Altılı Masa ve Doğa

Yerli kömürün gazlaştırılarak ekonomiye kazandırılması maddesiyle iklim hedefine gölge düşürülmüş. Malum, kömür gaza çevrilince iklim dostu olmuyor.

Özgür Gürbüz-BirGün Pazar / 5 Şubat 2023

Millet İttifakı, Ortak Politikalar Mutabakat Metni ile iktidara gelmeleri halinde hayata geçirecekleri çalışmaları özetledi. 244 sayfalık metin 21 yıldır yaşanan sorunların birçoğuna, özellikle de tek adam iktidarıyla perçinlenen yoksulluk, adaletsizlik ve eşitsizlik temelli meselelere çare olabilecek öneriler içeriyor. Ekoloji başlığı altında toplayabileceğimiz hayvan hakları, enerji, madencilik ve iklim değişikliği gibi konularda, sivil toplum örgütlerince de zaman zaman dillendirilen çözüm önerilerine yer verilmiş. Altılı Masa’nın ilgili konularda çok sayıda kişiyi dinlediği görülüyor. En büyük eksikliği ise sektörel politikalar diye niteledikleri bu alanların birbirlerinden kopuk oluşu. Farklı alanlar arasında bütünlük sağlayabilmek zor bir iş ama özellikle ekoloji alanında başarı isteniyorsa bu şart. Ekolojiyi bir şemsiye politika gibi düşünüp, ekonomi, teknoloji, sanayi ve enerji gibi başlıkları bu şemsiyenin altında değerlendirmek gerekir. Almanya’nın yıllar önce nükleer santralların güvenliğini Enerji Bakanlığı’na değil, Çevre Bakanlığı’na bıraktığını hatırlayalım. İklim, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kurulması ve su yönetimini de kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılması bu bağlamda olumlu bir gelişme. Sanayi, enerji ve ekonomi gibi alanlarsa özerkliklerine devam ediyor.

İKLİM
Altılı Masa’nın ‘hükümet programı’ kabul edilen metne, iklim politikalarını inceleyerek başlayalım. İklim krizine yol açan seragazı emisyonlarını azaltmak ve net sıfır emisyon hedefine 2050’de ulaşmak hedeflenmiş. AKP-MHP hükümetinde bu hedef 2053’tü. İktidardan farklı olarak bu hedef kömür santrallarının kapatılması vaadiyle daha gerçekçi bir zemine taşınmış ancak tarih verilmemiş. İklim yasasının çıkarılması, Çevre Kanunu’nun doğa hakları temelinde yeniden düzenleneceği belirtilmiş. Öte yandan, yerli kömürün gazlaştırılarak ekonomiye kazandırılması maddesiyle iklim hedefine gölge düşürülmüş. Malum, kömür gaza çevrilince iklim dostu olmuyor. Metinde gaz aramalarına, Türkiye’yi petrol ve gaz boru hatları geçen bir ticaret merkezi yapmaya dair çok sayıda vurgu var. Bunların da iklim hedefiyle çelişeceği ortada. Enerji bölümüyle iklim bölümünü adeta ayrı kişiler yazmış. Karbon ticaretinden de iktidara kim gelirse gelsin kaçış yok gibi görünüyor.

Ulaşım politikaları kapsamında yer alan hızlı tren projeleri Türkiye’nin ulaşım kaynaklı seragazı emisyonlarını azaltabilir. İzmir ve Bursa’nın Ankara’ya bağlanması, Güneydoğu ve İç Anadolu’yu birbirine bağlayacak Mersin-Konya ve Mersin-Gaziantep hızlı tren projeleri önemli. Ancak, ulaşım politikalarında iç hatların geliştirilmesi, düşük ücretli havayollarının geliştirilmesi yine bir tutarsızlığın işareti. Ulaşımda karayolundan sonra en büyük emisyon kaynağı havayolu, verilen destek emisyon artışına yol açar.

HAYVAN HAKLARI VE DOĞA
Hayvan haklarının anayasal güvence altına alınacak olması ve özel bir yasa çıkarılması vaadi önemli. Sahipsiz hayvanların tedavisi, kısırlaştırılması ve aşılanması için teşvik verilecek. Keşke ‘petshop’larda hayvan satışını tamamen yasaklayıp, sahipsiz hayvanların sahiplenilmesi de teşvik edilseydi. Yaban hayvanların avlanması konusunda ise “kanunsuz avlanmayla mücadele” çok yeterli bir öneri değil. Avcılığı yasaklamak ülkedeki silah kültürüyle de baş etmenin bir yolu. Ekoloji politikalarının sosyal politikalarla bağı burada da gözden kaçmış. Daha cesaretli adımlara ihtiyaç var.

Cumhurbaşkanı’ndan ormanlık alanların vasfını değiştirme yetkisinin alınması güzel bir hamle olacak. Müştereklerimiz üzerinde tek bir kişinin karar hakkı olması kabul edilebilir değildi. Orman köylülerinin güçlendirilmesi ve yangınlara karşı tedbirler metinde çokça yer alsa da konunun uzmanların eski ve çam ağaçlarını yangınların sorumlusu gibi gösteren yanlış bilgilerden şikayetçi. Yanan orman alanlarına verilen yasaya aykırı izinlerin iptali kulağa hoş gelse de orman alanlarını, imar, maden ve enerji amaçlı kullanımdan koruyacak daha üst düzey bir güvenceye ihtiyaç olduğu ortada. Benzer bir şekilde, kıyılardaki yapılaşmanın önüne geçmek için de iyi niyetten fazlası gerekiyor. Belgede, “kıyılardan herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına engel olan uygulamaları sıkı denetim altına alacağız” denmiş. Kıyılar otellere, turistik tesislere peşkeş çekilemez ve kamuya açık hale getirilir denseydi, kıyıları sahiplenemeyeceğini anlayan birçok projenin getirdiği yapılaşma tehdidi de azalırdı.  

Çevre İhtisas Mahkemeleri’nin kurulması hukukçulardan da destek alan bir öneri, çevre koruma amaçlı davaların kamu davası kabul edilip harçtan muaf tutulması da fayda sağlar çünkü sivil toplum maddi nedenlerle dava açmakta zorlanıyor. Bilirkişi ücretlerinin de bu kapsama alınması ve bilirkişi heyetinin yetkinliğinin artırılması da bu öneriye eklenebilir.

Metinde, Kanal İstanbul gibi rant projelerine değil Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) ve Konya Ovası Projesi (KOP) gibi tarımsal sulama projelerine kaynak aktarılacağı söyleniyor. Türkiye’deki geçmiş sulama projelerini birçoğunun kuruyan göller ve sulak alanlarla ilişkisi var. Sulak alanların korunmasına önem verileceği birkaç kez belirtilmiş olsa da eski bir zihniyetin ürünü olan GAP gibi projelerin nasıl hayata geçirileceği merak konusu. Çıkarılacağı belirtilen ‘Su Kanunu’ yeterli olur mu göreceğiz.

ENERJİ
Enerji başlığında yapılacak ve doğayı etkileyen değişiklikler arasında, tarıma ve ekosisteme zarar veren mevcut hidroelektrik santralların sözleşmelerinin yeniden gözden geçirilme taahhüdü dikkat çekiyor. Yenilenebilir enerjiye desteğin süreceğini ancak teşviklerin gözden geçirileceğini de metinden anlıyoruz. Enerji ihtiyacını karşılayan binalara teşvik verilecek, çatılara kurulacak güneş panelleri için de özel kredi paketleri hazırlanacak. Hepsi yerinde hamleler olur.

Türkiye’nin doğalgazda merkez olmasının, daha çok petrol ve doğalgaz aranmasının ‘çevreci’ nitelemesini hak etmediğini söylemeliyiz. En kötüsü ise yapımı süren ve Türkiye’yi Rusya’ya daha fazla bağımlı kılmakla kalmayıp, ciddi bir maddi yükümlülük altına da sokacak Akkuyu’yla ilgili bir kapatma planının olmaması. Bu yetmezmiş gibi, dünyada örneği olmayan, küçük modüler nükleer reaktörleri kuracağız denmiş. Nükleer lobiye kolunu kaptırmış altı parti var karşımızda. Nükleer, gaz ve kömür gibi kaynakların ucuz ve temiz enerji sağlayamayacağını, enerjide mülkiyetin birkaç büyük şirketin elinde bulunmasının bol sıfırlı faturalara kadar uzanan sorunları çözemeyeceğini görememişler. Enerjinin yerinde ve küçük ölçekli üretimle temin edileceği bu çağda, neredeyse 50-60 yıl öncesine ait politika önerilerini görmek tam bir hayal kırıklığı oldu.

Türkiye’nin elektrik talebinin yaz döneminde klimalarla ayyuka çıktığını biliyoruz. Bu da iklimden doğaya zarar veren enerji üretimi tesislerine kadar uzanan sorunlara yol açıyor. Turizmle ilgili kısımda enerji verimliliği vurgusu, otellerin güneşten elektrik üretme zorunluluğu gibi çözüm önerileri yok. Enerji verimliliği de tüm metin içinde sadece 1 kez geçiyor; yalıtım kelimesi ise hiç geçmiyor. Sınırlandırmadığımız talebi, sınırlı kaynaklarla karşılayamayacağımızı bir kez daha hatırlatmakta fayda var.

SANAYİ ve MADENCİLİK
Doğanın korunmasını en çok zorlayan sanayi ve madencilik alanlarında Altılı Masa’nın önerileri daha çok mevcut sorunları çözmeye odaklanmış; radikal değişiklikler içermiyor. Madencilik faaliyetlerinin tarım, enerji ve çevre politikalarıyla koordinasyon içinde yürütülecek olması yazının başında işaret ettiğimiz eleştiriye bir yanıt kabul edilebilir. Bu maddenin metnin geneline yansıdığını söylemek ise zor. Örneğin, “Demir, altın, bakır, nikel gibi sanayinin ana hammaddesi olan ürünlerin çıkartılması, izabesi gibi konulardaki yatırımları destekleyeceğiz” söylemi, altın gibi büyük oranda ziynet eşyası için yapılan madenciliği aklar nitelikte. Halbuki, siyanürle ayrıştırma yapılan bu madenler sanayinin değil ticaretin ve rantın talebiyle açılıyor, doğaya da büyük zarar veriyor.

Sanayide, ‘yeşil dönüşüm’, ‘çevreci üretim’ ve ‘sürdürülebilirlik’ kelimeleri birçok maddede geçiyor. Madencilikte olduğu gibi olumlu taahhütlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda şimdiden yorum yapmak falcılık olur. Katılım süreçlerinin güçlendirileceğine dair verilen sözler bu taahhütlerden daha önemli ve takip edilmeli. Çevreyi kirleten sanayi tesislerinin kentlerden taşınacağı da belirtilmiş. Başka bir kısımda yer alan arıtma tesislerinin artırılmasıyla ilgili hedefle yeni sanayi tesislerinin kurulması birleştirilirse olumlu sonuçlar alınabilir. Sanayide rotanın hangi teknolojiler ve alanlarda olacağı konusunda ise olumlu kabul edilebilecek kelimelere (geri dönüşümlü ürünler, enerji tasarrufu sağlayan ürünler gibi) yine rastlıyoruz ancak “takip değil sıçrama eksenli bir sanayileşme ve teknoloji politikasını esas alacağız” iddiasının altını, daha fazla nükleer, kömürden gazlaştırma gibi geçmişin teknolojileriyle doldurmak mümkün değil.

Sanayiden en çok zarar görenin doğa ve dolayısıyla yaşamımız olduğunu unutmamalıyız. Sanayi ve ekonomi politikalarını doğa merkezli bir bakış açısıyla belirlediğimizde Türkiye gerçekten de ‘çağ atlayacak’. Bu yüzden endüstriyel üretimi tasarlarken geleceğin doğa dostu yaşam tarzını net bir şekilde belirlemek ve o yaşama uygun üretim süreçlerini en çevreci özelliklerle planlamak gerekiyor.

Nükleerde ortaklaştılar

Özgür Gürbüz-BirGün / 3 Şubat 2023

Altılı Masa’nın “hükümet programı” diye nitelenen “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” açıklandı. Metnin enerji bölümüne baktığımızda serbest piyasa koşullarını iyileştirecek, AKP döneminde kaybolan şeffaflığı ve rekabeti geri getirecek öneriler olduğunu görüyoruz. Kalıcı yaz saati uygulaması ve dağıtım şirketlerine faturalar üzerinden aktarılan bazı kaynakların incelenerek iptal edilecek olması gibi çoğunluğu mutlu edecek işlere de programda yer verilmiş. Enerji alanında kamulaştırma veya Türkiye’nin içinde bulunduğumuz çağa uyumunu sağlayacak radikal bir değişim hareketi ise görünmüyor. Metindeki nükleer enerji kısmı ise buram buram ‘nükleer lobi’ kokuyor.

Akkuyu Nükleer Santralı’nı kapatma konusunda taahhüt veremeyen Altılı Masa, sözleşme detaylarını ve anlaşma dışında verilmiş hakları gözden geçireceğiz diyor. Rusya ile yapılan Uluslararası Anlaşma ortadayken başka bir şey var mı diye bakmak bir oyalama taktiği. Kaldı ki, bu incelemenin amacının santralı çalıştırmama veya kapatma olmadığı da ortada. Çünkü mutabakatta, “daha güvenli ve daha hızlı inşa edilebilir yeni nesil ‘Küçük Modüler Reaktörler’ kuracağız” diyen bir hedef daha var. Yeni nükleer reaktör kurma niyeti olanlar, eskisini kapatmaz.

Öncelikle ‘küçük modüler reaktör’ diye pazarlanmak istenenin yeni bir şey olmadığını, mevcut reaktörlerin küçük kapasiteli olanlarına (300 MW ve altı) nükleer endüstri tarafından verilen bir isim olduğunu belirtelim. Bir çeşit pazarlama kampanyası. Geçmişte Rusya ve ABD’de küçük reaktörler kullanılmış, sorunlar ve maliyetler nedeniyle devamı gelmemişti. Nükleer endüstri maliyetleri düşürmek amacıyla, ölçek ekonomisinden de yararlanma niyetiyle büyük reaktörler yapmaya başlamıştı. Elektrik üretim maliyetleri istenildiği gibi azalmayıp, rüzgar ve güneş gibi kaynaklarla rekabet edemeyince büyük reaktörler de gözden düştü. İşsiz kalma korkusu yaşayan nükleer endüstri, en azından ilk yatırım maliyetini düşürmek amacıyla yeniden bu eski fikri piyasaya sürdü. İklim sosuyla süsledi. Birileri Altılı Masa’yı fena kandırmış olmalı ki mutabakat metnine bile girmiş. Kim acaba?

23 Aralık 2022 tarihinde, Anadolu Ajansı’nın “ABD'li uzman, Türk şirketlerinin modüler nükleer reaktör yapımında avantajlı olduğunu belirtti” başlıklı haberini okuyun. ABD Dışişleri Bakanlığı Nükleer Enerji Kıdemli Danışmanı Justin Friedman’ın, Türkiye’deki inşaat şirketlerini davet eden, ‘ileride bu reaktörleri ihraç edebilirsiniz’e kadar uzanan bol atmasyonlu demeci size fikir verecektir. ABD’den nükleerci bir danışmanın Türkiye’ye tavsiyelerini görünce aklıma 2004 yılındaki bir olay geldi. O tarihlerde Türkiye’nin ilk yenilenebilir enerji yasası Meclis’te bekliyor, rüzgâr ve güneşe alım garantisi verecek bu yasa bir türlü Meclis’ten geçmiyordu. Kulislerde yasayı engelleyenin dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan olduğu konuşuluyordu. 18 Ekim 2004 tarihinde Dünya gazetesindeki bir haberde, kendisini iknaya gelen yenilenebilir enerji sektör temsilcilerine, “BP'ye, Shell'e, Amerikan Enerji Kurumu'na sordum; yenilenebilir enerji gereksiz!” demişti. Babacan, rüzgarı güneşi, petrolcülere ve Amerika’ya sormuştu. Sonuçta yasa ve Türkiye’de yenilenebilir enerjinin gelişmesi gecikti.

Nükleerde topu tek başına Deva Partisi’ne atmayalım ama insan ister istemez ABD kaynaklı benzer bir öğüt verme durumu var mı merak ediyor. Diğer beş liderin “veto” yetkisini kullanmadığını da unutmamak gerek. Hatırlarsanız, İstanbul Sözleşmesi’nin metinde olmaması bir liderin veto etmesiyle açıklandı. Demek ki altı lider de nükleerden memnun, veto etmeye gerek görmemiş!

Küçük nükleer reaktörlerin büyükleri gibi atık sorunu ve kaza riskinden muaf olmadıklarını, yerleşim yerlerine daha yakın kurulmaları planlandığı için de terör saldırısı ve kazalarda daha büyük sorunlara yol açacağını hatırlatalım. Yenilenebilir enerji kaynaklarından ucuz olmaları da mümkün görünmüyor.

Mutabakat metninin enerji bölümündeki diğer vaatler bolca doğalgaz ve petrol içeriyor. Türkiye’yi başta doğalgaz olmak üzere bir merkez haline getirip yeni boru hatları ve arama çalışmaları destekleniyor. Altılı masa da iktidar gibi iklim ve çevre gibi konularını ayrı başlıklar altında ele alıyor. Sorunun kaynağı enerji kullanımı iklim ve doğa ile ilişkisiz gibi davranılıyor. Temel kurgu baştan aşağı yanlış. Kömürden çıkacağız deyip, kömürü gazlaştırmaktan bahsedenler, ikisini de yakınca seragazı emisyonu çıkacağının farkında bile değil. 2050’ye net sıfır hedefi koyup, Türkiye ve tüm komşularına petrol ve doğalgaz boru hattı döşemenin mantığı yok. Dünyanın 2050’ye doğru iklim dostu, karbonsuz bir dünya olacağını düşünüyorsanız neden ana yurdu boru hatlarıyla örüp, doğalgaz ve petrolden para kazanma hayali kuruyorsunuz? 10 yıl kullanıp çöpe atmak için mi?

Kopyalayıp yapıştırmakla, sağdan soldan toplamakla enerji ve çevre politikaları olmuyor. Umarım seçmenlerin tek adam rejiminden kurtulma istekleri bütün bu yanlışları görmezden gelmeye yetecek kadar güçlüdür.

Skuter krizinin ardında da hükümet varmış

Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Ocak 2023

Trafikten bunaldığımız anlarda, taksi bulamadığımızda ve toplu taşıma aracı olmayan kısa mesafelerde “kurtarıcı” diyerek dört elle sarıldığımız elektrikli skuterler nasıl oldu da “istenmeyen alet” ilan edildi?

Türkçe isimleri sevdiğim ve motosiklet türü elektrikli skuterlerle karışmaması için ben “basgit” demeyi tercih ediyorum. Basgitleri ilk kez yurt dışında görmüş, otomobilsiz bir ulaşımın ipuçlarından biri kabul etmiştim. Şimdi her yerdeler. O kadar çoklar ki, kaldırımları işgal ediyorlar, yayalara ayrılmış alanlarda kazalara neden oluyorlar, trafik kurallarını hiçe saydıkları için her yerde her an karşımıza çıkabiliyorlar. Alarmları ve gece yanıp sönen ışıklarıyla gürültü ve ışık kirliliğine bile neden oluyorlar. Sevimli basgitler artık kimileri için bir baş belası.

İstanbul’daki Kadıköy Belediyesi şikayetlere kulaklarını tıkamayıp, gelişigüzel park edilmiş basgitleri toplatmaya başlayınca olay büyüdü, Ataşehir Belediyesi’nden de benzer bir eylemi başlatma sinyali geldi. Basgit firmaları da panikle açıklamalar yapmaya başladı. Martı firmasının Yönetim Kurulu Başkanı, “hatalı park nedeniyle toplatılan basgitlerinin kırılan kilitlerinin milli servet olduğunu bile söyledi. Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, yayaların geçişini engelleyen ve ilçede olması gereken rakamlardan fazla olan basgitleri toplamaları için firmalara ihtarname gönderdiklerini söylüyor. İhtarname işe yaramayınca zabıta devreye giriyor.

Peki, bir ilçede kaç tane basgit olacağını kim belirliyor? Ulaştırma ile Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanan yönetmelikte bu sorunun yanıtı var. Büyükşehirlerde ve belediyelerde, ilçe nüfusunun 200’de biri kadar basgit olabiliyor. Kadıköy’ün nüfusu 485 bin. O halde Kadıköy’de 2425 adet basgit olmalı. Kaç tane var? Belediye bilmiyor. Neden? Çünkü firmalar Elektrikli Skuter Yönetmeliği’ne göre, basgitlerin konum bilgilerini Ulaştırma Otomosyon Sistemi’ne (U-Net) girmek zorunda ancak bu bilgilere sahip olan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, bu verileri ‘gerektiğinde’ ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla paylaşma lüksüne sahip. 14 Nisan 2021’de yayımlanan yönetmelikten sonra belediyelerle bilgi paylaşılmış mı? İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ulaşım Daire Başkanı Utku Cihan “hayır” diyor. Belediyeler şu anda ilçelerinde kaç tane basgit olduğunu ve nerede olduklarını bilmiyor. Ulaştırma Bakanlığı biliyor ama bu verileri belediyelerle paylaşmıyor. Firmalar ile Ulaştırma Bakanlığı arasında bir sır adeta. Belediyeler ilçe sınırlarında izin verilenden daha fazla basgit olup olmadığını kontrol edemiyor. Bu veri o kadar önemli ki, izin verilen sayının üzerine çıkılsa o şirketin izni bile iptal edilebilir.

Süreç şöyle işliyor. Yönetmeliğe göre belirlenen koşulları yerine getiren basgit firmaları Ulaştırma Bakanlığı’ndan yetki alıyor.  Daha sonra da büyükşehirlerde UKOME’nin, diğerlerinde il trafik komsiyonlarının kapısını çalıyor. Daha sonra da işgaliye için ilgili belediyelere harçlarını ödüyorlar. Araç başına, işgal alanına göre alınan bu bedel, bir anlamda basgit firmalarının işaretlediği park edilmeyecek alanlar dışında kalan her yere park izni veriyor. Seyyar işgaliye de denebilir.

Belediyeler sayı konusunda denetim yapamıyor. Utku Cihan, U-Net verileri olsa ters yöne giren araçları bile saptamanın mümkün olduğunu söylüyor. Basgitlere karşı olmadıklarını belirten Cihan, İstanbul’da bir özel araca 1,2 kişi düştüğünü ve bunun da trafik yoğunluğunu artırdığını söylüyor. Basgitleri İstanbul’da ulaşım aracı olarak görmek istediklerini dile getiren Cihan, “Mikro mobilite araçlarını desteklemek istiyoruz ancak kurallar ve kültürün değişmesi gerekiyor. Karbon salımını düşürme anlamında doğru bir politika olduğunu düşünüyoruz” diyor.

Basgitlerle ilgili sorunlara bakınca bunların çoğunun kullanıcıların kurallara uymamasından kaynaklandığını düşünebilirsiniz, eldeki veri yetersizliği de net yorumlar yapmayı zorlaştırıyor. Örneğin, küçük elektrikli motorlarıyla az karbon saldığını düşündüğünüz bu aletler, şarj veya bakım için toplanmaları, imalat süreci gibi aşamaları da hesaba katınca neredeyse benzinli bir motosiklet kadar seragazı emisyonuna neden olabiliyor. Çevreci olmaları da birçok koşula bağlı. Yine de temel sorun kontrolsüzlük veya veri eksikliği değil. İnsanların bu araçları kullanma nedeni, toplu taşıma ile ulaşamayacakları noktalara ulaşabilmeleri, taksi gibi evlerinin önüne kadar gidebilmeleri ve kuralları ihlal ederek belli avantajlar sağlamaları. Kurallara uymamanın getirdiği avantaj nedeniyle tercih edilen bir aracı, kurallara uyar hale getirdiğinizde kullanıcı sayısının düşeceği ortada. Firmaların asıl sorunu da bu. Kalıcı çözüm, alternatif ulaşım araçlarının da kullanabileceği bisiklet yolları gibi seçenekleri çoğaltmak olabilir. O zaman yaya-basgit çatışmasına fırsat vermeden ciddi bir ulaşım seçeneğinden bahsedebiliriz.

Ulusal Enerji Plansızlığı

Özgür Gürbüz-BirGün / 6 Ocak 2023

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yeni yıl hediyesi, 2022 sonunda açıklanan Türkiye Ulusal Enerji Planı oldu. 2020-2035 yılları arasında enerji alanında atılacak adımları özetleyen rapor, birçok dilekten (temenni) oluşan bir mektuba benziyor. Herkes iyi herkes gerekli. Hedeften yoksun politikaları hep eleştirdik. Bu belgede ise onlarca hedef var ama gerçeklikleri ve tutarlılıkları o kadar tartışmalı ki mecburen yine eleştireceğiz.

Planı şöyle özetleyebiliriz. Şimdi neyimiz varsa 2053’te daha çok olacak. Rüzgar, güneş, nükleer fark etmez. Hepsinden daha çok yapacağız. Elbette bu fikir, raporun içinde kendine yer bulmuş enerji yoğunluğunu düşürme hedefleriyle çelişiyor. Enerjiyi daha verimli kullanacağımız varsayılıyor ama talep öyle bir artıyor ki verimlilik ve tasarruf yapılıyor mu belli olmuyor. Enerji yoğunluğu verilerinin 20 yılda gerilediği dile getirilse de 2013 sonrası yerinde saydığından bahsedilmiyor. İlk yıllarda politika değil teknoloji kaynaklı olduğunu düşündüğüm düşüş ile olmayan bir başarı hikayesi yazılmış.

Bakanlığa göre enerji talebi artmaya devam edecek. Türkiye’nin, 2020 yılında 147,2 milyon ton eşdeğeri petrol (TEP) olan birincil enerji tüketimi 2035 yılında 205 milyon TEP’e ulaşıyor. 15 yılda Türkiye’nin enerji talebi üçte bir oranında artıyor. 2020 yılında 306 terevatsaati bulan elektrik tüketimi 2035’te 510 terevatsaat seviyesine çıkıyor. Yılda ortalama yüzde 3,5 artıyor.

Bu talebe can mı dayanır? Dayanmaz. O yüzden talebi karşılamak için yüzlerce santral yapılması planlanıyor. 102 gigavat (GW) düzeyine ulaşan Türkiye’nin elektrik kurulu gücünün 2035’te 190 GW’a ulaşması umuluyor. Güneş enerjisi kurulu gücü beş, rüzgar kurulu gücü ise yaklaşık üç kat artıyor. Hükümete bir nükleer santral yetmiyor, ikincisinin de yapılarak nükleer kurulu gücün 7,2 GW’a çıkarılması planlanıyor. Elektrik depolama ve hidrojen enerjisi gibi artık dünyanın kabul ettiği seçenekler de planlara girmiş. İyi bari diyoruz, biraz seviniyoruz. Kömürde 2030’a kadar 1,7 GW’lık “mütevazi” bir artış öngörülürken, doğalgazda ayak gazdan çekilmemiş, 2035’e kadar 10 GW’lık yeni kapasiteden bahsedilmiş. Mesele kömür ve doğalgazsa, iklim krizi yokmuş gibi çek panpa!

Esprimizi yaptık, ana fikrin daha çok santral yapmak olduğunu da anlattık sanırım. Kömürden, nükleerden vazgeçip güneş ve rüzgara ağırlık verilse, rakamlar daha kabul edilir olacak ama ortada stratejik bir plan yok. Türkiye’yi geleceğe hazırlamak istiyorsanız nükleer ve kömür gibi eski fikrin ürünü santrallarla güneş gibi başka bir geleceğin üretim yöntemini aynı sepete koymamanız gerekir. AKP, iktidarının ilk yıllarında sermaye çekebilmek için enerji sektörünün reklamını yapar, yatırımcılara çağrıda bulunurdu. Özelleştirmelerle birlikte herkes enerji sektörüne girdi. Bugün talebin neredeyse iki katına ulaşan fazla kapasite nedeniyle o pazara davet ettiği her şirketi şimdi teşviklerle ayakta tutmaya çalışıyoruz. Ulusal Enerji Planı o pazarlama stratejisinin devamı gibi duruyor.

Gelelim tutarsızlıklara. Planda, 2053 net sıfır emisyonuna vurgu var. Net sıfır için Türkiye’nin 2053 yılında atmosfere bıraktığı seragazı emisyon miktarının orman gibi yutak alanların tutabildiği miktarı geçmemesi gerek. Türkiye halihazırda emisyonlarının 10’da birini tutacak bir yutak alan kapasitesine sahip. Ormanları çoğaltmak kolay değil. Karbon gömme gibi yöntemler ise hem tartışmalı hem de Ulusal Enerji Planı’nda da belirtildiği gibi ekonomik değil. Net sıfır hedefi olan ülkeler bu yüzden kömür santrallarını, ardından da doğalgaz santrallarını kapatma planıyla işe başlıyor. 

Türkiye ise 2035 yılına kadar doğalgaz ve kömür santralları yapmayı planlıyor. Yapılan kömür santrallarını da teknik ömürleri dolmadan kapatılmayacağı planda açıkça yazılmış. 2053 yılında birincil enerji kaynakları içinde fosil yakıtlarının (kömür, petrol ve gaz) payının da yüzde 20’de kalacağı belirtilmiş. Enerjinin yüzde 20,8’i fosil olacaksa net sıfır olmaz. Net sıfır hedefinin gerçekçi olmadığı artık resmi raporlara da girmiş durumda. Karbon depolama ucuzlarsa net sıfır oluruz diye hedef olmaz. Nükleerli, kömürlü ve doğalgazlı Ulusal Enerji Planı hiç olmamış. Plana net “sıfır” verip, içinde bulunduğumuz çağa uygun yeni bir plan hazırlayın demek lazım.