AB küresel ısınmayı durdurmak için hedeflerini belirledi

Küresel ısınma Türkiye'de olduğu gibi tüm dünyada da en çok konuşulan ve tartışılan konuların başında geliyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, geçen ay Paris'teki toplantısında son yüz yıldaki artışın 0,74 C'ye ulaştığını belirtmiş, kutup bölgelerinde yaşanan ısınmanın da 125 bin yıldır görülmemiş bir sıcaklık artışını ortaya koyduğunu belirtmişti.

Özgür Gürbüz - Atlas Dergisi (web) / Nisan 2007

Sevinsek mi üzülsek mi bilemiyorum ama sıcaklık arttıkça tartışmaların harareti de artıyor ve küresel ısınmayı durdurmak için alınan önlemler de çıta yükseliyor. Mart ayında yapılan toplantıda AB'ye üye 27 ülke sıkı pazarlıklar sonucunda Kyoto Protokolü'nü de gölgede bırakan bir hedefte uzlaştılar ve seragazı emisyonlarını 1990 seviyesinin yüzde 20 altına indirmeye karar verdiler. Bilindiği gibi Kyoto Protokolü, 2008-2012 arasındaki ilk dönemde sadece yüzde 5,2'lik bir indirimi hedefliyor. AB üyeleri, bu hedefe ulaşmak için izlenecek yolda da anlaşmaya vardı. 2020 yılına kadar tüketilen enerjinin yüzde 20'si yenilenebilir enerji kaynaklarından yani rüzgârdan, güneşten, küçük su santrallerinden sağlanacak, birçok ev ve işyerinde verimli ampuller (kompakt floresanlar) Edison Amca'nın hediyesi ampullerin yerlerini alacak. Daha çok izalasyon ve daha çok toplu taşımacılık anlamına gelen bu tedbirlerin alınmasında ülkeler kendi tercihlerini kendileri belirleyecek. Bu hedeflerin zorunlu olması küresel ısınmayı durdurmaya çalışanları sevindirse de nükleer enerjiyi çözümlerin arasına katmaya çalışan Fransa ve zorunlu hedeflerin kendi enerji politikalarını etkileyeceğini düşünen bazı Doğu Avrupa ülkeleri ise çok memnun görünmediler. Polonya ve Slovakya bu hedeflere ulaşmak için paralarının olmadığından yakındılar ve adeta Türkiye'nin Kyoto'ya imza atıp ardından onaylamasına karşı çıkan bizdeki muhaliflere göz kırptılar. (Bir ayrıntı tartışmalarda gözden kaçırılıyor. Örneğin ABD ve Avustralya Kyoto'ya imza attı ancak taraf olmayı reddetti. ABD Başkanı George Bush'un başa gelmesinin bunda büyük payı olduğu düşünülüyor. Yine yanlış bilinen bir bilgi de Çin'in Kyoto'ya taraf olmadığı. Çin, Kyoto'ya taraf ancak ilk dönem için seragazı azaltma yükümlülüğü yok)

Kararı memnuniyetle karşılayanlar arasında BM Sekreteri Ban Ki-moon, bu kararın iş dünyasının daha ileri teknolojiler bulması için yatırım yapmasına yol açacağını söyleyerek mutluluğunu dile getirirdi. Bilim insanlarının konsensusu olan 2020'ye kadar yüzde 30 indirimin şart olduğunu söyleyen bazı çevreci kuruluşlar ise temkinliydi. Associated Press tarafından aktarılan Almanya Başbakanı Merkel'in sözleri ise gayet ilginçti. Merkel, herkesin hemen evindeki eski ampulleri çöpe atmasından bahsetmiyoruz ama dışarıdaki seçenekleri düşünmeye başlamasını istiyoruz dedi ve evindeki ampullerin birçoğunun verimli ampul olduğunu dikkat çekti. Merkel, 'Çok parlak değiller, halının üzerine bir şey düşürdüğümde bazen bulmakta zorlanıyorum' demeyi de ihmal etmedi.

Kyoto'yu imzalasak da mı saklasak, imzalamasak da mı saklasak tartışması
Türkiye Yeşilleri'nin başlattığı imza kampanyası 2 ay içinde 100 bin imzayı hedefliyordu ancak daha ilk ay içerisinde sayı 150 bini geçince ortalık biraz karıştı. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin önderliğinde bazı akademisyenler ve bürokratlar Türkiye'nin Kyoto'ya taraf olması halinde büyük maddi zarara uğrayacağını söylüyor. Osman Pepe 20 milyar dolarlık yatırım gerek diyor ama bu hesabın nasıl yapıldığını bilen yok. Çünkü Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne nasıl imza atacağı aslında bilinmezliğini koruyor. Bu konuda doyurucu bir açıklama da Enerji Ekonomisi Derneği'nden (EED) geldi. Bilindiği gibi, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (İDÇS) Ek-I listesinde yer alan gelişmiş ülkeler, Kyoto Protokolü'nde seragazlarını indirmek zorunda olanların listelendiği Ek-B listesinin de temelini oluşturuyor. EED, 1997 yılında imzaya açılan ve 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe giren Protokol'e bugün itibarı ile 165 ülkenin taraf olduğunu belirtiyor ve Türkiye'nin durumunu şöyle açıklıyor: 'Türkiye, BMİDÇS'si Ek-I listesinde bulunmakla birlikte, Kyoto Protokolü Ek-B listesinde yer almamaktadır. Ayrıca, 2001 yılında BMİDÇS 7.Taraflar Konferansı'nda (COP7) alınan karara göre, Türkiye'nin Ek-I de yer alan diğer ülkelerden farklı bir durumda bulunduğu kabul edilmiş ve taraf ülkeler Türkiye'nin özel koşullarını tanımaya davet edilmiştir'. EED, Türkiye'nin Kyoto'ya yükümlülük almadan taraf olmasının, 'Temiz Kalkınma Mekanizması' gibi mekanizmalar sayesinde Türkiye için avantajlı olacağını da belirtiyor. Kısacası Türkiye'nin durumu ancak imza atmaya kara verdiğinde yapılan pazarlıklar sonucunda karar verecek ve ancak 2012 sonrası hayata geçecek ikinci döneme yetişecek gibi gözüküyor. AB'nin protokole taraf olma zorunluluğu getirdiği de düşünülürse sorumluluğumuzu yerine getirmek için harekete geçmek inkar etmekten daha akıllı bir girişim olacağa benzer. Kaldı ki; petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar yerine rüzgar, güneş gibi yerli kaynakları kullanma dillerden düşmeyen dışa bağımlılığa da çare olacak. Su kaynaklarına sahip çıkmanın, daha az tüketmenin, daha az atık çıkarmanın ve orman alanlarına villa yapmamanın, otoyollarda onlarca insanın ölmesini seyretmek yerine trenlerle seyahat etmeyi öğrenmenin Türkiye'ye zarar vereceğini söyleyenleri anlamak açıkçası biraz zor.

Karbon borsası, karaborsaya mı dönüştü?
Emisyon ticareti olarak da adlandırdığımız karbon borsası Kyoto Protokolü'nün en çok tartışılan yöntemlerinden biri olmaya devam ediyor. Her zaman çok eleştirilen 'kirleten öder' ilkesini esas alan bu yöntem sonucu firmalar kendilerine ayrılan kotaları aşmamak için kotaların altında kalan diğer firmaların borsaya sunduğu hisseleri alarak hesaplarını düzeltiyor. Protokol gereği yükümlülük altında olmayan firmalar da aynı işlemi bir sosyal sorumluluk projesi olarak yapmaya başladılar. Ne de olsa küresel ısınmaya duyarlı olmak artık çok moda! Yalnız iş yine çığırından çıkmışa benziyor. 10 Mart'taki sayısında New Scientist'in verdiği örnek dehşet verici. Avustralya'nın Brisbane kentinde düzenlenen geleneksel nehir festivalinde Australya Hava Kuvvetleri'nden bir jet uçağı, kutlamaya renk katmak için yakıtının büyük bir bölümünü gökyüzüne bırakıp ardından yakarak aşağıdakilere oldukça sıcak bir gösteri yapmış. Festivali organize edenler çok düşünceli olduğu için, saniyeler süren gösteride ortaya çıkan 68 ton eşdeğeri karbondioksiti emecek 300 adet fidanı toprakla buluşturduklarını bildirmişler. Ağaçların kaç yılda bu kadar karbondioksiti emeceği ise pek düşünülmemiş anlaşılan.Bu örnekten yola çıkan New Scientist, özellikle ucuz olduğu için tercih edilen ağaç dikme gibi yöntemlerle atmosfere salınan karbondioksitin emilmesini öngören bu metodun ne kadar işe yaradığını tartışmaya açıyor. Özellikle Kyoto kapsamında olmayan ve bunu sosyal sorumluluk altında yapan firmaların bir pazar yarattığına dikkat çekilen makalede, 30 kadar aracı firmanın bu hisseleri internet üzerinden sattığına dikkat çekiyor. Açıkçası çevre için işlemiş olduğunuz günahlarınızı bir tuşa basarak silmek ne kadar etik, ciddi bir tartışma konusu. Merak edenler için söyleyelim, bu firmaların sattıkları CO2 'in ton fiyatı 7,5 pound ile 165 pound arasında değişiyor. Bazı ağaçlar zor büyüyor anlaşılan.
Karbon Borsası Her yıl 50 bin ton CO2 salımı yapan bir firmaya 45 bin tonluk bir limit konulduğunu düşünün. Bu firma, yıl sonunda CO2 salımlarını 40 binde tutmayı başarırsa, satabileceği 5 bin ton karbon hissesine sahip oluyor. Limit aşımında ise diğer kuruluşlardan bu hisseleri satın almak zorunda. Temiz karbon hisselerinin çokluğu ve azlığı da fiyatı belirliyor.

Nasıl Çalışıyor?
AB'nin 2012 yılına kadar, 1990 yılındaki emisyonlarını yüzde 8 azaltması için her üye ülkenin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekiyor. Her üyenin hedefi farklı ama amaç aynı; yüzde 8'lik ortalamayı yakalamak. Örneğin, Avusturya yüzde 8, Danimarka ve Almanya yüzde 21 azaltma hedefiyle yola çıkarken; Portekiz yüzde 27, Yunanistan yüzde 25 ve İrlanda 90 seviyesine göre artışlarını yüzde 13'ün üstüne çıkarmamak zorundalar. Tüm bu sınırlamalarla bağlantılı olarak, ülkelerin salabileceği miktarlar da belirlenmiş oluyor. İşlemlerin kolaylaştırılması için tüm sera gazları CO2 cinsinden hesaplanıyor ve karbon dioksit eşdeğeri olarak adlandırılıyor. Daha sonra her ülke, emisyon ticaretine dahil olan firmalarını ve onların kotalarını belirliyor. Bu kota normal koşullar altında atmosfere salınacak sera gazlarının daha altında bir rakam olarak belirleniyor. Firmalar bu sınırı aşmamak için ya teknolojilerini ya da üretim yöntemlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bir diğer seçenek ise kotalarının üstünde kalan her birim karbonu pazardan satın almak. Eğer bunu yapmazsanız bir cezası da var tabii. 2008'e kadar ton başına 40 Avro ödemek zorundasınız. 2008'den sonra bu rakam 100 Avro'ya çıkacak.

Enerjide karbon gömme yöntemiyle kömüre dönüş

Artan enerji talebi, Ukrayna kriziyle yüzünü gösteren Gazprom İmparatorluğu ve herkesin korkulu rüyası küresel ısınma Avrupa’yı harekete geçirdi. Uzmanlar hem artan talebi karşılayacak, hem küresel ısınmayı yavaşlatacak ve hem de enerji güvenliğini sağlayacak mucizevi formülün peşine düştüler.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 3 Şubat 2007

İngiltere’nin güneyinde, kameralarla korunan, sanki konuşulanları kimsenin duymaması için etrafında tarla ve ağaçlardan başka bir şey barındırmayan eski bir malikane kapılarını Avrupa’nın dört bir yanından gelen 51 katılımcıya açtı. İçeri giren üst düzey bürokratlar, büyük şirketlerin ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile akademisyenler 3 gün boyunca Avrupa’nın enerji güvenliği sorununu tartışmak üzere bu malikaneye adeta hapsedildi.
Çözüm için enerji verimliliğinden başka bir uzlaşma ortaya çıkmasa da enerji güvenliği tartışmalarında Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığı, küresel ısınma konusunda Çin ve Hindistan’ın da Amerika gibi bir tehdit haline gelmesi, nükleer enerjide ise İran’la bütünleştirilen nükleer silahların yayılması sonucu ortak sorunlar olarak dile getirildi. Bütün bu sorunlar ayrı ayrı başlıklar altında masaya yatırıldı ve çözüm önerileri tartışıldı.

En temel sorun yüksek talep artışı
Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) 2006 yılında hazırladığı World Energy Outlook raporunda, 2004 yılında 11 milyar 204 milyon TEP (Ton edeğeri petrol) olan enerji talebinin 2030’da 17 milyar tonu geçeceğini belirtmişti. Bunun Çincesi, her hafta açılışı yapılan bir kömür santrali. 2004’te 1 milyar TEP olan Çin’in talebi 2030’da 2 milyarı geçecek. Dünyanın toplam talebinin yaklaşık dokuzda biri Çin’den gelecek. Hindistan’ın enerji talebi de benzer bir artış hızıyla 1 milyar 100 milyon TEP’i geçecek. Çin’de elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 61, Hindistan’da ise yüzde 70 olacak. İşte sadece bu iki ülkenin artışları bile küresel ısınmayı durdurma konusunda elini taşın altına koymuş Avrupa’nın canını sıkmaya yetiyor. Üstüne kişi başına düşen emisyonları Çin’den fazla olan Avustralya ve ABD’yi de eklerseniz Avrupa yatağa bile düşebilir.

Gazprom imparatorluğu
Bunun üstüne kendi talep artışları ve giderek artan oranda tek bir ülkeye, Rusya’ya, olan bağımlılıkları ise toplantıda da tartışmalara yol açıyor. Bundan 15 yıl sonra hemen hemen her tür enerji formatında AB dışarıya el açmak zorunda kalacak. Aslan payı halihazırda Avrupa’nın gaz tedarikinin yüzde 27’sini sağlayan Rusya’da olacağa benziyor. Aslında Rusya yıllardır Avrupa’ya gaz sağlıyor ve geçen yıl meydana gelen Ukrayna krizi dışında ciddi bir krizde yaşanmamış. Artan talebi karşılayarak daha çok kar etmek isteyen Ruslar daha çok petrol ve gaz çıkarmak için yatırım yapmak istiyor. Yatırımları garantilemek için de Avrupa’dan uzun dönemli alım anlaşmalarına imza atmalarını.

Avrupa ise bu kaynaklara kendi firmalarının ulaşmasını sağlayacak bir serbest piyasa oluşturulmasını istiyor. Bu sayede sermaye sahibi Avrupa firmaları işin başında olacak ve Gazprom’un tekeli kırılacak. Yemek ve kahve molalarında Rusya ve AB temsilcilerinin masadan birbirlerine öfkelenerek hiddetle kalktığını görmek oldukça şaşırtıcı. AB, Gazprom’dan daha ucuz gaz ve liberal piyasa koşullarında ticaret istiyor. Son yıllardaki en iyi ekonomik dönemlere imza atan Rusya ise bu başarının ardında yatan enerji kaynaklarının kontrolünü Rus şirketlerde tutmakta ve ucuz fiyata gaz satmamakta kararlı. Rusya ürettiği gazın üçte birini, petrolün ise üçte ikisini dışarıya satıyor. Bir konuşmacının da belirttiği gibi Rusya’nın tekelci kimliğinden çok Avrupa’yı rahatsız eden onun kontrol edilemeyecek kadar güçlü bir ülke olması belki de. Kimse, Suudi Arabistan’ın petrol tekelinden rahatsız görünmüyor örneğin.

Talebi karşılayacak yeterli kaynak var mı?
Talebi karşılayacak kaynak var mı? Bu sorunun yanıtı evet ama kullanmaya kalkarsanız insan yaşamının devam edip edemeyeceği bir tartışma konusu. Bilinen petrol rezervleri için 40, doğalgaz için 67, kömür içinse 160 yıl ömür biçiliyor. Yalnız talebi tüm bu fosil yakıtlarla karşılarsanız 2020’de 1990 yılına göre en az yüzde 30, 2050’de ise yüzde 80 azaltılması gereken seragazları tavan yapıyor. Küresel ısınma yüzünden fosil yakıtları kullanmak mümkün gözükmüyor ancak özellikle büyük enerji şirketlerinin desteklediği bir formül her şeyi değiştirebilir. Karbon gömme (Carbon sequestration) teknolojisi ile gaz ve petrol yatakları küresel ısınmaya yol açan CO2 ile doldurulacak. Örneğin çıkarılan doğalgazın içindeki karbondioksit ayrıştırılarak atmosfere bırakılmadan yeraltına verilecek. Ek maliyet gerektiren bu işlemin kısa zamanda hayata geçeceği konusunda uzmanlar hemfikir gibi gözüküyor.
Bu tekniğin gerçekleşmesi Ocak 2005'te başlayan ve 14 milyar euroluk işlem hacmini bulan karbon borsasında temiz karbon hisselerinin göstereceği performansa bağlı. Bunun için, 4 eurolara kadar düşmüş olan karbondioksitin tonunun 20-25 eurolara ulaşması gerek. O zaman firmalar, atmosfere saldıkları karbondioksit miktarını kendilerine verilen kotalara çekmek için karbon borsası aracılığıyla temiz hisse almayacak. Bunun yerine daha ucuza malolacak karbon gömme teknolojisine geçecekler. Durumun ümitsizliğinden olsa gerek birkaç yıl önce bu yönteme kuşkuyla bakan çevrecilerin de sesi pek duyulmuyor artık. Özellikle kömür yataklarını tekrar ön plana çıkarmak isteyen ABD’de bu konuda ciddi hazırlıklar var. Bir katılımcıya göre, bu teknoloji gelişirse 2050’ye kadar 5000 Terevatsaat elektrik kömür santrallerinden elde edilebilir.

Enerji verimliliği şart
Karbon gömme teknolojisine olan ilgiye bakıp çözümün yine fosil yakıtlarda yattığını sanmak aslında bir yanılgı olur. Karbon gömme yöntemi hayata geçirilirse birçok ülke başta kendi kömür kaynaklarını kullanarak dışa bağımlılığı azaltacak ve sera gazı salımı yapmayacak. Toplantıdaki gerçek konsensus enerjinin daha verimli kullanılması yönündeydi. Hemen hemen her konuşmacı birinci öncelik olarak enerji verimliliğinden bahsetti. Bu alanda üç farklı oyuncuya görev düşüyor. Yasalarla verimliliği artıracak, enerji yoğunluğunu azaltacak siyasi otoriteler, bu konuda acilen bilinçlenmesi ve elini taşın altına koyması gereken halk ve enerji verimli teknolojileri üreterek kar etmeyi öğrenecek bir endüstri. Yenilenebilir enerji kaynakları da talep artışını karşılamak için kullanılacak ve prim yapmaya devam edecek. Zaten toplantıda en az itirazın olduğu konulardan biri de buydu. AB birkaç ay önceyi çıtayı yeniden yükselterek yenilenebilir enerji kaynaklarının payını 2020’de yüzde 20’ye çıkarmayı kendine hedef koydu.

Fosil yakıtlar
Birçok gelişmiş ülkede seragazlarını düşürmede ve dışa bağımlılıkta petrol büyük rol oynuyor. Fiyattaki dalgalanmalar da herkesi derinden etkiliyor. ABD’de yıllar sonra petrol tüketimi azalmış. Tüm ülkelerde hibrid arabalar ön plana çıkıyor. Arazi araçlarını ise daha fazla vergiler bekliyor. Tüm bunlara rağmen ulaşım kaynaklı sera gazlarını düşürmek en zor iş gibi gözüküyor. Gaz ısınmada da kullanıldığı için ayrı bir yerde duruyor ancak elektrik üretiminde kömür ile birlikte kaderleri hem karbon gömme teknolojisindeki hem de yenilenebilir enerji kaynaklarında ki maliyetlere bağlı. Gaz depoloma ise garanti açısından gerekli ama pahalı bir seçenek olarak değerlendiriliyor. Tankerlerle istenilen bölgeye götürülebildiği için LNG‘nin yıldızı da parlayacak. Tek bir boru hattından tek bir ülkeye bağlı Avrupa bu yolla, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan da gaz sağlamayı umuyor. Yine de enerji verimliliğiyle talep artışı düşürülemezse çevresel sorunlardan savaşlara kadar birçok problemin ortaya çıkacağını toplantının sonuçları arasına kaydetmek lazım.

Nükleer enerji geri dönecek mi?
Fosil yakıtlara göre daha az karbondioksit ürettiği için Avrupa’da yeniden hararetle tartışılmaya başlanan nükleer enerji konusu toplantının en çok farklı görüşe sahip tartışmalarından biri oldu. Nükleer enerjinin, Üç Mil Adası ve Çernobil kazalarından sonra gözden düştüğünü belirten bir katılımcı, yaşlanan nükleer santraller sayesinde kurulu nükleer gücün düşüşe geçtiğini belirtti. Yeni santraller yapılmaz, Belçika, Almanya ve İsveç gibi ülkeler kapatma kararlarını değiştirmezlerse 2015’te 400 gigavatı bulacak kurulu güç 2035’te 100 gigavata kadar inebilir. Asya’dan gelep talep sinyalleri bu düşüşü yukarıya doğru çıkartmaya tek başına yetmeyecek gibi görünüyor. Avrupa 15’te hala Finlandiya ve Fransa dışında nükleere sıcak bakan ülke olmaması, Amerika’nın kömüre yönelmesi endüstriyi düşündürüyor. Nükleer seçeneği tekrar gündeme getiren Tony Blair’in ülkesinde bile milletvekillerinin yüzde 36’sı nükleeri desteklerken yüzde 41’i karşı görüşte. Nükleer enerji taraftarı bir katılımcıya göre nükleer atıklar, yüksek ilk yatırım maliyeti, IV. jenerasyon reaktörler, kamuoyu baskısı, terör tehlikesi ve küresel ısınmanın ne kadar ciddiye alınacağı konularındaki gelişmeler nükleerin geleceğini belirleyecek.

Wilton Park Konferansları
Tarihi 1946 yılına dayanan Wilton Park konferansları, Londra’dan güneye, Brighton’a inen yolda 16. yüzyıldan kalma bir malikanede yapılıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında Winston Chuchill’in, biraz da Almanya deneyiminden yola çıkarak, Avrupa’da demokrasiyi geliştirmek için ortaya attığı bir fikir olarak doğdu. Proje Wilton Park adındaki bir malikanede hayat buldu. 1948 yılında Dışişleri Bakanlığı altında akademik olarak bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürmeye başlayan Wilton Park, 1951 yılından bu yana “Batı Sussex”deki yeni evi olan Wiston House’da her yıl onlarca toplantıya ev sahipliği yapmakta. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu dışişleri ve diğer bakanlık temsilcilerinden oluşuyor. Akademisyenler, iş dünyasından üst düzey temsilciler, sivil toplum örgütleri, milletvekilleri ve az sayıda medya mensubu da toplantılara katılabiliyor.

Chatham House kuralları geçerli

Wilton Park toplantılarında, aksi belirtilmediği takdirde tüm konuşmacıların kimlikleri oda içerisinde kalıyor. Katılımcılar buradaki bilgileri istedikleri gibi paylaşabiliyorlar ancak bilginin kaynağını, alıntı yaptıkları kişinin ismini söyleme hakları yok. 1920 yılında benzer amaçlarla kurulan ve uluslararası sorunların tartışıldığı “Chatham House”dan ismini alarak “Chatham House Kuralları” olarak bilinen bu yapı sayesinde katılımcılar, daha rahat görüşlerini dile getirebiliyor ve tartışmalar daha büyük bir açıklıkla yapılabiliyor.

Jonathan Stern
Oxford Enerji Araştırmaları Enstitüsü, Gaz Bölümü Direktörü
Hazar gazının Türkiye'den Avrupa’ya gelmesi çok zor

Hazar gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya gelmesi uzun dönemde 2010’lı yılların sonunda gerçekleşebilecek. Bu aslında oldukça eski bir fikir ve gerçekleşmesi çok zor. Birinci neden anahtar ülke olarak düşünülen İran’ın konumu. Artık birçok kişi İran’ın güvenli bir tedarikçi olmadığını düşünüyor. İranlılar da gazı, boru hatlarıyla satmak yerine LNG olarak satmayı planlıyor. Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkeler de gazı Rusya’ya ve ondan da karlısı Çin’e ihraç ederek daha fazla kar elde edebiliyorlar. Kısaca Hazar’dan gelecek ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak olan gazın rekabet şansı çok az. Ayrıca enerji güvenliği anlamında bu ülkelerin Rusya’dan daha güvenli olacakları konusu da belirsizliğini koruyor.
Avrupa probleminin giderek artan oranda dışa bağımlı olmak olduğunu sanıyor. Asıl problem dışa bağımlı olduğunuz ülkelerle Avrupa’nın ilişkisi. İyi politik ilişkileriniz yoksa iyi enerji ilişkileriniz de olamaz. Biz giderek LNG dünyasına doğru ilerliyoruz. Eğer fiyat Amerika’da pahalıysa Kuzey Afrika’dan gaz alabileceksiniz. Avrupa’nın sıkıntısı boru hatlarıyla alabileceği gazın sadece Rusya’dan geliyor olması. Gelecek 10 yıl içinde buna rakip olabilecek tek yer Kuzey Afrika.

Keith Parker
Nükleer Endüstri Birliği CEO

Nükleerde rönesans yok ama ilgide bir canlanma var

Nükleer rönesans sanırım biraz fazla iddialı bir terim. Kuşkusuz nükleer enerjiye olan ilgide bir canlanma görülüyor. Üç Mil Adası kazasından sonra Amerika’da, Çernobil’den sonra ise İtalya, İsveç ve Almanya’nın da nükleerden vazgeçme kararlarıyla Avrupa’da nükleer enerji konusunda bir yavaşlama yaşandı ve durma noktasına geldi. 10 yıl önce de bir canlanmadan bahsetmek zordu. Şimdi ise iklim değişikliği ve enerji güvenliği sorunlarından ötürü insanlar nükleeri yeniden tartışıyor. Fransa ve Finlandiya dışında fazla sipariş görmediğimiz doğru. İngiltere’de de özel sektörün nükleer santral yapması ve sökümü üstlenmesi konuşuluyor. Daha önce liberal bir piyasada nükleer santral inşa edilmediği için zorluklar var. Küresel bakarsak Asya’da daha çok sipariş görebiliyoruz. Çin’de Westinghouse 4 yeni sipariş aldı. Ancak nükleerin Çin’de büyük bir rol oynayacağını düşünmüyorum çünkü çok miktarda hidroelektrik ve kömür kaynakları var.
Nükleer enerji için yönetmelikler çok önemli. İngiltere’den örnek verirsem; şu andaki tüm reaktörler kamu tarafından yapıldı. Uzun süren planlama işlemleri ve santraller inşa halindeyken bile değişen yönetmeliklerle karşılaşıldı. Bu nedenle devamlı ek işlerle karşılaşıldı. Özel sektör için riski daha aza indirecek yeni bir planlama süreci, yasalar ve nükleer atık konusu çok önemli. Atıkların idare edilmesi çok uzun yıllar gerektiriyor, firmalardan bu sorumluluğu alması beklenemez. Firmaların bu konuda yardımda bulunmaları önerilebilir. Maliyetler içinde atıkların payı %5 kadar ama bir sosyal sorun olduğu kesin. Halka bu konuda bir tazminat ödenebilir. Yeni jenerasyon reaktörlerin çabuk ve ucuza inşa edilmesi daha az atık üretmesi gerekecek. Artık nükleer enerjinin maliyetini daha net anlaşıldığını düşünüyorum. Koskoca bir ilk yatırım maliyeti var. Eğer inşa sırasında problemler, bir gecikme yaşanırsa maliyetler ciddi şekilde artabilir. Bu yüzden planlama ve lisanslama gibi aşamalara çok önem verilmeli ki bu sırada bir duraklama yaşanmasın. Yatırımcılar pazar koşullarını net bir biçimde görmezlerse ya da karbon gömme gibi teknikler hayata geçerse başka kaynaklar arasında bir ticari seçim yapacaklar. Yakıt maliyeti nükleerin maliyeti içinde küçük bir paya sahip. Uranyum fiyatları arttı ama yapılan hesaplar eski madenlerin de çalıştırılması halinde günümüzdeki kapasiteye 40 ila 60 yıl kadar yetecek.
İran’ın neden nükleer enerji programına sahip olmak istediği üzerine büyük şüpheler var. İran buna hakkı olduğunu söylüyor, Batı için de biz de var ama sen yapamazsın demek zor. Bu büyük bir güvenlik ve politik sorunu. Tartışma ve diplomasının rol oynaması gerektiğini düşünüyorum. İran’ın üstüne giden yönetimlerin sonuç vereceğini düşünmüyorum. Nükleer silah probleminin uluslararası güvenlik usulleriyle halledilmemesi halinde nükleer enerjinin gelişmesinin önünde de problem olacağını düşünüyorum.

Yurdakul Yiğitgüden
Enerji Bakanlığı eski Müsteşarı - Danışman
Türkiye enerji köprüsü olma yolunda hız kesmemeli

Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakereleri yapması ve İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na imza atmış olması nedeniyle iklim değişikliği konusunda alınan tedbirlerde ortak olma veya ilerisi için hazırlanmakla yükümlü. Aslında Türkiye neler yapılacağına dair, örneğin enerji verimliliği gibi bazı işaretler verdi. Ama artık hedefler belirleyip bu hedeflere nasıl ulaşılacağını belirten politikaları belirlemek gerekiyor. Bu konferansta da belirtildiği gibi hükümetler piyasaların nasıl işleyeceğini belirten çerçeveleri belirlemekle yükümlü ancak piyasaya müdahale etmemeliler. Bizde piyasa ekonomisine geçişte bir yavaşlama yaşandı. Elektrik fiyatlarını yukarıdan önlemlerle biryerlerde tutma anlayışı ileride mutlaka bazı sorunlar doğurur. Burada arz güvenliği tartışmalarında konuşulan en önemli sorun Avrupa’nın tek bir ağızdan konuşamaması sorunu. AB içinde konuyla ilgili farklı komisyon ve birimler var, ortak bir politika belirlenmesi konusu
Türkiye üzerinden boru hatlarının Avrupa’ya ulaşması için son birkaç yılda AB’den büyük destek geldi. 90’lı yılların sonunda böyle bir destek yoktu. Türkiye biz Avrupa’nın enerji köprüsüyüz derken bunun gereklerini de yerine getirmeli. Hazar’dan Türkiye’ye gelecek gaz konusunda liderliği üstlenmek ve pazarlıkları sürdürmek zorunda. Hiç kimse BTC sürecinde Türkiye’nin “ağır abi”yi oynayarak hedefe ulaştığını sanmasın. Türkiye’nin geçiş ülkesi olma konusunda çabalarını hızlandırması gerekir. Türkiye’ye ümit bağlamış yabancı kuruluşlarda son aylarda bu momentumun kaybedilmesi sonucu doğan bir ümitsizlik var.

In Europe the bell tolls for energy

Europe has taken action as the result of increasing energy demand, the Gazprom Empire – which became known during the Ukrainian crisis – and the much feared global warming. Experts are seeking a magical solution that will both satisfy the growing demand and slow down global warming.

Özgür Gürbüz - Steyning, England - Turkish Daily News /January 29, 2007

Last week 51 experts and representatives of oil giants from across Europe gathered for three days to discuss the continent's energy challenge at a Wilton Park Conference in England. The original aim of Wilton Park Conferences, the first of which was realized by Winston Churchill 61 years ago, was to create a more democratic England. Today, it is an event where not only England's but the whole world's problems are addressed.

Energy experts determined there is a need to find solutions to the following scenarios: a 50 percent increase in energy demand by 2030, China opening a new coal-operated power station every week, Europe's growing dependence on Russian oil, and an ever-warming earth mainly due to fossil fuel consumption. These challenges brought representatives of oil giants along with civil society and government experts under one roof in Steyning.

The Wilton Park conference forbids the attribution of quotes to the participating speakers. This enables speakers to express themselves freely. The passages below are attributed to the speakers and the views expressed are theirs. According to this year's conference, the energy crises on the horizon will be much different from those the world has seen in recent centuries.

Problem of demand:
The demand for energy is rising around the world. The leaders in this area are Asian countries, with China and India as the principle players. On the other hand, even though demand in Europe and northern America has been increasing more gradually, with their already-high consumption rates, these Western countries are afraid of becoming dependent on foreign oil. Fifteen years from now, the European Union will be reliant on external resources in all forms of energy. This, in return, brings about disputes like the one between the EU and Russia, or more precisely, the EU and Gazprom – a dispute that made its mark on the conference. The EU is asking for lower prices and trade under free-market conditions while making plans for exploring its resources in North Africa. The rise in the popularity of liquid natural gas (LNG) will be inevitable.

Carbon sequestration:
The total time current energy resources will last is estimated to be 40 years for oil, 67 for natural gas, and 160 years for coal. Even when the demand for all these fossil fuels is satisfied, the level of gases causing the green house effect, which should be decreased by 30 percent in 2020 and by 80 percent in 2050 according to research, will soon reach an all time high. It is clear that the European Carbon stock exchange, which started its operations on Jan. 1, 2005 and has reached 14 billion euros, will also be peaking, but what is not clear is whether there will be a living buyer left to trade. All these predictions can be averted with the implementation of a project supported especially by big energy firms.

Utilizing the carbon sequestration technology, gas and oil beds will be filled with CO2 gas, which causes global warming. For example, the carbon dioxide in natural gas will be forced back beneath the earth after it has been separated. The experts seem to be in accord about the necessity of this process which requires an additional cost. The method has been put on hold until the price of carbon dioxide, which is currently 4 euros per ton, rises to 20-25 euros. Then, instead of paying this same price via emission trading, the companies will invest in carbon sequestration technology. It must be due to the hopelessness of the situation that environmentalists do not bother to oppose the method, which they viewed with skepticism a couple of years back.

Energy efficiency:
Energy efficiency was on most every speaker's agenda. There are three separate players in this field: political authorities that will increase energy efficiency and decrease energy density with new laws; the public that needs to become more conscious and take action; and the industrialists that will produce energy efficient technologies and thereby profit (or at least minimize their losses).

Yuvacık Barajı'nın borcu bitmeden suyu bitti

Yuvacık Barajı'nın 4-5 milyar dolarlık borcu ödenmeye devam ederken suyun tükendiği ortaya çıktı. İşletmeci firma suyun küresel ısınmadan dolayı tükendiğini öne sürüyor. Meteorolojinin rakamları ise bunu doğrulamıyor. İzmit, geçen yıla göre daha fazla yağmur aldı. Barajın yapımı sırasında başkan olan Sefa Sirmen ise iddiaları siyasi olarak yorumluyor.

Ayşegül Sakarya-Özgür Gürbüz - Referans / 2 Aralık 2006

Yapım aşamasında Hazine'yi 4-4.5 milyar dolarlık zarara soktuğu iddiasıyla yıllardır tartışılan Yuvacık Barajı'nda borç bitmeden su bitti. İstanbul'un da suyunun karşılanacağı kadar büyük kapasiteye sahip olduğu iddia edilen ve 860 milyon dolarlık yatırım değeriyle dünyanın özel sektörce finans edilen en büyük su projesi olarak lanse edilen Yuvacık Barajı'nda 7'nci yılda suyun tükenmesi işletmeci firma Thames Waters ile Kocaeli Belediyesi arasında tartışma yarattı. Thames Waters suyun bitme nedenini küresel ısınma ve kayıp kaçak olarak açıklarken belediye ise barajın yanlış hesap kurbanı olduğunu belirtti.

1987 yılında İzmit ve İstanbul'un su ihtiyacının karşılanması için yap-işlet-devret (YİD) modeliyle gündeme gelen Yuvacık Barajı, Devlet Su İşleri'nin karşı raporlarına rağmen 8. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 'sınıf arkadaşları' olan Erol Üçer ve İdris Yamantürk'ün müteahhitlik şirketlerine verildi. Halen CHP milletvekili olan Sefa Sirmen'in başkanlığı döneminde ise İzmit Belediyesi projeyle ilgili uygulama ve su satış anlaşması imzaladı. İnşaat bitmeden su bedeli ödeme garantisi verilen baraj 9 yılda bitirildi. Yatırım maliyeti ise 942 milyon dolara çıktı. Bu arada Hazine de sözleşmeye dayanarak 4 yıl boyunca kullanılmayan suya toplam 738 milyon dolar ödedi. Belediye, barajın kalan 4-4.5 milyar dolar borcunu ödemeye devam ederken şimdi de barajdaki suyun yetersiz olduğu gündeme geldi.

Barajın inşaatını gerçekleştiren İSAŞ şirketinde yüzde 35 paya sahip olan ve aynı zamanda işletim ve bakımı üstlenen İngiliz Thames Waters, barajda suyun tükenmesini küresel ısınmaya bağladı. Şirketin Türkiye Ülke Direktörü Evren Köprülü, İzmit'te kuraklık sorununun baş gösterdiğini açıklayarak diğer su kaynaklarının devreye alınmasını istedi. Köprülü, şunları söyledi: "Küresel ısınma nedeniyle su azalıyor. Ayrıca havza içinde belediyenin ve askeriyenin kullandığı eski hatlar var. Hatlar eski olduğu için büyük kaçaklar var ve suyun çoğu ziyan oluyor. Bunlar bizim kontrolümüz dışında kullanılıyor. Bunlar mümkün mertebe baraj havzasına bırakılırsa bizim sistemimizde sıfır kaçak olduğu için sular daha verimli kullanılabilir." Thames Waters tarafından öne sürülen gerekçelerden küresel ısınma Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre gerçekçi değil. Meteoroloji'ye göre Kocaeli Bölgesi'nde 2006 yılı 2005 yılına göre daha yağışlı geçti. Türkiye'nin 1980-2000 yılı kuraklık haritasıyla 2005 yılı haritaları karşılaştırıldığında da Kocaeli'nin ikinci en iyi yağış alan, yani "nemli" olarak tabir edilen bölgede olduğu görülüyor.

Bu arada uzmanlara göre bu dev proje içinde bir de Kuraklık Yönetim Planı yer alıyor. Proje Thames Water'ın öncülüğünde, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, DSİ 15. Şube Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Müdürlüğü, İSU Genel Müdürlüğü ve Kocaeli Sanayi Odası tarafından hazırlandı ve kuraklık olasılığının gerçekleşmesi halinde, su temininde oluşabilecek sıkıntıların halka en az şekilde hissettirilerek halk sağlığının korunması amaçlanıyor.

Kocaeli Belediye Başkanvekili İlyas Şeker de kuraklık iddialarını yalanlıyor. "Eğer kuraklık olsaydı bunu devletin tespit etmesi gerekirdi. Bu barajdan yıllık 142 milyon metreküp su temin etmenin mümkün olmadığı DSİ'nin ilk raporunda yer alıyor. Şimdi ise daha önce kabul etmedikleri bu raporu gerekçe göstererek 'Bunu biliyordunuz' diyorlar. Oysa ki dönemin büyükşehir belediye başkanı ve yönetimi hem de yabancı firmalar barajı her yıl 142 milyon metreküp su parası ödenme şartı ile yaptı. Belediyeyi 5 milyar dolarlık borcun altına soktular. Her ay 15 trilyon ödüyoruz. 80 yıl daha ödeyeceğiz. Ayrıca kaçakları engelliyoruz. Oran yüzde 47'lere düştü" dedi. Şehrin ihtiyacını karşılamak için Yalova'da bulunan Gökçedere Barajı'ndan su almaya başladıklarını aktaran Şeker, İSKİ ile anlaştıklarını, Gebze bölgesi için su alacaklarını vurguladı. Aralık ayı içinde yağmurların başlamasını beklediklerini ifade eden Şeker, "Bu baraj Kocaeli'nin en az 20-30 yıllık su ihtiyacını karşılayacak iddiası ile yapıldı. Ancak 7. yılında bitmiş durumda" dedi.

Belediye'nin Yuvacık'tan aldığı suyun yıllara göre dağılımı

Tarih Miktar (milyon metreküp)
1999 55
2000 96
2001 101
2002 107
2003 110
2004 111
2005 122
2006 128

Barajın suyu az ama kaçaktan kaynaklanıyor iddialar ise siyasi

Barajın yapım döneminde İzmit Belediye Başkanı olan CHP Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen ise belediyenin barajdaki kaçakları ve arızaları onarmadığını söyleyerek belediyeyi suçladı. Yağışların azlığından dolayı su seviyesinin düştüğünü ve küresel ısınmanın da etkilediğini söyleyen Sirmen, şunları söyledi: "Barajdan bu yıl 130 milyon metreküp su alınmış. Faturaya yansıyan kısmı 65 milyon metreküp. Gerisi kaçak gözüküyor. Bunu belediye yönetimi bilinçli yapıyor. Kaçakları onarmıyor, arızaları gidermiyorlar. Barajdaki suyu bitmiş gibi göstermek istiyorlar. Şu anda belediyenin istediği suyu zaten baraj karşıladı. Seviye düşük, kaynaklar yeterli değil. Ama aralık ayı yağışlı geçer 5-10 gün sonra bir sıkıntı yaşanmaz. 3 aydır su sıkıntısı olabilir diye kıyamet koparıyorlar bu tamamen siyasi."

Rüzgar enerjisi sektörü 13 milyar euroluk ciroya ulaştı

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi ve Greenpeace, 2050 yılında dünyanın ihtiyacı olan elektriğin üçte birinin rüzgar enerjisiyle karşılanabileceğini öne süren bir rapor yayınladı. Raporun en büyük dayanağı cirosu 13 milyar euroyu bulan rüzgar enerjisi sektörü.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ekim 2006

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi ve Greenpeace tarafından açıklanan "Küresel Rüzgar Enerjisi Görünümü 2006 raporuna göre, rüzgar enerjisi 2050 yılına kadar dünya elektrik ihtiyacının yüzde 34'ünü karşılayabilecek potansiyele sahip. Bu hedefe ulaşıldığı takdirde yine 2050 yılına kadar toplam 113 milyar ton CO2'in atmosfere salınmasını da engellenmiş olacak. Uluslararası Enerji Ajansı'nın tahminlerini baz alarak hazırlanmış raporun en büyük dayanağı da hızla büyüyen rüzgar enerjisi sektörü.

1995'te 4 bin 500 megavat (MW) olan dünyadaki toplam kurulu güç bugün 59 bin MW. Rüzgar enerjisi sektörünün yıllık cirosu ise 13 miyar euro ve dünya çapında 150 bin kişiye iş sağlamış durumda. Raporun hazırlayıcılarından Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi Başkanı Arthouros Zervos, elektrik talebindeki artışı karşılamaya yetecek kadar rüzgarın estiğini ve bu raporun rüzgar enerjisinin gelecek için bir rüya olmadığını ispatladığını belirtiyor. Zervos, "Önümüzdeki yıllarda alınacak politik kararlar dünyanın ekonomik ve çevresel durumunu belirleyecek" yorumunu yapıyor. Raporun hazırlayan iki kuruluştan biri olan Greenpeace'in Yenilenebilir Enerji Direktörü Sven Teske, "Rüzgar enerjisi küresel ısınmayla olan savaşta anahtar olan CO2 emisyonlarını hissedilir derecede indirir. 2020 yılına kadar 1990 rakamlarının üçte biri, 2050 yılına kadar da yarısı kadar olan gerekli emisyon indirimi ancak rüzgar enerjisinin enerji sektöründe önemli bir rol oynamasıyla sağlanabilir" diyor. Teske, rüzgar enerjisinin bu rolü dünyanın ortalama sıcaklığının 2 dereceyi geçmesinden önce oynamasının önemli olduğunun da altını çiziyor.

Yılda yüzde 28 büyüme
2005 yılı rüzgar enerjisi için yine bir rekor yılı oldu. 60 bin MW sınırına dayanan kurulu güç sadece 2005'te bir önceki yıla göre yüzde 28 arttı. Kümülatif artış hızı ise yüzde 24'lerde. Aşırı talep yüzünden türbin bulmakta zorlanan ve fiyat artışıyla karşılaşan yatırımcılar buna neden olarak ABD'de artan talebi gösteriyor. 2005 yılını 9 bin 149 MW'ı bulan kurulu güçle ABD, Almanya (18428 MW) ve İspanya'nın (10027 MW) ardından üçüncü bitirdi. Aşırı talepten doğan fiyat artışına rağmen rüzgar enerjisinin büyümesinin ardında 20 yıl öncesine göre üretilen her kilovatsaat elektriğin yarı yarıya ucuzlamış olması yatıyor. Kürese Rüzgar Enerjisi Raporu, tüm bu rakamlar, ülkelerin hedefleri ve gerekli politikaların hayata geçirilmesi durumunda 2050 yılında dünya elektriğinin üçte birinin rüzgardan sağlanabileceğini ileri sürüyor. Raporda referans senaryonun yanısıra orta ve yüksek olmak üzere 3 ayrı senaryo üzerinden tahminler yapılıyor. Referans senaryoya göre 2020'de 11 bin megavatın üstünde yeni rüzgar gücü ilave edilirken, orta dereceli senaryoda bu rakam 73 bin, yüksek senaryoda ise 186 bini buluyor.

Referans senaryoya göre rüzgar enerjisi yatırımları ve istihdam

2007 2008 2010 2015 2020
Eklenen kapasite(MW) 10.371 10.713 11.506 11.784 11.784
İlk yatırım maliyeti (Kw) 968 955 933 900 879
Yıllık yatırım (milyon euro) 10.041 10.232 10.732 10.610 10.355
Toplam istihdam 197.208 234.698 241.484 280.866 322.729

Doğa dostu kumaşa ilgi Yeşim Tekstil'i organik ürüne yöneltti

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 14 Ekim 2006

Doğa dostu ürünlere olan talebin giderek artması Yeşim Tekstil'i de organik ürün üretimine yöneltti. Toplam üretimi içinde organik ürünlerin oranını yüzde 5'e getiren Yeşim Tekstil, ilk organik üretimine 2001 yılında Nike için başlamıştı. Soya ve bambu gibi ürünlerden de kumaş üreten firma, Control Union adlı firma tarafından yapılan inceleme sonucunda Sürdürülebilir Tekstil Sertifikası'nı (Sustainable Textile Certificate) almaya da hak kazandı.
Yeşim İşletme Müdürü Mustafa Demiralay, tarımdan sonra tekstil sektöründe de organik üretimin önem kazandığını ve Yeşim Tekstil’in bu tarz kumaş üretebilmek için gerekli olan bilgi ve teknolojiye sahip olduğunu söylüyor.

Organik pamuk üretimi artıyor
Demiralay, son yıllarda müşterilerin talepleri doğrultusunda organik pamuktan yapılmış ipliklerden kumaş üretimi yaptıklarını belirterek “Organik pamuk üretimi her geçen gün daha fazla artıyor ve Türkiye şu an dünyanın en büyük üreticisi durumunda. Organik pamuk elyafı, doğal ortamda, hiçbir kimyasal kullanılmadan yetiştirilen pamuklardan üretiliyor" dedi.

Organik pamukta Türkiye en büyük üretici olurken bambu ve soya elyafı Asya’da yetişiyor, Türkiye'de iplik haline getiriliyor. Demiralay, "Bambu ağacından çekilen liflerden oluşan iplik, pamuktan daha parlak, dökümlü, su emiciliği yüksek ve doğal anti-bakteriyel özelliğe sahip kumaşa dönüşüyor. Soya da bitkinin liflerinden elde ediliyor. Bu bitkiden oluşan iplikle örülen kumaş, kaşmire ve yünlü kumaşa benzeyen, yumuşak, dökümlü, ultraviyole ışınlarına karşı dayanıklı, vücut ısısını regüle eden ve doğal anti-bakteriyel özellik taşıyor” açıklamasını yapıyor.

Yeşim Tekstil'de bu ürünler birbirine karıştırılarak yeni kumaşlar da üretiliyor. Bambu ve soya bitkileri Türkiye'de yetişmediği için bu kumaşların yüzde 30 ile 50 oranlarında daha pahalıya mal olduğunu belirten Demiralay, "Talep artarsa üretim de artar ve fiyatlar düşer" diyor. Firma yetkilileri, başta Nike ve GAP olmak üzere birçok müşterilerinin doğa dostu kumaşları tercih ettiğini belirtiyor.

Sinop'a yer lisansı için uluslararası heyet gidiyor

Sinop'a yer lisansı için uluslararası heyet gidiyor

Sinop'a kurulması düşünülen nükleer santral için alınması zorunlu olan yer lisansının ön araştırmalarını yapmak için Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndan bir heyet önümüzdeki hafta Sinop'a gidecek.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ekim 2006

AKP Hükümeti'nin tekrar gündeme getirdiği nükleer santral projesi için adı ön plana çıkan Sinop'a yer lisansı alınması için çalışmalar başlatılıyor. Önümüzdeki hafta içinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'na (UAEA) bağlı bir heyet Sinop'a giderek ön çalışmalara başlayacak. Ankara'da Türkiye Atom Enerjisi Ajansı (TAEK) ve ilgili kuruluşlarla da temaslarda bulunacağı beliritlen heyet, öncelikle Sinop'a yer lisansı verilmesi konusundaki kriterleri değerlendirecek.

Sinop'a nükleer santral kurulması için en temel kriterlerden biri Birleşmiş Milletler'e bağlı olarak çalışan UAEA'nın onayladığı yer lisansına sahip olmak. Türkiye adına başvuruyu TAEK yapmakla yükümlü. UAEA, başvuruya olumlu yanıt verirse Sinop'a nükleer santral kurulması yönündeki çalışmalar daha da netlik kazanacak. Mersin il sınırları içerisinde yer alan Gülnar ilçesine bağlı Akkuyu beldesi, şu an için Türkiye'de nükleer santral kurmak için yer lisansına sahip olan tek alana sahip. Buna rağmen AKP hükümeti, Akkuyu'nun Akdeniz gibi önemli bir turizm bölgesinde olması, soğutma suyu olarak kullanılacak deniz suyunun Karadeniz'e göre daha sıcak olması ve stratejik kaygılar nedeniyle lisans işlemleri tamamlanmış Akkuyu'dan vazgeçip nükleer santral için Sinop'a yöneldi. Son zamanlarda Enerji Bakanı Hilmi Güler'in açıklamalarında Akkuyu'nun tekrar gözden geçirildiği ima edilse de yer lisansı çalışmalarının başlaması, Sinop için çalışmaların devam ettiğini gösteriyor.

Öte yandan nükleer karşıtları, 1976'da Akkuyu için alınan yer lisansının eski olduğunu öne sürerek geçerli sayılamayacağını öne sürüyor. 1976'da Çevre ve Orman Bakanlığı'nın dahi olmaması ve santrale 25 kilometre öteden geçtiği öne sürülen Ecemiş fayı ile ilgili tartışmalar bu konudaki temel argümanlar olarak göze çarpıyor.

Çevreciler Cargill'in kapısına dayanacak

Özgür Gürbüz- Referans Gazetesi / 10 Ekim 2006

Çevreciler ve bazı siyasi parti temsilcileri Bursa'daki Cargill fabrikası ile ilgili kapatma kararının uygulanıp uygulanmayacağını yerinde görmek için yarın fabrikanın önünde toplanacak. Bilindiği gibi nişasta bazlı şeker üreticisi Cargill Tarım Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin faaliyet gösterdiği Orhangazi ilçesi sınırlarındaki Karapınar bölgesi, Bakanlar Kurulu tarafından Özel Endüstri Bölgesi olarak ilan edilmiş, Danıştay'ın bu kararı bozmasıyla da fabrikanın kapanması gündeme gelmişti. Orhangazi Kaymakamlığı'nın Bursa Valiliği'ne gönderdiği yazıda fabrikanın yarın sabah saat 10.00'da kapatılacağı belirtildi. Konu hakkında görüşlerini sorduğumuz Bursa Valiliği ise "Yasal süreç devam ediyor" açıklamasını yaptı.

Kapatma kararının uygulanmasını isteyen ve aralarında Türk Mimar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği (DOĞADER) gibi kuruluşların bulunduğu bir grup da "temsili mühürleme" için yarın saat 10.00'da fabrika önünde toplanacak. Bursa'dan iki otobüsle Cargill'in yolunu tutacaklarını söyleyen ÖDP Bursa Yönetim Kurulu Üyesi İkbal Polat, "Yargı kararlarının gereğinin yapılmasını ve kamu idaresinin görevini yerine getirmesini bekliyoruz" açıklamasını yapıyor.

Petrol piyasası Danıştay kararını bekliyor

EPDK tarafından 28 dağıtım şirketine kesilen cezayla ilgili tebliğgatı alan petrol şirketleri yürütmeyi durdurma kararı almak için Danıştay'ın yolunu tutuyor. Danıştay'ın vereceği karara göre daha önce lisansız akaryakıt sattığı için ceza alan bayiler de yeniden mahkeme yolunu tutabilir.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ekim 2006

Bu ayın başında Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından 28 ana dağıtım firmasına tebliğ edilen cezaları haksız bulan petrol şirketleri birer birer Danıştay'ın yolunu tutuyor. 28 dağıtım şirketinin yaklaşık 24'e yakınının Danıştay'a başvurduğu gelen haberler arasında. İçlerinde Shell, Petrol Ofisi, BP, Opet ve Total gibi dev şirketlerin de bulunduğu firmalara kesilen toplam ceza 1 milyar 600 milyon 835 bin 180 YTL'yi buluyor.

Dağıtım firmaları Danıştay'dan kararın iptali ve yürütmenin durdurulması lehinde bir karar çıkmasını umuyor ancak böyle bir kararın çıkması halinde sektörün önüne çözülmeyi bekleyen başka sorunlar çıkıyor. EPDK, dağıtım şirketlerine kestiği cezaya gerekçe olarak lisansız bayilere akaryakıt sağlamayı göstermişti. Bu konuda bayileri de "es" geçmeyen EPDK, daha önce de yaklaşık bin 800 bayiye lisansız akaryakıt sattıkları için bayi başına 57 bin 156 YTL'lik ceza kesmişti. Bayilerde tıpkı dağıtım şirketleri gibi bu karara itiraz etmiş ve Danıştay'a başvurmuşlardı. Danıştay bu başvuruları incelemiş ve idari veya teknik hatalardan kaynaklanan (bayi adının yanlış yazılması gibi) bir neden olmadığı takdirde hepsini reddetmişti. Eğer Danıştay, dağıtım şirketlerinin yürütmeyi durdurma talebine olumlu yanıt verirse daha önce ceza alan bayilerin de tekrar önceki karara itiraz etmesi kaçınılmaz gibi görünüyor.

Petrol piyasasının önündeki bir başka engel ise Danıştay'ın kararı tebliğgat tarihinden itibaren 1 ay süren ödeme süresinden sonra alması. Bu durumda EPDK dosyaları Maliye Bakanlığı'na, Maliye Bakanlığı'da Vergi Dairesi'ne göndermek zorunda kalacak. Vergi Dairesi'nden ödeme emri çıkarılacak ve firmalara gönderilecek. Firmalar bu aşamada süresi 7 gün olan ödeme emrinin iptali için bir dava daha açabilecek. Böyle bir dava belirsizliği daha da uzatacak. Öte yandan tartışmaya konu olan bir başka konu ise, 57.156 YTL idari para cezasının uygulanmasıyla ilgili olan 563/598 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararı. Bu kararın Anayasa'nın ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu öne süren Avukat Gökhan Candoğan kararın iptali için başvuruda bulunmuş. Candoğan, cezaların her bayi için aynı olduğunu bunun da Anayasa'nın 13. maddesindeki ölçülülük ilkesine aykırı olduğunu söylüyor. Avukat Candoğan, Sinop'taki bir bayi ile İstanbul'un işlek bir semtindeki bayinin aynı cezaya tabi tutulmasının bu ilkeyle bağdaşmadığını ve hem bayilere hem de dağıtım şirketlerine verilen cezalarda bu ilkenin gözardı edildiğine dikkat çekiyor.

Benim Memurum Nükleeri Sever!

Hükümetle çevreciler arasında sık sık tartışma konusu olan nükleer enerjinin tehlikeli olup olmadığı konusu devlet memuru olmak isteyenlere soru olarak soruldu. Nükleer santraller için dikkatli davranılırsa tehlike yaratmaz diyenler memur olma şanslarını arttırırken, nükleer santraller tehlikelidir diyenler puan kaybetti.

Özgür Gürbüz

Beş milyon kişinin girdiği 2006 Kamu Personeli Yerleştirme Sınavı'nda (KPSS) sorulan bir soru nükleer enerji konusunda hükümetin görüşünü anlatır gibiydi. Genel yetenek sınavının A kitapçığında sorulan 28 numaralı soruda verilen metinde nükleer enerjinin tehlikeleri ateşin tehlikeleriyle kıyaslandı. Ateşin de kontrol edilmezse zararlı olabileceği ama bu nedenle "kötü" olarak nitelenemeyeceği örnek gösterilerek nükleer enerjinin kontrol edildiği sürece yararlı olacağı mesajı verildi. Yanıt anahtarında doğru seçeneğin "C" şıkkı olarak verildiği KPSS sorusu şöyle:

Eğer kendinize çevreci diyorsanız, nükleer enerjiye hemen "kötü" damgasını yapıştırmaya adaysınız demektir. Oysa, "Ateş iyi mi, kötü mü?" diye sorulsa ne dersiniz? Ateş, her yıl binlerce dönüm ormanımızı yakıyor. Kazayla evlerimiz, teknelerimiz yanıyor. Buna rağmen ateşe kötü diyebilir miyiz? Diyemeyiz; çünkü uygarlığın başlangıcı ateştir. Tıpkı ateşin gelip ormanlarımızı yakması gibi, nükleer enerji de zararlı olabilir.Yapmamız gereken şey, onu kontrol altında tutmaktır.

Bu parçada nükleer enerjiyle ilgili olarak anlatılmak istenen
aşağıdakilerden hangisidir?

A) Zararlarından nasıl korunulacağı konusunda çeşitli çalışmalar yapılmaktadır.

B) Günümüzde oldukça önemli bir yere sahiptir.

C) Üretilirken ve kullanılırken dikkatli davranıldığı sürece, herhangi bir tehlike yaratmaz.

D) Hangi alanda kullanılırsa zararsız olacağı henüz saptanmamıştır.

E) Çevreye ve canlılara vereceği zararlar uzun yıllar sürecektir.

KPSS sınavında sorulan soruyu değerlendiren Nükleer Mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman, " Ateş, ya da yazıdaki benzetme itibariyle "nükleer enerji" üretilirken ve kullanılırken dikkatli davranıldığı sürece herhangi bir tehlike yaratmaz, deniyor. Burada her ikisi de bir "meşale ateşi" olgusuna indirgenmiş. Dünyanın en büyük nükleer felaketleri azami dikkatin işletme (kullanım) üzerinde olduğu zamanlarda olabilmiştir" diyerek tepkisini dile getiriyor.

Rakamlar dünyanın durumunu iyi göstermiyor

İşyerinizin penceresinden baktığınızda göremiyor olabilirsiniz ama dünyada geçen yıla oranla daha çok bisiklet var. Bisiklet sayısındaki artışa ve varil fiyatlarının 70 dolarlarda seyretmesine rağmen petrol tüketimi ise hala artıyor. Tüketim arttıkça da yaşlı gezegenin dayanma gücü azalıyor.

ÖZGÜR GÜRBÜZ - Referans / Eylül 2006

On yıl önce size obezitenin bulaşıcı hastalıklar kadar tehlikeli hale geldiğini söyleseler inanır mıydınız? Sanırım hayır. Halk arasında şişmanlık olarak geçen ve vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan obeziteden muzdarip insan sayısı dünyada 300 milyon civarında. Mısır ve Kuveyt'te nüfusun yüzde 30'dan fazlası obez. Bu iki ülkede obez olanların yüzde 40'tan fazlası kadın. Beterin de beteri var, Pasifik Okyanusu'ndaki ada devletlerden Nauru'da obezite oranı nüfusun yüzde 80'i. Endüstriyel ülkelerde sağlık harcamalarını yüzde 12'si obeziteyle doğrudan ilgili. Tüm bunlar obeziteyi bildiğimiz sarılık, sıtma gibi hastalıklar kadar tehlikeli yapıyor. Worldwatch Enstitüsü tarafından hazırlanan Hayati İşaretler (Vital Signs 2006-2007) raporu obezite gibi dünyanın pek konuşulmayan durumunu çarpıcı rakamlarla ortaya koyuyor.

Herşeyden önce nüfusun artmaya devam etiğini söylemekte yarar var. 1999 yılında 6 milyar olan dünya nüfusu 2005'te 6 milyar 450 milyon oldu. 2005 yılı hububat üretimi de buna artışa paralel olarak arttı ve 2 milyar tonu geçti. 1999'da bu rakam 1 milyar 882 milyon tondu. Nüfus artışı zirve yapmasına rağmen mısır ve buğday üretimleri bir önceki yıla göre düştü. 2005 yılında yaşanan kuraklık, dünya mısır üretiminin yüzde 42'sini üreten ABD'de yüzde 7'lik bir düşüşe yol açtı. İklim değişikliğinden bahsetmeden kuraklıktan bahsetmek olmaz. Kötü haber mi istiyorsunuz, işte size küresel ısınmanın son durumu. Küresel ısınma konusundaki tüm girişimlere rağmen atmosferdeki karbondioksit miktarı 7 milyar 570 milyon tonu buldu. Kyoto için baz alınan 1990 yılına göre 1 buçuk milyar ton daha fazla. Yerkürenin ortalama sıcaklığı arttıkça hava olaylarıyla bağlantılı felaketlerin vereceği ekonomik zararın artacağını söyleyenler son iki yıldaki astronomik rakamlara dikkat çekiyor. 2005 yılında bu rakam tam 204 milyar doları buldu. Sadece 1 yıl önce 109, 1980'de ise 14,5 milyar dolardı. Sanırım bu noktada 2005'te Amerika'nın kapısını çalan Katrina'yı anımsamakta fayda var.

Hava olayları bağlantılı ekonomik kayıpları (milyar dolar)

YIL Ekonomik Kayıp Sigortalı Kayıp
1980 14,5 2,4
1985 23,7 6,2
1990 58,1 20
1995 85,6 15,2
2000 39,2 9,5
2002 57,3 13,6
2003 60,8 16,2
2004 109,1 43,4
2005 204 92,2
Kaynak: Münih RE

Bunca iç karartıcı rakamdan sonra güzel şeylerden bahsetmek de gerek. Dünyamızda bir önceki yıla göre daha çok bisikletimiz var örneğin. Bisiklet üretimi tarihinde dördüncü kez 100 milyon sınırını aşarak 101 milyonu yakaladı. 1988'de 105 milyon bisikletle üretim rekoru kıran sektörün lideri pazarın yüzde 60'ına sahip olan Çin. Bisikletlerle ilgili ilginç bir istatik de 2001'den bu yana elektrikli bisikletlerin satışının 10 kat artarak 10 milyonu bulması. Satışların artışı bir anlamda "para" demek olduğu için küresel ekonominin durumuna bakmanın tam zamanı. Ekonomideki büyüme 2005'te yeni bir rekora imza attı. Gayrisafi Küresel Hasıla (GKH), yüzde 4.6'lık bir artışla tarih içindeki en yüksek değeri olan 59,6 trilyon dolara ulaştı. Bu rekorda, GKH'nin yüzde 21'ini oluşturan ABD'deki yüzde 3,8'lik artışın rolü büyük. Bu artışın arkasında da Amerika'daki ev fiyatlarındaki yükselişin getirdiği zenginlik yatıyor. Katrina kasırgası olmasaydı 60 trilyon sınırının geçilmesi kaçınılmaz gibiydi. Bir başka aktör ise GKH'nin yüzde 14'ünü oluşturan Çin'deki 7.8'lik büyüme. Tüm bu büyüme rakamlarını aldatıcı buluyorsanız Amerika'daki "Redefining Progress" örgütünün alternatif analizi tam size göre. Gerçek İlerleme Göstergeci (Genuine Progress Indicator-GİG) büyümeyi size gayrisafi milli hasıladan (GSMH) kirletilen çevresel değerleri ve diğer ekonomik zararları çıkardıktan sonra veriyor. Hesabı böyle yapınca ABD'nin GSMH'sında 1972 ile 2002 yılları arasında meydana gelen yüzde 79'luk büyümenin GİG'e göre sadece yüzde 1 olduğunu görüyorsunuz. Yeni ekonomik analizler, dünyanın geri gelmeyecek çevresel değerlerinin harcanarak yaratılan büyümeyi sürdürülebilir bulmadığı için ekonomik büyümeyi yeniden tanımlama yoluna gidiyor.

Gayrisafi Küresel Hasıla
Yıl Toplam (trilyon dolar) Kişi başına (dolar)
1970 17,9 4829
1980 26,6 5977
1985 30,6 6311
1990 36,7 6946
1995 41,4 7277
2000 49,9 8212
2005 59,6 9233
Kaynak: IMF

Dünyada ya da bir ülkede üretilen ürün ve servislerin sayısındaki artışla reklamlar arasında doğrudan bir ilgi olduğu kesin. Elektrikli diş fırçasının tüketiciden gelen bir ihtiyaçtan yola çıkarak üretildiğini söyleyen pek az ekonomist kaldı. Bu yüzden de 1950 yılında 50 milyar dolar olan küresel reklam harcamaları da GKH gibi bir rekora imza atarak tüm dünyada 570 milyar doları buldu. Yani, dünyadaki her insan için reklam firmaları yılda 88 dolar harcıyor. Bölgeler arasındaki farklar da dikkat çekili. Reklam harcamalarının yüzde 42'si Kuzey Amerika'da yapılıyor ve yine Amerika kişi başına harcamada 933 dolarla başı çekiyor. En büyük 100 küresel reklam ajansının ana para kaynağı da otomobil reklamları. 100 firma harcadığı 96 milyar doların yüzde 24'ünü otomobil reklamlarına harcadı.

Bölgelere göre reklam harcamaları
Avrupa %27
Kuzey Amerika %42
Afrika/Ortadoğu %5
Güney Amerika %5
Asya-Pasifik %21
Kaynak: ZenithOptimedia

Reklamlar işe yarıyor mu sorusuna en iyi yanıtı sanırım cep telefonu satışları veriyor. Dünyada cep telefonu abonelerinin sayısı 2004'te 1 milyar 750 milyonu buldu. Bazı kaynaklar 2005'te bu rakamın 2 milyar 100 milyon olacağını söylüyor. İnternet abone sayısındaki yükseliş de benzer bir eğilim izliyor. 15 yıl önce 1 milyondan az olan abone sayısı 400 milyon civarında. Gartner pazar araştırma firması telefon satışlarının ekonomik değerinin 2005 yılı için 816,6 milyon olduğunu söylüyor. En çok cep telefonu abonesi olan ülke sıralamasında bu defa Amerika lider değil. Çin'de 394 milyon abone var ve daha da ilginci sadece 2004 yılında satılan telefon sayısı 92 milyon. Bu durumda dünya motorlu taşıt filosunun Hindistan'la beraber yüzde 4,7'sine sahip Çin'de daha çok kişinin araba kullanırken cep telefonuyla konuşacağını tahmin etmek yanlış olmaz sanırım. Dünyadaki otomobil üretimindeki artış da bunu destekliyor. 2005 yılında 45 milyon 600 bin yolcu taşıyan araç üretildi. Araçların hala büyük bir çoğunluğu benzinle çalışıyor. Tüketilen benzinin yüzde 44'ü ABD'deki, yüzde 14'ü ise Batı Avrupa'daki otomobillerin depolarına dolduruluyor.

Bölge ve ülkelere göre benzin tüketimi

Amerika %44
Batı Avrupa %14
Batı Yarımküre (Batı Avrupa hariç) %11
Doğu Avrupa ve eski Sovyet Ülkeleri %6
Afrika %3
Japonya %5
Çin ve Hindistan %5
Diğer Asya ve Pasifik ülkeleri %12
Kaynak: EIA

Hayati İşaretler raporunun belki de en can alıcı istatistiklerinden biri de savaşlar ve çatışmalarla ilgili. Lübnana'a yeni bir barış gücü gönderecek olan Birleşmiş Milletler'in (BM) tüm barış güçleri için yaptığı harcamalar da 2005 yılında yeni bir rekora imza attı ve 5 milyar dolar sınırını ilk kez aştı. BM'nin barış gücünün yüzde 71'inin askerler tarafından oluşması da ilginç bir "ironi" olarak göze çarpıyor. Gönüllülerle beraber toplam personel 85 bini buluyor. Barış gücü harcamalarının artırır da silahlanma faaliyetleri durur mu? 1991 yılından bu yana 1 trilyon doların altında seyreden silah harcamaları 2004 yılında 1 trilyon 24 milyar dolara ulaştı. İşin daha da garibi dünyadaki çatışma ve savaşların sayısı da 1990'lardan bu yana en düşük sayı olan 39'a kadar inmiş. Bunların 28'i savaş statüsünde. Bu üç ayrı istatistik daha yoğunluklu savaşlar yaşandığı anlamına da geliyor olabilir.

BM Barış Gücü harcamaları
YIL Harcama (Milyar dolar)
1986 0,378
1990 0,632
1995 4,063
2000 2,926
2002 2,812
2004 4,558
2005 5,003
Kaynak: BM ve Worldwatch

Savaşlar, taşıt sayısı, akaryakıt ve cep telefonu gibi bireysel elektronik aletlerini kullanmada ortaya çıkan artış hiç kuşkusuz en çok eski dünyayı zorluyor. Elektrik üreten güneş fotovoltaik panellerde yılda bin 727 megavatı bulan yıllık üretime, rüzgarda 2005'te eklenen 11 bin 770 megavatlık yeni kapasiteye ve su ısıtmak için kullanılan 18 milyon metrakareye eşdeğer güneş toplaçlarına rağmen dünya hala sıkıntılı. Mercan kayalıklarının yüzde 20'si yokoldu ve yüzde 24'ü de yokolmak üzere. Kötümser tahminlere göre 2100 yılında bildiğiniz kuş türlerinin yüzde 40'ının soyu tükenebilir. 2000-2005 yılları arasında dünya ormanlarının yüzde 1'i yani 36 milyon hektarı daha hayata elveda dedi. Sadece ekolojik sorunlar değil sosyal sorunlarda dünyanın boğazındaki kementi daraltmaya devam ediyor. Dünya Sağlık Örgütü, 1 milyardan fazla insanın güvenli ve temiz bir içme suyuna ihtiyacı olduğunu söylüyor. Tüm bu rakamlar şu soruyu akla getiriyor: Dünya dönmeye devam ediyor ama nereye kadar?

Şapkayla para topladılar 120 milyar bütçeli festival yaptılar

Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde birkaç genç kurdukları masanın önündeki kalabalığa hararetle birşeyler anlatıyor. Gazeteciyiz meraklıyız ya, yanaşıyoruz masaya. "Nasıl bir şey bu Barışarock?" diye çekinerek soruyor masaya yaklaşmış gençlerden biri. "İyi bir şey" yanıtı geliyor, yanındaki arkadaşı da ekliyor: "Biz karşı festivaliz".


Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ağustos 2006

Bu hafta sonu İstanbul'da 4'üncüsü gerçekleşecek olan Türkiye'nin en büyük "muhalif" festivali bir rekora hazırlanıyor. Geçen yıl 30 bine yakın kişinin geldiği ücretsiz festivale bu yıl 40 bin kişi bekleniyor. 2003 yılında "Rock şişede durmaz" sloganıyla yola çıktılar. "Küresel kapitalizmin simgesi" olarak niteledikleri Coca Cola'nın rock festivali düzenlemesinden rahatsız olan birkaç genç ve onlara destek veren sanatçıların gayretleriyle sıfır parayla yola çıktılar ve bugün 120-130 bin YTL bütçeli bir konser organize eder hale geldiler; üstelik ücretsiz! Sahnede şarkı söyleyen sanatçılar, afiş asan, standlarda broşür dağıtan gençlerin hepsi gönüllü. Sadece güvenlik elemanları profesyonel çalışacak, o da yasalar gereği zorunlu tutulmuş. Barışarock, Coca Cola'nın 4-5 milyon dolarla ölçülen bütçeli festivaline rakip olarak görülüyor.

Festivalden aylar önce hazırlıklar başlıyor. Haftada en az iki kez toplanıyorlar. Her toplantının sonunda katılımcılar arasında bir şapka dolaştırılıyor. Herkes üç-beş kuruş para atıyor şapkanın içine. Bu yıl toplanan miktar bin YTL'yi geçmiş. Bu para daha çok afiş ve broşürlere gidiyor. Bu yıl tam 100 bin el ilanı, 30 bin çıkartma ve 30 bin afiş basıldı. Ayrıca ilk kez "billboard"lara da ilan verildi. Birçok baskı işi gönüllü matbaalar tarafından karşılansa da haliyle şapkadan çıkan paradan daha fazlasına ihtiyaç duyulunca başka formüller de düşünülmüş. Yer kirası, güvenlik, sahne ve billboardların masrafı alanda yiyecek-içecek servisi yapan firma tarafından karşılanıyor. Alana yiyecek getirmek bu yüzden yasak ama oldukça uygun fiyatlarla yapılan servisten pek şikayet eden de yok. Zaten fiyatları da yine gönüllüler belirliyor.

Sahneye çıkacak grupların seçimi ise içlerinde müzisyenlerin de olduğu bir grup tarafından yapılıyor. İçlerinde işin başında beri her taşın altına elini koyan Moğollar Grubu'nun bas gitaristi Taner Öngür gibi yıllarını müziğe vermiş sanatçılar da var. Rock müzik yapan amatör gruplara ve Barışarock'un ilkelerine uygun profesyonellere her zaman kapıları açık. Her yıl ayrı bir temayla düzenlenen festivalin bu yılki teması "savaş" olunca, bir istisna olarak rock müziği dışında müzik yapan Kardeş Türküler'e de yer vermişler. Yabancı grupların yanısıra, Mor ve Ötesi, Bulutsuzluk Özlemi, Redd, Yaşar Kurt, Çamur ve Kurtalan Ekspres bu hafta sonu sahne alacak 29 gruptan bazıları. Çamur grubundan Çağatay Kadı, orada olmalarını azıcık düşünen insanların savaşa karşı olmaması, nükleere karşı durmaması mümkün değil diyerek açıklıyor. Kadı, "Bizim becerebildiğimiz en iyi eylem müzik yapmak. Barışarock'ta çalmak farklı. Oraya gelen insanların sizinle aynı hayat görüşünü paylaştığını bilmek işi çok eğlenceli kılıyor" diyor.

100'den fazla STK stand açıyor
Barışarock'un bir başka özelliği ise sadece müzik festivali olmaması. Bu yıl belki de Türkiye'de bir rekora imza atarak 100'den fazla sivil toplum kuruluşu (STK) standlarıyla orada olacak. DİSK'ten Gökkuşağı Vosvosları'na, Yeşiller'den Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'na kadar onlarca STK bir anlamda Sarıyer Mehmet Akif Ersoy Piknik Alanı'nda buluşuyor. Konserler devam ederken film ve belgesel gösterileri, tiyatro atölyeleri ve ekoloji olimpiyatları gibi etkinlikler de müzik dinlemeye ara verenleri bekliyor. Muhalif olduğu kadar renkli ve eğlenceli bir festival olan Barışarock'un kapısı ırkçılar, savaştan medet umanlar, doğaya zarar verenler dışında herkese açık. Hem de beleş! Bazı gazetelerden davetiyeleri keserek ya da "beleşix"ten indirerek festivale ücretsiz girebiliyorsunuz.

Konser programı
26 Ağustos Cumartesi 27 Ağustos Pazar
12:00 The Blow Up's (İngiltere) Pinhani
12.45 Yolgezer Işığın Yansıması
13.30 Erdal Bayrakoğlu Soulitary
14.15 Gevende Koma Rewşen
15.00 Karagüneş Nidal
15.45 Çilekeş Anima
16.30 False in Truth Catafalque
17.15 Deli Karakedi
18.00 Çamur Turgut Berkes
18.45 Zardanadam Redd
19.30 Demirhan Baylan Demir Demirkan
20.15 Aylin Aslım Yaşar Kurt
21.00 Moğollar Kurtalan Ekspres
21.45 Mehmet Ali Alabora konuşması ve Savaşa Karşı Ses Çıkar BGST Kardeş Türküler ve 45'lik şarkılar
22.00 Mor ve Ötesi Bulutsuzluk Özlemi
22.45 Final Final

Dilovası'nda araştırma "ticari sır" engeline takıldı

Özgür Gürbüz - Ağustos 2006

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün rakamlarına göre Türkiye’deki ölümlerin yüzde 12,5’u kanser nedeniyle. Dilovası'nda ise kanserden ölüm oranı Türkiye ortalamasının yaklaşık üç katı. Araştırmayı Dilovası Belediyesi'yle beraber Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi yapmış. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu bu rakamları doğrulamak için nüfus ve hastane gibi sekiz ayrı kayıdı kontrol ettiklerini belirtiyor. Kocaeli'nin tehlike haritasını çıkarmak için yaptıkları diğer bir çalışmada ise "ticari sır" engeline takılmışlar. Kocaeli'nde kullanılan hammaddeler nereden geliyor, hangi süreçlerden geçiyor öğrenememişler. Hamzaoğlu, "İtfaiye Müdürlüğü'ne bile verilmeyen bilgiler var. Bir yangında, İtfaiye bile bazı işletmelerde hangi maddeyle karşılaşacağını bilmiyor. Bunları bilsek hangi önlemler alınacağını da tahmin edebiliriz" diyor. Araştırmaya "ticari sır" nedeniyle valiliğin izin vermediği öne sürülüyor.

1 Ocak 1995 ile 10 Ekim 2004 tarihleri arasında Dilovası'nda toplam 494 ölüm gerçekleşti. Sekiz yılda gerçekleşen ölümlerin yüzde 32,3’ü kanserden. Bu ölümlerin yüzde 44’ü akciğer, yüzde 19,5’u da mide kanseri olarak kayıtlara geçmiş.

Nükleer santralin sökümü 100 yıl sürecek

Tüm dünyada nükleer enerji yeniden tartışılmaya başlanırken santrallerin atıkları ve sökümü hükümetleri korkutuyor. İngiltere'de bu yı sonunda devreden çıkacak Sizewell A reaktörünün söküm işlemlerinin tamamlanması için 100 yıldan fazla bir süre gerekecek.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Ağustos 2006

1980'li yıllardan itibaren nükleer atık ve güvenlik sorunları yüzünden popülaritesini yitiren nükleer enerji, önümüzdeki yıllarda ortaya çıkması beklenen enerji arzı sorunu nedeniyle tekrar tartışılmaya başlandı. Diğer seçeneklere göre ilk yatırım maliyeti çok daha yüksek olan ve 250 bin yıl kadar radyoaktif kalan atıklara henüz kalıcı bir çözüm bulamamış olan nükleer endüstrinin bugünlerdeki en büyük sorunu ise söküm maliyetleri ve işlemlerin zorluğu. Reuters'in İngiltereNükleer Tesisler Müfettişliği'ne dayandİngiltere'de bu yıl sonunda kapanacak olan Sizewell A reaktörünün bulunduğu alanın tamamen temizlenmesi 2110 yılında bitecek. 1966 yılında çalışmaya başlayan 420 megavat toplam güce sahip iki reaktörden oluşan santralin ilk olarak sökülecek türbin ve ek binalarının ise 2017'ye kadar tamamlanması umuluyor.

İngiltere'deki Nükleer Söküm İdaresi'ni (Nuclear Decommissioning Authority) asıl telaşlandıran ise bu değil. İngiltere'de halihazırda 23 nükleer reaktör çalışıyor ve bunların birçoğu yaş haddinden dolayı emekli olmak üzere. Öte yandan çok küçük (toplam kurulu güçleri 1200MW kadar) ve daha çok askeri amaçlara hizmet etmiş 22 reaktör ise zaten kapatılmış durumda ve sökülmeyi bekliyor. İdare'nin yaptığı hesaplara göre atıkların nereye konulacağı sorusunun yanında işin faturası da el yakacak. Tüm bu söküm çalışmalarının tamamlanması için tahmin edilen rakam 130,8 milyar dolar. İngiltere hükümeti yaşlanan bu reaktörlerin yerine yenilerinin konulması konusunda bu rakamları analiz ederek karar vermesi için bir komisyon görevlendirdi. Geçen hafta yaptığı konuşmayla, komisyon raporunu beklemeden nükleer enerjiye "yeşil ışık" yakmak isteyen Tony Blair ise hem parti içinde hem de kamuoyunda ağır eleştirilere uğradı.

Karaca: "Ekonomi çökerse çöksün"

Özgür Gürbüz / Mart 2006

Avrupa Birliği(AB) müzakere sürecinde Türkiye'nin tarım ve çevre politikalarını etkilemek ve kamuoyunu bilgilendirmek için "ABce" adı altında biraraya gelen Buğday Derneği, Çekül Vakfı, Doğa Derneği ve TEMA Vakfı, dünya su günü dolayısıyla ilk görüşlerini su politikaları üzerine açıkladı.

Toplantıda TEMA Vakfı adına söz alan Hayrettin Karaca, tüketim alışkanlıklarıyla ilgili sert eleştiriler yaptı. Karaca, yapılan toplantı gibi birçok toplantı yapıldığını ama sistemin çözümü tıkadığını söyledi. Karaca, "Hakkımdan fazlasını almayacağım(tüketmeyeceğim), çatlasan da patlasan da almayacağım. Ekonomi çökerse çöksün!" diye konuştu. Karaca, köy çeşmelerinin yüzde 70'inde suyun tükendiğine dikkat çekerken, ABce grubunun dönem sözcülüğünü yapan Doğa Derneği adına Genel Müdürü Güven Eken konuştu. Eken, "En geç 2007 sonuna kadar Su Çerçeve Yasası çıkarılarak suyun kim tafaından ne ölçüde kontrol edileceği belli olmalı" dedi. Eken, hiçbir suyun aslında boşa akmadığını, boşa akıyor denen akarsuların bile insanlara soludukları temiz hava ve yedikleri yiyecekleri sağlayan kaynaklar olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkat çekti. AB'yle gelecek en önemli değişikliğin entegre havza yönetiminin Türkiye'ye yerleşmesi olacağını da sözlerine ekledi.

Çin nükleere temkinli yaklaşıyor

Son 20 yılda ortalama yüzde 9.5'ları bulan büyüme hızı, 1 milyar 300 milyonu bulan nüfus ve 2004'te 4 bin 600 dolara ulaşan kişi başına düşen milli gelirle devamlı büyüyen Çin'de enerji ihtiyacı da hızla artıyor. Buna rağmen Çin, nükleere temkinli yaklaşıyor.

Özgür Gürbüz - Analiz / Şubat 2006

Çin'i, sadece dünyanın en büyük barajına ya da seddine sahip ülke olarak tanımlarsak haksızlık etmiş oluruz. Çin aynı zamanda dünyanın en hızlı ve düzenli olarak büyüyen ekonomisine de sahip. Son 20 yılda ulaştıkları yüzde 10'lara varan ortalama büyüme hızının, gelecek 5 yılda da yüzde 8'lerde seyretmesi bekleniyor. 2006-2010 yılları arasında bu büyüme hızının da yüzde 8'lerde seyretmesi bekleniyor. Tüm bu rakamlara rağmen, bugün toplam elektriğin yüzde 2'sini sağlayan nükleer enerjinin, 2020 için tasarlanan tüm projeler hayata geçse dahi, toplam kurulu güç içinde payının yüzde 5'i geçemeyeceği tahmin ediliyor. 2003 yılı rakamlarına göre 338 GW'lık (gigavat) kurulu güce sahip olan Çin'in kapasitesinin 253 GW'ı termik santrallerden, 83 GW'ı hidroelektrikten ve sadece 2 GW'ı nükleerden oluşuyor. Üretilen 1 trilyon 807 milyar kilovatsaatlik elektriğin de sadece 42 milyon kilovatsaati nükleerden geliyor.

Geçtiğimiz günlerde TÜSİAD ve Boğaziçi Üniversitesi'nin konuğu olarak Türkiye'ye gelen Çin, Silah kontrol ve Silahsızlanma Grubu Araştırma Bölümü Direktörü Teng Jianqun, Çin'de daha az nükleer santral olmasının tamamen politik bir karar olduğunu söylüyor. Jianqun, "Hindistan'da sanırım 15'ten fazla nükleer santral var. Çin'de bu sayı daha az. Bu santraller 1990'larda faaliyete geçti. Nükleer enerjinin ilk kullanılmaya başlanmasının ardında askeri nedenler vardı. Çin, enerji kaynaklarında çeşitliliğe gitti ve nükleeri en son seçenek olarak gördü" diyor. İşletmede 9 santrali olan Çin'in inşaa halinde olan 1 ve planlanan 4 nükleer santrali daha var.

Çin'in hızla büyüyen ekonomisi, enerji ihtiyacını da arttırıyor. 2004 yılında ihraç edilen petrolün kullanılan petrol içindeki oranı yüzde 48'lere kadar çıktı. Dünyanın en çok kömür kullanan ülkesi olan Asya'nın dev ülkesi, yılda 957 milyon ton petrole eşdeğer kömür kullanıyor. Bu yüzden de iklim değişikliğine neden olduğu bilinen sera gazları içinde başı çeken karbondioksit emisyonlarında, 1 milyar tonun üzerinde bir rakama ulaşmış durumda. Yine de bu rakam her gün Çin'den 3 kat daha fazla petrol kullanan ve nüfusu Çin'in neredeyse 5'te 1'i olan ABD'den daha az. Dünyanın en çok karbondioksit emisyonuna neden olan ABD'de ise yılda 1 milyar 616 milyon ton karbondioksit atmosfere salınıyor.

Jianqun, Çin'in kalkınmasının büyük ölçüde enerjiyle, özellikle de petrolle bağlantılı olduğunu söylüyor. Nükleer enerjide bir başka çeşit enerji kaynağı ama kolay değil diyen Jianqun,"Sadece teknik olarak değil, güvenlik açısından da kolay değil. Çevrenin korunması açısından; eğer nükleer santral kaynaklı bir kaza olursa sonuç felaket" diyor. Jianqun Avrupa ve Çin'in enerji politikalarınındaki farklılığı da şöyle açıklıyor: "Çin petrolü elektrik üretmek için kullanmıyor örneğin, sadece ulaşımda kullanıyor. Su, kömür, petrol, rüzgar ve nükleer gibi başka seçeneklerimiz de var ama Çin'in en büyük enerji kaynağı kömür". Jianqun, "Bugün, birçok Batı ülkesi kendi ülkelerinde nükleer santral kurmaya sıcak bakmıyor. Çin'in de bazı nükleer planları var. Teknolojinin kontrol altında tutulabileceğini düşünüyorum ama yine de kimse bilemez" diyor.

Çin ve bazı ülkelerde petrol kullanımı

Günlük petrol kullanımı ve net ithalat* Kişi başı petrol kullanımı**

Çin 6.7 (3.2) 1.9
Hindistan 2.6 (1.7) 0.9
Almanya 2.6 (2.6) 11.9
Japonya 5.3 (5.3) 15.2
ABD 20.5 (13.3) 25.3

*Milyon varil---ithalat rakamları parantez içinde
**Yıllık, varil örneğin: Çin'de kişi başına her yıl 1,9 varil petrol kullanılıyor.

AKP'ye üç taraftan baskı var

Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, müzakere sürecinin başlamasıyla AKP'nin milliyetçiler, AKP'ye oy verenler ve AB tarafından baskı altına alındığını söyledi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Aralık 2005

Dün Türkiye'deki temaslarını bitiren Joost Lagendijk, AKP hükümetinin üzerindeki baskıların 3 Ekim'den sonra daha da arttığını söyledi. "AB treni rayından çıkıyor mu" sorumuza, "3 Ekim'den sonra, hatta öncesinde, hükümete iki taraftan baskı gelmeye başladı. Daha çok sesleri duyulan ve görülen milliyetçiler ve bir diğeri de AKP'ye oy veren, İmam Hatip okulları ve türban konusunda verdikleri sözleri tutmasını isteyen kesimler". Baskı yapan üçüncü tarafın ise politik reformları hayata geçirin diyen AB olduğunu söyleyen Lagendijk, "Bazen AB'ye giden yol size oy verenlerin, milliyetçilerin sevmediği işleri yapmayı gerektirir. Sanıyorum bunu şimdi anlamaya başladılar. Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'yle bir problem yaşadılar, sadece bir tane, ve AB'ye girmek isteyip istemedikleri konusunda karar vermeye çalışıyorlar" şeklinde konuştu.

Ordu hakkında verdiği demeçlerle ilgili olarak, demokratik ve şiddetsiz bir çözümü savunduğunu yineleyen Joost Lagendijk, "Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümünde Başbakan sorumlu olmalı. Sorunun şiddetle çözüleceğini savunan herkesi eleştiriyorum. Benim için Şemdinli olayı, güvenlik güçlerinin bir bölümünün provokasyonuydu. Gazetelerde okuduğum bunlar. Güvenlik güçleri o insanların neden orada olduğuyla ilgili soruları yanıtlamak zorunda. Evet, PKK provokasyonlar yaptı ama ordu da ağır bir karşılık verdi" dedi.

Kıbrıs konusunda Güney Kıbrıs'ı çözüm yolunu tıkamakla eleştiren Yeşil milletvekili, bu konuda AB'yi sözünde durmamakla eleştiren Türkiye'nin haklılığını vurguladı. Lagendijk, "Geçen yıl AB'nin Kuzey Kıbrıs'taki izolasyonun kaldırılması yönündeki taahhütü doğru gerekçelere dayanıyordu ama şu ana kadar gerçekleşmedi. İngiltere, Alşmanya ve Fransa gibi büyük üyeler çözümü engelleyen Güney Kıbrıs'ı yeterince sıkıştırmıyorlar. 24 ülkeye karşı 1 ülke çözümü bir yıldır tıkıyor" şeklinde konuştu.

Türkiye'de özgürlükçü, sol tendanslı bir Yeşil parti olsa işlerinin daha kolay olacağını söyleyen Lagendijk, Yeşillerin en iyi çalıştığı kesimin AB yanlısı muhafazakar AK parti, alternatifin de CHP ve MHP gibi milliyetçi partiler olduğundan yakınarak, "Türkiye'deki yeşillerin gidecek çok yolu var ama Yeşil Parti'nin kurulması Türkiye'deki siyasi yelpaze için iyi olacak" dedi.

Türkiye'nin AB'deki ilk müslüman ülke olacağını söyleyen bir gazeteciyi sözcüklerini dikkatli seçmesi konusunda uyaran Lagendijk, "Ben Türkiye'nin müslüman bir ülke olduğunu hiç bir zaman söylemedim ve söylemeyeceğim. Türkiye çoğunluğun müslüman inanca sahip olduğu bir ülke, ikisi farklı şeyler. AB'de müslüman, katolik, protestan ve benim gibi ateist milyonlarca insan var. Bu yüzden de Türkiye'deki çoğunluğun müslüman olması AB üyeliği için engel değil" dedi.

Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi

Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi

Dünyanın artan enerji ihtiyacı ve klasik enerji kaynaklarının yarattığı çevre sorunları arasında sıkışan enerji sektörünün imdadına yenilenebilir enerji kaynakları yetişti. 2004 yılında dünya elektriğinin yüzde 4'ü temiz enerji kaynaklarından üretildi, toplam yatırımlar 30 milyar doları buldu.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /Kasım 2005

"Yenilenebilir enerji artık büyük bir sektör" diyor Worldwatch Enstitüsü'nün hazırladığı "Yenilenebilir Enerji 2005, Küresel Durum Raporu"nun baş yazarı Eric Martinot. Raporun bulduğu rakamlar da öyle. 2004 yılında tam 30 milyar dolarlık yatırım yapılan sektör 2004 yılında üretilen toplam elektriğinin yüzde 4'ünü üretti. Kömür, doğal gaz ve nükleer gibi santral gibi konvansiyonel kaynaklara yapılan yatırımın 150 milyar dolar civarında olduğu düşünülürse temiz kaynakların büyüme hızı daha da iyi anlaşılabilir. 2004 yılında rüzgar, küçük hidroelektrik(1), güneş, jeotermal ve biyokütle gibi kaynaklar 160 Gigavat'lık (GW) elektrik üretme kapasitesine ulaşmış durumda.

Bu kaynakların her geçen gün daha çok kullanılması büyük firmaların da ilgisini çekiyor. General Electric, Siemens, Sharp ve Shell gibi firmalar da bu kaynaklara yatırım yapmaya başladılar. 20 ülkeden 100 araştırmacının hazırladığı rapor, yenilenebilir kaynakların hızla büyüdüğüne dikkat çekiyor. Örneğin güneş toplaçlarıyla sularını ısıtan ev sayısı 40 milyona yaklaşıyor ve bu sistemlerin birçoğu son 5 yıl içerisinde kuruldu. Toplam kurulu panellerin yüzde 60'ı Çin, yüzde 11'i Avrupa Birliği ve yüzde 9'u da Türkiye'de. Güneş enerjisinden elektrik üreten ve bunu enterkonnekte şebekeye aktaran fotovoltaik sistemler ise yüzde 60'lık büyüme hızıyla en hızlı büyüyen enerji kaynağı. Japonya, Almanya ve ABD'nin başını çektiği ülkelerin çatılarında artık 400 bine yakın güneş paneli var ve kurulu güç 1.1GW'tan 1.8GW'a ulaştı. İkinci en hızlı büyüyen temiz enerji kaynağı ise rüzgar enerjisi. Yıllık yüzde 28 büyüme hızına sahip sektörün en çok kurulu güce sahip ülkesi 17 bin Megavat (MW) civarındaki güçle Almanya. Biyodizel'de büyüme oranı yüzde 25, şebeke dışı fotovoltaik panellerde 17, jeotermal ısıtmada 13 ve ethanol kullanımında yüzde 11 oranında gerçekleşti. Petrol fiyatlarının artmasıyla daha çok gündeme gelmeye başlayan ethanol ve biyodizel gibi biyoyakıtların üretiminin 33 milyar litreyi aştığı görülüyor. Dünyada kullanılan yüzde 3'lük benzinin yerine bugün biyoyakıtlar kullanılıyor kısacası. Bu konuda başı çeken Brezilya'da, dizel araçlar dışında kullanılan toplam yakıtın artık yüzde 44'ü ethanol.

Bütün bu büyüme rakamlarının arkasında hükümetlerin yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik giderek artan destekleri yer alıyor. Bugün, dünyada 48 ülkenin yenilenebilir enerjileri destekleyen hükümet politikaları var ve bunların 14'ü gelişmekte olan ülkelerde. Birçok ülke, yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin gelecek 10 yıl içinde toplam elektriklerinin belli bir bölümünü sağlamasını hedefliyor ve bu oran ülkeden ülkeye, yüzde 5-30 arasında değişiyor. Dünya Bankası, Almanya Kalkınma Kredileri Kuruluşu gibi fon sağlayıcılardan gelişmekte olan ülkelere giden yardımlar bu büyümenin arkasındaki nedenlerden ve yılda 500 milyon doları buluyor. Bir başka etken de, Avrupa, ABD, Kanada, Avustralya ve Japonya'da sayıları 4.5 milyonu bulan ve elektriğini temiz enerji kaynaklarından almayı tercih eden tüketiciler. Tüm bunların sonucunda artık 1 milyon 700 bin kalifiye ve iyi ücret alan kişinin çalıştığı bir sektör var dünyada. 2004 yılı için bu büyük pazarın liderleri de, biyoyakıtlarda Brezilya, fotovoltaik'te Almanya, güneşten su ısıtma sistemlerinde Çin ve rüzgarda İspanya.

Türkiye "güneş enerjisi" diye de adlandırdığımız su toplaçlarında Dünya'da ülke olarak Çin'den sonra ikinci sırada yer alsa da, 80 bin MW'larda tahmin edilen büyük rüzgar potansiyeline ve Almanya'dan çok daha iyi olan güneş ortalamasına rağmen fotovoltaik paneller ve rüzgarda oldukça gerilerde yer alıyor. Türkiye'nin rapora da yansıyan ve kayda değer gelişme gösterdiği bir başka sektör ise jeotermal. 2000 yılından günümüze, ev ısıtmasında jeotermal enerjiyi kullanma oranı yüzde 50 arttı ve yaklaşık 70 bin ev jeotermal enerjiyle ısıtılıyor. Dünya lideri İzlanda'da bu oran yüzde 85.

Türkiye'nin raporda eksikliği fark edilen bir başka konu da yerel yönetim düzeyinde temiz enerji planlarının olmayışı. Barselona, Oxford, San Fransisko ve Toronto gibi kentler, kendilerine karbondioksit indirimleri için hedef belirliyor, çatılardaki güneş panellerinin sayısını arttırmak için politikalar oluşturuyor. Örneğin, Oregon, Santa Monika, Kaliforniya belediyeleri kendi binaları için gereken elektriğin tamamını "yeşil" enerji kaynaklarından alacaklar. Bu listede henüz Türkiye'den bir kent yok.

Bazı AB dışı ülkelerin yenilenebilir enerjiden elektrik üretim hedefleri

ÜLKE HEDEF YIL TOPLAM ELEKTRİĞİN %

İsrail 2016 5
Çin 2010 10
Mısır 2020 14
Güney Kore 2010 7
Malezya 2005 5



Şebekeye bağlı yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretim maliyetleri

TÜRÜ KİLOVAT/SAAT MALİYETİ (US sent) ANALİZ

Büyük Hidro* 3-4 İstikrarlı fiyat
Küçük Hidro** 4-7 İstikrarlı fiyat
Rüzgar 4-6 1990'a göre maliyetler yarıya düştü Rüzgar Açıkdeniz 6-10 Pazar büyüdükçe fiyatlar düşecek
Biyokütle 5-12 İstikrarlı fiyat
Jeotermal 4-7 1970'e göre maliyetler düştü daha da düşmesi bekleniyor
Güneş Çatı fotovoltaik paneller 20-40 Fotovoltaik modüllerdeki fiyatların
düşmesiyle maliyetler azalıyor
Güneş Termal 12-18 1980'de 44 olan fiyat 12 cent'lerde

SU ISITMADA
Biyokütle 1-6 İstikrarlı fiyat
Güneş Enerjisi 2-25 İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor
Jeotermal 0,5-5 Maliyetler düştü ve düşüyor

BİYOYAKITLAR BENZİN EŞDEĞERİ LİTRE FİYATI
Ethanol 25-30 sent Benzin eşdeğeri litresi İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor
Biyodizel 40-80 sent Benzin eşdeğeri litresi İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor

* 10 MW'dan büyük
** 10 MW'dan küçük

(1) Çin'de 50MW, Brezilya'da 30MW ve diğer yerlerde 10MW'ın aşağısında kurulu güce sahip hidroelektrik santraller küçük hidro kapsamında değerlendirilmiştir.


Cargill'in kapatılması büyük haksızlık olur hükümet arkamızda

ABD'li gıda devi Cargill'in Bursa İl Çevre ve Orman Müdürlüğü'nün aldığı, Orhangazi Kaymakamlığı'nın 11 Ekim'de uygulayacağını duyurduğu kapatma kararında gözler valilikten gelecek cevaba çevrildi.

Metin Can - Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ekim 2006

Türkiye'de yaklaşık 8 yıldır faaliyette olan ve bugüne kadar hakkında 6 dava açılan Cargill'in başı bu sefer de kapatma kararı veren Bursa İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ve Orhangazi Kaymakamlığı ile dertte. Türkiye'nin nişasta bazlı şeker üretiminin yüzde 56'sını gerçekleştiren ABD'li gıda devi Cargill'in Murahhas Azası Mustafa Sayınataç, "Kaymakamlığın elinde bulunan kapatma kararı bugüne kadar karşılaştığımız en ciddi sorunlardan biri. Fabrikanın kapatılması büyük bir haksızlık olur. Çünkü ortada büyük bir yanlış anlama var. Bugüne kadar bütün hükümetler arkamızda durdu. Bugünkü hükümet de arkamızda. Çünkü bizim her şeyimiz yasal ve çevreye en küçük bir zararımız yok" dedi.
Bursa Orhangazi Kaymakamlığı'nın aldığı kapatma kararı, Cargill hakkında daha önce açılan davalara dayanıyor. 1998 yılında tarım arazisi üzerinde kurulduğu gerekçesi ile hakkında dava açılan firma, bugüne kadar birçok benzeri dava ile de mücadele etti ve mahkemeden birçok kez kapatma kararı çıktı. Ancak bugüne kadar alınan kapatma kararları uygulanmadı. Son olarak Bakanlar Kurulu Cargill sorununa çözüm bulmak için çevresinde bulunan 20'nin üzerinde fabrikayı da içine alan araziyi endüstri bölgesi ilan etti. Ancak Bakanlar Kurulu'nun bu kararı Bursa Barosu'nun Danıştay'a yaptığı itiraz üzerine bozuldu. Bu da Cargill'in kapatılmasını yeniden gündeme getirdi. Danıştay'dan çıkan son karar üzerine Bursa Orhangazi Kaymakamlığı devreye girerek 11 Ekim saat 10.00'da gerçekleştirilecek kapama işlemini "gizli" ibareli yazıyla valiliğe bildirdi ve yetkililerin görevlendirilmesini istedi. Şimdi gözler Bursa Valisi'nden gelecek yanıta çevrildi.

Burayı biz değil hükümet endüstri bölgesi ilan etti
"Gelinen nokta son derece üzücü" diyen Cargill Murahhas Azası Mustafa Sayınataç, yanlış yorumlamalar nedeniyle kapatma kararı alındığını söyledi. Sayınataç, şöyle devam etti: "Valilik 11 Ekim günü şirketi kapayabilir. Bize de bir tebligat yapıldı. Biz gerekli itirazlarımızı yaptık. 21 Eylül tarihinde Bursa Valiliği'ne yazdığımız yazıda yürütmeyi durdurma kararının Çevre ve Orman Bakanlığı Hukuk Müşavirliği'nin sunduğu hatalı hukuki görüş doğrultusunda alındığını ve valiliğin de kararı yanlış istikamette uyguladığını belirttik. Bu itirazı, 13 Eylül tarihinde valiliğe de yazılı olarak ilettik. Burayı hükümet endüstri bölgesi ilan etti. Biz etmedik!"
Cargill fabrikasının çevresinde 24 adet fabrika bulunduğunu, Türkiye'nin yüzde 90'ının tarım arazisi üzerinde sanayicilik yaptığını öne süren Sayınataç, "Danıştay'ın endüstri bölgesini iptal etmesi bizim kapanmamız anlamına gelmiyor. Ancak durum gerçekten üzücü. Sonuçta itirazımız kabul edilmeyebilir ve valilik şirketimizi kapayabilir. Şu an 3.1 milyon YTL'lik yatırım yapmış durumdayız. Bizim firmamızdan çıkan atık suyu çiftçiler sulama amaçlı kullanıyorlar" diye konuştu. "Kapatma kararı alınırsa Orhangazi halkı ayaklanır" diyen Sayınataç, "Burada tüm halk şirketimizi çok seviyor. Sadece birkaç kişi ve kurum yüzünden bugün bu noktaya geldik. Bu da gerçekten çok acı ve üzücü bir durum. 2006 yılında Orhangazi'ye 1.7 milyon YTL'ye ilköğretim okulu yaptık. Şimdi sağlık ocağı yapıyoruz. Türkiye'de üretilen mısırın yüzde 10'unu karşılıyoruz" dedi. İznik Gölü'nü kuruttukları yönündeki iddiaların doğru olmadığını, bu konuda DSİ'nin raporları bulunduğunu belirten Sayınataç, Cargill'in üzerine bu kadar gidilmesine bir anlam veremediklerini kaydetti.

Cargill'in geçmişi davalarla dolu
09.12.1997 Cargill Tarım San. ve Tic. A.Ş.’nin kurulmasına izin verildi.
17.06.1998 Bursa Valiliği İl İdare Kurulu, 1/1000 ölçekli hazırlattığı Mevzi İmar Planı'na istinaden inşaat ruhsatı verdi.
01.07.1998 Bursa 2. İdare Mahkemesi'ne hazırlanan Mevzi İmar Planı'nın İznik Nazım Planına uymadığı için dava açıldı.
14.08.1998 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı plan değişikliğini onayladı ve ilk dava düştü.
27.06.2000 Bursa 2. İdare Mahkemesi imar planı ve yapı ruhsatının iptaline karar verdi.
24.07.2002 Bakanlar Kurulu faaliyetine devam etmesini uygun buldu.
26.12.2002 Danıştay 6. Dairesi, 1/25.000 Nazım İmar Planında yapılan plan değişikliğini iptal etti.
08.11.2004 Bursa 2. İdare Mahkemesi inşaat ve yapı ruhsatını iptal etti.
05.07.2005 Cargill’in bulunduğu alan Bakanlar Kurulu kararı ile “Özel Endüstri Bölgesi” ilan edildi.
20.03.2006 “Özel Endüstri Bölgesi” kararı hakkında Danıştay yürütmeyi durdurdu.
26.06.2006 Danıştay, "Özel Endüstri Bölgesi" kararının yürütmesinin durdurulmasına yapılan itirazı reddetti.
29.09.2006 Orhangazi Kaymakamlığı, Cargill'in 11 Ekim'de kapatılacağını bildirdi.

Validen savunma istenmişti
Cargill'le ilgili kapatma kararının uygulanıp uygulanmaması konusunda gözler Bursa Valiliği'nde. Cargill olayı 2005 yılında gündeme geldiğinde, o zamanın Bursa Valisi Kaan Oğuz Köksal hakkında Cargill'le ilgili kararları uygulamadığı gerekçesiyle soruşturma açılması için izin istenmişti. Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan, Kaan Oğuz Köksal hakkında soruşturma açılması için istenen iznin Bakan Abdülkadir Aksu imzasıyla reddedildiğini yazmıştı. 3 Nisan 2006 tarihinde Yargıtay devreye girmiş ve Köksal'dan yazılı savunma istemişti.

Atıkları bize bırakmayacaklar

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler önceki gün yaptığı açıklamada* daha önce "satacağız" dediği nükleer atıkların başka ülkelere verilmesinin planlandığı sinyalini verdi. Güler, "Dünyadaki gelişmeleri yakından izliyoruz. Atıkları da bize bırakmayacaklar. Atığın kendisi de bir değer. Aynı zamanda yakıt özelliği olan ve başka amaçlarla kullanılabilecek maddeler" diyor. AK Parti'nin tabanındaki büyük bir kitle de dahil olmak üzere Türkiye'de hiç azımsanamayacak sayıda kişi nükleer enerjiye bölgede yaşanan gelişmelerden dolayı nükleer silah yapımına olanak sağlayacağından dolayı "şartlı" evet diyor. Bunun bir örneği de nükleer karşıtı hareketin ilk imzacılarından olan Doğu Perinçek'in İşçi Partisi. Bakanın açıklamaları ise zaten nükleer silahsızlanma anlaşmasına imza atmış Türkiye'nin nükleer atıklarla "haşır neşir" olmasına pek müsade edilmeyeceğinin sinyallerini veriyor. Güler, "Atıkları da bize bırakmayacaklar" diyor ve yakıtın yeniden değerlendirilmesi (reprocessing) dışındaki "başka amaçlar" kelimesiyle de bu konunun altını çiziyor.

Bilindiği gibi nükleer silah yapmak için ya İran gibi zenginleştirme tesisi kurarak ya da nükleer atıklar içinde yer alan Plutonyum'u kullanarak nükleer bomba yapabiliyorsunuz. AKP hükümetinin İsrail ve ABD ile yaşadığı gerginlik uluslararası arenada nükleer enerji uzmanlarına ister istemez Türkiye bir başka İran olur mu sorusunu sorduruyor. Geçtiğimiz aylarda yürürlüğe giren "Nükleer Enerjinin Barışçıl Kullanımına İlişkin İşbirliği Anlaşması" ve Hilmi Güler'in Amerika'da yaptığı gezide bu konu gündeme gelmiş olmalı. Güler'in dün gazetecilere yaptığı açıklama bu konunun mutabakata varan çözümü olabilir. Bu bir zamanlar, "Nükleer silah yapalım, Yahudinin kafasına atalım" diyen kesimler tarafından nasıl karşılanacak, o ise soru işareti. Çünkü bu kesimlerin çoğu silah söz konusu olmadığında yerli enerjiden yana net tavır koyuyor.

Özgür Gürbüz - Yorum / Ekim 2006

* Bakan Hilmi Güler'in açıklaması için:
http://www.emdistanbul.org/?hn=156

Nükleer santralde ihale olmayacak

Enerji Bakanı Hilmi Güler, kurulması düşünülen nükleer santral için ihale olmayacağını, en kısa zamanda işi en ucuza mal edecek firmanın santrali yapacağını söyledi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /5 Ekim 2006

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dr. Hilmi Güler, nükleer enerji santrali için ihale yapılmayacağını ve en kısa zamanda en düşük fiyatla inşaatı yapacak firmaya işin verileceğini söyledi. Önceki akşam İstanbul'de Ekonomi Muhabirleri Derneği'nin davetlisi olarak katıldığı toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Güler, nükleer enerji yasasını ihale yapılmayacak şekilde hazırladıklarını ve bir hafta içerisinde yatırımcılarla yapacakları toplantıda özel sektörden görüş alıp yasada son değişiklikleri yapacaklarını belirtti.

Toplantıda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Güler, akaryakıt dağıtım şirketlerine verilen cezalar konusunda konu yargıda olduğu için konuşmaktan kaçındı ancak af çıkması için 330 milletvekilinin imzasına gerek olduğunu belirterek sektörün beklediği affın zor olduğu mesajını verdi. Konunun EPDK'yi ilgilendirdiğini belirten Güler, "bu konunun ilgilisi yetkilisi EPDK'dir. Onlar bu çalışmayı sürdürüyorlar. Biz yasayı çıkarttık. Yasayı çıkarırken de herkes bu toplantılara katıldı, görüşlerini belirttiler. Dolayısıyla, yargıya intikal eden bu noktada görüş bildirmek istemiyorum" dedi.

Dargelirliye 4 milyon ton kömür dağıtıldı
Doğalgazda bu yıl problem beklemediklerini ve üç ayrı fiyattan alınan doğalgazı tek fiyat yaparak fiyatı indirdiklerini belirten Güler, elektrik zamında tek yetkili olmadıklarını ve piyasa koşullarının önemli bir faktör olduğunu söyledi. Gazetecilerin soruları öncesinde bakanlığın çalışmaları hakkında da bilgi veren Güler, "Kömürde yaptıklarımız gözükmüyor. Terkedilmiş maden sahaları zarar edilmiş diye kapatılmıştı. Buraları tekrar üretime açtık. 14 bin kişiye istihdam sağladık. Hatta çıkardığımız 4 milyon kömürü yıkayıp, paketleyip evlere kadar götürüyoruz. Böylece dargelirli vatandaşlar soğuk kış günlerini sıcak geçiriyor" dedi. Kömürde Türk tipi bir model geliştirildiğini belirten Enerji Bakanı, "Gel, yatırımını yap, elektriğini üret ve bize karşılığında pay ver diyoruz. Petrol ve doğalgaz daki fiyatlar yüzünden kömür yok satıyor. Zonguldak'ta denizin altından kömür çıkarıyoruz". şeklinde konuştu.

Türkiye'nin "enerji koridoru" ülke konumundan "enerji terminali" olma yolunda ilerlediğini belirten Güler, "İthalatçı pozisyonumuza ihracatçı pozisyonumuzu katmayı düşünüyoruz. Ceyhan bölgesinde rafineriler, petrokimya tesisleri LNG terminalleri ve belki de gemilerin bakımı için tersaneler olacak. BTC yüzyıllık projelerden bir tanesi. Kazakistan'ın petrolü de buraya akacak. 4 milyar dolarlık projenin üçte ikisi Türkiye'deydi ve 1,4 milyar dolara bitirdik" açıklamasını yaptı. 300 milyon dolarlık bir meblağnın da kullanma izni verildiği halde kullanılmayarak hazineye aktarıldığını belirten Güler inşaat sırasında 10 bin kişinin çalıştığını belirtti.

Özel sektör parayı nereden bulacak?
Türkiye'nin elektrik ihtiyacına da değinen Güler, yüzde 8.2'lik büyümeyi esas alan yüksek senaryoya göre 2020 yılına kadar toplam enerji talebi yaklaşık 2,5 kat; elektrik enerjisi talebinin 3 kat, kömür talebinin 4 kat ve doğalgaz tüketiminin 2,2 kat artacağını belirtti. Güler, "Yeni kanun bize enerji yatırımlarını özel sektör yapsın diyor. Senaryolarımıza göre yıllık ortalama 4-5 milyar dolarlık yatırım gerekiyor. Yatırım kabilyeti 1 milyar dolar olan (geçmiş yılların ortalaması) bir özel sektör bu yatırımı nasıl yapacak? Bu soru önemli. 2020 yılına kadar elektrikte 105 milyar, tüm enerji yatırımlarında 128 milyar dolarlık bir kaynak lazım" açıklamasını yaptı.

Toplantıda "bor" konusuna da değinen Güler, boru çimentoda dayanıklılığı arttıran bir ürün olarak kullanacaklarını bunun da maliyeti düşüreceğini belirtirken tarımda da "mikro besleyici" olarak kullanılacak borun sarımsak, buğday, yonca, çilek ve fındıkta verimi arttıracağını söyledi. Bu oran sarımsak için yüzde 22.

İtalya'nın topuğundan gidecek
Enerji Bakanı Hilmi Güler gazetecilerin soruları öncesinde özellikle boru hatlarıyla ilgili projeler hakkında bilgi verdi. Projeler arasında Rusya'dan gelen doğalgazı taşıyan Mavi Akım'ın Ceyhan'a uzatılması, Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan üzerinden Avusturya'ya uzanacak 4 bin kilometrelik NABUCCO projesi de bulunuyor. Bakan Güler, Avrupa Birliği'nin Cezayir, Norveç ve Rusya'dan ibaret olan üç doğalgaz kaynağını bu projeyle 4'e çıkarmak istediğini ve 30 milyar metreküple başlayacak projenin 100 milyara kadar çıkacağını belirtiyor. Güler'in bahsettiği bir diğer projede "Şahdeniz projesi" olarak da adlandırılan Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı BTC'nin kardeşi. Güler bu yıl içerisinde bitirilmesi planlanan projeyi şöyle açıklıyor: "Bu bu hattan gelen gaz, Türkiye'de kullandıktan sonra Yunanistan'a ve oradan da İtalya'ya gönderilecek. Meriç Nehri'nin 700 metre altından geçecek. Yunanistan üzerinden de bu boru hattı Adriyatik Denizi'ni geçecek ve İtalya'nın topuğundan İtalya'ya gidecek. Burası Fatih Sultan Mehmet'in Gedik Ahmet paşa zamanında bir süre için fethettiği bir yer".