Türkiye ile Almanya'dan enerjide ortaklığa gidiyor

Türkiye ile Almanya enerji yatırımlarında işbirliği yapacak. Ortak çalışma metni hazırlandığını belirten Alman Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanı Sigmar Gabriel, "Bu yatırımları sadece Türkiye olarak düşünmeyin, bölgeyi de kapsayan bir proje olacak. Jeotermal ve güneşte çok avantajlısınız. Almanya da bu konuda uzmanlara sahip. Stratejik ortaklıkta bunları Türkiye'nin gündemine sunacağız" dedi

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Ekim 2006

Türkiye Almanya Başbakanı Angela Merkel'i ağırlamaya hazırlanırken ilk işbirliği imkanlar enerjide ortaya çıktı. Almanya ve Türkiye yenilenebilir enerji konusunda stratejik ortaklığa gidiyor. Her iki ülkenin bakanı iki ülkenin de önemli avantajları olduğunu, bu ortaklıkla avantajların projelere dönüştürüleceğini söyledi. Bu ortaklığa göre Türkiye'nin enerji potansiyeli, Almanya'nın teknolojisi kullanılacak. Alman Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanı Sigmar Gabriel, bir heyetin stratejik ortaklık üzerinde çalışarak bir anlaşma metni hazırlayacağını, sonra da bu anlaşmanın imzalanacağını belirterek, "Bu yatırımları sadece Türkiye olarak düşünmeyin, bölgeyi de kapsayan bir proje olacak. Jeotermal ve güneşte çok avantajlısınız. Almanya da bu konuda uzmanlara sahip. Stratejik ortaklıkta bunları Türkiye'nin gündemine sunacağız" dedi.

Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası İstanbul Şubesi tarafından dün İstanbul'da düzenlenen toplantıda konuşan Enerji Bakanı Dr. Hilmi Güler, Alman firmalarını yenilenebilir enerji konusunda Türkiye'de yatırım yapmaya çağırdı. Sürdürülebilir enerji sistemi dahilinde yenilenebilir enerji konusunda düzenlenen Alman-Türk konferansında Alman Çevre Doğa Koruma ve Nükleer Güvenlik Bakanı Sigmar Gabriel ile bir araya gelen Güler, "Size evlilik teklif ediyorum. Ben Almanları seviyorum. Tüm anlaşmalarda iki sıfır öndesiniz" diye konuştu.

Rüzgar haritası çıkarılıyor
Konuşmasında Türkiye'nin yenilenebilir enerji potansiyeline dikkat çeken Bakan Güler, Türkiye'de birçok barajın inşa aşamasında olduğunu söyledi. Türkiye'de barajların çözüm beklediğini belirten Güler, "Temsan adlı bir fabrikamız da var. Birlikte üretip ihraç edebiliriz. Burada bir evlilik yapabiliriz" dedi. Toplantının Türkiye ve Almanya için dönüm noktası olabileceğini vurgulayan Güler, Almanya'nın teknolojisiyle Türkiye'nin yenilenebilir enerji potansiyeli birleştirildiği takdirde önemli bir stratejik kazanım sağlanabileceğini söyledi. Türkiye'nin yenilenebilir enerji konusunda bir cennet olduğunu söyleyen Güler, "Yaklaşık 10 bin megawatlık ispatlanmış rüzgar enerjisi kaynağı var. Bu rakamın 7-8 kat daha fazla olduğunu söyleyenler de var. Elektrik işleri etüd idaresi kasım ayında rüzgar haritasını ilan edecek. Biz rüzgardan çok şey bekliyoruz" dedi ve rüzgar enerjisi konusunda Almanlarla işbirliği yapmaya hazır olduklarınının mesajını verdi.

"Türkiye'nin potansiyelini değerlendirin"
Jeotermal enerji konusunda Türkiye'nin potansiyel açısından Avrupa birincisi olduğunu söyleyen Güler, 21 jeotermal sahasının sondajının yapıldığını ve altyapısının hazır olduğunu belirtti. Projeler için 'kılçıkları ayıklanmış bir balık' tabirini kullanan Enerji Bakanı, bu projelerde ortak çalışılabileceğini dile getirdi. Güneş enerjisi, biyodizel, biyokütle konularında da tek tek Türkiye'nin potansiyeline değinen Hilmi Güler, tüm bu potansiyelin değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.

Alman Çevre Bakanı Sigmar Gabriel ise konuşmasında dünyadaki enerji sorununa ve küresel ısınmaya değindi. Bugün 1.8 milyar insanın enerji erişimi olmadan yaşadığını anımsatan Gabriel, önümüzdeki onyıllarda ise nüfusun 6.5 milyardan 9 milyara çıkacağını, tüm bu insanların enerjiye ihtiyacı olacağını ve gaz ve petrol kaynakları kısıtlı olduğuna işaret etti. İklim değişikliğinin çok korkunç sorunlara neden olduğunu belirten Gabriel, geçen yıl meydana gelen Katrina Kasırgasını örnek verdi. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre savaşlardan daha çok insanın iklim yüzünden göç ettiğini değinen Çevre Bakanı, "Alman yenilenebilir enerji bir başarı hikayesidir. Almanya'da elektrik enerji üretetiminin yüzde 10-11'i yenilinebilir enerjiden kaynaklanıyor. 2020'de hedefimiz bu oranı yüzde 20'ye çıkarmak ve bu hedefin dörtte üçü rüzgar enerjisi olaca" diye konuştu.

Almanya'nın açık denizde 5 megawattlık rüzgar türbinleri kurmayı planladığını belirten Gabriel, denizin 40 metre altında kurulacak türbinlerle de enerji üretimine hazırlandıklarını söyledi. Yenilenebilir enerji kaynaklarının istihdam yaratması nedeniyle ekonomik gelişmeyle çatışmadığını dile getiren Gabriel, Almanya'da şu anda 170 bin kişinin yenilenibilir enerji sektöründe çalıştığına dikkat çekti. Almanya'nın tarihinde bu kadar kısa sürede böyle bir istihdam alanı açılmadığını vurgulayan Gabriel, "Biz daha işin başındayız" ifadesini kullandı.Gabriel, Almanya'da yenilenebilir enerjiye destek veren hükümetin bu desteğinin 3 kişilik aile için ayda 1.60 cent olduğunu ve çocukların geleceği için bu rakamın çok olmadığını söyledi.

Nükleer enerji iki bakanı ayırdı
Sinop Bizim Grubu adına iki bakana da soru yönelten Oya Koca, nükleere karşı 25 bin imza topladıklarını, 29 Nisan'da Sinop'ta miting yaptıklarını hatırlatarak, kamuoyunun bütün tepkilerine karşı Enerji Bakanı Hilmi Güler'den bir yanıt beklediklerini söyledi. Bu soru, tüm toplantı boyunca aynı görüşleri açıklayan iki bakanı ayrı düşürdü. "Nükleer enerjii konusunda kararlıyız. Ben de Karadenizliyim, Sinop için nükleer bir şans" diyen Güler, "Türkiye'nin tüm yenilenebilir enerji kaynaklarını kullansanız bile ihtiyacı karşılamıyor. Dünyada da nükleer rönesans başladı. İngiltere Başbakanı Tony Blair ve ABD Başkanı Bush nükleer ile ilgili yeni stratejiler belirledi" dedi. Bunun üzerine Almanya'dan örnek veren Gabriel, 2020 yılına kadar Almanya'nın tüm nükleer santrallarini kapatacağını ve nükleer rönesans konusunda da Hilmi Güler'e katılmadığını söyledi.

Enerji yoğunluğu düşürülmeden enerji sorunu çözülemez

Enerjide sorunların sadece yeni santral kurularak çözülemeyeceği bir çağa giriyoruz. Sınırlı ve giderek pahalanan kaynaklar, enerjiyi etkin kullanan ülkelere avantaj sağlıyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Ekim 2006

Türkiye ne zaman yüksek büyüme rakamlarını yakalasa enerji talebinde ne kadar artış olacağıyla ilgili rakamlar sahneye çıkar. Daha sonra da hangi yılda enerji açığının yaşanacağı, hangi tip santrallerin gerektiği tartışılır. Tartışmalar gecikirse hızlıca kurulan doğalgaz santralleri sayesinde kriz önlenir ya da bir ekonomik kriz gelir ve bütün bu talep tahminlerini altüst eder. Hal böyle olunca, enerji sektörü ulusal bir plandan yoksun olarak kapanın elinde kalır.

Enerji savaşlarının yaşandığı ve üç ayrı kavramın; güvenlik, strateji ve çevrenin enerjiden ayrı düşünülmediği günümüzde ise durum daha da karmaşık. Herşeyden önce sınırlı kaynaklara dayalı planların ömrünün ne kadar olacağı belli değil. Ayrıca petrol, doğalgaz, kömür, uranyum gibi sınırlı kaynakların belirli bölgelerde ve ülkelerde olması güvenlik, fiyat ve stratejik sorunları da beraberinde getiriyor. Fiyat artışları ve güvenlik tehditlerine karşı yapılacak en akıllı yatırım ise "enerji yoğunluğu" dediğimiz, gayrı safi yurtiçi hasıla başına tüketilen birincil enerji miktarının azaltılması. Gelişmişlik artık ülkelerin ne kadar çok enerji tükettiğiyle değil, ne kadar az enerji harcayarak ne kadar çok ürettiğiyle ölçülmekte. Kimi hocalarımız hala Türkiye'nin gelişmiş ülkeler kadar tüketmediğine bakarak yorum yapsa da, tüm lambaların gece gündüz açık bırakılmasının tüketimi Avrupa seviyesine çekeceği ama ülkeyi bir adım öteye götürmeyeceği açık.

Türkiye yerinde sayıyor
Enflasyonun hesapları şaşırtmaması için 1995 fiyatları baz alınarak yapılan hesaplamalara göre, 1993 yılında Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya (GSYİH) 1000 euroluk katkı yapmak için 452,50 kilogram eşdeğeri petrol (KEP) harcayan Türkiye, 2004 yılında neredeyse aynı oranda, 452,45 kilogram enerji harcamakta. Kuşkusuz bunca teknolojik gelişmeye kayıtsız kalınması ve enerji yoğun teknolojilerin ülkeye girişinin sorgulanmaması büyük bir hata. Petrol ve doğalgaz gibi fiyatı hergün artan ithal kaynaklara bağımlı olunması ve enerji kaynakları içinde ithal kaynakların payının yüzde 70'leri bulması da enerji yoğunluğunun Türkiye için önemini arttıran bir başka etken. Bu durumda az enerjiyle çok iş yapmayı öğrenmek şart.

Türkiye'nin enerji yoğunluğu

YIL (1000 euro için KEP)
1993 452,50
1995 478,74
1997 476,49
1999 484,96
2001 494,18
2003 477,31
2004 452,45

Enerjide asıl iş talebi kontrol etmekte arzı değil
Bugünlerde yenilenebilir enerji alanında yaptıkları yatırımlarla gündeme gelen gelişmiş ülkelerin asıl başarısı enerji yoğunluğunu düşürmek oldu. Enerjiyi etkin kullanan ülkelerin başında dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip Japonya geliyor. Japonya'nın 1993 yılında ulaştığı 117,11 KEP'lik değere hala yaklaşmış başka bir ülke yok. Bugün Japonya 118,61 KEP ile başarısını sürdürürken en yakın değer Danimarka'nın 120,32 KEP değeri. Danimarka 1993 yılında 1000 euroluk ürün/hizmet yaratmak için 153,71 KEP harcıyordu ama istikrarlı politikalar onu dünya ikincisi yaptı. Belli bir noktdan sonra enerji yoğunluğunu düşürmek daha zorlaşıyor. 1993'te 146,44 KEP harcayan ve 2004'te 146,08 KEP'e ulaşan Avusturya son 10 yılda fazla ilerleme kaydetemese de enerjiyi en verimli kullanan ülkelerden biri. Türkiye gibi ülkelerin önünde ise çok basit önlemlerle alınaca büyük yollar var. Örneğin, tüm kamu kuruluşlarında veya okullarda verimli ampul kullanımını teşvik etmek ya da zorunlu kılmak gibi. Son yıllarda daha çok enerjiyi verimli kullanan beyaz eşyanın hayatımıza girdiği doğru ancak rakamların pek değişmediği ortada. Türkiye inşaat sektöründe, sanayide henüz istenilen yerde değil. Çimento, demir-çelik gibi enerji yoğun sektörlerin yaygınlaşması da işimizi zorlaştırıyor.

Enerjiyi etkin kullanan belli başlı ülkeler (KEP)


Ülke 1993 1996 1999 2002 2004
Japonya 117,11 121,33 122,01 119,00 ----
Danimarka 153,71 161,67 132,14 123,75 120,32
Almanya 183,36 179,15 163,90 158,74 158,80
İrlanda 239,02 213,37 187,73 166,14 156,88
Avusturya 146,44 150,99 139,60 139,87 146,08
Norveç 231,00 194,92 203,44 187,68 189,12
Fransa 209,05 209,25 191,03 186,05 185,48
İtalya 193,92 190,11 190,87 184,12 189,11

"En iyiler" grubunda yer alan ülkeler içinde İrlanda, Danimarka ve Almanya düşük değerlerine rağmen hala aşama katetmelerine rağmen diğer dört ülkenin iyi olan enerji yoğunluğu değerlerini sadece koruduklarının altını çizmekte yarar var. Lider japonya ise adeta sınırları zorluyor gibi. Bu grubu birinci lig kabul edersek ikinci lige İngiltere, Belçika, Yunanistan, İspanya, Kıbrıs Rum Kesimi, Hollanda, Portekiz ve İsveç'i, biraz zorlarsak Finlandiya, Malta ile ABD'yi de katabiliriz.

İkinci en iyiler (KEP)



Ülke 1993 2004
Belçika 244,29 208,20
İngiltere 269,94 207,19
Hollanda 236,42 203,20
Yunanistan 261,89 240,41
İspanya 215,16 222,54
İsveç 266,35 217,52
Finlandiya 312,73 272,07
Malta 337,04 292,35
ABD 381,52 313,83*(2003 rakamı)

En kötüler listesinde ise eski doğu bloku ülkeleri korkunç ortalamalarıyla ilk sıraları kimseye kaptırmıyor. Bu analizde ilginç bir başka nokta ise enerji kaynağının seçiminin enerji yoğunluğuna etkisi. Nordik ülkeler içinde ve Avrupa 15'te tek nükleer santral inşa eden Finlandiya enerjiyi en kötü kullanan kuzey ülkesi olarak göze çarpıyor. Büyük güç santrallerinin getirdiği alışkanlık olan fazla tüketme, sorgusuz harcama öğretisi Litvanya, Macaristan, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde de kendini gösteriyor. Avrupa Birliği'ne giren ülkelerde belirgin bir iyileşme olduğunu belirtmekte yarar var. Nükleer enerjiden vazgeçen Belçika, İtalya, Almanya ve İsveç gibi ülkelerde karara paralel olarak enerjinin daha akıllı kullanıldığı da göze çarpıyor. Japonya ve Fransa enerjiyi etkin kullanan ve nükleer enerjiden vazgeçmeyen iki ülke olarak göze çarpıyor. Japonya'nın sınırlı kaynakları, Fransa'nın petrol ve doğalgaz bağımlılığıyla AB yönetmelikleri bu konuda etkili oluyor. Dünyada tüketim deyince akla gelen Amerika da bu konuda yoğun çaba harcıyor. 1993'te 381,52 KEP olan değer 2003'te 313,83 KEP'e kadar düşürülmüş.

Enerjiyi kötü kullananlar





Ülke 1993 2004
Bulgaristan 2305,57 1628,16
Romanya 1896,47 1226,95
Letonya 1217,49 696,29
Litvanya 1641,75 1135,57
Polanya 1615,21 596,59
Slovakya 1289,74 854,32
Çek Cumhuriyeti 1134,12 851,83
Macaristan 758,84 534,05

Tüm bu istatistikler ülkelerin gelişmişliği ve enerji ilişkisi hakkında size en doğru bilgiyi veriyor. Artık tüm dünyada gelişmişliğin tanımı az enerji kullanarak çok ekonomik değer yaratabilmek olarak ölçümleniyor. Türkiye enerji verimliliği kanunu ile geç kaldığı bu lige girmeye hazırlansa öncelikle enerjideki yeni yönetim trendi olan arzı değil talebi yönetmeyi kavramak şart. İşin mali boyutu hakkında şu ana kadar konuşmadık. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Teknoloji Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Muammer Kaya, sadece binaların yalıtımıyla yılda 3 milyar dolar tasarruf sağlanabileceğini söylüyor. Kısaca sadece inşaat sektörünün bakış açısını değiştirsek yılda 3 milyar dolar cepte kalacak. Tüm Türkiye'nin bakış açısını değiştirirsek ne kadar paranın cepte kalacağını da varın siz hesaplayın. Alışkanlıklarımızı değiştirmenin değil değiştirmemenin daha pahalıya patladığını göreceksiniz.

Afşin'in rehabilitasyon ihalesi 21 Kasım'a ertelendi

Türkiye'nin en büyük kömür santrallerinden Afşin-Elbistan termik santrali A ünitesinin rehabilitasyon projesi firmalardan gelen talep üzerine 21 Kasım'a ertelendi.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 30 Eylül 2006

Verimli çalıştırılmadıkları için sık sık eleştirilere maruz kalan termik santrallerin rehabilitasyonu için düğmeye basan EÜAŞ yetkilileri, Afşin-Elbistan termik santrali A ünitesinin rehabilitasyonu için yapılacak ihaleyi 21 Kasım'a erteledi. Toplam 380 milyon dolar tutacak rehabilitasyon çalışmasına yoğun ilgi gösteren firmalar, ihale şartnamesine göre düzenlemek zorunda oldukları çözüm önerileri için, konunun teknik olarak zor bir konu olması nedeniyle, EÜAŞ'tan ek süre istedi. Dünya Bankası'nın 280 milyon dolar kredi verdiği proje için firmaların yaptığı teklifi olumlu karşılayan EÜAŞ yetkilileri de 10 Ekim'de yapılacak ihaleyi 21 Kasım'a erteledi.

21 Kasım'da firmalardan gelen şartnameleri inceleyecek olan EÜAŞ, daha sonra seçilen firmalar arasında bin 355 megavat (MW) kurulu güce sahip A ünitesi için ihale yapacak. Şu ana kadar ihale dosyası alan Alstom, Hıtachi, Babcock Service, Minex, Itochu, Ansaldo, Siemens, Skoda, Thyssenn Kurp, Teknotes ve Gama Endüstri ihaleye 3 ayrı konsorsiyum olarak girmeyi planlıyor. EÜAŞ Genel Müdürü Sefer Bütün, 2007 Nisan veya Mayıs ayında çalışmaların başlayacağını ve 2 yıl süreceğini söylüyor. Çalışmalar üretimin devam etmesi için 4 ünitede aynı anda yapılmayacak. Rehabilitasyon çalışmalarını kükürt ve katı partiküllerin tutulmasını sağlayan çevreci filtreler izleyecek. Elektrik Üretim A.Ş.'ne (EÜAŞ) bağlı santrallerin rehabilitasyonu için toplam 852 milyon dolar, santrallerin filtre sistemleri için ise 1 milyar 500 milyon dolar harcanması bekleniyor. Rehabilitasyonların tamamlanması halinde bugün yılda 21 milyar kilovatsaat (kWs) elektrik üreten santraller 2009 yılı sonunda 33 milyar kilovatsaat elektrik üretecek.

2009 sonunda 12 milyar kilovatsaat üretim artışı olacak
Bütün, "Sekiz santralde toplam 21 milyar kWs üretim yapabiliyoruz. Biz bunu bakım-onarım rehabilitasyondan sonra 33 milyar kWs'e çıkaracağız. Kademeli olarak artacak. 2007'de 21'i 25 milyara, 2008'de ise 28,5 milyara çıkaracağız. 2009 sonunda ise 33 milyar kWs üretim kapasitesine ulaşacağız" açıklamasını yapıyor. Sefer Bütün, ortalama bir hesapla, 800 milyon dolara 800 MW'lık bir santral kurulacağını ve bu santralin de 4,5 milyar kWs'e yakın elektrik üreteceğini söylüyor. Rehabilitasyon çalışmalarından beklenen ise 12 milyar kWs'lik bir artış. Bir başka deyişle santrallerin iyileştirilmesiyle sağlanacak üretim artışı 2 bin MW gücündeki yeni bir santralin üretimine bedel. Bütün, "Ayrıca rehabilitasyon projeleri çok daha çabuk oluyor. Yeni bir termik santral kurmak isteseniz 5 yıl sürer" diyor. Rehabilitasyon çalışmaları sonucunda atıl durumda bulunan kapasitelerini kullanmaya başlayacak santrallerden Afşin'de 4 milyar, Seyitömer'de 979, Tunçbilek'te 663, Orhaneli'nde 342 milyon kWs'lik üretim artışı hesaplanıyor. İhaleye katılacak firmaların 10 Ekim'e kadar tekliflerini vermesi gerekiyor. EÜAŞ, başvuruları değerlendirtikten sonra nihai teklifleri isteyecek.

EÜAŞ ayrıca, Avrupa Birliği yasalarına uygun olarak yeniden düzenlenen Hava Kalitesi Koruma Yönetmeliği uyarınca termik santrallerin baca gazı atıklarını da filtreden geçirecek. EÜAŞ'ın mevcut tüm santralleri gözden geçirilecek ve henüz baca gazı arıtması olmayan, elektromanyetik filtleri rehabilite edilmesi gereken tüm santraller için 5 yıllık bir dönemde 1 milyar 500 milyon dolarlık yatırım yapılacak. Kül tutucular ve kükürt arıtması için yapılacak bu çalışmalar için Bütün, "Beş yıl süremiz var. Bu süre içerisinde tümünü mevzuata uygun hale getireceğiz. Kangal, Afşin B, Orhaneli ve Kemerköy'de kükürt arıtması var; Yeniköy ile Yatağan'a ise yapılacak" açıklamasını yapıyor. Yeni yönetmelikte toz emisyonlar için eşik değer metreküp için 250 miligramdan 100 miligrama düştü.



Türkiye'nin stratejik enerji hamleleri bizi nereye götürüyor?

Türkiye'nin stratejik enerji hamleleri bizi nereye götürüyor?

Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının açılmasıyla Türkiye'nin dünya enerji piyasasındaki rolü daha hararetli tartışılmaya başlandı. Türkiye'nin stratejik rolüne vurgu yapanlar, merkez olacağını söyleyenler ve transit bir ülkenin ötesine geçemeyeceğini öne sürenler var. Acaba hangisi doğru? Türkiye hangi hedef için hangi adımları atmalı ya da atmamalı? İsrail'e mi yakın olmalı yoksa ABD'nin enerji politikalarını mı desteklemeli. Tarafları tartışıyor...

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Eylül 2006

Önümüzdeki birkaç yıl, enerji konusunda Türkiye'yi hem içerde hem de dışarda önemli adımlar atmaya zorlayacağa benziyor. Stratejik konumu nedeniyle bir enerji merkezi olmayı planlayan Türkiye'nin uluslararası anlamda bazı stratejik kararlara da imza atması gerekecek. Enerji merkezi olma yolunda ilk adım olarak görülen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı geçen ay açıldı. Ancak projenin bu amaca hizmet etmediğini öne sürenler de var. Enerji konusundaki yazı ve araştırmalarıyla dikkat çeken Petrol Mühendisi Tufan Eğilmez, BTC ve kurulması düşünülen Samsun-Ceyhan (SC) boru hattından gelecek petrolün İsrail aracılığıyla Doğu Asya ülkelerine gönderileceğini ve Türkiye'nin sadece bir transit ülke olacağını öne sürüyor. Türkiye'nin enerji merkezi olması için boru hatları projeleri geliştiren BOTAŞ Genel Müdürü Hüseyin Saltuk Düzyol ise aynı fikirde değil.

Tufan Eğilmez
Yazar-Petrol Mühendisi
"Rusya, Büyük Ortadoğu Projesi'ni (BOP) kavrayamadığı için önce BTC'ye karşı çıktı ama artık değil" diyen Tufan Eğilmez BTC'den gelecek olan petrolün geleceğiyle ilgili de şu açıklamayı yapıyor: "BTC denizden yapılacak bir boru hattıyla İsrail'in Aşkelon Limanı'na bağlanacak. Oradan da İsrail'in Kızıldeniz'deki Elat Limanı'na. Bir yıl önce İsrailliler günde 3 milyon varil kapasiteye sahip boru hattının yönünü geri çevirdi. Elyat'tan ilk kez Rus petrolü Asya'ya ulaşacak. Rusya'nın en büyük sorunu Japonya, Hindistan ve Çin gibi muazzam petrol tüketen ülkelere petrolünü satamamaktı. Batıya boru hatları var ama doğuya çok pahalıya geldiği için yok. Süveyş by-pass ediliyor, BOP'un en can alıcı noktası da bu. Doğu denizlerinde hakimiyeti elinde tutan Arap petrolüne günde 3 milyon varillik bir rakip geliyor. Doğu denizlerine açılma İsrail limanlarından olacağı için de "vana" Türkiye'nin değil İsrail'in eline geçmiş oluyor" diyor.

Eğilmez, "Putin’in 28-29 Nisan 2005, Başbakanımızın da 1-2 Mayıs 2005 tarihlerindeki İsrail temaslarında bu konu görüşüldü. Aynı konu Erdoğan ve Putin’in 17-18 Temmuz 2005’te Soçi’deki görüşmelerinde de gündeme geldi. Daha sonra Enerji Bakanımızın İsrail seyahati ile de iyice pekiştirildi. Rusya, dolması mümkün görülmeyen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattını kendi petrolü ile dolduracak. Rus ve Kazak petrollerinin bir kısmı da günlük kapasitesi 2 milyon varil olacak Samsun-Ceyhan boru hattına verilecek" görüşünü savunuyor.

BTC'nin şu anda günde 34 bin varil kapasiteyle çalıştığını ve Azerbeycan petrolüyle ancak 225 bin varillik bir doluluğa ulaşılabileceğini söyleyen Eğilmez, günde 1 milyon varil olan kapasiteye ulaşmak için Rus petrolüne ihtiyaç olduğunu öne sürüyor. Bu petrolin talibi de yok diyen Eğilmez, "Petrol fiyatlarındaki yükseliş ABD'nin spekülasyonundan kaynaklanıyor, talep yetersizliğinden değil. Zaten Batı'nın tüm rafinerileri de Ortadoğu petrollerini işlemek için kurulu. Bakü'den gelecek kükürtsüz petrolü kullanmak için rafinerilerinde değişiklik yapmaları gerekiyor. Bu rafineri başına 1-2 milyon dolarlık bir değişiklik demek. Elinde yeterinden fazla ortadoğu petrolü var; neden yapsın? Ayrıca Irak'ın kapasite arttırımına gitmesi ve 1 milyon varil yerine 3 milyon varil üretim yapması da olası" açıklamasını yapıyor. Boğazlarla ilgili olarak ise İstanbul üzerindeki trafiğin artarak devam edeceğini düşünen Tufan Eğilmez, "Boğazlardan geçen petrol batıya, BTC'den giden ise ilave ve doğuya gidiyor" diyor.

Saltuk Düzyol
BOTAŞ Genel Müdürü
Saltuk Düzyol ise Türkiye'nin stratejik önemini kaybettiği haberlerinin yanlış olduğunu söylüyor. "İsrail'i bu projeye destek vermeye çalışan biziz" diyen Saltuk, "Irak boru hattı da tam kapasite çalışırsa üç hattın toplamı 4 milyon varili bulabilir. Aşkelon-Elat boru hattı ile Samsun Ceyhan birleşmesinin iyi bir opsiyon olacağını söyleyen biziz. Onların (İsrail) ilk amacı BTC'den akan petrolün bir bölümünü kendileri için almak. Mümkün olduğunca Akdeniz'e akan petrolü, boru hatlarıyla Güneydoğu Avrupa pazarlarına sunmak istiyorlar" diyor.

Türkiye'nin stratejisinin doğu-batı ve kuzey-güney koridorunda enerji merkezi olmak olduğunu hatırlatan Düzyol, "Türkiye'nin üzerinden ne kadar petrol ve boru hattı geçerse bu Türkiye'nin bölgesel anlamındaki istikrarına katkıda bulunacak ve ilave katma değer yaratacak. Boru hatları Türkiye'ye gelmeseydi bugün rafinerilerden bahsedilmezdi. Bunlar istihdama yarayacak, ekonomik açıdan Türkiye'nin gelişmesine katkıda bulunacak" yorumunu yapıyor.

Boru hatlarının inşa faaliyetlerinden işletilmesine kadar gelir elde edildiğini, pompa istasyonlarından gaz arzı yapılabileceğini ve aynı zamanda gelen petrolün bir bölümünün Türkiye'ye ayrılarak arz güvenliğine katkıda bulunacağını da sözlerine ekliyor. Saltuk'a göre İsrail'in lobi gücü uluslararası arenada azımsanamaz: "Rusya ve diğer ülkeler üzerinde İsrail'in lobi gücü var. İsrail'in işin içinde olması hem bizim hem de onlar için katkı sağlıyor. Hindistan ve diğer Asya ülkelerinde petrole yönelik talep patlaması var. Gelecek petrolü garanti etmeniz lazım yoksa kimse yatırım yapmaz. İlla Aşkelon-Elat'tan geçmesi gerekmiyor, tankerlerle Süveyş'ten de geçebilir".

Saltuk için Samsun-Ceyhan projesinin Türkiye açısından bir başka önceliği daha var; boğazlar. BTC'nin hazar petrolünü taşıdığı için boğazlara fazla katkısı olmadığını söyleyen BOTAŞ Genel Müdürü, SC olmazsa Kazak ve Rus petrolü Akdeniz'e boğazlardan geçerek inecek diyor. Saltuk, "70 milyon ton az bir rakam değil, boğazlardan geçenin yarısına yakın bir rakam. Piyasalarda artan bir talep var ve arz yeterli değil. Fiyatların yüksek olmasının bir nedeni de arz yetersizliği" diyor. Uluslararası petrol şirketleri boğazlardaki trafik sıkışıklığı nedeniyle her yıl 1 milyar dolara yakın zarar ediyor diyen Saltuk bütün bunların herekese fayda sağlayan projeler olduğuna dikkat çekiyor.

Necdet Pamir
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Genel Koordinatörü
Necdet Pamir, öncelikle Türkiye2nin konumuna dikkat çekiyor. Bir tarafta dünya petrol rezervlerinin yüzde 65, gaz rezervlerinin yüzde 30'undan fazlasına sahip Ortadoğu, diğer tarafta hiçbir zaman Ortadoğu'ya alternatif olamasa bile arz güvenliliğinin en önemli ilkelerinden biri olan kaynak çeşitliliğine hizmet edecek ve Ortadoğu'ya bağımlılığı azaltacak Hazar'ın arasında olduğumuza dikkat çekiyor. Pamir, "Hazar'daki ispatlanmış petrol rezervleri dünyadaki rezervlerin yüzde 2 ila 4'ü arasında. Rusya burada önemli bir aktör. Bilinen doğalgaz rezervlerinin yüzde 28'i Rusya'da, petrolde de sekizinci sırada. Türkiye böyle baktığınızda hem doğu-batı hem de kuzey-güney eksenli boru hatlarının odağında. Türkiye en genel hatlarıyla baktığınızda potansiyel olarak çok önemli bir konumda ama Türkiye bir terminal mi merkez mi olacak bu ise ayrı bir konu" diyor. Bugüne kadar yapılanları değerlendirmesini istediğimizde konu BTC'ye geliyor. BTC'nin ilk 16 yıl için varil başına 55 sent gelir getireceğini ve yılda 50-60 milyon dolardan başlayıp en tepe noktada 300 milyon dolar para kazandıracağını öğreniyoruz. BOTAŞ'ın işletme masraflarını düşmek kaydıyla. Pamir, "BTC'den geçecek petrol 12 yıl sonra 1 milyon varil. Dünyada günde bugün 84 milyon varil petrol tüketiliyor. 2010'da 90 milyon varil tüketilecek" diyerek geçen petrolün miktarı ve gelirden çok projenin stratejik önemine dikkat çekiyor. Şu anda üzerinde çalışılan diğer projeleri de özetleyen Pamir şöyle bir tablo çiziyor: "Şahdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması için boru hattı inşaatı başladı. Türkmenistan gazının satılması söz konusu ama bu projenin önünde büyük engeler var. Türkiye-Yunanistan hattı başladı. İran hattının ve Mavi Akım'ın İsrail'e uzanması mümkün. Bu projelerden bir transit geçiş geliri söz konusu ama asıl Türkiye'nin stratejik önemini arttıracaklar. Ancak bir o kadar da riskleri var. Kerkük-Ceyhan BTC'den daha yüksek kapasiteye sahip. 1,6 milyon varile ulaştığı zamanlar oldu ama Irak'ın işgalinden sonra çok sınırlı çalışıyor. Bir boru hattı hem küresel hem de bölgesel güçlerin saldırı odağında da yer alabilir".

Pamir, "Boru hatlarının olup olmamasının iradesi sizin elinizde değil. Örneğin ABD olmasaydı BTC'nin gerçekleşmesi çok zordu. Malum İsrail saplantımız var. Tabi ki İsrail'de kendi çıkarlarını kovalayacak. ABD, İsrail ve Türkiye'nin çıkarları kesişiyorsa, faydası varsa tamam. Yalnız risklere de bakmalı. Bölgede İsrail'in düşmanı ne kadar güç varsa devrede olacak. Buradan geçen petrolün İsrail'e, ABD'ye gidiyor olmasından çok dünya ticaretinin kesintisiz sürmesi, petrolün dolarla satıldığı sürece Amerikan ekonomisi için iyi bir şey. Amerika gerektiğinde körfeze müdahale ederek işine gelmediği zaman Çin'e, Hindistan'a hatta Avrupa'ya karşı o bölgeyi kontrol etmeye çalışıyor. Bu Carter Doktrini'nden beri böyle. Peki, ne yapalım o zaman? Boru hatları Türkiye'den geçmesin mi? Şu ana kadar yapılan anlaşmalara bakıldığında sadece transit geçiş ücretiyle idare ediyoruz. Örneğin Rusya ne yapıyor? Türkmen gazının bin metrekübünü 50-60 dolar gibi bir fiyattan satın alıyor ve bize 300 dolar fiyatlarla geliyor. Türkiye'de İran gazı için bu müzakereleri yapıyor ama başarılı olur mu bilinmez. Türkiye'nin burası merkez olacak sözünü söyleyebilmesi için bu tür anlaşmaları da başarıya ulaştırması lazım. Örneğin BTC'de fiyat belli ve değişme şansı yok. İlk 6 yıl için 250 bin varillik bir garanti var ve belki hesaplasanız BOTAŞ'ın masrafını çıkarmaz. Bu hatların Türkiye'nin değerini arttırdığına inanıyorum ama ne kadar iyi müzakere edildi, ne kadar bizim yararımıza, bunlar eleştirilebilir. Ben giderek daha fazla tek bir ülkeye (şu an Rusya) bağlı olmanın daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

Türkiye'ye turist uğurlayan anne gözyaşlarını tutamadı

Bir yandan turist gelmedi deyip dizimizi dövüyor öte yandan da gelen turiste etmediğimizi bırakmıyoruz. Sorunları onların gözünden görmek için turist olduk turladık. Yıllardır turizmde patlama bekliyoruz ama hala Türkiye'nin nasıl bir yer olduğunu yabancılara anlatabilmiş değiliz. Amerikalı anne oğlunu uğurlarken başına birşey gelecek korkusuyla gözyaşları döküyor. Cesaret edip Türkiye'ye gelen ise yankesiciler ve taksicilerin eline düşüyor

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 9 Eylül 2006

Yıllardır Türkiye'yi kurtarmasını beklediğimiz turizmi kendi ellerimizle batırıyoruz. İstanbul'da son model gezi otobüsüyle tura çıkan turisti Taksim'de ikinci kata kadar çıkan sucular, Sultanahmet'te meydana inen halıcılar rahat bırakmıyor. Geceleri Taksim'de turistlere yaklaşan dolandırıcılar ise arkadaş numarasıyla yakaladıkları yabancıları tanıdıkları barlarda içirip, yüklü faturalar ödemeye zorluyor. İstanbul'u anlatan kitaplar buna benzer uyarılarla dolu. Terör, meşhur takscilerimiz ve yanıbaşımızdaki savaş da cabası...

Türkiye'ye gelen turistlerin rehber kitaplarında artık Türkiye'nin ne kadar misafirperver olduğu değil, turistleri nasıl dolandırıldığı yazıyor. Turistlerin gözünden Türkiye'yi görmek için tedbil-i kıyafet yaptığımız İstanbul turunda tanıştığımız Amerikalı Frank, daha konuşmamızın hemen başında bizi turist sanarak Taksim'deki şebeke hakkında uyarıyor. İki akşamdır Frank, Taksim'in göbeğindeki otelinden çıkar çıkmaz tanımadığı kişiler tarafından sıcak bir şekilde karşılanıyormuş. Neyse ki Frank, Amerika'dan İstanbul'a gelirken rehber kitabında bu şebeke hakkında yazılanları okumuş. Taksim'de turistlere yaklaşan, onlarla arkadaş olduktan sonra önceden ayarlanmış barlara götürüp korkunç faturaları ödemeye zorlayan bu şebeke her akşam Taksim meydanındaki polis kontrol noktasına 30 metre uzakta gezerken, 70 milyon patlayacak turizmin hayalini kurarak vakit öldürüyor.

Türkiye'nin modern ve güvenli olduğunu anlatmak gerek
Tursitlerin gözünden sorunları görmek için İstanbul'u Plan Tours tarafından işletilen çift katlı kırmızı otobüslerle ama "turist" kılığında turlamaya karar veriyoruz. Taksim'deki kırmızı kioskta fiyatlar yazılı olmasa da Sultanahmet'te euro cinsinden yazılı. Zaten Sultanahmet'teki kioska yaslanmış elindeki tesbihi sallayan görevliden de bilgi alabiliyorsunuz. Biletimizi alırken gişedeki görevli bana boğaz turlarından bahsediyor. İlgilenmediğimi görünce 100 YTL olan fiyatı 90'a indiriyor. Broşürde euro cinsinden fiyatlar var ama "bana kaça olur" dediğinizde bir indirim söz konusu. Her yarım saatte bir gelen otobüsü beklerken Orlanda şehrinin Ekonomik Kalkınma Direktörü olduğunu öğrendiğimiz William Franklin Blingsley'le (Frank) tanışıyoruz. Bir yandan yanımıza yaklaşan sucuları savuşturuyor bir yandan da Frank'ın Türkiye macerasını dinliyoruz. Geçen hafta patlayan bombalar Frank'ı değil ama annesini bir hayli korkutmuş. Anne Blingsley, havaalanında gözleri yaşlı uğurlamış Irak ve Suriye'ye yakın bir ülkeye giden oğlunu. Frank, Türkiye'nin Amerika'da yapılacak tanıtımında iki önemli nokta var diyor. Modern ve güvenli bir ülke olduğunu anlatmak. Otobüsün üst katında oturduğumuzda aşağıda savuşturduğumuz sucu çocuklardan biri karşımıza çıkıyor. Aynı su artık 50 kuruş değil 1 YTL. Olayın farkında olmama rağmen, turist olmadığımı açığa vurmamak için bile bile kazıklanıyorum: "One bottle please! (Bir şişe lütfen)"

Nasıl bulduğunu sorduğumuz İstanbul'un batıdaki kentlere benzemesinden korktuğunu söyleyen Frank, "İstiklal Caddesi'ne Virgin Megastore açılıyormuş. Bu cadde de umarım bizimkilere benzemez" diye hayıflanıyor. Trafikte çalınan kornalar, dur kalklar otobüsteki 10-15 turisti pek etkilemiyor gibi. Herkes Tarlabaşı'ndan inerken görünen Haliç manzarasını fotoğraflamakla meşgul. Yalnız konu Frank'ın memleketi Orlando'dan ve Florida'daki dev lunaparklardan açılınca bir İngiliz turist olarak Türkiye'de böyle bir parkın olmadığından yakınıyorum. Espriyi patlatıyor: "Burada taksiler var, hiç binmedin mi?". Sultanahmet ile Taksim arasında iki kez taksiye binmiş. İlkinde 7, ikinci de 15 YTL ödemiş. İkinci sefere, deli gibi araba süren şoför tarafından "lunapark farkı" eklenmiş olmalı. Frank sohbete ara verip makinasıyla otobüsün sol tarafına geçiyor. Tüm turistler patlamış su borusunun ortaya çıkardığı gölette oynayan çocukların fotoğrafını çekiyor.

İstanbul Amerika olmasın
Frank'ın uzman olduğunu öğrenince İstanbul hakkındaki görüşlerini soruyorum hep. Tarihi surların üzerindeki gecekonduları ilginç buluyor. Güzel yere ev yapmışlar diyor. Ev fiyatları yüksekse "Altın Boynuz"un etrafında duran eski evler neden boş ve yıkılmaya yüz tutmuş diye soruyor. Tur boyunca karşımıza çıkan tarihi eserler hakkında oldukça özlü bilgi veren tanıtımların çok kısıtlı olması ve tüm yol boyunca dinletilen aynı müzik Frank'ın canını sıkmış olmalı ki, bir süre sonra kulaklıkları boynunda aksesuar olarak kullanmaya başlıyor. Açıkçası Yenikapı'da tarihi surların yanından geçerken Haydarpaşa ve Selimiye Kışlası'nın tanıtımının yapılmasına ben de anlam veremedim. Dürbün lazım Haydarpaşa'yı görmek için. Frank'ın en büyük sorunu ise tur otobüsündeki tanıtım kasetinden çok İstanbul'un da batılılaşmadan nasibini alıp almayacağı. "Amerika'da hangi kente gitsem karşıma aynı mağazalar çıkıyor" diyen Frank, İstanbul'un da kendi dokusunu korumasını diliyor. Sultanahmet'te gerçek kimliğimizi söylediğimiz Frank'la vedalaşmadan önce yanımıza bir halıcı yaklaşıyor ve tur arkadaşımı dükkanına getirmem için bana telkinde bulunuyor. Arkasından her anlama gelecek bir "ne arıyorsunuz"la tüylerimizi diken diken eden saçları briyantinli iki gencin misafirperliğinden nasibimizi alıyoruz. "Hiçbir şey" deyince geldikleri gibi hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaşıyorlar. Hatta hiç durmadıklarını bile söylemeliyim. Daha fazla saldırıya maruz kalmamak için çareyi Tolga ile Türkçe konuşmakta buluyoruz.

Terör turist de getiriyor
Güney kentlerimizi vuran terör kimilerini ağlatsa da, İspanyol Angela Alcover ve Jose Fernandez çifti, düşen fiyatlardan yararlanarak İstanbul'a kişi başı 500 euroya 1 haftalık tatil satın almışlar. Uçak ve otelin dahil olduğu fiyatı çok iyi olarak değerlendiren Angela, gazetelerde 200 euroya kadar fiyat gördüğünü söylüyor. Dört yıldız denilen otelin İspanya standartlarına göre ancak iki yıldız edeceğini de ekleyen Angela'ya göre Türkiye'de en çok rahatsız olduğu konu fiyatların "Türkçe" konuşmayan insanları görünce artma eğilimi göstermesi. İspanya'nın resmi kanalı TVE'de çalışan Angela buraya tarih, insanlar ve de Türkiye'nin AB için hazır olup olmadığı konusunda fikir edinmek için gelmiş. Düşündüğünden daha iyi bulduğu Türkiye'yi, birkaç ay önce gittiği ve yine AB hayalleri kuran Fas'la kıyaslayarak fersah fersah önde olduğumuzu söylüyor. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.


Hüseyin Kurtoğulları
Plan Tours Genel Müdürü

Turist olmayınca bizim için biraz kör bir yatırım oldu ama şerefi çok büyük. "City Sightseeing" gibi merkezi Londra'da olan ve dünyanın birçok kentinde tur düzenleyen çok büyük bir firmanın ortağı olarak bu işe girdik. Ancak yılda en fazla 8-10 bin kişi bu turu alıyor. 1 milyon euro yatırdık ancak 10 yıl olmasına rağmen hala bu parayı çıkaramadık. Dayanabildiğimiz kadar dayanacağız, biz bunu daha çok prestij için yapıyoruz. 3 adet, dünyada üstü spor araba gibi açılıp kapanabilen otobüslerimiz var. Yine, benzerlerinde en fazla 8 dilde olan tercüme olanağı İstanbul'da 11. Çok güzel anlatımları var. İstanbul gibi bir kentte olması gereken bir hizmet diye düşünüyoruz. Zamanında çok iyi bir iş yaptığımızı düşündük ama sadece şanı kaldı elimizde. Ücretlerimiz de yutdışındakilere göre daha ucuz ama yine de grup ve ailelere indirim uyguluyoruz. Ben bir ayrımcılık olduğunu düşünsem de yerli turistten 20 euro yerine 15 YTL alıyoruz. Fiyatlarımızda pazarlık yok ama çalıştığımız acenta ve otellere özel indirim uyguluyoruz. Biz çağdaş bir hizmet sunuyoruz ama karşılığını alamıyoruz. Dünyadaki örnekleriyle kıyasladığında çok arkalardayız. Yeni kiosklar koyduk, biz de eksik yok ama turist de yok. Türkiye'nin tanıtımı konusunda hiç kimse bir çaba harcamıyor.

Rıza Epikmen
TÜRSAB Yönetim kurulu II. Başkanı

Öncelikle turizmde "patlama" kompleksinden kurtulup kontrollü bir büyümeyi hedeflememiz gerek. Uzun vadeli hedefler belirleyip, bir artış eğilimiyle bu hedeflere ulaşmak lazım. Türkiye'de tesislerden yana sorunumuz yok. Büyük bir çoğunluğunda servis kalitesi de yüksek. Ancak otel 5 yıldızlı olsa da sokaklar 1 yıldız olunca otelin kalitesi de 3 yıldıza düşüyor. Turla gelen turistler problem yaşamasa da münferit gelenler sokaklarda yaşanan sorunlarla karşılaşıyor. Gelen turisti bu konuda uyarmak lazım. Bugün İtalya'ya gidip de yankesicilerle başı derde girmeyen yok gibidir. Bu, İtalya'ya giden turistin sayısını azaltmıyor. Paris'in arka mahallerinde de size herşeyi satmaya çalışan insanlar karşınıza çıkabilir, "hayır" der kurtulursunuz. Ancak bunun dışında kontrol edebileceğimiz sorunlar var. Örneğin 650 bin liralık plaka parası olan taksiler için 50 bin liralık yatırım zorunlu kılınabilir. Taksi şoförü olmak için sınava girilebilir. Hata yapan şoföre ilkinde ceza, ikinci de bir süreliğine taksicilikten men ve üçüncüsün de lisansının iptali gibi cezalar uygulanabilir. turistler yapay alanları tercih etmez. İtalya'ya gittiğinizde bir İtalyan gibi yaşamak istersiniz. Bu yüzden iş ahlakı standartlarımızı sadece turistler için değil kendimiz için de yükseltmeliyiz. Bugün Beyoğlu İstanbullular için de tehlikeli. Tanıtıma ayrılan bütçe de yetersiz ama bu konuda bakanlığın da pek suçu yok. 60 milyon dolar tanıtım bütçesi var ve 18-20 milyar dolar hedefleniyor. Yönetmelikler gereği tanıtım ihalesi her yıl yenilenmek zorunda ve ihalayi alan her yeni firma stratejinin değişmesi anlamına geliyor. Bakanlığın bütçesi de her yıl onaylandığı için uzun vadeli plan yapmak zor.

2010 yılında Avrupa'nın kültür başkenti olacak İstanbul için yapılan çalışmalar da biz de TÜRSAB olarak başından beri içindeyiz. Bugüne kadar STK ve devletin yaptığı en uyumlu işbirliklerinden biri. Rehavete kapılmadan çalışılıyor ve düzenli toplantılar yapılıyor. 2010 İstanbul için hem tanıtım hem de çehresini düzenleyip kültürel değerlerini orataya çıkarmak için bir fırsat. İstanbul'un seçilmesinde en büyük etken yapacağımız konserler ya da etkinlikler olmadı. "İstanbullu için ne yapacaksınız" sorusuna verdiğimiz yanıt oldu. Yapacağımız etkinliklere İstanbul'un her yerinden insanları ücretsiz servislerle getireceğiz aynı zamanda etkinlikleri merkzden diğer bölgelere yayacağız. İstanbullu müzesiyle buluşacak, sokak ve şehir panayırları olacak. İstanbullular İstanbul'u sahiplenecek.

Karadeniz'de sıkışan Rusya, Dedeağaç'ta çıkış arıyor

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 5 Eylül 2006

2030 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun bugünkü 6 milyardan 8 milyara çıkması bekleniyor. Sadece bu kriter bile dünya enerji talebinin nasıl dramatik bir artışla karşı karşıya kalacağını göstermeye yeter. Exxon Mobil, yıllık enerji talebindeki büyümenin yüzde 1.6 olacağını ve bugün 205 milyon varil petrol eşdeğeri olan talebin 2030'da 335 milyon varil petrol eşdeğere ulaşacağını tahmin ediyor.

Dünya petrol uygarlığında ısrar ettiği sürece gözler Ortadoğu ve Hazar üzerinde olacak. Rusya, Suudi Arabistan'la beraber dünyada en çok petrol üreten iki ülkeden biri. Üretilen petrolün yüzde 11'i Rusya'dan geliyor. Rusya ve Hazar, dünyada kalan 2.2 trilyon varillik rezervin 400 milyar variline sahip. Bu petrolün ihraç edilmesi bölge ülkelerin ekonomisi için önemli ve artacak talebi karşılamak için yeni yatırımların yapılması da yine mevcut petrolün satışından gelecek nakite bağlı. Rusya'nın petrolünü dünya pazarlarına açmak için Karadeniz önemli bir role sahip. 2010 yılına gelindiğinde sadece Novorossiysk limanından her yıl 200 milyon ton petrol ihraç edileceği tahmin ediliyor. Petrolü Karadeniz'e indirmek yeterli değil, Akdeniz'e oradan da Avrupa ve Amerika'ya hatta Süveyş ya da İsrail üzerinden enerjiye aç Asya'ya göndermek gerekecek. Peki ama nasıl?

Bugün boğazlardan geçen petrol ve türevlerinin miktarı 150 milyon tonu buluyor. Boğazlar kapasitesinin üstünde tankere geçiş sağlıyor ve sıkışıklıktan dolayı bazen tankerler 10-15 gün boğaza giriş için bekliyor. Bu gecikmenin şirketlere faturasının yılda milyar doları bulduğu söyleniyor. BTC 50 milyon tonluk kapasitesine ulaşsa, Samsun-Ceyhan'da planlandığı gibi faaliyete geçse toplam boru hattı kapasitesi 120 milyon ton. Bu rakam Rusya'nın mevcut hatlarında yapmayı planladığı kapasite arttırımını bile karşılamıyor. Bu nedenle, petrol olduğu ve Karadeniz'den geçtiği sürece Yunanistan-Bulgaristan ve Rusya'nın 15 milyon ton kapasiteli Burgaz-Dedeağaç projesi Türkiye'nin boru hatlarına rakip olmayacak gibi görünüyor. 900 milyon dolarlık projenin kapasitesinin 35 milyon tona çıkarılması, Rusya ve Hazar devletlerinin Asya ve Avrupa'ya yeni yollar bulması halinde ise Türkiye'nin BTC ve Samsun-Ceyhan hatlarını dolduracak petrolü bulmak için sıkıntı yaşaması gündeme gelebilir. Böyle bir durumda ise teselli, boğazlardan geçen petrolü Ceyhan'a yönlendirerek bulunabilir.

Petrol ve Doğal Gaz boru hatları

Proje (petrol) Kapasite Mevcut durum
Bakü-Tiflis Ceyhan -- 50 milyon ton /yıl -- İşletmede(düşük kapasite)
Irak-Türkiye -- 70,9 milyon ton/yıl -- İşletmede(düşük kapasite)
Samsun-Ceyhan -- 70 milyon ton/yıl -- Plan aşaması

Proje (Doğalgaz) - Kapasite - Mevcut durum
İran-Türkiye -- 10 milyar m3/yıl -- İşletmede
Rusya-Türkiye (Batı) -- 14 milyar m3/yıl -- İşletmede
Rusya-Türkiye (Mavi Akım) -- 16 milyar m3/yıl -- İşletmede
Türkiye-Yunanistan -- 750 milyon m3/yıl -- İnşaat
Türkmenistan-Türkiye -- 16 milyar m3/yıl -- Planlanıyor

Proje (LNG) Kapasite Mevcut durum
Cezayir-Türkiye -- 4 milyar m3/yıl -- Tankerlerle geliyor
Nijerya-Türkiye -- 1.2 milyar m3/yıl -- Tankerlerle geliyor


Yunanistan doğalgaz boru hattının İtalya'ya kadar uzatılması ve Türkmenistan'dan alınan gazın Avusturya'ya kadar iletilmesini sağlayacak Nabucco projesi de planlar arasında.

Enerjide 1.2 milyar dolarlık kapışma

EPDK tarafından lisansı olmayan bayilere akaryakıt verdikleri gerekçesiyle dağıtım şirketlerine kesilen 1.6 milyar YTL'lik para cezası sektörü isyan ettirdi. Hukuki mücadeleye başlayacak olan sektör temsilcileri, cezanın uygulanmasının dağıtım şirketlerinin sonu olacağı görüşünde. Petrol Ürünleri İşverenler Sendikası Başbakan Tayyip Erdoğan'dan görüşme talep ediyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 2 Eylül 2006

Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) tarafından kesilen Cumhuriyet tarihinin en yüksek para cezası petrol sektöründe tam bir şok yarattı. 1 milyar 666 milyon 835 bin 180 YTL'yi bulan cezadan 28 akaryakıt dağıtım şirketi nasibini aldı. EPDK bu cezadan önce lisansı olmayan her bayiye 57 bin YTL para cezası kesmişti. Şimdi ise dağıtım şirketlerine, akaryakıt temin ettiği her lisanssız bayi için 714 bin 46 YTL ceza kesti. 2 bin 300 bayi aynı durumda olunca ceza miktarı 1.6 milyarı buldu. Kanun gereği firmalar bu cezaları yasal tebligattan 1 ay sonra ödemeleri gerekiyor. EPDK'nın aldığı ceza kararı ise temyize açık.
Cezaları dağıtım şirketlerinin sonu olacağını söyleyen Türkiye Akaryakıt Bayileri Petrol ve Gaz şirketleri Sendikası (TABGİS)Başkanı Atıf Ketenci, cezanın hacminin yarısı kadar olduğuna dikkat çekiyor. Ketenci, "Petrol Ofisi'nin ederi 2 milyar YTL. Ederinin 5'te 1'i kadar ceza kesilir mi? Bu ceza idari bir ceza. Gerekçe lisansız faaliyet gösteren akaryakıt bayilerine ikmal yapmak. EPDK bu cezaya inanıyorsa cezayı 15 ay geciktirdi, devleti zarara uğrattı" diyor. 2005'in Nisan ayında denetimlere başlandığını belirten Ketenci, "Bin 700'e yakın bayiye ceza yazıldı, aynı gün dağıtım şirketlerine de ceza yazılmalıydı. Bin 700 bayi ceza aldı ama soruyorum, faaliyeti durdurulan bir bayi var mı? Faaliyet durdurulsaydı işin özü anlaşılacaktı. Vatandaş ilk kez böyle bir piyasa kanunu ile karşılaşıyor.Yaklaşık 2 bin bayinin 1600'ü kısa sürede lisans aldı. Cezaya konu olan birçok bayi şu anda lisanslı. Bu durum düzeltilmeli." yorumunu yapıyor. Ketenci, söz konusu olayın yasal yollara gerek kalmadan hükümetin buradaki hassasiyetleri görüp kanunu düzeltmesinin daha uygun olacağını söyledi.

Danıştay yolu gözüküyor
Atıf Ketenci gibi tüm sektör yetkilileri de benzer sorunlardan yakınıyor. Bayilerin lisans alması için gereken Gayri Sıhhi Müessese ruhsatlarının Cumhurbaşkanı'nın Mali İdareler Kanunu'nu veto etmesi ve yeni mevzuatın devreye girmesi nedeniyle alınamadığını söylüyorlar. Aylar süren bu işlemlerin EPDK tarafından dikkate alınmadığından yakınan sektör yetkilileri kurumun teknik hatası olduğunu öne sürüyor. Lisansız istasyonların faaliyetlerini durdurmadıklarını, tebligat yapılmadığını ve başvuru dosyalarının kabul edilmediği halde geri iade edilmediğini söyleyerek Danıştay'a başvuracaklarının altını çiziyorlar. Buluştukları bir başka ortak nokta ise dağıtım şirketlerinin böyle bir cezayı kaldıramayacağı.
Petrol Ürünleri İşverenler Sendikası (PÜİS) Genel Başkanı Muhsin Alkan, işin başında bayilere verilen cezaların yanlış olduğunu söylüyor. Alkan, bayilerin evraklarının EPDK'de olduğu bir sırada jandarmanın bayilere ceza kestiğini söylüyor ve karar hem ağır hem de haksız diyor. Alkan, "EPDK'de bu yanlışları kabul ediyor ama Jandarma'nın tuttuğu zabıtlar yüzünden ceza kesilmek zorunda" diyor. Çözümün kanunda yapılacak bir değişiklikle sağlanacağını düşünüyor ve "500 bin liralık cezalar nasıl ödenir" diyor. Muhsin Alkan, "Kaçakçılık yapmamış, üçkağıtçılık yapmamış sadece lisansı zamanında alamamış insanlara böyle ceza yazılır mı?" diyerek sektörün şaşkınlığını dile getiriyor. Alkan aylardır konuyu anlatmak için Başbakan'dan randevu beklediklerini de ekliyor.

Mevzuat krizi
Aralık 2003'te yapılan değişiklikle bir yıl içerisinde lisans alınma zorunluluğu getirildi. EPDK hazır olmadığını söyleyerek yönetmelik hazırlayacağını söyledi. Yönetmelik 2004 Haziran'ında yayınlandı. Gereken belgeler arasında Gayri Sıhhi Müessese'de vardı. Bayilerin birçoğunun Gayri Sıhhi Müessese ruhsatı ya yoktu ya da inceleme altındaydı. EPDK'nin yerel yönetimler tarafından verilen "Gayri Sıhhi Müessese ruhsatı başvurusu inceleme aşamasında bu işletmenin faaliyetini sürdürmesinde sakınca yoktur" yazısını kabul etmeyince kriz de başlıyor. EPDK Gayri Sıhhi Müessese ruhsatının aslını istiyor. Bayiler tekrar belediyelere gidiyor ama belediyeler mahalli idareler kanunu değiştiği için bir süre işlem yapamıyor. Bu arada Cumhurbaşkanı Mali İdareler Kanunu'nu veto ediyor bu Gayri Sıhhi Müessese ruhsatı alınmasını daha da uzatıyor.

İkmal kesilseydi Türkiye yakıtsız kalırdı, cezaların hukuki dayanağı yok
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) lisansı olmayan bayiilere akaryakıt ikmali yaptıkları gerekçesiyle 28 şirkete kestiği 1 milyar 666 milyon YTL’lik para cezasına, Petrol Ofisi’nden "Lisans başvurularındaki yığılma sebebiyle yaşanan bir gecikmeden dolayı akaryakıt ikmalini kesseydik, Türkiye yakıtsız kalırdı" tepkisi geldi. Petrol Ofisi CEO’su Jan Nahum, EPDK'nın kestiği para cezasının hukuki temelinin olmadığını belirterek, “Lisans başvurularındaki yığılma sebebiyle yaşanan bir gecikmeden dolayı akaryakıt ikmalini kesseydik, Türkiye yakıtsız kalırdı. Hakkımızı hukuki yollardan arayacağız” dedi.
Nahum, PO’ya kesilen 498 milyon 693 bin YTL’lik para cezasının hukuki bir temeli olmadığını öne sürerek, cezanın uygulanmaması için gereken itirazlarda bulunacaklarını söyledi. Nahum, Petrol Piyasası Kanunu’na göre lisans almak üzere EPDK’ya başvuran akaryakıt bayiilerinin yarattığı yığılmanın, lisansların çıkmasında bir gecikmeye neden olduğunu savunarak, “Lisans müracaatı ile lisans verilmesi arasındaki zaman dilimindeki akaryakıt satışları için ceza kesildi” diye konuştu.
Petrol Ofisi yetkililerinin verdiği bilgiye göre, lisans için başvuran bayiilere en geç bir ay içinde cevap vermek zorunda olan EPDK, yığılma nedeniyle bu bir aylık süreyi de askıya aldı. Lisans alma başvurusunun yapıldığı bu süre içinde yapılan ikmaller nedeniyle bu cezanın kesildiğini belirten yetkililer, "Hukuki yolları araştırıyoruz. Sanıyoruz İdari Mahkeme'ye başvuracağız" dediler.

Yalçıntaş: Cezalar uygulanırsa ticari hayat büyük darbe yer
İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Murat Yalçıntaş, verilen idari para cezasının, 15 ay önce lisans belgelerini alamayan akaryakıt bayilerine verilen ceza neticesinde gelen itirazlar sebebiyle verildiğine işaret etti. Yalçıntaş, “Biz İstanbul Ticaret Odası olarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki bu en büyük idari para cezasının uygulanması halinde, tüm sektörlerin ve ekonominin can damarı olan akaryakıt sektörünün sıkıntıya girebileceği, bunun da ticari hayata ciddi zararlar verebileceği endişesi içindeyiz. Çünkü şirket başına düşen yaklaşık 60 milyon YTL para cezasının şirketlerden tahsili durumunda, bu şirketlerin faaliyetlerinin sekteye uğraması ihtimali oldukça yüksektir” dedi. İTO olarak devletin bir kurumunun yaptığı bir uygulamayı eleştirmek gibi bir niyetleri olmadığının altını çizen Başkan Yalçıntaş, “Ancak, hassas dengeler üzerinde bulunan Türkiye ekonomisi için bu uyarıları yapmak elbetteki benim birincil görevlerim arasındadır” diye konuştu

Ceza uygulanacak şirketler
Petrol Ofisi Anonim Şirketi (POAŞ)
Opet Petrolcülük Anonim Şirketi (OPET)
Altınbaş Petrol Ticaret Anonim Şirketi (ALPET)
Turcas Petrol Anonim Şirketi (TURCAS)
Enerji Petrol Ürünleri Pazarlama Anonim Şirketi (ENERGY)
Aytemiz Akaryakıt Dağıtım ve Pazarlama Anonim Şirketi (AYTEMİZ)
Pet-Line Petrol Ürünleri Ticaret Anonim Şirketi (PETLİNE)
Total Oil Türkiye Anonim Şirketi (TOTAL)
Turkuaz Petrol Ürünleri Anonim Şirketi (TURKUAZ)
Erk Petrol Yatırımlar Anonim Şirketi (ERK)
Termopet Akaryakıt Nakliyat ve Ticaret Ltd. Şti (TERMOPET)
Bölünmez Petrolcülük Anonim Şirketi (M OİL)
GS Petrol Ürünleri Tic. AŞ (GS)
Ağpaş Petrol Ürünleri Pazarlama Sanayi Ticaret ve Dağıtım A.Ş (AĞPAŞ)
Opet Dış Ticaret Nakliyat ve Akaryakıt Anonim Şirketi (SUNPET)
The Shell Company of Turkey Limited (SHELL)
Balpet Petrol Ürünleri Taşımacılık Sanayi ve Ticaret A.Ş (BALPET)
Birleşik Petrol Anonim Şirketi (BİRLEŞİK)
BP Petrolleri Anonim Şirketi (BP)
Delta Petrol Ürünleri Ticaret Anonim Şirketi (DELTA)
Starpet Garzan Akaryakıt Dağıtım Pazarlama A.Ş (STARPET)
Can Aslan Petrolcülük Sanayi A.Ş (EUROİL)
Siyam Petrolcülük Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi (SOİL)
Selahattin Kaleli Petrolcülük Ticaret Limited Şirketi (KALELİ)
Yalçınkaya Petrol Ürünleri Pazarlama Dağıtım Sanayi ve Tic. Ltd. Şti
MMG Petrol Dağıtım ve Pazarlama İç ve Dış Ticaret A.Ş (MMG)
Arıtsan Petrolcülük Tic. A.Ş (EVROTURK)
Damla Petrol İnşaat Ticaret A.Ş (DAMLA)

Aksoy: "Cezaları dağıtımcılarla belirledik"
TBMM Sanayi, Ticaret ve Enerji Komisyonu Başkanı Soner Aksoy, akaryakıt dağıtım şirketlerine af düzenlemesinin gündemde olmadığını söyledi. Aksoy, “Münferit yasayla af çıkarmak için 330 oy gerekir. Bu da hiç çıkmaz. Maliye Bakanlığı’nın gelirlerinden vazgeçtiğine dair bir yasa çıkarılıp, buna ek yapılabilir. Bu, yaz başında denendi. Ama rağbet görmedi” dedi. Aksoy, "Komisyonda rakamları tespit ederken kendileri vardı. Bütün baba şirketlerin genel müdürleri vardı orada. Hatta biz bayiler için rakamların bir kısmını düşürdüğümüzde büyük bir dağıtım şirketinin genel müdürü sinirlenip odayı terk etmişti. ‘Niye indiriyorsunuz’ diye kızmıştı. Eğer ceza verilecekse küçüklere de büyüklere beraber verilmesi lazım.”

Turcas mahkemeye gidiyor
Turcas Petrol A.Ş, verilen para cezalarına ilişkin, “Hukuki anlamda mesnetsiz para cezasına itiraz edilecektir” açıklamasını yaptı. Turcas Petrol'den İMKB'ye yapılan açıklamada, EPDK'nın kararı ile lisanssız bayilere yakıt ikmali yapıldığı iddiasıyla şirket hakkında toplam 113 milyon 599 bin 140 YTL para cezasının uygulanmasına karar verildiği belirtildi.

Barajlarda patron tekrar DSİ oldu

Hidroelektrik santrallerde lisan yöntemi tamamen değişti. Bundan böyle firmalar önce DSİ'nin süzgeçinden geçecek. Birden çok firmanın başvurduğu hidroelektrik projelerde, lisans bedelini almak için yapılan ihale de tarihe karıştı. Artık üretilen elektrik üzerinden en fazla katkı payını veren barajı inşa etmeye hak kazanacak.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /21 Ağustos 2006

Hükümetin enerji yatırımlarını özel sektöre yaptırmak istemesine rağmen fiyat, finansman sorunları ve bürokratik engellerden dolayı yakınan yatırımcıların yüzü bu defa gülüyor. 12 Ağustos 2006'da yayınlanan yönetmelik sonucunda herhangi bir baraj projesine talip olan firmalar artık Devlet Su İşleri'nin kapısını çalacak ve lisans bedeli için yüklü miktarda para ödeyerek sermaye sorunu yaşamayacak. Birden çok firmanın başvurduğu projede DSİ firmalara üretime geçtikten sonra hükümete ürettikleri kilovatsaat başına ne kadar katkı payı ödeyeceklerini soracak. En yüksek fiyatı öneren firma su kullanım anlaşmasını imzalayacak ve EPDK'nin yolunu tutacak. Eskiden elektrik üretim lisansı için ihale yapan ve en yüksek rakamı veren firmaya lisans veren EPDK bundan böyle sadece DSİ'nin seçtiği firmanın lisans genel şartlarına uygunluğunu denetleyecek. Daha önceki yöntemde 100 MW kurulu güçte olan ve yılda 300-400 milyon kilovatsaat üretim yapan bir hidroelektrik santral için ortalama 15-20 milyon dolarlık bir lisans bedeli ödeniyordu. Hemen hemen 1 yıllık bürüt gelire denk düşen bu rakam 15 MW'lık ve yılda 90 milyon kilovatsaat üretim kapasitesine sahip Kumköy Barajı örneğinde olduğu gibi 43 milyon YTL gibi astronomik rakamları da bulabiliyordu. Firmalar bundan böyle lisans bedeli ödemeyerek ellerindeki sermayeyi barajın yapımına harcayabilecek. Bunun yapım sürelerini kısaltması bekleniyor.

Devlet Su İşleri (DSİ) Etüd ve Plan Dairesi Başkan Yardımcısı Atilla Ataç, lisans bedeli için ödenen yüksek miktarların yatırımcının önündeki sorunlardan biri olduğuna dikkat çekiyor ve projelerin hız kazanacağını düşünüyor. Ataç yeni sistemi, "Daha önce firmalar lisans bedeli için belli bir para ödüyordu. Artık bunu üretime geçtikten sonra ödemeye başlayacaklar. Örneğin 2005 yılında üretime başlayan bir santral ödemeyi 2006 yılının Ocak ayında yapacak" şeklinde açıklıyor. Birden çok firmanın başvurduğu baraj projelerini, fizibilite raporu ve proje formülasyonları gibi gerekli belgeleri tam olan ve diğer firmalara göre daha çok katkı payı vermeyi taahhüt eden firmalar kazanacak. "Katkı payı" ya da "prim sistemi" olarak da adlandırılan bu yöntemle DSİ barajların değerlendirmesinde ön plana çıkıyor. Artık ilk başvurular EPDK yerine DSİ'ye gidecek. EPDK elinde değerlendirilmeyi bekleyen projeleri de DSİ'ye gönderiyor. DSİ 12 Eylül itibariyle bekleyen ve yeni gelen başvuruları sonuçlandırmaya başlayacak.

Enerji alanında büyük yatırımlara hazırlanan H. Ö. Sabancı Holding'in Enerji Grup Başkanı Selahattin Hakman, Aslancık Barajı gibi 20 firmanın birden talip olduğu baraj projesini değerlendiriken katkı payının önemine değiniyor. Hakman, "Lisans ihalesi aşamasında tek seferlik bir ödeme yerine, lisans süresince üretilecek enerjiye bağlı bir katkı payı alınacak şekilde olması, yani bir ön ödeme yapılması zorunluluğunun bulunmaması başvuru sayısının artmasına neden olmuştur" diyor. Türkiye'de hidroelektrik enerjiye yatırım yapmaya hevesli girişimcilerin çok olduğunu söyleyen Bilgin Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Vehbi Bilgin, "Bu sayede yatırımcı lisans bedeli için yüklü paralar ödemekten kurtuluyor ve özkaynak riski yaşamıyor. Devlet için de karlı çünkü projeler daha çabuk ve daha ucuza hayata geçiriliyor. Yapılması gereken bir şey daha var. Büyük finansman gerektiren projeler için yatırım primi verilse birçok proje daha hayata geçebilir" diyor. Özel sektörün yatırıma teşvik edilmesini ve son değişikliği olumlu karşılayan Bilgin, "DSİ'nin yaptığı projelerde 2 yılda biter denen barajlar 20 yılda bitmiyor ve 3 liraya mal olur denen projeler ise 15 liraya bitirilemiyordu" hatırlatmasını yapıyor.

Katkı Payı nasıl çalışıyor?
Hidroelektrik santral projesine talip olan yatırımcılar üretecekleri her kilovatsaat elektrik için DSİ'ye belli bir ücret üzerinden ödeme yapmayı tahhüt ediyor. En yüksek rakamı veren ve gerekli belgeleri tamamlayan firma lisans hakkını alıyor. İnşaat süresince ödeme yapmayan firma üretime başladıktan bir yıl sonra üretilen her kilovatsaat için taahhüt ettiği bu katkı payını ödüyor. EPDK ise bu yeni sistemde enerji fiyatlarındaki değişiklikleri fiyatlara yansıtmak için formülde kullanılacak güncelleştirme katsayısını hesaplıyor. Enerji maliyetlerindeki artış ve azalışlarda güncelleştirme katsayısı sayesinde üreticiye yansıtılıyor. Sistem üreticiye enflasyon sayesinde bir başka avantaj daha getiriyor. İlk yıllarda yüksek sayılabilecek katkı payları uzun vadede enflasyon sayesinde eriyor.

Türkiye'de potansiyelin yüzde 56'sına henüz dokunulmadı

Kurulu güç (MW) / Potansiyel içindeki payı (%)
İşletmede 12631 / 36
İnşaa halinde 3187 / 8
İnşa edilecek 20442 / 56

Kaynak DSİ

Türkiye'de kaynaklarına göre elektrik üretimi (GWh) 2005

I. Dönem / II. Dönem / III.Dönem / IV. Dönem
Termik 29.890,8 --- 27.549,8 --- 32.350,8 --- 32.477,2
Rüzgar 16,4 --- 11,5 --- 11,2 --- 17,5
Hidrolik 9.595,7 --- 10.663,5 --- 10.038,9 --- 9.360,0

Toplam 39.502,9 --- 38.224,8 --- 42.400,9 --- 41.854,7

Kaynak: TÜİK

Biz insan taşıyoruz, birkaç da inek!

Bugün İstanbul'da yaşayan herkes İETT'nin "1871'den bu yana biz insan taşıyoruz" sloganını bilir. Bu slogan doğru, hatta insan dışında canlı hayvan taşınmasını yasaklayan bir yönetmelik bile var. Ancak bu yasak delineli 131 yıldan fazla oluyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ağustos 2006
İstanbul'daki son raylı sistem Kabataş-Taksim hattı geçtiğimiz günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından törenle açıldı. Bundan tam 131 yıl önce açılan ve Karaköy'ü Pera'ya bağlayan emektar "Tünel" ise bu kadar şanslı değildi. Hem boyca hem de yaşça yeni füniküler sistemin "ağabeyi" sayılabilecek Tünel'in açılışını inek ve danalardan oluşan bir topluluk yaptı. Yer altında giden vagonlara binmekten korkan insanlar yerine büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarla deneme seferi yapan İstanbullular, hayvanların yolculuğu canlı tamamlamalarının ardından dünyanın üçüncü metrosuna adım attılar. Bu arada, eski "Tünel"e "ağabeyi" diyoruz çünkü boyu 573 metre, yaşı ise 131. Kabataş-Taksim arasındaki ikizi ise 544 metre uzunluğunda ve bir ayına daha yeni bastı.

Bu bilgi üzerine İETT "1871'den bu yana biz insan taşıyoruz" sloganını değiştirir mi bilmiyoruz ama İstanbul'daki raylı ulaşım sisteminin yapısı bu son füniküler sistemle biraz olsun değişmeye başladı. Raylı ulaşımın olmazsa olmazı olan bağlantılı hatlar ilk kez devreye girdi. Levent'ten metroya binen bir yolcu artık yeraltından çıkmadan hat değiştirerek Kabataş'a kadar gidebilecek. Karşısına bir sondaj demiri çıkmazsa tabii! Hatta Kabataş-Zeytinburnu arasında çalışan tramvaya da sadece bir merdiven tırmanarak ulaşılabilecek. Tünel ile İstiklal Caddesi'ni kat eden Nostaljik Tramvay arasındaki bağlantıyı saymazsak bundan önceki bağlantı noktalarında ise bu mümkün değildi. Örneğin Kabataş'tan havaalanına gidecek bir kişinin Yusufpaşa'da inip, üst geçiti kullanarak Millet Caddesi'ni geçmesi, yaklaşık 300 metre yürümesi ve alt geçitten geçerek Aksaray Metro İstasyonu'na ulaşması gerekiyordu. 544 metrelik, çift vagonlu trenlerin 1 dakika 50 saniyede aldığı bu hat İstanbullular tarafından da uygun görülmüş olsa gerek ki günde 20 bin yolcu kapasitesine ilk ayında ulaştı. Ağabeyinin ortalaması ise 15 bin civarında. Açılışında taşınan inekleri saymazsak tabii.

Her ne kadar İstanbul ilk raylı sisteminin hayata geçmesini hayvanlara borçlu olsa da bugün toplu taşıma araçlarının hiçbirinde hayvan taşınmasına izin verilmiyor. Otobüste ya da vapurda bir hayvana rastlarsanız bilin ki o aracın sahibinin insiyatifiyle bu taşımacılık gerçekleştiriliyor. Kediniz "Mavi Akbil" kullanmayı öğrenmiş olsa da yasa gereği İETT ile seyehat etmesi mümkün değil. "Kedibil" ya da "kuşbil" ufukta görünmüyor anlayacağınız. Pek vefakar olduğumuz söylenemez.


İstanbul'da ulaşım karayoluna teslimTürü Payı (%)
Karayolu 91,69
Demiryolu 5,80
Denizyolu 2,50

Raylı ulaşımda aslan payı Hafif Metro'daTürü Payı (%)
TCDD 21,60
Hafif Metro 27,52
Nostaljik Tramvay 0,87
Metro 22,64
Tramvay 25,08
Tünel 2,26

Kaynak:İETT

Suudi Arabistan'a ihracat azaldı

Özgür Gürbüz - Referans / 10 Ağustos 2006

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) tarafından hazırlanan ve dünkü toplantıda Kral Abdullah ve heyetiyle beraber Türk yetkililere de sunulan raporda, Türkiye'nin, dış ticaret hacmi 200 milyar doları bulan Suudi Arabistan'a yönelik ihracatındaki düşüş ve dış ticaret açığı dikkat çekiyor. 2005'in ilk 5 ayında Arabistan'a 379 milyon dolar ihracat gerçekleştiren Türkiye, 2006'da aynı dönem içinde 339 milyon dolarda kalmış. Bu azalışın iki ana nedeni var. İç talepte meydana gelen artış nedeniyle azalan demir-çelik ihracatı ve artan petrol gelirleri yüzünden tercihini Türk malı yerine Avrupa mallarına çeviren Arabistanlı tüketiciler. İhracatta bu yıl bir düşüş yaşansa da 1998'den bu yana hem ihracat hem de ithalat rakamları bir yükseliş eğilimi gösteriyor. 1998 yılında 473 milyon dolar olan ihracat, 2005 yılında 962 milyona, 669 milyon dolar olan ithalat ise 2005 sonunda 1 milyar 888 milyon dolara ulaşıyor. İthalat ve ihracatta başı çeken kalemlerde Türkiye'nin ana ithalat ürünü mineral yakıtlar (ham petrol ve yağlar gibi) olarak görülüyor. Türkiye'nin ödediği miktar 2005 sonunda 1.5 milyar doları buluyor. Bu kalemi kimyasallar ve plastik izlerken Suudi Arabistan'ın ithal ettiği ürünlerin ilk üçünde demir-çelik, motorlu kara taşıtları ve halı var. Son 25 yılda Suudi Arabistan'da iş yapan firmaların başını Gama, Tekfen ve Yüksel İnşaat'ın çektiği inşaatçılar geliyor. 16 firma, 3.5 milyar dolar tutarında 100'e yakın projeye imza atmış. Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın ziyareti sırasında yapılan anlaşmaların Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri artıracağı düşünülüyor.

Türkiye Suudi Arabistan Ticari İlişkileri (milyon dolar)

Yıllar -- İhracat -- İthalat

1998 -- 473.868 -- 669.950
1999 -- 367.184 -- 579.151
2000 -- 386.554 -- 961.682
2001 -- 500.642 -- 729.645
2002 -- 554.643 -- 793.790
2003 -- 740.341 -- 967.863
2004 -- 768.369 -- 1.231.507
2005 -- 962.156 -- 1.888.783
2006/5 ay -- 339.868 -- 921.467

Kaynak: DEİK

Türkiye’de yerleşik Suudi Arabistan ortaklı firmaların sayısı ise 121. İmalat, inşaat, dış ticaret, perakende ticaret, gayrimenkul, otel ve lokanta işletmeciliğinde faaliyet gösteren bu firmaların toplam sermayesi 600 milyon YTL civarında.

Kral Abdullah'a ilanla 'Hoş geldin' diyenler akrabaları

Türkiye'de faaliyet gösteren Suudi Kablo Grubu ve petrokimya şirketi Sabic, 'İki Harem-i Şerif'in Hizmetkârı Kral Bin Abdülaziz Al Saud'un Türkiye ziyaretini sevinçle karşılamakta, hoş geldin dileklerini iletmekteyiz" ilanları verdi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 9 Ağustos 2006

300 kişilik heyetle dün Türkiye'ye gelen Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz el-Suud'a Türkiye'deki akraba şirketleri ilanla "hoş geldin" dedi. Türkiye'ye Demirer Grubu ile ortaklık yaparak adım atan, daha sonra ise yoluna tek başına devam etme kararı alan Suudi Kablo Grubu ve 20 yıldır Türkiye'de irtibat bürosu bulunan petrokimya devi Sabic, "İki Harem-i Şerif'in Hizmetkârı Kral Bin Abdulaziz Al Saud'un Türkiye ziyaretini sevinçle karşılamakta, hoş geldin dileklerini iletmekteyiz" ilanları ile dikkat çekti. İki şirketin ortak özelliği sadece Suudi Arabistan kökenli olması değil, yöneticilerinin Kral Abdullah'ın yakın akrabaları olması.

Suudi Kablo'nun CEO'su kraliyet ailesinden
Verdiği ilanda "Grubumuz 20 yılı aşan bir süredir Türkiye'de müşterilerine titizlikle hizmet verme konusunda sorumluluğunu bundan sonra da devam ettirecektir. Bu ziyarete ekonomik açıdan büyük önem veriyoruz" diyen Suudi Kablo Grubu, Türkiye pazarına 1985 yılındaki ekonomik kriz sonucu satışa sunulan Demirer Holding'e bağlı Demirer ve Anka Kablo'nun yüzde 70'lik hisselerini alarak girdi. 1986 yılında ise Demirer Holding ile ortaklaşa Mass Kablo'yu kurdu. 1994 yılında ise Mass Kablo, Kavel Kablo, Mass Plaza ve Demirer Kablo'daki Demirer Grubu'na ait tüm hisseleri satın alarak yoluna tek başına devam etti. Grubun CEO'su ise Suudi Kraliyet Ailesi'nden Halid Ali Rıza.

1998 yılında Demirer Kablo'nun Bilecik Bozüyük'te bulunan tesislerinin yanına Kavel Kablo'nun İstinye'deki tesislerini de taşıyan firma bugün dev bir tesiste üretim yapıyor. Şirket Türkiye, Bahreyn ve Arabistan'da üç ayrı şirketle alüminyumdan yüksek gerilim hatlarına, enerjiden telekoma kadar birçok konuda faaliyet gösteriyor. Dört ülkede bin 300 kişi istihdam eden grubun yıllık cirosu ise 400 milyon dolar. Grup bünyesindeki Mass Kablo halen Türkiye ile Ortadoğu'nun en büyük kablo üretici ve ihracatçısı.

Sabic hisselerinin yüzde 70'i kraliyet ailesine ait
Kral Abdullah'a gazete ilanlarıyla hoş geldin diyen Sabic, Suudi Arabistan'da petrokimya alanında faaliyet gösteren iki büyük firmadan biri. Hisselerinin yüzde 70'i kraliyet ailesine ait. Çeşitli ülkelerde yatırımları olan firmanın 2005 cirosu dünya çapında 20 milyar, aktif büyüklüğü ise 50 milyar dolar. Dünya çapında petrokimya üreticileri arasında 7'nci sırada yer alıyor.
Polyester, PVC, gübre ve metal üreten firmanın Avrupa'da iki ana üretim merkezi bulunuyor. Sadece Avrupa ayağında 2 bin 300 kişi çalışıyor. Türkiye'de 20 yıldır irtibat bürosu bulunan Sabic, eylül ayında aktif olarak faaliyete başlayacak.

34 milyon dolar yatırıma ayrıldı
Petrol sayesinde patlayan geliri için "güvenli liman" arayan Suudi yatırımcılar, Türkiye'yi gözlüyor. Diplomatik gözlemciler Suudi Arabistan’ın yatırım açısından en ihtiyatlı yaklaştığı ülkenin Türkiye olduğunu söylüyor.
Suudi Arabistan, dünyanın en büyük 10 petrol ihracatçısı arasında ilk sırada. Rekor yüksek petrol fiyatlarının ilk 10 ülkeye bu yılın tamamında 700 milyar dolar civarında bir gelir yaratması bekleniyor. Suudi Arabistan bunun 203 milyar dolarını tek başına gerçekleştirecek.
Suudi vatandaşlarının birikimlerinin büyük bölümünü ABD'de tuttuğu biliniyor. Ancak bu birikim 11 Eylül sonrası ABD'den çıktı ve diğer ülkelere yöneldi. Bu açıdan yatırım parasının bir bölümünün Türkiye'ye kaydırılması önem taşıyor.
Suudi Arabistan'da 2006 için 34 milyar dolar yatırım bütçesi ayrıldı. 2020’ye kadar 613 milyar dolarlık yatırım yapılacak.

Yabancı Sermaye Derneği (YASED) verilerine göre Türkiye'de Suudi Arabistan sermayeli 150'ye yakın firma bulunuyor. Ancak bu şirketlerin bazıları kapandı. Türkiye'ye yatırıma gelen birçok şirketin merkezi Suudi Arabistan'da. Sağlık ekipmanları üretimi, hastane işletmeciliği ve inşaat işleriyle uğraşan UMG bunlardan biri. Şirket, İstanbul'da hastane yatırımları planlıyor. 2005'in en büyük özelleştirmesi olan Türk Telekom'un satışı, içinde Suudi Arabistanlı yatırımcıların payının bulunduğu Lübnan şirketi Saudi Oger tarafından gerçekleştirilmişti. Pek çok yatırım da sırada.

Küresel ısınma nükleer santralleri de bunalttı

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ağustos 2006

Küresel ısınmaya çözüm olacağı savunulan nükleer santraller sıcak dalgalarının Avrupa'yı vurmasıyla sorunlar yaşamaya başladı. İspanya, Santa Maria de Garona nükleer reaktörünü, soğutma suyu olarak kullanılan Ebro Nehri'nin aşırı ısınması nedeniyle geçen hafta içinde durdurdu. 59 adet nükleer reaktörü olan Fransa'da ise aynı nedenden dolayı zorlanan nehir kenarındaki santraller özel izin alarak limit değerlerin üzerinde sıcak suyu nehirlere vermeye başladı. Nehirlerdeki canlı yaşamını etkilediği için çevreciler bu izne tepki gösteriyor. Normal koşullarda fazla enerji kapasitesi yüzünden elektrik ihraç eden Fransa, EDF yetkililerine göre günde 2 bin megavatsaate eşdeğer elektrik ithal etmeye başladı.

Fransa'nın 45 reaktörü nehir, 14 adetiyse deniz suyuyla soğutuluyor. Reaktör içerisindeki sıcaklık 50 dereceyi geçerse durdurulması gerekiyor. Bu yüzden de devamlı soğutma suyuyla desteklenmek zorunda. Dışarıya verilen suyun sıcaklığının da 25 dereceyi geçmemesi isteniyor. Nehirlerde oluşacak 2 dereceden fazla ısı artışı, yaşayan canlılar için tehlike arz ediyor. Sıcak dalgaları sırasında Fransa'da deniz suyuyla soğutulan reaktörler sınır değerlerde çalıştırılarak, güçleri düşen nehir santralleriyle kompanse edilmeye çalışıldı. 2003 yılındaki sıcak dalgası sırasında da benzer problemlerle karşılaşan Fransa da, Fessenheim reaktöründe sıcaklık 50 derecenin üzerine çıkmış, hortumlarla basınçlı su verilerek sıcaklık düşürülmeye çalışılmıştı. Nükleer karşıtları bu operasyonu riskli olduğu gerekçesiyle protesto etmişti.

İsveç 4 reaktörü kaza nedeniyle durduruldu.
Öte yandan İsveç iki hafta içerisinde 4 reaktörünü durdurmak zorunda kaldı. Toplam 10 reaktörü olan İsveç'te 2 reaktör elektrik arızası nedeniyle geçtiğimiz hafta kapatılırken, Stockholm'e 250 kilometre uzaklıkta Oskarshamn santralindeki 2 reaktör ise ana güç sisteminde meydana gelen bir arıza sonucu süresiz durduruldu. Santralinin eski yöneticisi İsveç medyasına yaptığı açıklamada, ana güç jeneratörlerindeki problem sonucu devreye giren yedek sistemin de çalışmaması sonucu ortaya çıkan problemin şans eseri Çernobil benzeri bir reaktör erimesine dönüşmediğini söyledi. Greenpeace Uluslararası'ndan Jan Vande Putte ise İsveç'te yaşanan olayın, özellikle sıcak dalgaları sırasında yaşanan benzer elektrik kesintileriyle tekrarlanabileceğine ve büyük facialara yol açabileceğine dikkat çekiyor. Greenpeace, İsveç'teki tüm reaktörlerin hemen kapatılmasını talep ediyor. Geçtiğimiz yıllarda 2 reaktörünü kapatan İsveç, 1980 yılında yapılan referandumun sonucu olarak kalan 10 reaktörü de 2010 yılına kadar kapatmayı planlıyor. Aynı anda küresel ısınmaya yol açan fosil yakıt kullanımını da azaltmaya çalışan İsveç'te bu sürenin uzatılması gerektiği zaman zaman tartışılıyor.

ağustos 2006

Meclis yokolan doğanın peşine düştü

Türkiye'nin giderek artan çevre sorunları Meclis'e de yansıdı. Çarpık kentleşme ve kontrolsüz sanayileşme sonucunda artan çevresel sorunlar, milletvekillerini harekete geçirdi. TBMM'nin gündemindeki 280 araştırma önergesinin 40'a yakını çevreyle ilgili.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Ağustos 2006

Dilovası'ndaki sanayi atıklarının çevreye ve insan sağlığına etkilerinin araştırılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) geçtiğimiz günlerde kabul edildi. Bu karar, dikkatleri Meclis'te gümdeme gelmeyi bekleyen çevreyle ilgili diğer önergelere çekti. TBMM'nin gündemi oldukça yoğun. Meclis'in araştırması istenen 280 civarı önerge görüşülmeyi bekliyor. Bunlardan en az 40 tanesi çevre kirliliğiyle ilgili. Çevre kirliliğinin araştırılmasını, çözüm bulunmasını isteyen bu önergelere onlarca milletvekili imza veriyor; adeta çevreyle ilgilenmeyen milletvekili yok gibi. Bu 40 kadar önergenin dışında en az bir o kadar önerge de dolaylı olarak çevre sorunlarına atıfta bulunuyor.

Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 23 milletvekili, Büyük Menderes Nehri ve Havzası'ndaki kirliliğin, çevreye ve insan sağlığına verdiği zararların tespit edilmesini isterken, Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 20 milletvekili, Orhaneli Termik Santrali'nin çevreyi kirletip kirletmediğinin araştırılmasını istiyor. Bazı milletvekilleri ise geçmişte yaşanan sorunların sorumlularının bulunması için araştırma komisyonu kurulması girişiminde bulunuyor. Hatay milletvekili Abdülaziz Yazar ve 21 milletvekilinin, İskenderun Limanı'nda batan MIV Ulla gemisinin batma nedenlerinin ve sorumlularının tespit edilmesiyle ilgili verdikleri önerge gibi. Kirlenen nehir ve göllerle ilgili araştırma önergeleri ön plana çıkarken, vahşi çöp depolama tesisleri, nükleer ve termik santrallerle ilgili sorunlar, sanayi atıklarının insan sağlığı üzerine etkilerinin araştırılması istekleri ortak şikayet konuları. Bazı önergeler de yıllardır çözülemeyen sorunlarla ilgili. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen, 3 ayrı önerge de Çernobil kazasının Türkiye'ye etkilerinin araştırılması için verilmiş.

Önergeleri, genelde kendi il sınırları içerisindeki sorunlara çözüm bulmak isteyen milletvekilleri veriyor ama istisnalar da yok değil. Örneğin, Hatay milletvekili Züheyir Amber , Karadeniz’e bırakılan zehirli atık dolu variller konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması yürütülmesini isteyerek Hatay il sınırlarını oldukça zorluyor. Bu önergeye imzalarıyla destek veren milletvekili sayısı da 65 gibi oldukça yüksek bir rakamı buluyor. İl sınırlarını zorlayanlar arasında Kars Milletvekili Selami Yiğit de var. Yiğit, 21 milletvekiliyle beraber Ermenistan’daki bir nükleer santralın ülkemiz için oluşturduğu tehlikelerin araştırılmasını ve gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmasını istiyor.

Meclis Araştırma Komisyonu kurulması için verilen önergelerden bazıları

*Trabzon-Çaykara-Uzungöl Beldesinin çevre kirliliği ve çarpık yapılaşma sorunlarının araştırılması

*Eber Gölünde meydana gelen kirliliğin ve çevresel etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Yapılması planlanan nükleer santrallerin ülkemiz şartlarına uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Ankara-Mamak çöplüğünün yol açtığı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Çernobil Nükleer Santrali kazasıyla Karadeniz Bölgesindeki kanser vakaları arasındaki ilişkinin araştırılması

*Van Gölündeki kirlenmenin önlenmesi ve Van ilinde turizmin geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

*Uluabat Gölü çevresine kurulacak organize sanayi bölgesinin doğuracağı muhtemel zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi

Hidroelektrik santral projelerinin sayısı 600'e dayandı.

Enerjide yaşanan kriz, baraj projelerini yeniden gündeme getirdi. DSİ ve özel sektörün yapımına başladığı ve planladığı baraj projelerin sayısı 600'e yaklaştı. Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nda temel atma töreni cumartesi günü Başbakan Erdoğan tarafından atılıyor. Sektörün geleceği eskiye oranla daha parlak ama belirsizlikler de yok değil.

Özgür Gürbüz - Referans / 3 Ağustos 2006

Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nın temeli çevrecilerin tüm itirazlarına rağmen Başbakan Erdoğan tarafından 5 Ağustos'ta atılacak. Türkiye'nin en tartışmalı baraj projelerinden biri olan Hasankeyf'in, finansman sorunu hala belirsizliğini koruyor. Nurol İnşaat'ın liderliğindeki konsorsiyumun İsviçreli ve Alman ortaklarının ihracat kredisi başvuruları sonuçlanmadan temel atılması, hükümetin enerji krizine çözüm bulmak için hidroelektrik kaynaklara ağırlık verdiğinin bir göstergesi. Devlet Su İşleri (DSİ) ve özel sektörün elindeki hidroelektrik projelerin sayısı 578'e ulaştı. Tüm bu projeler bitirilebilirse 23 bin 819 megavatlık (MW) yeni kurulu güç devreye girecek. Bu Türkiye'nin tüm elektrik santrallerinin yarısından daha fazla. Bir başka deyişle 10 Atatürk Barajı'na eşdeğer proje yolda.

Proje sayısının çokluğuna rağmen sektörün geleceğiyle ilgili herkes iyimser değil. Özel sektörün başvurduğu projelerin bazılarının sadece proje haklarını başka firmalara satılarak, kar amaçlı alındığı söyleniyor. Bir başka sorun ise ilk yatırım maliyeti yüksek bu projelere kredi bulmak. Bereket Enerji Proje-Finansman Uzmanı Mustafa Zeybek, özellikle hidroelektrik yatırımlarında belli bir sermaye ve teknik alt yapının şart olduğunu, bu açıdan bakıldığında projelerin hepsinin gerçekleşeceğini söylemek iyimserlik olur diyor. Zeybek, "Yatırımcılar için cazip fırsatlar var. Geldiğimiz nokta mevzuat açısından 5-10 yıl öncesine göre çok daha iyi ancak serbest piyasanın oturması gerekiyor. Tek endişe, özellikle de yabancı yatırımcı için, Danıştay kararları gibi hukuki kararların getirdiği belirsizlik.

Bir başka sorun da Türkiye ile başka ülkeler arasında yapılan ikili anlaşmalar kapsamında kalan projelerin geleceği. DSİ yetkilileri bu projelerin özel sektöre açılarak gerçekleşeceğini düşünüyor ama bunun önünde de hukuki engeller var. Şu ana kadar sadece Kanada ile Türkiye arasında yapılmış olan anlaşma geçtiğimiz günlerde fes edilebildi ve proje kapsamındaki Taşoba (60 MW), Laleli (99 MW) ve Dereköy (105 MW) barajları özel sektörün tekliflerine açıldı. Özel sektör ise özellikle 50 MW altındaki küçük santrallerle ilgili dertli. Bu santraller yenilenebilir enerji kapsamına girdikleri için 7 yıl boyunca alım garantisinden faydalanabiliyor ancak satın alınan elektriğe ne kadar ödeneceği her yıl değişiyor. Rüzgar Enerjisi Santralleri Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Genel Sekreteri Metin Atamer, Yenilenebilir Enerji Kanunu kapsamında kalan hidroelektrik projelerin önündeki en büyük engelin ortalama fiyattaki belirsizlik olduğunu söylüyor. Yasanın yenilenebilir enerji kaynaklarına verdiği destekte baz aldığı ortalama fiyatın doğru hesaplanamadığını belirten Atamer, "Ortalama fiyatı belirleyen büyük hidroelektrik santrallerin gerçek maliyeti belli değil. Çapraz sübvansiyonlar var. Kanunda belirtilen fiyat ne olursa olsun ama mutlaka sabit, değişken olmayan bir fiyat olsun" diyor. Yatırım ortamının geliştirilmesi gerektiğine dikkat çeken Polat Enerji Genel Müdürü Zeki Eriş, "Fiyat ve alım kontratlarındaki belirsizlikden dolayı firmalar çok ciddi özkaynak kullanarak yatırım yapıyor. Diğer ülkelerde yüzde 20 özkaynak kullanılırken Türkiye'de bu oran yüzde 40-45'lerde. Bu büyük risk yüzünden daha az yatırım yapılıyor" yorumunu yapıyor.

Bazı baraj projelerinin başı da çevre sorunlarıyla dertte. Birçok baraj projesine karşı açılmış davalar ve süregelen protestolar var. DSİ yetkilileri özellikle Ilısu gibi büyük barajların kısa zamanda kendilerini amorti ettiklerini ve bölgenin kalkınmasında önemli rol oynadıklarını söylüyor. Karşı çıkanlar ise büyük projelerin inşaat sürelerindeki gecikmelerin maliyeti arttırdığını, çevrelerindeki kültürel ve doğal çevreye geri dönülmez zararlar verdiğinden yakınıyor. Çevrecilerin favorisi yenilenebilir enerji kaynakları ve enerjiyi verimli kullanmak. Ilısu Barajı'na karşı çıkan Doğa Derneği, Ilısu, Kayraktepe, Ermenek, Yusufeli ve Güllübağ ile Dipni Barajı'nı en büyük doğal alan kayıbına uğratacak 5 baraj projesi olarak belirledi. Doğa Derneği bu projelerin telafisi mümkün olmayan sorunlar oluşturmayacak şekilde yeniden planlanmasını aksi takdirde iptal edilmeleri gerektiğini söylüyor.

Tartışmalı Ilısu Barajı projesi
Kamulaştırma bedelleriyle birlikte proje bedeli bir buçuk milyar Euro'yu bulan Ilısu barajı yılda 3,8 milyar kilovatsaat elektrik üretecek. DSİ'ye göre bu üretimin ekonomik değeri yılda 300 milyon dolar ve 6-7 yılda proje kendini geri ödeyecek. Bu süre Keban (1330 MW) için 7, Atatürk Barajı (2400 MW) için 8 olarak gerçekleşti. Ilısu Barajı 1200 MW'lık kurulu gücüyle Türkiye'nin dördüncü büyük barajı olacak. Ilısu Barajı yapılırsa yine planlar arasında olan 240 MW gücündeki Cizre Barajı'da hayata geçirilebilecek. Bölgedeki 300 arkeolojik alandan 83'ü barajdan etkilenecek. DSİ, 52 milyon dolarlık bütçesiyle başta Hasankeyf olmak üzere bu arkeolojik yapıların bazılarını taşımayı planlıyor. DSİ ve çevreciler farklı rakamlar verse de yaklaşık 170 yerleşim bölgesinde yaşayan en az 4o bin kişi kısmen ya da tamamen etkilenecek. Bu da başta Diyarbakır olmak üzere çevre illerdeki göç sorununu daha da büyütecek. İtirazları dinleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi barajın yapımının durdurulması için yapılan başvuruyu da görüşmek üzere kabul etti.

Hidroelektrik enerji santrallerinin (HES) durumu

Durumu --HES sayısı --Kurulu Güç(MW) --Ortalama Yıllık Üretim GWh/yıl)

İşletmede -- 138 -- 12738 -- 46277
İnşa halinde -- 38 -- 3962 -- 9779
İnşaatına -- 540 -- 19857 -- 73857
henüz
başlanmayan

TOPLAM -- 716 -- 36697 -- 129933

Hidroelektriğin payı artıyor
2006 yılının ilk üç ayında elektrik üretimi geçen yıla oranla 2 milyar 887 kilovatsaat arttı. Bu artışın 2 milyar 200 kilovatsaati hidroelektrk santrallerde üretildi.

Doğa Derneği'ne göre en tehlikeli 5 baraj

Ilısu Barajı
Dicle Nehri üzerindeki Ilısu projesi, toplamda yaklaşık 27 bin hektarlık bir alanı su altında bırakacak. Proje tamamlanırsa beş doğal değeri yüksek alanı birden etkileyecek (Bismil Ovası, Dicle Vadisi, Küpeli Dağları, Cizre Silopi Taşkınları ve Eruh Dağları) ve dünyada sadece Eruh Dağları’nda yaşayan Verbascum globiferum isimli canlı türünün yok olmasına neden olacak. Kayraktepe Barajı
Göksu Nehri üzerine yapılmak istenen baraj, Göksu Vadisi’nin 12 bin hektarlık alanını ve Ermenek Vadisi’nin ise 1300 hektarlık alanını su altında bırakacak. Kayraktepe projesi gerçekleştirildiği takdirde, 16 endemik bitki türü ve bir endemik sürüngen türünün de içinde bulunduğu toplam 33 canlı türü tehlike altına girecek. Tüm dünyada sadece bu bölgede bulunan Onobrychis mutensis adlı bitkinin nesli Kayraktepe projesinin gerçekleştirilmesi ile muhtemelen yeryüzünden silinmiş olacak.
Ermenek Barajı
Göksu üzerindeki Ermenek Vadisi’nin 6500 hektarı bu proje ile sular altında kalacak. Tüm dünyada sadece burada yaşayan Verbascum leuconeurum isimli bitki türü barajın su tutmasıyla yok olacak. Barajla birlikte Ermenek bölgesinde yaşayan 123 bitki ve hayvan türü daha nesli tükenme tehlikesiyle karşılaşacak.
Yusufeli ve Güllübağ Barajları
Çoruh Nehri üzerine yapılacak olan baraj, toplam 133 canlı türü için uluslararası öneme sahip olan Çoruh Vadisi’nin 5535 hektarlık bir alanını su altında bırakacak. Çoruh Vadisi’nin içinde bulunan diğer bir proje olan Güllübağ projesi, Çoruh Vadisi’nin yaklaşık 2200 hektarlık bir alanını su altında bırakırken, nesli tehlike altında olan iki endemik bitkinin de (Campanula choruhensis ve Erysimum leptocarpum) yok olmasına neden olacak.
Dipni Barajı
Güneydoğu Toros eşiğinin 4900 hektarı bu proje sonucunda su altında kalacak. Güneydoğu Toros eşiği 32 bitki ve hayvan türü nedeniyle doğal değeri yüksek bir alan.

Avrupa'nın enerji güvenliği Türkiye'den geçiyor

Ukrayna krizinden bu yana rahat uyku uyuyamayan Orta Avrupa ülkeleri, Rus gazına olan bağımlılıklarının enerji güvenliklerini tehdit ettiğini düşünüyor. Gözler, Rusya'ya alternatif olabilecek Hazar ve Kafkasya kaynaklarını Avrupa'ya ulaştırabilecek olan Türkiye üzerinde.

Özgür Gürbüz / Ağustos 2006

Bugün dünyada herkesin en çok konuştuğu konulardan biri olan enerji belki de Orta ve Doğu Avrupa'da bugün tek konuşulan konu. Ukrayna ile Rusya arasında yaşanan doğalgaz krizinden sonra enerji güvenlikleri konusunda adeta panik yaşayan bu ülkeler, kaynak çeşitliliği için gözlerini şimdi Türkiye'ye çevirdi. Avrupa'daki doğalgaz rezervlerinin sınırlı olması, Kafkasya ve Hazar bölgesindeki kaynakları Rusya'nın kontrolü dışında olan bir ülkeden Avrupa'ya ulaştırmada Türkiye'yi öne çıkarıyor.

Türkiye'nin kendisini bir enerji transfer noktası olarak konuşlandırdığını ve Avrupa Birliği'nin (AB) Orta Asya ve Hazar bölgeleriyle arasında bir bağlantı sağlamak istediği düşünüldüğünde herşey yolunda gibi görünüyor. Ancak, Ljublijana Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Borut Grgic, Türkiye'nin son zamanlarda statükonun değişmesinden çok Rusya ile birlikte korunması için çalıştığını söylüyor. "Türkiye, şu andaki koşullara bakıldığında imkansız gibi görünen kendi bağımsız enerji güvenliğini oluşturmayı denemektense, büyük Avrupa'daki enerji birliğine bağlanarak Rusya'ya olan bağımlılığı çözecek kökten bir çözüm için çalışmalı" tezini savunan Grgic, "Eğer Türkiye bunu yaparsa Rusya'yı göğüsleyen ülke olmayacak, bunu AB yapacak" diyor.

Grgic'e göre Türkiye bu adımı atarsa, Türkiye'nin AB üyeliğine çok sıcak bakmayan Doğu Avrupa ülkelerinin güvenini de kazanacak. "Doğu Avrupa'da bir başka enerji krizi olduğunda, emin olabilirsiniz ki gözler Rusya'nın monopolizasyon politikalarına yardım eden ülkelere çevrilecek" diyor. Yine Grgic'e göre, AB'nin stratejik düşünme yeteneği şu anda oldukça düşük. AB, enerji güvenliğini hala enerji kaynaklarıyla ilgili bir sorun olarak düşünüyor ve jeoplotiği, enerji güvenliğiyle ilişkilendiremiyor. Rusya ve ABD ise enerji konusuna tamamen jeopolitik bir sorun olarak yaklaşıyor.

Borut Grgiç, Orta Avrupa'nın Türkiye’nin değerini anlayabilmesi için Türkiye'nin yapabileceği üç şeyin şunlar olduğunu söylüyor: "İlk olarak, Güney Kafkasya ile stratejik diyaloğu geliştirerek, yönetimde teknik bilgiyle(know-how) politik ve ekonomik reformları transfer ederek, AB çerçevesi içinde bölgenin başpehlivanı olmak. İkinci olarak kendi rotasını çözülmemiş sorunların çözümüne yardım etmeye çevirmek ki bu bölgeye yeni bir istikrar getirecek. Ermenistan’la ilişkileri ilerletmek de açıkça bir önkoşul. Ve son olarak Türkiye, Karadeniz ve Güney Kafkasya bölgesinin uluslararası enerji alanı olmasını sağlamalı".

AB’nin gaz bağımlılığını azaltmanın gerçekçi olamdığını düşünen enerji uzmanı, AB içinde halihazırda güçlü olan gaz lobisi yüzünden alternatif enerji kaynaklarına ani bir kayışın da olası olmadığı görüşünde. Grgiç, AB gaz firmalarının çoğunun talebi karşılamak için uzun dönemli kontratlara sahip olmasını bir dezavantaj olarak görüyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının ise AB için en iyi sonucu uzun dönemde vereceğini düşünüyor.


AB'nin enerji bağımlılığı

Petrol
AB'de kullanılan petrolün yüzde 45'i Ortadoğu kaynaklı.
2030 yılında AB petrol tüketiminin yüzde 90' ithal edilecek

Gaz
Avrupa'da kullanılan gazın yüzde 40'ı Rusya, yüzde 30'u Cezayir ve yüzde 25'i Norveç'ten sağlanıyor. 2030 yılında, AB dışından gelen gazın oranı yüzde 80'leri bulacak. Bunun yüzde 60'ı ise Rusya'dan sağlanacak.

Kömür
2030 yılında AB'ye gerekli olan kömürün yüzde 66'sı ithal edilmek zorunda kalacak
Kaynak: AB Komisyonu, Yeşil Belge 2000

Rus enerjisinin, ne olursa olsun, bir politik bedeli var.

Borut Grgic
Ljublijana Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Direktörü


Moskova enerji planlarını saklamıyor, enerjiyi politik bir araç olarak kullanma konusunda bir vicdani kaygısı da yok. Tersine, Avrupa’daki enerji egemenliğine jeostratejik yaklaşım ve politik ajanda işin içinde. Rusya’nın enerji stratejisinin temellerini anlamak için Ukrayna, Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan örneklerine bakmak yeterli.

Orta Avrupa ülkeleri Rusya’nın enerji kaynaklarına daha az bağımlı bir ortam yaratmak istiyor. Bu nedenden ötürü, Schröder-Putin gaz anlaşması, Doğu Avrupa ülkelerinin güvenlik çıkarlarını ve Avrupa’nın ortak enerji stratejisini destekleyen değil tamamen dışlayan bir tokat gibi. Rusya’nın pazar payını düşürmek için AB, korkunç bir şekilde Rusya ve Kuzey Afrika dışında bir arz kaynağı bulmak zorunda. Dikkatler, Karadeniz-Güney Kafkasya koridoruna ve bununla birlikte Hazar bölgesine çekiliyor. AB içinde, bölgeyle ilgili stratejik vizyon ve sistematik yaklaşım eksikliği, bölgesel istikrarsızlığı nasıl yöneteceğini bilen Rusya’ya yarıyor. Rusya’nın Güney Kafkasya’daki stratejisi statükoyu koruma yönünde. Eğer Moskova, Güney Kafkasya’da istediğini yaparsa, Rusya harici ikinci bir gaz koridorunu Avrupa’ya ulaştırma planlarına son nokta koyulacak.

Halbuki Türkiye, son zamanlarda statükonun değişmesinden çok Rusya ile çalışıp, korunması yönünde çalışıyor gibi gözüküyor. Bugünkü statükonun korunması, Rusya’nın enerji stratejisi için yukarıda belirtilen tüm uygulamalarını hayata geçirmesine yardım ediyor ki, bu Orta Avrupa’nın politik bağımsızlığına yönelik tehlikeler içinde yer alıyor. Öyle ki, Ankara’nın Moskova’yla yakınlaşması Avrupa’da kuşkuyla izlenirken, Orta Avrupa’da tasvip edilmiyor.

Türkiye'nin Avrupa'ya gaz taşıma projeleri

Boru Hattı -- Kapasite (milyar m3) -- Durum
Türkiye-Yunanistan* -- 0.75 -- 2006'da bitecek
Türkmenistan-Türkiye-Avrupa -- 14 -- Belirsiz
Azerbaycan-Türkiye (Şahdeniz) -- 6,6 -- İhale aşaması
Irak-Türkiye -- 10 -- Belirsiz
Mısır-Türkiye -- 4 -- 2007'de bitecek
Türkiye-Avusturya (Nabucco) -- ? -- Fizibilite aşaması

*Bu hattın, 2012'de İtalya'ya kadar uzatılıp, 8'i İtalya, 3'ü Yunanistan'a olmak üzere 11 milyar m3 kapasiteye ulaşması hedefleniyor.

Nükleer santralin sökümü 100 yıl sürecek

Tüm dünyada nükleer enerji yeniden tartışılmaya başlanırken santrallerin atıkları ve sökümü hükümetleri korkutuyor. İngiltere'de bu yı sonunda devreden çıkacak Sizewell A reaktörünün söküm işlemlerinin tamamlanması için 100 yıldan fazla bir süre gerekecek.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Mayıs 2006

1980'li yıllardan itibaren nükleer atık ve güvenlik sorunları yüzünden popülaritesini yitiren nükleer enerji, önümüzdeki yıllarda ortaya çıkması beklenen enerji arzı sorunu nedeniyle tekrar tartışılmaya başlandı. Diğer seçeneklere göre ilk yatırım maliyeti çok daha yüksek olan nükleer endüstrinin bugünkü en büyük sorunu söküm maliyetleri ve 250 bin yıl kadar radyoaktif kalan atıklara kalıcı bir çözüm bulunamamış olması. Reuters'in, İngiltere Nükleer Tesisler Müfettişliği'nden aldığı bilgilere göre, İngiltere'de yıl sonunda kapanacak olan Sizewell nükleer santralinin bulunduğu alanın tamamen temizlenmesi 2110 yılını bulacak. 1966 yılında çalışmaya başlayan 420 MW’lık (megavat) iki reaktörden oluşan santralin sadece türbin ve ek binalarının sökümü 2017'yi bulacak.

İngiltere'deki Nükleer Söküm İdaresi'ni (Nuclear Decommissioning Authority) asıl telaşlandıran ise bu değil. İngiltere'de halihazırda 23 nükleer reaktör çalışıyor ve bunların birçoğu yaş haddinden dolayı emekli olmak üzere. İdare'nin yaptığı hesaplara göre tüm bu söküm çalışmalarının tamamlanması için 130,8 milyar dolar gerekli. İngiltere’de yaşlanan reaktörlerinin yerine yenilerinin konulması konusunda karar vermek için bir komisyon görevlendirildi. Geçen hafta yaptığı konuşmayla, komisyon raporunu beklemeden nükleer enerjiye "yeşil ışık" yakmak isteyen Tony Blair ise hem parti içinde hem de kamuoyunda ağır eleştirilere uğradı.

İngiltere’de Tony Blair ve kendi partisi arasındaki bu tartışma kızışırken İspanya’da ise nükleer endüstri, Başbakan Jose Luis Rodriguez Zapatero’nun seçim vaatlerinden biri olan ülkedeki tüm nükleer santrallerin kademeli olarak kapatılması kararını değiştirmesini istiyor. Özellikle rüzgar enerjisinde 10 bin MW’ın üstündeki kurulu gücüyle Almanya’nın ardından gelen İspanya’nın yeni santrallerin inşasına izin vermeyeceği yönünde. Ancak İspanya’nın 8 nükleer santralinin sahibi olan Endesa, Iberdrola ve Union Fenosa firmalarının umudu ise hiç olmazsa şu anda faaliyette bulunan reaktörlerin lisans sürelerinin uzatılması. Geçtiğimiz ay İspanya, 38 yıldır faaliyette olan Zorita nükleer santralini kapatarak toplam reaktör sayısını 8’e düşürmüştü. Zorita’nın kapatılmasıyla dünyada çalışır durumdaki reaktörlerin sayısı da 441’e düştü.

Futbolun onurunu Cumhurbaşkanı Zidane mı kurtardı?

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Temmuz 2006

Fransız taraftarlar, umutsuz başladıkları 2006 Dünya Kupası’nda kendilerini ateşleyen Zidane için Zinedine President (zinedin prezidan okunur) diye bağırıyorlardı. Yani Cumhurbaşkanı! Bizim pek alışık olmadığımız bir slogan bu, bizim memlekette iyi futbolculara daha çok “kral”, kötü oynadıklarında ise “sahtekar” denir. Bu farkı iki ülke arasındaki demokrasi kültürünün yeşil sahalara uzantısı olarak tanımlasam abartmış olur muyum? Yıllarca süren krallık döneminden kanlı bir devrimle demokrasiye geçen ülkede futbol yıldızları “cumhurbaşkanı” olurken kral nedir bilmeyen ülkemizde biz onları taçlandırıyor örneğin “gol kralı” yapıyoruz. Hiç çaktırmasalarda halen bir kralları olan İngiltere’de bile gol kralının İngilizcesi “Leading goal scorer” yani en öndeki golcü olarak geçiyor. Fransızlar ise “en iyi gol atan” demeyi tercih ediyorlar. Herhalde biz neden “gol padişahı” demediysek onlar da o nedenle gol kralı demediler. Monarşiyi yaşayan bilir anlayacağınız.

Peki, hiç bir cumhurbaşkanı kafa atar mı? Bu sorunun yanıtını vermek zor. Bomba atanını, atıp tutanını biliyoruz ama ben kafa atanını henüz görmedim. Belki de politikacılar sinirlerine hakimiyet konusunda futbolculardan daha deneyimliler. Matarazzi’nin de provakasyon konusunda çok iyi bir eğitim aldığına hiç şüphe yok. İtalyanların planları maç boyunca gayet iyi çalıştı. Fransızların yıldızları Vierra, ardından Henry İtalyanların sert futbolu sonucu sakatlanarak oyunu terk etti. İtalyanların, maçın ilk dakikalarında belli ettikleri kıyım planından kurtulan Zidane ise sinirlerine yenildi. “Anneme ve kız kardeşime küfretti” diyor Zidane, “üçüncü de dayanamadım” diye de ekliyor. Zidane’ın bir Gandhi olamadığı kesin ama FIFA’nın tüm centilmenlik hassasiyetine rağmen, rakibine kasti kafa atan bir oyuncuyu turnuvanın en iyi futbolcusu seçmesi de sanırım oldukça anlamlı. Kanımca FIFA bu seçimle üzerinde titrediği “centilmenlik” konusundan bir taviz vermedi. Lekelenen, giderek çirkinleşen futbolun onurunu kurtarmaya çalıştı. Rakibine kafa atan futbolcuya kırmızı kart gösterebilen futbolun, maç içinde edilen küfürlere, ırkçı saldırılara, hakemin görmediği tükürüklere karşı hala bir savunma mekanizması yok. Daha da kötüsü, liginin ve dünya futbolunun en büyük takımlarının şike skandalına karıştığı bir ülkenin şaibeli oyuncularının, şaibeli bir galibiyetiyle aldıkları bir Dünya Kupası var tarihe yazılan. Bu kara lekeyi ne FIFA’nın Zidane’ı turnuvanın en iyi oyuncusu seçmesi, ne de Fransız taraftarların kendisini cumhurbaşkanı ilan etmesi temizleyebilir. Futbol ciddi bir kirlenme yaşıyor ve ciddi bir kriz içinde artık. Çok uzağa bakmaya da gerek yok zaten. İsviçre maçı, yıldız futbolcuların karıştığı şike skandallarıyla Türkiye’de bu kirlenmeden pay alan ülkelerin başında geliyor.

Zidane babasının mükemmel biri olduğunu söylüyor. Şöyle dermiş babası Zidane’a: “Eğer sen herkese saygılı davranırsan herkes de sana saygı gösterir”. Zizou acaba bugün ne düşünüyor? Yaptığı açıklama Matarazzi’nin hakaretlerinin ırkçı nitelik taşıyıp taşımadığını belirtmiyor. Bir İtalyan milletvekilinin Fransız takımını komünist olmakla suçlaması, Marsilya’da Cezayirli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve kariyerini Fransız milli takımının kaptanı olarak tamamlayan bu 34 yaşındaki delikanlıya ne düşündürüyor acaba? Çocukluğundan beri “bir başkası” değil ama “biri” olmak için çabalayan ve Zidane’ı örnek alan onlarca çocuk sizce şimdi daha mı umutlu bakıyor geleceğe? Zidane bunun farkında olmalı ki özellikle çocuklardan özür diledi. Ya Matarazzi, farkında olmadığı kesin ama umrunda mı? Avrupa ve dünyada koloni döneminden kalan alışkanlıklar ve başka ırklara yapılan ikinci sınıf insan muamelesi ne zaman tam olarak sona erecek? Ne zaman “Zinedine President”, “President Zidane” olacak?