünden ölenlerin sayısı ise 20.
Özgür Gürbüz / 8 Mart 2009
Haci Ünal, 24 yaşında ve hayatını sürdürebilmesi için oksijen makinesine ihtiyacı var. O da Türkiye’de kot taşlama işinde çalışan ve ‘slikozis’ hastalığına yakalanan binlerce kişiden biri. Bilinen slikozis hastalığı daha çok yol, maden, seramik ve dökümhanelerde çalışan işçilerin, silika tozunu (granit taş-kum tozu) 15-20 yıl boyunca solumasıyla ortaya çıkıyor. Türkiye’de ise kot kumlama(taşlama), teflon kaplama ve kablo işçilerinde de bu ölümcül hastalık görülüyor. Kot kumlama işçilerinin hastalığa yakalanması için kimi zaman altı aylık kısa bir süre bile yetiyor.
Türkiye’de kot kumlama kaynaklı 5 bin hasta var
Türkiye’de sadece kot kumlama yüzünden tedavisi olmayan slikozis hastalığına yakalanan yaklaşık 5 bin kişi olduğu tahmin ediliyor. Kot Taşlama İşçileri Dayanışma Komitesi Sekreteri, Fulya Ayata, “Tedavisi olmayan bu hastalıktan korunmanın tek yolu, işyeri koşullarının aslında var olan standart ve düzenlemelere uygun hale getirilmesi ve denetlenmesi” diyor. Çalışma Bakanlığı müfettişleri, belediye ekipleri ve işverenlerin bu konuda sorumluluk sahibi olduğunu belirten komite, konserden elde edilecek gelirin bir bölümüyle de hukuki süreci genişletmek istiyor. Görevini yapmayan memurların yargılanması için ‘lüzumu mahkeme’ kararı gerekli diyen Avukat Tanzer Güven, “Çalışma Bakanlığı’nın bu işyerlerini çoktan denetlemesi ve mühürlemesi gerekirdi. Gelirin bir kısmıyla idare ve sorumlular aleyhine tazminat davası açılacak” diyor. Gelirin bir kısmı da hastaların tedavisi için ayrılacak.
11 Mart günü İstanbul Akatlar’daki Mustafa Kemal Merkezi’nde düzenlenecek olan konserin açılışını danslarıyla Anadolu Ateşi yapacak. Dayanışma konserine destek veren ve yarın Akatlar’da sahne alacak sanatçılar arasında Arif Sağ, Cahit Berkay - Emrah Karaca, Mor ve Ötesi, Kardeş Türküler, Yasemin Göksu, Şebnem Sönmez, Zeynep Tanbay, İclal Aydın ve “Elvada Rumeli” dizisinin oyuncuları var.
***
“Tozdan nefes alamıyorsun”
Mehmet Bekir Başak,
(36 yaşında, 3 yıl önce silikozis teşhisi kondu, o günden bu yana çalışamıyor).
Malı yere atıp, üzerine kum püskürtüyorduk. Sonra malı ayağımızla çevirip öteki yüzünü eskitiyorduk. Sonra yeni mala geçiyorduk. Çalıştığımız ortamı anlatamam. Gidip görmeniz lazım. Ama yabancı sokmazlar oraya. 3-4 adımlık bir oda. Hücre gibi. Kompresör çalıştığı zaman tozdan nefes alamıyorsun. Hatta, kum püskürttüğün malı bile göremiyorsun. Ben deseni düzgün yapabilmek için kumlama yaparken, gözümü kapatıp içimden sayardım. Mola verildiğinde birbirimizi tanıyamazdık. Herkes tepeden tırnağa bembeyaz toza bulanırdı. Geceleri bile gözlerimizden, kulaklarımızdan kum çıkardı, öksürdüğümüzde ciğerlerimizden kum gelirdi.
***
* Hastalığın bilinen bir tedavisi yok. Çok zor da olsa akciğer nakli yapılabiliyor ama buna rağmen hastalık nüksedebiliyor.
* Hastalık 1930’lardan beri biliniyor. Tekstil sektöründeki ilk teşhis 2004 yılında Türkiye’de kondu. Klasik slikozis hastalığı 50-60’lı yaşlarda başlıyor. Kot kumlama işçilerinde ise 20 yaşlarında bu hastalığa yakalananlar var.
* 2008’in ilk altı ayında sadece İstanbul’da slikozis yüzünden hastaneye yatanların sayısı 100’e yakın. Son bir yılda İstanbul’da hastalık yüzünden ölenlerin sayısı ise 20.
2050’de yüzde 50 yakıt tasarrufu
“Küresel Yakıt Ekonomisi Girişimi” adlı rapor, 2050 yılında otomobillerin yüzde 50 daha az yakıtla çalışabilecek hale gelebileceğini öngörüyor.
Derleyen :Özgür Gürbüz / 6 Mart 2009
İçlerinde Uluslararası Enerji Ajansı, BM Çevre Ajansı, Uluslararası Taşımacılık Forumu ve Uluslararası Otomobil Federasyonu tarafından İngiltere’de kurulan FIA Vakfı’nın hazırladığı rapora göre, 2050 yılında otomobillerin kilometre başına ortalama yüzde 50 daha az yakıt harcaması mümkün olacak. Küresel ısınmayı durdurmak için belirlenen bu hedefe yaklaşmak için melez (hibrid) otomobillere büyük görev düştüğü belirtiliyor. Daha verimli çalışan motorlar, yakıt ekonomisi ve hidrojen yakıt hücreleriyle çalışan otomobillerin de bugünkü araç filosunun yerini alması düşünülüyor.
2050 yılında bu hedefe ulaşılırsa, her yıl yaklaşık 6 milyar varil değerinde petrol tüketiminin de önüne geçilmiş olacak. Bu sayede, 2050 yılında, yıllık 2 milyar ton karbondioksit (Co2) tasarrufu yapmak da mümkün olacak. Hedefe ulaşmak için bir dizi önlem öneren dört uluslararası ajans, teknolojik yöntemlerin dışında çevreci sürüş tekniklerinin geliştirilmesini, trafik ve hız kontrollerinin geliştirilmesini ve araç filosunun düzenli bakımının sağlanmasını öneriyor. Otomobil üreticilerini hükümetlerle birlikte yasal düzenlemeler üzerinde çalışmaya çağıran girişim, enerjiyi verimli kullanan otomobillere ağırlık verilmesi için de üreticilere ayrıca çağrıda bulunuyor.
Derleyen :Özgür Gürbüz / 6 Mart 2009
İçlerinde Uluslararası Enerji Ajansı, BM Çevre Ajansı, Uluslararası Taşımacılık Forumu ve Uluslararası Otomobil Federasyonu tarafından İngiltere’de kurulan FIA Vakfı’nın hazırladığı rapora göre, 2050 yılında otomobillerin kilometre başına ortalama yüzde 50 daha az yakıt harcaması mümkün olacak. Küresel ısınmayı durdurmak için belirlenen bu hedefe yaklaşmak için melez (hibrid) otomobillere büyük görev düştüğü belirtiliyor. Daha verimli çalışan motorlar, yakıt ekonomisi ve hidrojen yakıt hücreleriyle çalışan otomobillerin de bugünkü araç filosunun yerini alması düşünülüyor.
2050 yılında bu hedefe ulaşılırsa, her yıl yaklaşık 6 milyar varil değerinde petrol tüketiminin de önüne geçilmiş olacak. Bu sayede, 2050 yılında, yıllık 2 milyar ton karbondioksit (Co2) tasarrufu yapmak da mümkün olacak. Hedefe ulaşmak için bir dizi önlem öneren dört uluslararası ajans, teknolojik yöntemlerin dışında çevreci sürüş tekniklerinin geliştirilmesini, trafik ve hız kontrollerinin geliştirilmesini ve araç filosunun düzenli bakımının sağlanmasını öneriyor. Otomobil üreticilerini hükümetlerle birlikte yasal düzenlemeler üzerinde çalışmaya çağıran girişim, enerjiyi verimli kullanan otomobillere ağırlık verilmesi için de üreticilere ayrıca çağrıda bulunuyor.
Su mahkemesinden Başbakan’a son çağrı
İstanbul’da yapılacak 5. Dünya Su Forumu öncesi toplanacak olan İstanbul Su Mahkemesi, Yusufeli, Hasankeyf ve Munzur yöresinde yapılacak olan barajlarla ilgili İstanbul’da kuracağı mahkemeye, davalı taraf olarak ilgili bakanlarla birlikte Başbakan’a da tebligat yolladı ancak halen yanıt alamadı
Şükran Özçakmak – Özgür Gürbüz
Gazete Habertürk / 5 Mart 2009
Hükümet, 140 ülke temsilcisinin katılımıyla beşincisi 16–22 Mart tarihlerinde İstanbul’da yapılacak olan Dünya Su Forumu’na hazırlanırken, toplantıda suyla ilgili asıl sorunların tartışılmayacağını öne süren muhalifler İstanbul Su Mahkemesi adı altında bir toplantı düzenliyor. Latin Amerika Su Mahkemesi Örgütü ile Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından düzenlenecek mahkemede Yusufeli, Hasankeyf ve Munzur yöresine yapılması planlanan baraj projeleri, Meksika’da suya bağlı olarak meydana gelen sosyal ve çevresel sorunlar ile Brezilya’daki Madeira Nehri’ne kurulması planlanan baraj projeleri olmak üzere beş ayrı dava ele alınacak. İstanbul Tophane’deki eski tütün deposunda kurulacak olan mahkeme, davacıları ve savunmayı 10-11 Mart tarihlerinde dinleyecek, jüri ise kararını 14 Mart’ta açıklayacak.
Mahkemeye davacı olarak, yörede yaşayan vatandaşlar adına dava açan avukatlar, davalı olarak da Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı temsilcileri ile ilgili kuruluşlar davet edildi. Meksika ve Brezilya Devlet temsilcilerinin de davet edildiği mahkemeye, henüz resmi yanıt gelmediği bildirildi. Latin Amerika Su Mahkemesi Örgütü’nden Cileke Comanne (Meksika), Javier Bogantes (Meksika) ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’nden Ulrike Dufner ve Nükhet Oğan’ın, dün sabah Nippon Hotel’de düzenlenen basın toplantısında, devletin resmi kurumlarına mahkemeye katılmaları için bir kez daha çağrı yaptı. mahkeme kararını, beş dava konusu hakkındaki hukuki, teknik ve bilimsel raporlar ve delilleri inceledikten sonra yedi kişiden oluşan jüri heyetiyle verecek.
Yasal düzenlemelerle çözüm bulunamamış su ile ilgili problemlerin çözümüne katkıda bulunmak amacıyla böyle bir mahkeme kurduklarını belirten Ulrike Dufner, “İklim Değişikliği su raporuna (IPCC) göre 2050 yılında iki milyar, 2080 yılında 3 milyar insanın sudan mahrum kalacak. Türkiye’de de su, hammadde ve ticari olarak kullanılmaya başlandı. Su, uluslararası bir güç haline dönüştürülmekte. Sürdürülebilir bir çözüm üretilmediği takdirde, su nedenli çatışmaların sayısı artacak ve şiddetlenecek. Su Mahkemesi, hukuku yeniden yorumlayarak su ile ilgili çatışmalara alternatif ve adil çözümler getirmeyi hedefliyor” dedi.
***
Jüride kimler var?
Sinema oyuncusu Pelin Batu, Helsinki Yurtaşlar Derneği temsilcisi Emel Kurma, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Demokratikleşme Program yöneticisi Dilek Kurban, Amerikalı ekonomist David Barkin, Brezilya’da federal savcı Alexandre Camanho de Assis, Alman yayıncı Silke Helfrich, Amsterdamlı politika danışmanı ve editör Maurits Groen.
***
“Kosta Rika’nın yüzde 92’sine içilebilir su gidiyor”
Latin Amerika Su Mahkemesi’nden Meksikalı Javier Bogantes, Güney Amerika için su sorununu çözmüş en iyi ülke olarak Kosta Rika’yı gösteriyor. Ülkenin yüzde 92’sinde musluklardan akan su içilebilir nitelikte olduğunu belirten Bogantes, hükümetin, kendisine bağlı ama gerçek anlamda özerk olan bir enstitü kurduğunu, tüm dağıtımın devlet elinde tutulduğunu belirtiyor. Kosta Rika’da sadece bazı kırsal kesimlerde insanlar içme suyuna şişe su satın alarak ulaşıyor diyen Bogantes, bu aşamaya 50 yıllık bir çalışmadan sonra geldiğini berlirtiyor.
***
Latin Amerika Su Mahkemesi nedir?
Latin Amerika Su Mahkemesi Örgütü (Tribunal Latinoamericano del Agua), 1983 yılında Rotterdam’da Rhin Nehri’nin kirletilmesi ile kuruldu. İlk duruşma 2000 yılında Kosta Rika’da gerçekleştirildi ve 10 adet farklı dava ele alındı. Latin Amerika’da ortaya çıkan su çatışmalarına, etik değerleri temel alarak yeni çözümler getirmiştir. Mahkeme, projelerde bir hak ihlali olup olmadığına, söz konusu projeleri ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına ve sözleşmelere göre değerlendirerek karar verir.
Şükran Özçakmak – Özgür Gürbüz
Gazete Habertürk / 5 Mart 2009
Hükümet, 140 ülke temsilcisinin katılımıyla beşincisi 16–22 Mart tarihlerinde İstanbul’da yapılacak olan Dünya Su Forumu’na hazırlanırken, toplantıda suyla ilgili asıl sorunların tartışılmayacağını öne süren muhalifler İstanbul Su Mahkemesi adı altında bir toplantı düzenliyor. Latin Amerika Su Mahkemesi Örgütü ile Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından düzenlenecek mahkemede Yusufeli, Hasankeyf ve Munzur yöresine yapılması planlanan baraj projeleri, Meksika’da suya bağlı olarak meydana gelen sosyal ve çevresel sorunlar ile Brezilya’daki Madeira Nehri’ne kurulması planlanan baraj projeleri olmak üzere beş ayrı dava ele alınacak. İstanbul Tophane’deki eski tütün deposunda kurulacak olan mahkeme, davacıları ve savunmayı 10-11 Mart tarihlerinde dinleyecek, jüri ise kararını 14 Mart’ta açıklayacak.
Mahkemeye davacı olarak, yörede yaşayan vatandaşlar adına dava açan avukatlar, davalı olarak da Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı temsilcileri ile ilgili kuruluşlar davet edildi. Meksika ve Brezilya Devlet temsilcilerinin de davet edildiği mahkemeye, henüz resmi yanıt gelmediği bildirildi. Latin Amerika Su Mahkemesi Örgütü’nden Cileke Comanne (Meksika), Javier Bogantes (Meksika) ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’nden Ulrike Dufner ve Nükhet Oğan’ın, dün sabah Nippon Hotel’de düzenlenen basın toplantısında, devletin resmi kurumlarına mahkemeye katılmaları için bir kez daha çağrı yaptı. mahkeme kararını, beş dava konusu hakkındaki hukuki, teknik ve bilimsel raporlar ve delilleri inceledikten sonra yedi kişiden oluşan jüri heyetiyle verecek.
Yasal düzenlemelerle çözüm bulunamamış su ile ilgili problemlerin çözümüne katkıda bulunmak amacıyla böyle bir mahkeme kurduklarını belirten Ulrike Dufner, “İklim Değişikliği su raporuna (IPCC) göre 2050 yılında iki milyar, 2080 yılında 3 milyar insanın sudan mahrum kalacak. Türkiye’de de su, hammadde ve ticari olarak kullanılmaya başlandı. Su, uluslararası bir güç haline dönüştürülmekte. Sürdürülebilir bir çözüm üretilmediği takdirde, su nedenli çatışmaların sayısı artacak ve şiddetlenecek. Su Mahkemesi, hukuku yeniden yorumlayarak su ile ilgili çatışmalara alternatif ve adil çözümler getirmeyi hedefliyor” dedi.
***
Jüride kimler var?
Sinema oyuncusu Pelin Batu, Helsinki Yurtaşlar Derneği temsilcisi Emel Kurma, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Demokratikleşme Program yöneticisi Dilek Kurban, Amerikalı ekonomist David Barkin, Brezilya’da federal savcı Alexandre Camanho de Assis, Alman yayıncı Silke Helfrich, Amsterdamlı politika danışmanı ve editör Maurits Groen.
***
“Kosta Rika’nın yüzde 92’sine içilebilir su gidiyor”
Latin Amerika Su Mahkemesi’nden Meksikalı Javier Bogantes, Güney Amerika için su sorununu çözmüş en iyi ülke olarak Kosta Rika’yı gösteriyor. Ülkenin yüzde 92’sinde musluklardan akan su içilebilir nitelikte olduğunu belirten Bogantes, hükümetin, kendisine bağlı ama gerçek anlamda özerk olan bir enstitü kurduğunu, tüm dağıtımın devlet elinde tutulduğunu belirtiyor. Kosta Rika’da sadece bazı kırsal kesimlerde insanlar içme suyuna şişe su satın alarak ulaşıyor diyen Bogantes, bu aşamaya 50 yıllık bir çalışmadan sonra geldiğini berlirtiyor.
***
Latin Amerika Su Mahkemesi nedir?
Latin Amerika Su Mahkemesi Örgütü (Tribunal Latinoamericano del Agua), 1983 yılında Rotterdam’da Rhin Nehri’nin kirletilmesi ile kuruldu. İlk duruşma 2000 yılında Kosta Rika’da gerçekleştirildi ve 10 adet farklı dava ele alındı. Latin Amerika’da ortaya çıkan su çatışmalarına, etik değerleri temel alarak yeni çözümler getirmiştir. Mahkeme, projelerde bir hak ihlali olup olmadığına, söz konusu projeleri ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına ve sözleşmelere göre değerlendirerek karar verir.
Dev güneş santraline Güney Kıbrıs vetosu
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Dikmen bölgesinde, Avrupa Birliği (AB) fonlarıyla yapılacak 1 megavatlık güneş enerjisi santralinin ihalesi, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin itiraz sonucu iptal edildi. Rum Kesimi, santralin güneş panellerinin kendi limanlarından Kıbrıs’a girmesinin şart koşulmasını isteyince AB geri adım attı. Proje, Ortadoğu’nun en büyük güneş santrali olacaktı.
Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 3 Mart 2009
Kuzey Kıbrıs’ta jeneratörlerle ayakta kalmaya çalışan esnafın dört gözle beklediği, Ortadoğu’nun en büyük güneş enerjisi santrali ihalesi iptal oldu. Güney Kıbrıs’taki Conergy firmasının temsilcisinin Avrupa Birliği’ne (AB) yaptığı itiraz sonucu ihale yapılamadı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Dikmen (Digomo) bölgesinde (Lefkoşa’nın kuzeyinde) yapılması öngörülen santral AB fonlarıyla yapılacaktı. Yunanistan, Türkiye ve hatta Güney Kıbrıs’tan firmaların katılmaya hazırlandığı ihale, ihale şartnamesinde kullanılacak malzemelerin, “yasal hava ve deniz limanlarından” yani Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nden geçeceğinin belirtilmemesi nedeniyle Brüksel’e takıldı. İhaleye itiraz eden Rumlar, ayrıca söz konusu santralin Dikmen bölgesinde, Rumlara ait taşınmazlar üzerine yapılacak olmasına da karşı çıktılar. Rum tarafı, mal sahiplerinden izin alınmadığını ve KKTC tarafının verilen iznin geçerli olmadığını öne sürüyor. Bu iki itiraz yüzünden sorun yaşayacağını anlayan ve projeye finansman sağlayan AB, çözümü 4,5 milyon avro değerindeki projeyi iptal etmekte buldu.
Vergi, stopaj geliri toplanamayabilir
Olayı kamuoyuna taşıyan Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ata Atun, sorunun temelinde 1 Mayıs 2004 tarihinde yürürlüğe giren “Mali Yardım Tüzüğü”nün olduğunu söylüyor. Söz konusu tüzüğün, 1 Mayıs 2004’ten sonra Güney Kıbrıs’ın AB’ye üye olması ile bloke edildiğini, yaklaşık iki yıl sonra ise yürürlüğe konduğunu belirtiyor. AB taraftarlarının bunu olumlu bir gelişme olarak karşıladıklarını ancak kendisini aksini iddia ettiğini belirten Atun, “AB’nin Mali Yardım Tüzüğü, KKTC’yi tamamen kontrol altına alabilmek için hayata geçirildi” diyor. Atun, söz konusu düzenlemenin, güneş panellerinde olduğu gibi Avrupa’dan gelen tüm ithal ürünlerin Güney’den girmesi, tüm vergi ve harç işlemlerinin oradan yapılmasına neden olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda eski bir KKTC milletvekili olan Prof. Dr. Atun’a göre, Kuzey’de yatırım yapan AB şirketlerinin, KKTC Hükümeti tarafından istenecek olan kazanç vergisi ve stopaj gibi ödemeleri, “Mali Yardım Tüzüğü” sayesinde reddedeceklerini aksi takdirde KKTC’yi tanımış olacaklarını da sözlerine ekliyor. Atun amacın, 1974 öncesi Rumlara ait olan toprakların Kıbrıslı Türkler tarafından kullanılmasına mani olmak olduğunu öne sürüyor.
5 milyon avroluk proje
Uluslararası Conergy firmasının Türkiye Distribütörlüğünü yapan Norm Enerji’nin Şirket Müdürü Erkan Yenen ise iptal kararına oldukça tepkili. İtirazın Conergy şirketi adına yapılmadığını ve bireysel olduğunu belirten Yenen, Kıbrıs Rum Kesimi’ni olaya politik bakmakla suçluyor. Kuzey Kıbrıs’ta elektrik sıkıntısının had safhaya ulaştığını, jeneratörlerle elektrik üreten esnafın, Türkiye’ye oranla daha fazla elektrik parası ödediğini belirten Yenen, “Güneş enerjisi Kıbrıs’ta çok popüler. Yaklaşık 700 konutun elektrik ihtiyacını karşılayabilecek olması ve güneş enerjisinin şebekeye bağlı olmadan bağımsız çalışabilmesi projeyi daha da önemli kılıyordu” diyor. Conergy firmasının Yunanistan Ofisi Satış Müdürü Vasilis Kontis ise projenin hayata geçirilmemesinden üzüntü duyduğunu, politika ve ticaretin birbirine karıştırılmaması gerektiğini söylüyor.
Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 3 Mart 2009
Kuzey Kıbrıs’ta jeneratörlerle ayakta kalmaya çalışan esnafın dört gözle beklediği, Ortadoğu’nun en büyük güneş enerjisi santrali ihalesi iptal oldu. Güney Kıbrıs’taki Conergy firmasının temsilcisinin Avrupa Birliği’ne (AB) yaptığı itiraz sonucu ihale yapılamadı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Dikmen (Digomo) bölgesinde (Lefkoşa’nın kuzeyinde) yapılması öngörülen santral AB fonlarıyla yapılacaktı. Yunanistan, Türkiye ve hatta Güney Kıbrıs’tan firmaların katılmaya hazırlandığı ihale, ihale şartnamesinde kullanılacak malzemelerin, “yasal hava ve deniz limanlarından” yani Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nden geçeceğinin belirtilmemesi nedeniyle Brüksel’e takıldı. İhaleye itiraz eden Rumlar, ayrıca söz konusu santralin Dikmen bölgesinde, Rumlara ait taşınmazlar üzerine yapılacak olmasına da karşı çıktılar. Rum tarafı, mal sahiplerinden izin alınmadığını ve KKTC tarafının verilen iznin geçerli olmadığını öne sürüyor. Bu iki itiraz yüzünden sorun yaşayacağını anlayan ve projeye finansman sağlayan AB, çözümü 4,5 milyon avro değerindeki projeyi iptal etmekte buldu.
Vergi, stopaj geliri toplanamayabilir
Olayı kamuoyuna taşıyan Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ata Atun, sorunun temelinde 1 Mayıs 2004 tarihinde yürürlüğe giren “Mali Yardım Tüzüğü”nün olduğunu söylüyor. Söz konusu tüzüğün, 1 Mayıs 2004’ten sonra Güney Kıbrıs’ın AB’ye üye olması ile bloke edildiğini, yaklaşık iki yıl sonra ise yürürlüğe konduğunu belirtiyor. AB taraftarlarının bunu olumlu bir gelişme olarak karşıladıklarını ancak kendisini aksini iddia ettiğini belirten Atun, “AB’nin Mali Yardım Tüzüğü, KKTC’yi tamamen kontrol altına alabilmek için hayata geçirildi” diyor. Atun, söz konusu düzenlemenin, güneş panellerinde olduğu gibi Avrupa’dan gelen tüm ithal ürünlerin Güney’den girmesi, tüm vergi ve harç işlemlerinin oradan yapılmasına neden olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda eski bir KKTC milletvekili olan Prof. Dr. Atun’a göre, Kuzey’de yatırım yapan AB şirketlerinin, KKTC Hükümeti tarafından istenecek olan kazanç vergisi ve stopaj gibi ödemeleri, “Mali Yardım Tüzüğü” sayesinde reddedeceklerini aksi takdirde KKTC’yi tanımış olacaklarını da sözlerine ekliyor. Atun amacın, 1974 öncesi Rumlara ait olan toprakların Kıbrıslı Türkler tarafından kullanılmasına mani olmak olduğunu öne sürüyor.
5 milyon avroluk proje
Uluslararası Conergy firmasının Türkiye Distribütörlüğünü yapan Norm Enerji’nin Şirket Müdürü Erkan Yenen ise iptal kararına oldukça tepkili. İtirazın Conergy şirketi adına yapılmadığını ve bireysel olduğunu belirten Yenen, Kıbrıs Rum Kesimi’ni olaya politik bakmakla suçluyor. Kuzey Kıbrıs’ta elektrik sıkıntısının had safhaya ulaştığını, jeneratörlerle elektrik üreten esnafın, Türkiye’ye oranla daha fazla elektrik parası ödediğini belirten Yenen, “Güneş enerjisi Kıbrıs’ta çok popüler. Yaklaşık 700 konutun elektrik ihtiyacını karşılayabilecek olması ve güneş enerjisinin şebekeye bağlı olmadan bağımsız çalışabilmesi projeyi daha da önemli kılıyordu” diyor. Conergy firmasının Yunanistan Ofisi Satış Müdürü Vasilis Kontis ise projenin hayata geçirilmemesinden üzüntü duyduğunu, politika ve ticaretin birbirine karıştırılmaması gerektiğini söylüyor.
Moda Oteli'ne ikinci dava
İstanbul 2. İdare Mahkemesi, Kadıköy’ün Moda semtinde inşası süren 250 odalı, 12 katlı otel inşaatının ruhsatının iptali ve yürütmenin durdurulmasını isteyen bölge halkının dava talebini kabul etti.
Özgür Gürbüz -Gazete Habertürk / 2 Mart 2009
İstanbul'un Kadıköy İlçesi'nde inşaatı süren Corner (Köşe) Otel'e karşı açılan ruhsatın iptali ve yürütmeyi durdurma davası mahkemece esastan görüşülecek. Moda sahilinde inşa edilen 250 yataklı, 50 metre yüksekliğindeki otel, hem bölgede oturanlar hem de Mimarlar Odası gibi sivil toplum örgütleri tarafından Kadıköy'ün siluetini bozmakla suçlanıyor. “Corner Otel” inşaatı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce yapılan imar değişikliğiyle, daha önceden ikisi konut alanı, birisi yol olan üç parselin birleştirilmesiyle oluşturulan 2 bin 632 metrekarelik alan üzerine yapılıyor. İmar değişikliğinde konut bölgesi olarak belirlenen parseller, Turizm ve Ticaret Bölgesi’ne çevrildi. Eski üç parselin, imar yüksekliği 18,50 metre (yaklaşık 6 kat) ve emsal değeri 2,07 olmasına rağmen, Büyükşehir Belediyesi’nce yapılan imar değişikliğiyle imar yüksekliği 45 metreye, emsal değeri ise 21 bin 233 metrekareye çıkarıldı. Modalıların itiraz ettiği bu değişiklik, Kadıköy Belediyesi tarafından da onaylandı ve inşaat başladı. Dev Otele Hayır Platformu sözcüsü Kerem Ateş, Kadıköy Belediyesi’nin projeyi en azından bir yıl geciktirme şansı olduğunu ve bu şansı kullanmadığından şikayetçi.
“Tünelin ucunda ışık göründü”
Davanın kabulüyle inşaatla ilgili davaların sayısı ikiye çıktı. İstanbul Mimarlar Odası Anadolu Yakası Şubesi’nin açtığı ruhsat iptaliyle ilgili dava ise yaklaşık iki yıldır sürüyor. Oda’nın imar değişikliğine yaptığı itiraz ise, hukuk biriminin başvuruyu bir gün geç kalması nedeniyle kabul edilmemişti. Sivil toplum örgütlerinin dava talebinin kabul edilmesiyle inşaata izin veren imar değişikliğini ve inşaat ruhsatının ikisinin birden iptal edilmesi gündeme geldi. Ateş, bu kararı “Tünelin ucunda ışık göründü” sözleriyle yorumluyor. Ateş, “Bilirkişi sürecine bu kadar çabuk gelinmesi sevindirici. İnşaat çok hızlı ilerliyor, davanın hızlı yürümesi çok önemli. Corner Otel davası artık kamuoyuna mal olmuş bir dava” sözleriyle değerlendiriyor.
Özgür Gürbüz -Gazete Habertürk / 2 Mart 2009
İstanbul'un Kadıköy İlçesi'nde inşaatı süren Corner (Köşe) Otel'e karşı açılan ruhsatın iptali ve yürütmeyi durdurma davası mahkemece esastan görüşülecek. Moda sahilinde inşa edilen 250 yataklı, 50 metre yüksekliğindeki otel, hem bölgede oturanlar hem de Mimarlar Odası gibi sivil toplum örgütleri tarafından Kadıköy'ün siluetini bozmakla suçlanıyor. “Corner Otel” inşaatı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nce yapılan imar değişikliğiyle, daha önceden ikisi konut alanı, birisi yol olan üç parselin birleştirilmesiyle oluşturulan 2 bin 632 metrekarelik alan üzerine yapılıyor. İmar değişikliğinde konut bölgesi olarak belirlenen parseller, Turizm ve Ticaret Bölgesi’ne çevrildi. Eski üç parselin, imar yüksekliği 18,50 metre (yaklaşık 6 kat) ve emsal değeri 2,07 olmasına rağmen, Büyükşehir Belediyesi’nce yapılan imar değişikliğiyle imar yüksekliği 45 metreye, emsal değeri ise 21 bin 233 metrekareye çıkarıldı. Modalıların itiraz ettiği bu değişiklik, Kadıköy Belediyesi tarafından da onaylandı ve inşaat başladı. Dev Otele Hayır Platformu sözcüsü Kerem Ateş, Kadıköy Belediyesi’nin projeyi en azından bir yıl geciktirme şansı olduğunu ve bu şansı kullanmadığından şikayetçi.
“Tünelin ucunda ışık göründü”
Davanın kabulüyle inşaatla ilgili davaların sayısı ikiye çıktı. İstanbul Mimarlar Odası Anadolu Yakası Şubesi’nin açtığı ruhsat iptaliyle ilgili dava ise yaklaşık iki yıldır sürüyor. Oda’nın imar değişikliğine yaptığı itiraz ise, hukuk biriminin başvuruyu bir gün geç kalması nedeniyle kabul edilmemişti. Sivil toplum örgütlerinin dava talebinin kabul edilmesiyle inşaata izin veren imar değişikliğini ve inşaat ruhsatının ikisinin birden iptal edilmesi gündeme geldi. Ateş, bu kararı “Tünelin ucunda ışık göründü” sözleriyle yorumluyor. Ateş, “Bilirkişi sürecine bu kadar çabuk gelinmesi sevindirici. İnşaat çok hızlı ilerliyor, davanın hızlı yürümesi çok önemli. Corner Otel davası artık kamuoyuna mal olmuş bir dava” sözleriyle değerlendiriyor.
Açılış protesto edildi, elde kalan pastalar çocukları zehirledi
Kahramanmaraş’ın Narlı Beldesi’nde yaptırılan ilköğretim okulunun temel atma törenine protestolar yüzünden ilgi olmayınca, kalan kuru pasta ve meyve suları iki gün sonra çocuklara dağıtıldı. Gıda zehirlenmesi sonucu hastaneye kaldırılan 70’e yakın çocuk taburcu oldu.
Özgür Gürbüz / 28 Şubat 2009
Kahramanmaraş’ın Narlı Beldesi’nde Sanko Holding’e bağlı Çimko Çimento A.Ş., eski Narlı İlköğretim Okulu’nun yerine, “Çimko İlköğretimn Okulu” adında bir okul yaptırmaya başladı. Aynı firmanın bölgede iki büyük çimento fabrikası yapmasını protesto eden yerel halk, 25 Şubat tarihindeki açılışı protesto etti. Katılım az olunca elde kalan kuru pasta ve meyce suları 27 Şubat’ta Narlı İlköğretim Okulu’ndaki çocuklara dağıtıldı. Aynı gün rahatsızlanan 70’e yakın çocuk Pazarcık Devlet Hastanesi’nde tedavi edildi.
Narlı Ovası’nda yapımı süren iki büyük çimento fabrikasına karşı çıkan ve “Ovama ve Onuruma Dokunma Çevre Hareketi” adıyla fabrikalara karşı kampanya yapan yöre halkı, çimento fabrikasını yaptıran firmanın okul yaparak göz yapamaya çalıştığını öne sürüyor. “Eğitime değil çimentoya karşıyız” diyen Pazarcıklılar, bozuk yiyecekler konusunda yetkililerden bir açıklama beklediklerini söylüyor.
Özgür Gürbüz / 28 Şubat 2009
Kahramanmaraş’ın Narlı Beldesi’nde Sanko Holding’e bağlı Çimko Çimento A.Ş., eski Narlı İlköğretim Okulu’nun yerine, “Çimko İlköğretimn Okulu” adında bir okul yaptırmaya başladı. Aynı firmanın bölgede iki büyük çimento fabrikası yapmasını protesto eden yerel halk, 25 Şubat tarihindeki açılışı protesto etti. Katılım az olunca elde kalan kuru pasta ve meyce suları 27 Şubat’ta Narlı İlköğretim Okulu’ndaki çocuklara dağıtıldı. Aynı gün rahatsızlanan 70’e yakın çocuk Pazarcık Devlet Hastanesi’nde tedavi edildi.
Narlı Ovası’nda yapımı süren iki büyük çimento fabrikasına karşı çıkan ve “Ovama ve Onuruma Dokunma Çevre Hareketi” adıyla fabrikalara karşı kampanya yapan yöre halkı, çimento fabrikasını yaptıran firmanın okul yaparak göz yapamaya çalıştığını öne sürüyor. “Eğitime değil çimentoya karşıyız” diyen Pazarcıklılar, bozuk yiyecekler konusunda yetkililerden bir açıklama beklediklerini söylüyor.
Allionoi ve Hasankeyf için tarihi karar
Danıştay 6. Dairesi, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, “Hasankeyf’i taşıyarak, Allianoi’yi de çamurla kaplayarak koruma” kararlarına dayanak olan maddeleri iptal etti. Danıştay aldığı son kararla sular altında kalacak tarihi Allianoi ve Hasankeyf için kurtulma umudu doğdu.
Özgür Gürbüz / 26 Şubat 2009
Danıştay 6. Dairesi’nin verdiği son karar, Hasankeyf ve İzmir’in Bergama İlçesi sınırları içerisindeki tarihi Allianoi kentlerinin korunması için yıllardır mücadele veren çevreci ve arkeologları sevindirdi. Danıştay, aldığı kararla, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 717 sayılı Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması ile ilgili ilke kararının 2. ve 3. maddelerini iptal etti. Bu kararlar, planlanan alanın dışında başka bir yerde yapılmasının mümkün olmadığının DSİ tarafından tespit edildiği baraj projelerinde, barajın yapılmasının zorunlu olduğu durumlarda, taşınmaz kültür varlıklarının geleceğini belirleme hakkını koruma kuruluna bırakıyordu. Bu karara dayanılarak Hasankeyf'in taşınması, Allianoi'nin de mille kaplanıp suya gömülmesi için koruma kurulu kararları alınmıştı.
Davayı açan Arkeologlar Derneği, Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, TMMOB Mimarlar Odası, İzmir Turist Rehberleri Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği ile 74 Yurttaş adına yazılı bir açıklama yapan Avukat Arif Ali Cangı, iki bölge de yapılan çalışmaların hukuki dayanağının kalmadığını söyledi. Cangı, “ İptal edilen karara dayanılarak alınan Koruma Bölge Kurulu kararları hemen geri alınmalı, bu kararlar doğrultusunda başlatılan faaliyetler hemen durdurulmalıdır” dedi. 717 sayılı ilke kararının 1. maddesine göre baraj yapılması planlanan alanlarda, üniversitelerden ve bakanlık uzmanlarından oluşacak bir heyet tarafından mevcut ve olası taşınmaz kültür varlıklarının envanter çalışmasının yapılması gerekir diyen Cangı, son karardan sonra, “Söz konusu alanda taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunması halinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (D.S.İ.) tarafından planlanan alanın dışında baraj alanı olarak başka yerlerin planlamasının yapılması" ilkesinin geçerli olduğuna dikkat çekiyor. Davacı sivil toplum örgütleri, iki bölgede de durdurulan kazı çalışmalarının yeniden ve hemen başlatılmasını istiyor.
Özgür Gürbüz / 26 Şubat 2009
Danıştay 6. Dairesi’nin verdiği son karar, Hasankeyf ve İzmir’in Bergama İlçesi sınırları içerisindeki tarihi Allianoi kentlerinin korunması için yıllardır mücadele veren çevreci ve arkeologları sevindirdi. Danıştay, aldığı kararla, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 717 sayılı Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması ile ilgili ilke kararının 2. ve 3. maddelerini iptal etti. Bu kararlar, planlanan alanın dışında başka bir yerde yapılmasının mümkün olmadığının DSİ tarafından tespit edildiği baraj projelerinde, barajın yapılmasının zorunlu olduğu durumlarda, taşınmaz kültür varlıklarının geleceğini belirleme hakkını koruma kuruluna bırakıyordu. Bu karara dayanılarak Hasankeyf'in taşınması, Allianoi'nin de mille kaplanıp suya gömülmesi için koruma kurulu kararları alınmıştı.
Davayı açan Arkeologlar Derneği, Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, TMMOB Mimarlar Odası, İzmir Turist Rehberleri Odası, Çağdaş Hukukçular Derneği ile 74 Yurttaş adına yazılı bir açıklama yapan Avukat Arif Ali Cangı, iki bölge de yapılan çalışmaların hukuki dayanağının kalmadığını söyledi. Cangı, “ İptal edilen karara dayanılarak alınan Koruma Bölge Kurulu kararları hemen geri alınmalı, bu kararlar doğrultusunda başlatılan faaliyetler hemen durdurulmalıdır” dedi. 717 sayılı ilke kararının 1. maddesine göre baraj yapılması planlanan alanlarda, üniversitelerden ve bakanlık uzmanlarından oluşacak bir heyet tarafından mevcut ve olası taşınmaz kültür varlıklarının envanter çalışmasının yapılması gerekir diyen Cangı, son karardan sonra, “Söz konusu alanda taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunması halinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (D.S.İ.) tarafından planlanan alanın dışında baraj alanı olarak başka yerlerin planlamasının yapılması" ilkesinin geçerli olduğuna dikkat çekiyor. Davacı sivil toplum örgütleri, iki bölgede de durdurulan kazı çalışmalarının yeniden ve hemen başlatılmasını istiyor.
“Ölüme terk etmedik” denilen atlardan ikisi öldü
Çanakkale Belediyesi’nin atları trafikten çekme kararı gereğince doğaya salınan ve ölüme terk etmedik dediği atlardan iki tanesi soğuk ve açlık yüzünden öldü. Hayvan hakları savunucuları, yıllardır insanlar tarafından beslenen atların yaşama şansı olmadığını iddia ediyordu.
Özgür Gürbüz / 18 Şubat 2009
Fotoğraf: Sitare Şahin
Çanakkale İl Trafik Komisyonu’nun trafikten at arabalarını çekme kararıyla sahiplerinden toplatılan 88 atın akıbeti belirsizliğini koruyor. Yaklaşık 10 yıl önce alınan kararı 1 Şubat’tan itibaren uygulamaya başlayan Çanakkale Belediyesi Zabıta Müdürü Mustafa Ada, toplanan atların doğaya bırakıldığını doğrulamış, “Ancak onları ölüme terk ettiğimiz haberleri gerçeği yansıtmıyor” demişti. Çanakkale Çevre ve Sokak Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Sitare Şahin ise bundan 7 gün önce Kazdağları’nda başıboş dolaşan atları fotoğraflamış ve ilgililere bildirmişti. Atları ilk gördüğü günden iki sonra yine aynı bölgeye giden Şahin, bu defa iki atın ölüsüyle karşı karşıya kaldı. Atların izini son dört gündür bulamadığını belirten Şahin’e göre, insan eliyle beslenmeye alışmış bu atların, bu hava koşullarında yiyecek bulması ve hayatta kalmaları mümkün değil.
Hayvan hakkı ihlaline para cezası
Aynı zamanda Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) temsilcisi de olan Şahin, belediyeden toplatılan 88 atın kimlere verildiğine dair sordukları sorulara yanıt alamadıklarına dikkat çekiyor. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun ihlal edildiğini söyleyen Şahin, “Hayvanların il dışarısına sağlık kontrolleri yapılmadan çıkarılması da yasak” diyor ve işin peşini bırakmayacaklarını söylüyor. Hayvan Hakları konusunda yapılan ihlaller, Kabahatler Kanunu” çerçevesinde değerlendirildiği için yaptırım idari cezalarla sınırlı. Hayvan hakları savunucuları, bu konuda da kampanya yürütüyor ve ihlallerin Ceza Yasası kapsamında değerlendirilmesini istiyor.
Çanakkale Belediyesi olarak rehabilitasyon merkezi kurmak istediklerini ancak bunun için yeterli kaynağın olmadığını belirten Zabıta Müdürü Mustafa Ada, “Hak sahiplerinden toplanan at arabalarından bazılarının köydeki çalışmalarda kullanılmak amacıyla muhtarlıklara teslim edildiğini, köy muhtarlarıyla iletişim halinde olduklarını istedikleri takdirde köylere muhtarlıkları aracılığı ile tekrar at arabası verilebileceğini ve bu konuda hatalarının olmadığını söylüyor.
Özgür Gürbüz / 18 Şubat 2009
Fotoğraf: Sitare Şahin
Çanakkale İl Trafik Komisyonu’nun trafikten at arabalarını çekme kararıyla sahiplerinden toplatılan 88 atın akıbeti belirsizliğini koruyor. Yaklaşık 10 yıl önce alınan kararı 1 Şubat’tan itibaren uygulamaya başlayan Çanakkale Belediyesi Zabıta Müdürü Mustafa Ada, toplanan atların doğaya bırakıldığını doğrulamış, “Ancak onları ölüme terk ettiğimiz haberleri gerçeği yansıtmıyor” demişti. Çanakkale Çevre ve Sokak Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Sitare Şahin ise bundan 7 gün önce Kazdağları’nda başıboş dolaşan atları fotoğraflamış ve ilgililere bildirmişti. Atları ilk gördüğü günden iki sonra yine aynı bölgeye giden Şahin, bu defa iki atın ölüsüyle karşı karşıya kaldı. Atların izini son dört gündür bulamadığını belirten Şahin’e göre, insan eliyle beslenmeye alışmış bu atların, bu hava koşullarında yiyecek bulması ve hayatta kalmaları mümkün değil.
Hayvan hakkı ihlaline para cezası
Aynı zamanda Türkiye Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) temsilcisi de olan Şahin, belediyeden toplatılan 88 atın kimlere verildiğine dair sordukları sorulara yanıt alamadıklarına dikkat çekiyor. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun ihlal edildiğini söyleyen Şahin, “Hayvanların il dışarısına sağlık kontrolleri yapılmadan çıkarılması da yasak” diyor ve işin peşini bırakmayacaklarını söylüyor. Hayvan Hakları konusunda yapılan ihlaller, Kabahatler Kanunu” çerçevesinde değerlendirildiği için yaptırım idari cezalarla sınırlı. Hayvan hakları savunucuları, bu konuda da kampanya yürütüyor ve ihlallerin Ceza Yasası kapsamında değerlendirilmesini istiyor.
Çanakkale Belediyesi olarak rehabilitasyon merkezi kurmak istediklerini ancak bunun için yeterli kaynağın olmadığını belirten Zabıta Müdürü Mustafa Ada, “Hak sahiplerinden toplanan at arabalarından bazılarının köydeki çalışmalarda kullanılmak amacıyla muhtarlıklara teslim edildiğini, köy muhtarlarıyla iletişim halinde olduklarını istedikleri takdirde köylere muhtarlıkları aracılığı ile tekrar at arabası verilebileceğini ve bu konuda hatalarının olmadığını söylüyor.
Kyoto Prtokolü Hayatımızı Nasıl Değiştirecek?
Özgür Gürbüz/ 6 Şubat 2009
Türkiye, gecikmeli de olsa 5 Şubat 2009 tarihinde Kyoto Protokolü’ne taraf oldu. Protokole bugüne kadar 185 ülke taraf oldu ve küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını, 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyenin en az yüzde 5 altına çekmeyi kabul ettiler. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde ortaya çıkan anlaşmada bu sorumluluk tüm taraf ülkelere verilmedi. Gelişmiş ülkeler olarak adlandırılan grup indirim taahhütlerini kabul ederken, gelişmekte olan ülkeler için yaptırım içermeyen tedbirler kabul edildi. Bugün protokole taraf olan Çin, Hindistan gibi ülkeler bu nedenle, birinci dönem olarak da adlandırılan 2008 – 2012 yılları arasında seragazı emisyonlarını indirmek zorunda değiller.
Türkiye’nin özel durumu
Türkiye’nin durumu ise birçok açıdan farklılık içeriyor. 1997’deki ilk metinde kendisini, OECD ülkesi olduğu için gelişmiş ülkelerin yanında bulan Türkiye, uzun yıllar yükümlülük alacak ülkeler arasında yer aldı. Türkiye’nin ilk yıllarda küresel ısınmaya gereken ilgiyi göstermemesi nedeniyle bu sorun fazlaca gündeme gelmedi. İşin ciddiyeti daha sonra anlaşıldı ve Türkiye 2001 yılında Fas’ın Marakeş kentindeki Taraflar Toplantısı’nda (COP 7) kendi özel durumunu kabul ettirerek, yükümlülük alan ülkelerin içinde yer aldığı “Ek-B” adı verilen listeden ismini çıkarttırdı. Bugün protokole imza atan Türkiye hem 2001 yılındaki karardan dolayı 2012 yılına kadar yükümlülük almıyor. 2009 Aralık ayında Danimarka’nın Kopenhag kentinde yapılacak toplantıda 2012 sonrası alınacak yeni yaptırımlar belli olacak. Türkiye’nin bu dönemde nasıl bir yükümlülük alacağı ise orada yapılacak görüşmelerde belli olacak. Protokol’e taraf olan Türkiye, Kopenhag’ta müzakerelere aktif olarak katılabilecek.
Neler yapmalıyız?
Önümüzdeki üç yıl boyunca Türkiye’yi etkileyen en büyük yükümlülük, Birleşmiş Milletler’e verilecek olan raporların daha detaylı ve sık olarak hazırlanacak olması. Bu dönemde Türkiye bir yaptırım almasa da uzmanlar, sürenin iyi değerlendirilerek 2012 sonrasına hazırlanılmasının önemine değiniyor. Makro politikalar; enerjiyi verimli kullanma, toplu taşımanın yaygınlaştırılması, karayollarından demiryollarına geçiş, rüzgar, güneş ve biyokütle gibi temiz enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması, orman alanlarının ve su havzalarının korunması, sanayide yeşil teknoloji seçimine yönelinmesine neden olacak. Kyoto’nun günlük hayatımıza yansıması ise daha çok bireysel tedbirleri kapsıyor. Geri dönüşüm için evsel atıkların ayrıştırılması, tasarruf tedbirleri, evlerde yalıtım ve enerjiyi verimli kullanan cihazların kullanımı yine ilk akla gelenler. Yerel yönetimlerin tavırları ve çıkarılacak yasal düzenlemelerin bireysel tedbirlere etkisi fazla olacak.
Protokol hedef gösteriyor, gidilecek yolu ülkeler çiziyor
Kyoto Protokolü, yükümlülük alan ülkelere atmosfere saldıkları seragazı oranında indirim ya da sınırlama getiriyor. Bu hedefe nasıl ulaşacaklarına ise ülkelerin kendileri karar veriyor. Örneğin Avustralya 2012 sonuna kadar seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 2,1 azaltmak zorunda. Avustralya’nın hedefine ulaşmak için daha az kömürle çalışan santral mi yapacağı ya da enerji tasarrufuna mı ağırlık vereceği Kyoto’yla belirlenmiş değil. Protokol, ülkeleri seçimlerinde serbest bırakıyor, sadece Emisyon Ticareti (Karbon Borsası) gibi mekanizmalarla yol gösteriyor.
AB ve Kyoto
Avrupa Birliği (AB), Kyoto Protokolü’ne topyekün taraf olarak tüm üyelerin sorumluluk almasını şart koştu. Türkiye’nin AB’ye girişinde de Kyoto’ya ya taraf olması şart koşulmuştu. AB-15 üyeleri, 2013’e ortak bir hedef belirledi ve seragazlarını 1990’a göre toplamda yüzde 8 azaltmayı kararlaştırdı. Bu ortak hedefe ulaşmak için her ülkeye ayrı hedefler verildi. Bazı ülkeler 90 yılına göre sınırlı da olsa arttırım hakkı kazanırken, Almanya, Danimarka ve İngiltere gibi ülkeler AB’nin ortalama yüzde 8 indirimi yakalaması için yüksek hedeflerle yola çıktılar. Avrupa Çevre Ajansı, AB’ye üye olan 27 ülke içerisinde sadece İspanya, İtalya ve Danimarka’nın bu hedefleri yakalamayacağı ve ikinci dönem için daha fazla yükümlülük alacağını tahmin ediyor. Kısacası 2012’ye kadar Avrupa’da ciddi bir sorun yok. Ülkelerin hedeflerine ulaşamaması halinde en büyük yaptırım, ilgili ülkenin bir eylem planı belirlemesi ve 2012 sonrası dönemdeki yükümlülüklerini yüzde 30 artırması olarak belirlenmiş.
***
Türkiye’nin Küresel Isınmaya Katkısı
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1990 yılında 170 milyon ton CO2e (karbondioksit eşdeğeri) olan seragazı emisyonu, 2006 sonunda 331 milyon tonu geçti. Yüzde 95’lik bu artış hızı Türkiye’yi dünya birincisi yapıyor. Türkiye’yi yüzde 50 ile İspanya izliyor. Ülkelerin karşılaştırılmalarında kullanılan bir diğer kriter ise kişi başına düşen seragazı miktarı. Türkiye’de bu rakam kişi başına 5 tona yaklaştı. Bu rakam dünya ortalamasının, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin üstünde ve AB-25 ortalaması olan 10 tona yakın. Türkiye’nin artış hızına bakıldığında, AB ortalamasını önümüzdeki 10 yıl içerisinde yakalayacağı düşünülüyor.
***
Protokol’ün tarihçesi
BM’e ait ülkeler 1992 yılında, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı oluşturarak insan kaynaklı iklim değişikliğine çözüm bulunması için bir araştırma yapılmasını kabul etti. Bu araştırma insan etkisini ortaya çıkarırsa, küresel bir protokolle sorunun çözülmesi için çalışlması da amaç olarak belirlendi. Bu amacın sonucunda Kyoto Protokolü ortaya çıktı. Çerçeve Anlaşması’na göre, anlaşmaya imza atan ülkeler her yıl sekreteryaya seragazı emisyon envanteri sunmayı da kabul ediyor. Bu anlaşma çerçevesinde yapılan toplantılar “Taraflar Toplantısı” (COP) olarak anılıyor ve bu yıl Kopenhag’ta tarihi kararların alınacağı toplantı 15. buluşma (COP-15)olacak. Türkiye Çerçeve Anlaşması’na tam 12 yıl sonra 2004 yılında imza attı. İşgal altında olan Irak’tan sadece 4 yıl önce. Çerçeve Anlaşması’ndan sonra 1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokol’e de yine tam 12 yıl sonra taraf oldu. 1997 yılında hazırlanan Protokol, 2005 Şubat ayına kadar ABD’nin muhalefeti nedeniyle bir türlü hayata geçirilemedi. Protokolün hayata geçmesi için küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55'ine neden olan en az 55 ülkenin yükümlülük altına girmesi ön şartlardan bir tanesiydi. ABD, 2001 yılında Bush hükümetinin başa gelmesiyle protokolden çekilince yüzde 55'i geçmek için o ana kadar imza atmamış Rusya'nın "evet" demesi gerekiyordu. 2005 yılında Rusya taraf oldu ve 2008’de Protokol yaptırımlarıyla birlikte hayata geçti.
***
Küresel ısınma nedir?
Dünyanın çevresini saran ve seragazları dediğimiz karbondioksit, metan, azotoksit gibi gazlar, normal koşullarda gezegeni canlıların yaşaması için uygun olan 18 derecelik sıcaklıkta tutarlar. Sanayi devrimiyle atmosfere salınan seragazı miktarındaki ciddi bir artış oldu ve dünyanın ısınmasına yol açtı. Halihazırda ortalama sıcaklıkta 0,8 derecelik bir artış gerçekleşti ve bilim insanları 2 derecelik bir artıştan sonra geri dönülemez bir noktaya gelineceği konusunda uyarılar yapıyor.
Türkiye, gecikmeli de olsa 5 Şubat 2009 tarihinde Kyoto Protokolü’ne taraf oldu. Protokole bugüne kadar 185 ülke taraf oldu ve küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını, 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyenin en az yüzde 5 altına çekmeyi kabul ettiler. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde ortaya çıkan anlaşmada bu sorumluluk tüm taraf ülkelere verilmedi. Gelişmiş ülkeler olarak adlandırılan grup indirim taahhütlerini kabul ederken, gelişmekte olan ülkeler için yaptırım içermeyen tedbirler kabul edildi. Bugün protokole taraf olan Çin, Hindistan gibi ülkeler bu nedenle, birinci dönem olarak da adlandırılan 2008 – 2012 yılları arasında seragazı emisyonlarını indirmek zorunda değiller.
Türkiye’nin özel durumu
Türkiye’nin durumu ise birçok açıdan farklılık içeriyor. 1997’deki ilk metinde kendisini, OECD ülkesi olduğu için gelişmiş ülkelerin yanında bulan Türkiye, uzun yıllar yükümlülük alacak ülkeler arasında yer aldı. Türkiye’nin ilk yıllarda küresel ısınmaya gereken ilgiyi göstermemesi nedeniyle bu sorun fazlaca gündeme gelmedi. İşin ciddiyeti daha sonra anlaşıldı ve Türkiye 2001 yılında Fas’ın Marakeş kentindeki Taraflar Toplantısı’nda (COP 7) kendi özel durumunu kabul ettirerek, yükümlülük alan ülkelerin içinde yer aldığı “Ek-B” adı verilen listeden ismini çıkarttırdı. Bugün protokole imza atan Türkiye hem 2001 yılındaki karardan dolayı 2012 yılına kadar yükümlülük almıyor. 2009 Aralık ayında Danimarka’nın Kopenhag kentinde yapılacak toplantıda 2012 sonrası alınacak yeni yaptırımlar belli olacak. Türkiye’nin bu dönemde nasıl bir yükümlülük alacağı ise orada yapılacak görüşmelerde belli olacak. Protokol’e taraf olan Türkiye, Kopenhag’ta müzakerelere aktif olarak katılabilecek.
Neler yapmalıyız?
Önümüzdeki üç yıl boyunca Türkiye’yi etkileyen en büyük yükümlülük, Birleşmiş Milletler’e verilecek olan raporların daha detaylı ve sık olarak hazırlanacak olması. Bu dönemde Türkiye bir yaptırım almasa da uzmanlar, sürenin iyi değerlendirilerek 2012 sonrasına hazırlanılmasının önemine değiniyor. Makro politikalar; enerjiyi verimli kullanma, toplu taşımanın yaygınlaştırılması, karayollarından demiryollarına geçiş, rüzgar, güneş ve biyokütle gibi temiz enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması, orman alanlarının ve su havzalarının korunması, sanayide yeşil teknoloji seçimine yönelinmesine neden olacak. Kyoto’nun günlük hayatımıza yansıması ise daha çok bireysel tedbirleri kapsıyor. Geri dönüşüm için evsel atıkların ayrıştırılması, tasarruf tedbirleri, evlerde yalıtım ve enerjiyi verimli kullanan cihazların kullanımı yine ilk akla gelenler. Yerel yönetimlerin tavırları ve çıkarılacak yasal düzenlemelerin bireysel tedbirlere etkisi fazla olacak.
Protokol hedef gösteriyor, gidilecek yolu ülkeler çiziyor
Kyoto Protokolü, yükümlülük alan ülkelere atmosfere saldıkları seragazı oranında indirim ya da sınırlama getiriyor. Bu hedefe nasıl ulaşacaklarına ise ülkelerin kendileri karar veriyor. Örneğin Avustralya 2012 sonuna kadar seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 2,1 azaltmak zorunda. Avustralya’nın hedefine ulaşmak için daha az kömürle çalışan santral mi yapacağı ya da enerji tasarrufuna mı ağırlık vereceği Kyoto’yla belirlenmiş değil. Protokol, ülkeleri seçimlerinde serbest bırakıyor, sadece Emisyon Ticareti (Karbon Borsası) gibi mekanizmalarla yol gösteriyor.
AB ve Kyoto
Avrupa Birliği (AB), Kyoto Protokolü’ne topyekün taraf olarak tüm üyelerin sorumluluk almasını şart koştu. Türkiye’nin AB’ye girişinde de Kyoto’ya ya taraf olması şart koşulmuştu. AB-15 üyeleri, 2013’e ortak bir hedef belirledi ve seragazlarını 1990’a göre toplamda yüzde 8 azaltmayı kararlaştırdı. Bu ortak hedefe ulaşmak için her ülkeye ayrı hedefler verildi. Bazı ülkeler 90 yılına göre sınırlı da olsa arttırım hakkı kazanırken, Almanya, Danimarka ve İngiltere gibi ülkeler AB’nin ortalama yüzde 8 indirimi yakalaması için yüksek hedeflerle yola çıktılar. Avrupa Çevre Ajansı, AB’ye üye olan 27 ülke içerisinde sadece İspanya, İtalya ve Danimarka’nın bu hedefleri yakalamayacağı ve ikinci dönem için daha fazla yükümlülük alacağını tahmin ediyor. Kısacası 2012’ye kadar Avrupa’da ciddi bir sorun yok. Ülkelerin hedeflerine ulaşamaması halinde en büyük yaptırım, ilgili ülkenin bir eylem planı belirlemesi ve 2012 sonrası dönemdeki yükümlülüklerini yüzde 30 artırması olarak belirlenmiş.
***
Türkiye’nin Küresel Isınmaya Katkısı
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 1990 yılında 170 milyon ton CO2e (karbondioksit eşdeğeri) olan seragazı emisyonu, 2006 sonunda 331 milyon tonu geçti. Yüzde 95’lik bu artış hızı Türkiye’yi dünya birincisi yapıyor. Türkiye’yi yüzde 50 ile İspanya izliyor. Ülkelerin karşılaştırılmalarında kullanılan bir diğer kriter ise kişi başına düşen seragazı miktarı. Türkiye’de bu rakam kişi başına 5 tona yaklaştı. Bu rakam dünya ortalamasının, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin üstünde ve AB-25 ortalaması olan 10 tona yakın. Türkiye’nin artış hızına bakıldığında, AB ortalamasını önümüzdeki 10 yıl içerisinde yakalayacağı düşünülüyor.
***
Protokol’ün tarihçesi
BM’e ait ülkeler 1992 yılında, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı oluşturarak insan kaynaklı iklim değişikliğine çözüm bulunması için bir araştırma yapılmasını kabul etti. Bu araştırma insan etkisini ortaya çıkarırsa, küresel bir protokolle sorunun çözülmesi için çalışlması da amaç olarak belirlendi. Bu amacın sonucunda Kyoto Protokolü ortaya çıktı. Çerçeve Anlaşması’na göre, anlaşmaya imza atan ülkeler her yıl sekreteryaya seragazı emisyon envanteri sunmayı da kabul ediyor. Bu anlaşma çerçevesinde yapılan toplantılar “Taraflar Toplantısı” (COP) olarak anılıyor ve bu yıl Kopenhag’ta tarihi kararların alınacağı toplantı 15. buluşma (COP-15)olacak. Türkiye Çerçeve Anlaşması’na tam 12 yıl sonra 2004 yılında imza attı. İşgal altında olan Irak’tan sadece 4 yıl önce. Çerçeve Anlaşması’ndan sonra 1997 yılında kabul edilen Kyoto Protokol’e de yine tam 12 yıl sonra taraf oldu. 1997 yılında hazırlanan Protokol, 2005 Şubat ayına kadar ABD’nin muhalefeti nedeniyle bir türlü hayata geçirilemedi. Protokolün hayata geçmesi için küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 55'ine neden olan en az 55 ülkenin yükümlülük altına girmesi ön şartlardan bir tanesiydi. ABD, 2001 yılında Bush hükümetinin başa gelmesiyle protokolden çekilince yüzde 55'i geçmek için o ana kadar imza atmamış Rusya'nın "evet" demesi gerekiyordu. 2005 yılında Rusya taraf oldu ve 2008’de Protokol yaptırımlarıyla birlikte hayata geçti.
***
Küresel ısınma nedir?
Dünyanın çevresini saran ve seragazları dediğimiz karbondioksit, metan, azotoksit gibi gazlar, normal koşullarda gezegeni canlıların yaşaması için uygun olan 18 derecelik sıcaklıkta tutarlar. Sanayi devrimiyle atmosfere salınan seragazı miktarındaki ciddi bir artış oldu ve dünyanın ısınmasına yol açtı. Halihazırda ortalama sıcaklıkta 0,8 derecelik bir artış gerçekleşti ve bilim insanları 2 derecelik bir artıştan sonra geri dönülemez bir noktaya gelineceği konusunda uyarılar yapıyor.
Türkiye Kyoto’yu imzaladı
Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne taraf olmasını sağlayacak yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edildi. Türkiye protokole taraf olan 185.'inci ülke olacak. Yasa, Türkiye’ye şu aşamada bir yükümlülük getirmiyor.
Özgür Gürbüz- Habertürk / 5 Şubat 2009
Küresel ısınmayı durdurmak için 1997 yılında ortaya çıkan ve 2008 yılında yükümlülükleriyle birlikte hayata geçen Kyoto Protokolü’ne Türkiye de dahil oldu. TBMM Genel Kurulu’nda 3’e karşı 243 oyla kabul edildi. Kyoto’nun imzalanmasıyla ilgili yasa 2008 Haziran ayından beri Genel kurul’da oylanmayı bekliyor ve bu yüzden de çevrecilerden tepki alıyordu.
Kyoto Protokolu, iklim değişikliği ya da halk arasında bilinen adıyla küresel ısınmaya yol açan seragazlarının atmosfere salımına kısıtlama getiriyor. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeleri, atmosfere bıraktıkları karbondioksit gibi seragazlarını 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyelerinin yüzde 5,2 oranında azaltmak zorunda. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeler 2012 yılında son bulacak olan anlaşmaya Türkiye’nin katılması şu aşamada bir yükümlülük getirmiyor. Ancak, 2012 sonrası gündeme gelecek yeni anlaşmanın müzakerelerine Türkiye’nin aktif olarak katılma şansı tanıyor. Bu yıl sonunda Kopenhag’ta yapılacak iklim değişikliği toplantısında 2012 sonrası hangi ülkelerin ne kadar yükümlülük alacağı belirlenecek. Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa Birliği (AB), tüm üyelerinin Kyoto protokole taraf olma zorunluluğunu getirmiş, Türkiye’den de üyelik yolunda benzer bir adımın atılmasını istemişti.
ABD yalnız kaldı
5 Şubat 2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen yasa tasarısı Türkiye’yi protokole imza atan / onaylayan 185. ülke yapıyor (Bu rakama protokole topyekün taraf olan Avrupa Birliği de dahil). Böylece, büyük ekonomiler içerisinde protokole taraf olmayan tek ülke olan ABD yalnız kaldı. Bilindiği gibi ABD, protokole imza atmış olmasına rağmen Bush yönetiminin iktidara gelmesiyle taraf olmaktan vazgeçip daha sonraki süreçte gelişmeleri baltalayan bir tavır almıştı. ABD’nin de Barrack Obama iktidarında protokole katılmasa bile, iddialı hedefler alarak ülkenin seragazı salımını azaltmak için hazırlık içerisinde olduğu biliniyor.
Bölgesel Çevre Merkezi İklim Değişikliği Proje Yöneticisi Yunus Arıkan’a göre bu imzayla Türkiye olması gereken kulvara girdi. Arıkan, “Türkiye, 1990’larda nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek tartışmalarını kaçırmıştı. Şimdi, dünyayı kurgulama hakkı ve sorumluluğu var” diyor. Türkiye’nin 2012’ye kadar parasal, maddi bir yükümlülüğünün olmadığını belirten Arıkan, bunun hükümetin hiç bir adım atmayacağı anlamına da gelmeyeceğini, Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi konularda çalışmaların devam etmesi gerektiğini de ekliyor.
Türkiye’nin Kyoto’ya taraf olmasını savunan çevreler, Türkiye’nin müzakere sürecinin dışında kalarak kendisine uygun bir rol için pazarlık şansının kalmayacağına dikkat çekiyor, uzun vadede protokolün enerji güvenliği, çevresel ve ekonomik faydalarının olacağını öne sürüyordu. Karşı çıkanlar ise protokolün Türkiye’yi yükümlülük altına sokacağını, getiri ve götürülerinin iyi hesaplanması gerektiğini söylüyordu.
Özgür Gürbüz- Habertürk / 5 Şubat 2009
Küresel ısınmayı durdurmak için 1997 yılında ortaya çıkan ve 2008 yılında yükümlülükleriyle birlikte hayata geçen Kyoto Protokolü’ne Türkiye de dahil oldu. TBMM Genel Kurulu’nda 3’e karşı 243 oyla kabul edildi. Kyoto’nun imzalanmasıyla ilgili yasa 2008 Haziran ayından beri Genel kurul’da oylanmayı bekliyor ve bu yüzden de çevrecilerden tepki alıyordu.
Kyoto Protokolu, iklim değişikliği ya da halk arasında bilinen adıyla küresel ısınmaya yol açan seragazlarının atmosfere salımına kısıtlama getiriyor. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeleri, atmosfere bıraktıkları karbondioksit gibi seragazlarını 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyelerinin yüzde 5,2 oranında azaltmak zorunda. Protokole taraf olan gelişmiş ülkeler 2012 yılında son bulacak olan anlaşmaya Türkiye’nin katılması şu aşamada bir yükümlülük getirmiyor. Ancak, 2012 sonrası gündeme gelecek yeni anlaşmanın müzakerelerine Türkiye’nin aktif olarak katılma şansı tanıyor. Bu yıl sonunda Kopenhag’ta yapılacak iklim değişikliği toplantısında 2012 sonrası hangi ülkelerin ne kadar yükümlülük alacağı belirlenecek. Türkiye’nin üye olmak istediği Avrupa Birliği (AB), tüm üyelerinin Kyoto protokole taraf olma zorunluluğunu getirmiş, Türkiye’den de üyelik yolunda benzer bir adımın atılmasını istemişti.
ABD yalnız kaldı
5 Şubat 2009 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen yasa tasarısı Türkiye’yi protokole imza atan / onaylayan 185. ülke yapıyor (Bu rakama protokole topyekün taraf olan Avrupa Birliği de dahil). Böylece, büyük ekonomiler içerisinde protokole taraf olmayan tek ülke olan ABD yalnız kaldı. Bilindiği gibi ABD, protokole imza atmış olmasına rağmen Bush yönetiminin iktidara gelmesiyle taraf olmaktan vazgeçip daha sonraki süreçte gelişmeleri baltalayan bir tavır almıştı. ABD’nin de Barrack Obama iktidarında protokole katılmasa bile, iddialı hedefler alarak ülkenin seragazı salımını azaltmak için hazırlık içerisinde olduğu biliniyor.
Bölgesel Çevre Merkezi İklim Değişikliği Proje Yöneticisi Yunus Arıkan’a göre bu imzayla Türkiye olması gereken kulvara girdi. Arıkan, “Türkiye, 1990’larda nasıl bir dünya, nasıl bir gelecek tartışmalarını kaçırmıştı. Şimdi, dünyayı kurgulama hakkı ve sorumluluğu var” diyor. Türkiye’nin 2012’ye kadar parasal, maddi bir yükümlülüğünün olmadığını belirten Arıkan, bunun hükümetin hiç bir adım atmayacağı anlamına da gelmeyeceğini, Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi konularda çalışmaların devam etmesi gerektiğini de ekliyor.
Türkiye’nin Kyoto’ya taraf olmasını savunan çevreler, Türkiye’nin müzakere sürecinin dışında kalarak kendisine uygun bir rol için pazarlık şansının kalmayacağına dikkat çekiyor, uzun vadede protokolün enerji güvenliği, çevresel ve ekonomik faydalarının olacağını öne sürüyordu. Karşı çıkanlar ise protokolün Türkiye’yi yükümlülük altına sokacağını, getiri ve götürülerinin iyi hesaplanması gerektiğini söylüyordu.
AKP’li başkanın kentten kovduğu belgeselciler, TRT’den birincilik ödülü aldı
Geçtiğimiz yaz, İnebolu ve Abana’da gösterimi engellenen Karadeniz Sahil Yolu projesiyle ilgili belgesel, TRT’den “En İyi Belgesel” ödülü aldı. İnebolu Belediye Başkanı İdris Güleç, belgeselin kentteki gösterimini hakaretlerle yarıda kesmiş ve “Başbakanımı çevre düşmanı gösteriyor” diye karşı çıkmıştı.
Özgür Gürbüz – Habertürk / 5 Şubat 2008
Temel Reis, takasıyla denizinin arasına “Karadeniz Sahil Yolu” giren, hayatı Trabzon ve Vakfıkebir’de geçmiş kendi halinde bir balıkçı. Sahil yolu öyle hızlı inşa ediliyor ki, akşam deniz kıyısında bıraktığı takasını Temel, sabah otoyolun arkasında yani karada buluyor. Takasını yeniden denize taşımak isterken de taka kırılıyor. Temel Reis, Rüya Arzu Köksal ve Aydın Kudu tarafından çekilen “Son Kumsal” adlı belgeselin kahramanlarından sadece biri. (Temel Reis'in öyküsü için bakınız; http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2008/07/temel-reisin-taka-inad.html) Son Kumsal, Samsun – Trabzon arasındaki sahil yolu yapılırken yaşanan doğa tahribatını, yöre halkının düşüncelerini anlatan bir yapıt.
Son Kumsal’ı Türkiye, geçtiğimiz yaz yaşanan sansür tartışmalarıyla tanımıştı. Karadeniz’in birçok kentinde yapılan gösteriler, İnebolu ve Abana’da engellenmiş, belgeselin yapımcıları İnebolu Belediye Başkanı ile tartıştıktan sonra apar topar kenti terk etmek zorunda kalmışlardı. İnebolu’nun AKP’li Belediye Başkanı İdris Güleç, Başbakan Erdoğan’ın belgesel içerisinde çevre düşmanı olarak gösterildiğini belirterek, “Bu yolu Sayın Başbakan Erdoğan mı yaptırdı? Yıllar önce başlanmış projeyi bitirdi” diyerek gösterimi yarıda kestirmişti. Güleç, Kudu’nun, “Devamını izleseydiniz, biz Başbakan’a karşı bir şey yapmıyoruz” yanıtına da, “Benim canımı daha fazla sıkmadan çek git” karşılığını verdiğini öne sürmüştü. Olayın ardından belgesel ekibi, kendilerini güvende hissetmedikleri için o gece kenti terk etti. Bir sonraki gün Abana’da yapılması planlanan gösterim de Kaymakamlık tarafından iptal edilmişti.
Yapımcılardan Aydın Kudu, TRT’den aldıkları birincilik ödülü için, “Yönetici konumunda bulunan atanmış veya seçilmiş bazı yetkililer, ödülün anlamını kavrayabilirlerse bu iyi bir mesaj olabilir. Umarız olur ve bundan böyle anlamsız gerekçelerle benzer engellemeler yaşanmaz” diyor. İnebolu'da filmi "Başbakanımı çevre düşmanı gösteriyor" diye sansürleyen AKP'li Belediye Başkanı’ydı, Abana’da ise topu Kaymakam’a atarak sorumluluk almayan CHP'li Belediye Başkanı” diyen Kudu, “İki farklı parti ancak sonuç nerdeyse aynı” diyor. Belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal, proje aşamasında Kültür Bakanlığı’ndan alınan desteğin anlamlı bir adım olduğunu, birincilik ödülüyle TRT gibi resmi kurumların benzer açılımlar içerisinde olmasının mutluluk verici olduğunu söylüyor.
Birincilik ödülüyle beraber 25 bin YTL ve üç yıl boyunca TRT’de gösterim hakkı kazanan belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal ise ödülü değerlendirirken, “Denize, hele Karadeniz gibi azgın bir denize yol yapmaya kalkışmanın doğru bir şey olmadığının tüm yetkililer farkında. Anca çok sayıda ve güçlü çıkar grupları doğayla inatlaşma ısrarlarından vazgeçmiyor. Karadeniz'in doğu kıyılarında yapılan doğa katliamının batı tarafında tekrarlanmaması için yapacak çok şey var” diyor. Belgesel Sinemacılar Birliği’nin, Belediye Başkanı Güleç hakkında açtığı kamu davası da sürüyor. Güleç, anayasada karşılığı bulunan, sanatı ve düşünceyi yayma özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, sanatın ve sanatçının korunması gibi temel normları ihlal ettiği gerekçesiyle dava edilmişti.
Özgür Gürbüz – Habertürk / 5 Şubat 2008
Temel Reis, takasıyla denizinin arasına “Karadeniz Sahil Yolu” giren, hayatı Trabzon ve Vakfıkebir’de geçmiş kendi halinde bir balıkçı. Sahil yolu öyle hızlı inşa ediliyor ki, akşam deniz kıyısında bıraktığı takasını Temel, sabah otoyolun arkasında yani karada buluyor. Takasını yeniden denize taşımak isterken de taka kırılıyor. Temel Reis, Rüya Arzu Köksal ve Aydın Kudu tarafından çekilen “Son Kumsal” adlı belgeselin kahramanlarından sadece biri. (Temel Reis'in öyküsü için bakınız; http://ozgurgurbuz.blogspot.com/2008/07/temel-reisin-taka-inad.html) Son Kumsal, Samsun – Trabzon arasındaki sahil yolu yapılırken yaşanan doğa tahribatını, yöre halkının düşüncelerini anlatan bir yapıt.
Son Kumsal’ı Türkiye, geçtiğimiz yaz yaşanan sansür tartışmalarıyla tanımıştı. Karadeniz’in birçok kentinde yapılan gösteriler, İnebolu ve Abana’da engellenmiş, belgeselin yapımcıları İnebolu Belediye Başkanı ile tartıştıktan sonra apar topar kenti terk etmek zorunda kalmışlardı. İnebolu’nun AKP’li Belediye Başkanı İdris Güleç, Başbakan Erdoğan’ın belgesel içerisinde çevre düşmanı olarak gösterildiğini belirterek, “Bu yolu Sayın Başbakan Erdoğan mı yaptırdı? Yıllar önce başlanmış projeyi bitirdi” diyerek gösterimi yarıda kestirmişti. Güleç, Kudu’nun, “Devamını izleseydiniz, biz Başbakan’a karşı bir şey yapmıyoruz” yanıtına da, “Benim canımı daha fazla sıkmadan çek git” karşılığını verdiğini öne sürmüştü. Olayın ardından belgesel ekibi, kendilerini güvende hissetmedikleri için o gece kenti terk etti. Bir sonraki gün Abana’da yapılması planlanan gösterim de Kaymakamlık tarafından iptal edilmişti.
Yapımcılardan Aydın Kudu, TRT’den aldıkları birincilik ödülü için, “Yönetici konumunda bulunan atanmış veya seçilmiş bazı yetkililer, ödülün anlamını kavrayabilirlerse bu iyi bir mesaj olabilir. Umarız olur ve bundan böyle anlamsız gerekçelerle benzer engellemeler yaşanmaz” diyor. İnebolu'da filmi "Başbakanımı çevre düşmanı gösteriyor" diye sansürleyen AKP'li Belediye Başkanı’ydı, Abana’da ise topu Kaymakam’a atarak sorumluluk almayan CHP'li Belediye Başkanı” diyen Kudu, “İki farklı parti ancak sonuç nerdeyse aynı” diyor. Belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal, proje aşamasında Kültür Bakanlığı’ndan alınan desteğin anlamlı bir adım olduğunu, birincilik ödülüyle TRT gibi resmi kurumların benzer açılımlar içerisinde olmasının mutluluk verici olduğunu söylüyor.
Birincilik ödülüyle beraber 25 bin YTL ve üç yıl boyunca TRT’de gösterim hakkı kazanan belgeselin yönetmeni Rüya Arzu Köksal ise ödülü değerlendirirken, “Denize, hele Karadeniz gibi azgın bir denize yol yapmaya kalkışmanın doğru bir şey olmadığının tüm yetkililer farkında. Anca çok sayıda ve güçlü çıkar grupları doğayla inatlaşma ısrarlarından vazgeçmiyor. Karadeniz'in doğu kıyılarında yapılan doğa katliamının batı tarafında tekrarlanmaması için yapacak çok şey var” diyor. Belgesel Sinemacılar Birliği’nin, Belediye Başkanı Güleç hakkında açtığı kamu davası da sürüyor. Güleç, anayasada karşılığı bulunan, sanatı ve düşünceyi yayma özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, sanatın ve sanatçının korunması gibi temel normları ihlal ettiği gerekçesiyle dava edilmişti.
Bu Konserin Elektriği Güneşten Gelecek
Böyle bir konser dünyada ilk kez düzenleniyor...
Moğollar grubu üyelerinden Taner Öngür, Serap Yağız + Suların Uğultusu grubuyla birlikte 26 Şubat günü ikincisi gerçekleştirilecek Güneş Enerjisi Fuarı’nın açılışlında vereceği konserin tüm elektrik ihtiyacını güneş panellerinden sağlayacak. Yaklaşık 2 bin kişiye hitap edecek konserin ses sistemi için gerekli elektrik akülerden sağlanacak, aküler ise güneş panelleriyle doldurulacak. Konserde söylenecek şarkılar da aynı gün piyasa çıkacak yeni bir albümde yer alacak. Konser dünyada ilk kez temiz enerjiyle gerçekleştirilecek olması nedeniyle bir ilk olarak tarihe geçecek.
Özgür Gürbüz - Habertürk / 28 Ocak 2009
İstanbul’da ikincisi gerçekleştirilecek olan Güneş Enerjisi Teknolojileri Fuarı’nın açılışı bir ilke sahne olacak. 26 Şubat günü yapılacak olan açılışta Moğollar Grubu’ndan tanıdığımız Taner Öngür, Serap Yağız ve Suların Uğultusu grubuyla birlikte bir konser verecek. Yaklaşık iki saat sürecek olan konserde kullanılacak ses sisteminin ihtiyacı olan elektrik enerjisi, güneş panelleriyle üretilecek. Planlama aşamasında olan sitem yaklaşık 30 adet 200 watt gücünde fotovoltaik panelden oluşacak ve akülerle desteklenecek. 26 Şubat’ta İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleşecek olan bu konser, Türkiye ve dünya için de bir ilk olacak ve müzik endüstrisine çevreci bir yaklaşım getirecek.
Bütün şarkılar güneş hakkında
Konser günü yayınlanacak olan albümde oldukça ilginç. Albümde yer alan dokuz şarkının da sözleri güneş üzerine yazılmış şiirlerden derlenmiş. Bestelerini Taner Öngür’ün yaptığı şarkılardan bir tanesi Nazım Hikmet’in “Güneş İçenlerin Türküsü” adlı şiirden derlenmiş. Diğerleri ise Antoloji.com’da yayınlanmış şiirlerden derlenmiş. Şairlerin arasında, emekli öğretmenler, ev kadınları ve finans müdürleri var. Tüm parçaların bestelerini yapan Öngür, şiirlerin hepsinden çok etkilendiğini belirtiyor.
Temiz enerjiyle konser verme fikrinin sahibi Taner Öngür, “Milyarlarca yıldır güneş tepemizde duruyor. Gezegende yaşayan insanlar ise yıllardır yerin altındaki karanlık dünyadan vıcık vıcık bir sıvıyı (petrol) yeryüzüne çıkarıyor. Uğruna savaşlar yapılıyor, güneş ise bize oradan bakıp gülüyor” diyor. Bin kişiye yakın bir seyirci beklediklerini belirten Öngür, konser günü çıkacak olan albüm için kayıtlara başladıklarını da anımsatıyor. Grup, 22 Şubat’ta da, Beşiktaş Çadır’da bir konser verecek ve yeni şarkılarını söyleyecek.
Projeye teknik destek veren Girasolar şirketi Proje Müdürü Özer Kara, projenin amacını kısaca güneş enerjisinden elektrik üretilebileceğini gözler önüne sermek olarak açıklıyor. “Toplumda güneş enerjisinden elektrik üretilebileceği konusunda bir bilinç oluşmadı” diyen Kara, “Güneş enerjisi deyince insanlar güneşle ısıtma da yapılan yanlış uygulamalar yüzünden çatım akacak diye korkuyor. Elektrik üreten fotovoltaik paneller için bunun olmasını istemiyoruz. Doğru teknoloji ve doğru uygulamaları tanıtmak istiyoruz” açıklamasını yapıyor. Dünyada kullanımı giderek yaygınlaşan güneş enerjisi özellikle şebeke bağlantısı olmayan noktalarda ilk akla gelen seçeneklerden. Bilindiği gibi güneş enerjisinden Türkiye’de ağırlıklı olarak su ısıtma amaçlı faydalanılıyor. Fotovoltaik paneller ise suya ihtiyaç duymadan güneşten gelen enerjiyi elektrik enerjisine çeviriyor. Gerekli yönetmeliklerin hayata geçirilmesi durumunda, Türkiye’de de tüketiciler kendi elektrik enerjisi ihtiyaçlarını bu paneller sayesinde karşılama şansına sahip olabilecek.
Moğollar grubu üyelerinden Taner Öngür, Serap Yağız + Suların Uğultusu grubuyla birlikte 26 Şubat günü ikincisi gerçekleştirilecek Güneş Enerjisi Fuarı’nın açılışlında vereceği konserin tüm elektrik ihtiyacını güneş panellerinden sağlayacak. Yaklaşık 2 bin kişiye hitap edecek konserin ses sistemi için gerekli elektrik akülerden sağlanacak, aküler ise güneş panelleriyle doldurulacak. Konserde söylenecek şarkılar da aynı gün piyasa çıkacak yeni bir albümde yer alacak. Konser dünyada ilk kez temiz enerjiyle gerçekleştirilecek olması nedeniyle bir ilk olarak tarihe geçecek.
Özgür Gürbüz - Habertürk / 28 Ocak 2009
İstanbul’da ikincisi gerçekleştirilecek olan Güneş Enerjisi Teknolojileri Fuarı’nın açılışı bir ilke sahne olacak. 26 Şubat günü yapılacak olan açılışta Moğollar Grubu’ndan tanıdığımız Taner Öngür, Serap Yağız ve Suların Uğultusu grubuyla birlikte bir konser verecek. Yaklaşık iki saat sürecek olan konserde kullanılacak ses sisteminin ihtiyacı olan elektrik enerjisi, güneş panelleriyle üretilecek. Planlama aşamasında olan sitem yaklaşık 30 adet 200 watt gücünde fotovoltaik panelden oluşacak ve akülerle desteklenecek. 26 Şubat’ta İstanbul Fuar Merkezi’nde gerçekleşecek olan bu konser, Türkiye ve dünya için de bir ilk olacak ve müzik endüstrisine çevreci bir yaklaşım getirecek.
Bütün şarkılar güneş hakkında
Konser günü yayınlanacak olan albümde oldukça ilginç. Albümde yer alan dokuz şarkının da sözleri güneş üzerine yazılmış şiirlerden derlenmiş. Bestelerini Taner Öngür’ün yaptığı şarkılardan bir tanesi Nazım Hikmet’in “Güneş İçenlerin Türküsü” adlı şiirden derlenmiş. Diğerleri ise Antoloji.com’da yayınlanmış şiirlerden derlenmiş. Şairlerin arasında, emekli öğretmenler, ev kadınları ve finans müdürleri var. Tüm parçaların bestelerini yapan Öngür, şiirlerin hepsinden çok etkilendiğini belirtiyor.
Temiz enerjiyle konser verme fikrinin sahibi Taner Öngür, “Milyarlarca yıldır güneş tepemizde duruyor. Gezegende yaşayan insanlar ise yıllardır yerin altındaki karanlık dünyadan vıcık vıcık bir sıvıyı (petrol) yeryüzüne çıkarıyor. Uğruna savaşlar yapılıyor, güneş ise bize oradan bakıp gülüyor” diyor. Bin kişiye yakın bir seyirci beklediklerini belirten Öngür, konser günü çıkacak olan albüm için kayıtlara başladıklarını da anımsatıyor. Grup, 22 Şubat’ta da, Beşiktaş Çadır’da bir konser verecek ve yeni şarkılarını söyleyecek.
Projeye teknik destek veren Girasolar şirketi Proje Müdürü Özer Kara, projenin amacını kısaca güneş enerjisinden elektrik üretilebileceğini gözler önüne sermek olarak açıklıyor. “Toplumda güneş enerjisinden elektrik üretilebileceği konusunda bir bilinç oluşmadı” diyen Kara, “Güneş enerjisi deyince insanlar güneşle ısıtma da yapılan yanlış uygulamalar yüzünden çatım akacak diye korkuyor. Elektrik üreten fotovoltaik paneller için bunun olmasını istemiyoruz. Doğru teknoloji ve doğru uygulamaları tanıtmak istiyoruz” açıklamasını yapıyor. Dünyada kullanımı giderek yaygınlaşan güneş enerjisi özellikle şebeke bağlantısı olmayan noktalarda ilk akla gelen seçeneklerden. Bilindiği gibi güneş enerjisinden Türkiye’de ağırlıklı olarak su ısıtma amaçlı faydalanılıyor. Fotovoltaik paneller ise suya ihtiyaç duymadan güneşten gelen enerjiyi elektrik enerjisine çeviriyor. Gerekli yönetmeliklerin hayata geçirilmesi durumunda, Türkiye’de de tüketiciler kendi elektrik enerjisi ihtiyaçlarını bu paneller sayesinde karşılama şansına sahip olabilecek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)