Türkiye’ye kış gelmeyecek mi

Özgür Gürbüz-BirGün/16 Eylül 2022

Foto: Kwon Junha - Unsplash
Avrupa kışa hazırlanıyor. Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardaki fiyat artışıyla başlayan enerji krizi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle AB için “enerjide dışa bağımlılık” krizine de dönüştü. Doğalgaz gereksiniminin yüzde 83’ünü birlik dışı ülkelerden karşılayan AB, başta Rusya olmak üzere enerjide dışa bağımlılığı azaltmaya çalışıyor.

2020 yılında AB’nin ithal ettiği kömürün yüzde 54’ü, doğalgazın yüzde 43’ü, petrolün ise yüzde 29’u Rusya’dan geliyordu. Bir de Türkiye’deki duruma bakalım. Kömürün yüzde 39’unu, doğalgazın yüzde 44’ünü, petrolün ise yüzde 24’ünü Rusya’dan ithal etmişiz. Rakamlar birbirine çok yakın ancak Avrupa’daki “panik havası” Türkiye’de yok. Halbuki doğalgazda Avrupa’dan daha büyük bir oranda (yüzde 99) dışa bağımlıyız. Petrol ve kömürde de durum çok benzer olmasına rağmen Türkiye’de bir panik havası yok. Ne artan fiyatlara karşı bir tasarruf tedbiri ne de Rusya ile ilişkilerin kırılganlığı konusunda bir şüphemiz var. Rusya’nın da dış etkenler kaynaklı bir sorun yaşamayacağını ve bize gaz, kömür ve petrol göndermeye devam edeceğini varsayıyor olmalıyız. Sizce de bu rahatlık biraz fazla değil mi?

Rusya’nın bize gönderdiği gazı kesmeyeceğini, petrol ve kömür satışına devam edeceğini varsaysak bile bugün Avrupa’nın aldığı tedbirleri alarak dışa ve fosil yakıtlara bağımlılığımızı azaltsak fena mı olur? Hem enerji ithalatının ekonomiye getirdiği yükten bahsediyoruz hem de enerjiyi daha az ve verimli kullanmak için hiçbir şey yapmıyoruz. Hükümet, tedbir alması gereken onlar olduğu halde elektrik ve doğalgaza zam yaparak halkı cezalandırıyor. Kış yaklaşıyor, Türkiye ağustos böceğinin kaderini paylaşabilir.

DOĞALGAZ DEPOLARI YETERSİZ
Bakın Avrupa’daki karıncalar neler yapıyor. Birlikteki doğalgaz depolama tesislerinin doluluk oranı şimdiden yüzde 80’e ulaştı. Türkiye de Silivri ve Tuz Gölü’ndeki depoları doldurdu ancak depolama kapasitemiz çok düşük. Tuz Gölü’nde 1,2 milyar metreküp gaz depolanabiliyor ve günde 28 milyon metreküp gaz şebekeye verilebiliyor. 2021’in Ocak ayında Türkiye’nin günlük gaz tüketimi 288 milyon metreküpü görmüştü.

AVRUPA’DA DESTEK TÜRKİYE’DE ZAM
İtalya, İspanya ve Polonya’da doğalgaz veya elektrikte KDV oranları indirildi. Birleşik Krallık Ekim ayından itibaren enerji faturalarında indirime gidiyor. İspanya, Avusturya ve Almanya toplu taşımayı teşvik eden, ücretsiz veya indirimli kullanım seçenekleri yarattı. Türkiye’de ise doğalgaz 9 ayda yüzde 119 zamlandı. Devletin enerji fiyatlarını düşük tutmak için uzun zamandır desteklediğini (sübvansiyon) biliyoruz. Ancak, paranın bol olduğu zamanda kesilmeyen bu desteklerin insanların yüksek enflasyon, düşük ücret ve işsizlik nedeniyle geçim derdine düştüğü bu günlerde kesilmesi, destek için ayrılabilecek 128 milyar doları aşan maddi kaynakların kötü yönetim nedeniyle eritilmesi anlaşılır gibi değil. Yunanistan hem gaz hem de elektrikte tersini yaptı destekleri artırdı örneğin. Fransa ve Yunanistan toptan elektrik fiyatına sınırlama getirirken Ege’deki komşumuz yıllık ücreti 45 bin avronun altında kalan tüketicilerin ek ödemelerin yüzde 60’ını karşılama kararı aldı.

KLİMALAR 27 DERECEDE
Bir de Türkiye’nin hiç sevmediği enerji tüketimini azaltan önlemler var. İspanya, Ağustos başında aldığı bir dizi kararla, işyerlerinde klimaların 27 derecenin altında, kışın da 19 derecenin üstünde çalışmasını yasakladı. İtalya ve Yunanistan 27 derece kuralını kamuda zorunlu kıldı, Fransızlar klima açıkken cam açana 150 avro ceza kesti. Mağazaların gece 10’dan sonra ışıklarını açması, anıtların ışıklandırılması da yasaklar arasında yer alıyor. Benzer örnekler Avrupa’daki birçok ülkede hayata geçirildi. Elektrik üretimi kapasitesinin tüketimin çok üstünde olduğu Türkiye ise yeni santrallar kurmaya devam ediyor. Bu hatasını da insanları adeta elektrik tüketmeye özendirerek kapatmaya çalışıyor. Yalıtımsız binalar, çatılarda göremediğimiz güneş panelleri, ışıkları hiç sönmeyen reklam tabelaları, ısıtma ve soğutmada sınır derecelerin olmaması Türkiye’yi Avrupa’nın enerjiyi en kötü kullanan ülkelerinden biri yapıyor.

Enerji dönüşümüyle birlikte petrol, kömür, uranyum ve doğalgaz gibi sınırlı kaynaklar açısından zengin olmayan Türkiye gibi ülkeler için bir fırsat belirdi. Enerjiyi daha verimli ve akıllı kullanmayı en başa koyarak yenilenebilir enerji temelli bir dönüşüm artık mümkün. Vazgeçilmez sanılan doğalgazı bile ikame edebilecek ısı pompası gibi çözümler önümüzde duruyor. Bizden daha zengin ülkeler tasarruf tedbirleri alırken, yoksulluğun bizim kadar derin olmadığı ülkelerde halkın artan faturalara karşı desteklendiğini görüyoruz. Türkiye ise kendini fırtınaya doğru kürek çekiyor. Acil önlem almazsak geleceğimizi biz değil fırtınanın şiddeti belirleyecek.   

Türkiye arabulucu olmaya mecbur

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Eylül 2022

Foto: Margarita Marushevska - unsplash.com 
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşta Türkiye iki ülke arasında arabulucu olmaya çalışıyor. Dünyanın Rusya’ya ambargo uygulayanlar ve uygulamayanlar diye adeta iki kutba ayrıldığı dönemde arabuluculuk yapabilecek ülke sayısı fazla değil. Türkiye’nin barışı hedefleyen arabuluculuk çabaları değerli olur ama bu bir istekten çok mecburiyet.

Türkiye’nin Ukrayna ve Rusya ile ilişkileri çelişkilerle dolu. Ukrayna’ya satılan silahlı insansız hava araçları (SİHA) sık sık gündeme geliyor. 27 Haziran’da SİHA’ların üreticisi Baykar firması üç savaş aracını Ukrayna’ya hibe etmiş, yaptıkları açıklamalarda da Ukrayna yanlısı bir duruş sergilemişti. Baykar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’ın da yönetiminde olduğu Bayraktar ailesinin bir şirketi. Türkiye’nin siyasi sistemindeki çarpıklık ve tek adam yönetimi nedeniyle ister istemez bu şirketle Ukrayna arasındaki silah ticareti, Türkiye’nin yönetimiyle ilişkilendiriliyor. Türkiye Ukrayna’nın yanında gibi okunuyor. Rusya rahatsız. Akkuyu’daki manevraların bir ucu SİHA’lara uzanıyor olabilir.

UKRAYNA İLE TİCARET BÜYÜYOR
Ukrayna ile Türkiye arasındaki ticaret de gün geçtikçe değerleniyor. 2021’de Ukrayna’ya ihracatımız 2,9 milyar dolara ulaşmıştı. İthalat ise daha fazla, 4,5 milyar dolar. Rusya’yla ticaret hacmimiz daha büyük, dolayısıyla verdiğimiz dış ticaret açığı da. 2021 yılında Rusya’ya 5,7 milyar dolarlık ürün ihraç ederken 29 milyar dolara yakın ithalat yapmışız. İki ülkeyle yaptığımız ticarette alınan ve satılan ürünler birbirine yakın. Rusya’dan hububat ile petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar ithal ederken, yaş meyve, makina, otomotiv ürünleri satıyoruz. Ukrayna’dan ise demir çelik başta olmak üzere hububat, metal cevheri alıyor, makina, demir ve çelik satıyoruz. Silah satışı ise savaşla birlikte 30 kat artış gösterdi, 2022’nin ilk üç ayında 60 milyon dolar seviyesine çıktı. Kalan üç çeyrekte aynı rakamlar gerçekleşirse 2021 ihracatının yaklaşık 12’de biri kadar silah ihracatı yapılmış olacak.

RUSYA’YA 11 MİLYAR DOLAR ÖDEDİK
Türkiye’nin Rusya ile ticaretinin temelini oluşturan enerji ithalatı işgalden bu yana artmaya devam ediyor; ihracatı ise azalıyor. Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi’ne (CREA) göre Türkiye, AB ve Çin’in ardından 10,7 milyar avroluk fosil yakıt ithalatıyla Rusya ekonomisine destek olan ülkeler sıralamasında en başlarda yer alıyor. Rusya’ya enerjide bağımlılığımız savaş öncesinde vardı ancak Temmuz-Ağustos 2022 ile Şubat-Mart 2022 dönemleri karşılaştırıldığında (mevsimsel farklılıklar göz önüne alınarak) Türkiye’nin ithalatını artıran beş ülkeden biri olduğu görülüyor. Özellikle de petrolde. Hindistan, Çin, BAE, Mısır ve Türkiye’den oluşan beş ülkenin Rusya’dan aldığı petrol miktarını arttırdığı görülüyor. Rusya’nın kömür ithalatı AB’nin yasağıyla yeni bir darbe alıp daha da gerilese de, petrol ve Çin’e yönelen kömür ve LNG satışları, yükselen fiyatların da etkisiyle Rusya’ya hâlâ fosil yakıt kaynaklı gelir getirmeye devam ediyor. Türkiye’nin de bu gelirin oluşmasında payı büyük. Buradan bakınca da Türkiye Rusya’nın yanında gibi okunuyor.

Vazgeçilmesi zor iki ülke arasında kalan Türkiye’nin ilişkileri sürdürme çabası “mecburi arabuluculuk” şeklinde de yorumlanabilir. Türkiye, ne enerjide bağımlı olduğu Rusya’ya sırtını çevirebilecek durumda ne de NATO, AB ve ABD’nin desteklediği, ticari ilişkilerini artırdığı Ukrayna’yla ipleri koparacak güce ve isteğe sahip. Vicdanen ya da etik değerlere göre karar verme yetimiz de dış politikadaki gelgitler ve ülkenin Suriye’den Akdeniz’e içinde bulunduğu karmaşık ilişkiler nedeniyle elimizden alınalı uzun bir zaman oldu.

ENERJİ DEVRİMİ ÇÖZÜMÜN ANAHTARI
20 yıldır sürdürülen yanlış enerji politikaları elimizi kolumuzu bağladı. Petrol, kömür ve doğalgaz gibi hem dışa bağımlı hem de iklim krizini büyüten fosil yakıtlara bağımlı enerji politikası Türkiye’yi bu üç kaynakta da Rusya’ya bağımlı kıldı. Rusya’ya nükleer santral yapma izni vererek bu bağımlılığa elektrik de eklendi. Fosil yakıtlara ve Rusya’ya bağımlılığı azaltmanın tek ilacı enerji tüketimini azaltmak, enerjiyi verimli kullanmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek. Türkiye bunu yapmıyor çünkü enerji devrimi, hükümete yakın enerji şirketleri başta olmak üzere, çıkar ilişkileriyle süslenmiş kara ve hava yollarına esir olmuş taşımacılığı, vergi politikalarını, köprü ve otoyol gelirlerini hatta dönüşüme ayak uydurma kapasitesi tartışılır bürokrasi ve akademiyi bile tehdit ediyor. Rüzgar enerjisine gülen bürokratlar, hidrojen enerjisiyle dalga geçen, elektrik depolanamaz diyen akademisyenler gördü bu gözler. Türkiye’nin enerjide darboğaza sokan sorun artık tamamen politik, önümüzde teknik bir engel yok. Güneş var, rüzgar var, enerji fazlası, tasarruf potansiyeli var. Sorunu çözmek için zaten hepsinden çok “cesarete” ve “doğayı korumayı önceliklendiren bir anlayışa” ihtiyacımız var. Dış politikadan ekonomiye, bağımsızlıktan istihdama tüm sorunların çözümünde enerji devriminin rolü çok önemli.

Bakanlık gemi yoldayken içindeki asbesti merak etti

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Ağustos 2022

Hepimizin aynı gemide olduğu nakaratını hep dinliyorduk ama ekonomi ve güvenlik konularında o gemide delikler açılmış olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ilk kez duyduk. Leonard Cohen’in şarkısında mırıldandığı gibi, “Herkes biliyor geminin su aldığını, herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini”. Aslında herkes biliyordu.

Hepimiz aynı gemide değiliz elbette. Kimisinin gemisi şatafatlı, kimisinin ki ise gemi bile değil, çok tan batmış bir geminin enkazdan kalma bir tahta parçası. Tutunduğumuz tahta parçası da elimizden kayıp gitmek üzere. 21 yıldır bizi yönetenlerin endişesi hiçbir zaman bir tahta parçasına tutunup hayatta kalmaya çalışanlar olmadı. İnsanların boğulması pahasına, şatafatlı gemilerini yüzdürmek için o tahtaları alıp kendi kazanlarına attılar. Hayattaki son umutları ellerinden alınanlar birer birer boğulurken, gemiler bir süre daha dumanlarını tüttürmeye devam etti. Şimdi ise deniz bitti, yakacak tahta kalmadı, parıltılı gemiler de su alıyor artık.

Türkiye’nin tek sorunu keşke iktidarın bahsettiği su alan o gemi olsaydı. Bir de Aliağa’daki gemi söküm tesisine gelen hurdaya çıkarılmış uçak gemisi var. Aliağa ve İzmir’deki çevre örgütleri başta olmak üzere, halkın, çevrenin ve işçilerin sağlığını korumaya çalışanlar aylardır bu konuda hükümeti uyarıyor.

Gemi sökümünün geride ciddi atıklar bıraktığını, işçilerin sağlığını tehdit ettiğini biliyoruz. Söküme gelen gemiler, başta asbest olmak üzere, kurşundan kansere neden olan PCB’lere (poliklorlu bifenliler), kurşunlu boyalardan lambalardaki cıvaya kadar birçok zehirli maddeye ev sahipliği yapıyor. Bu yüzden de söküm işinin üst düzey güvenlik önlemleri alınarak, doğadan yalıtılmış bir şekilde ve denetim altında yapılması şart. Son cümleyi çözüm var diye okuyabilirsiniz ancak aynı cümleyi birçok işletme ne yazık ki “ek maliyet” olarak okuyor. Türkiye’de bir işçinin gereken önlemlerin alınmaması nedeniyle hayatını kaybetmesinin üstünün, cesedinin üzerine kemer takarak, başına bir bere yerleştirilerek kapatılmaya çalışıldığını gördük.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG), 2013-2022 yılları arasında Aliağa’da ölen işçi sayısının 97 olduğunu açıkladı. Sadece bir ay önce gemi sökümü işçisi Yıldırım Kipel, eski bir geminin yakıt tankını keserken üzerine dökülen yakıt nedeniyle Aliağa’da hayatını kaybetmişti. Şimdi Aliağa’ya eski bir uçak gemisi sökülmeye gönderiliyor.

Sao Paulo adlı Brezilya’ya ait uçak gemisi onca yolu aşarak Türkiye’ye gelecek ve sökülecek. Gemide ne kadar asbest olduğu bile tartışmalı bir konu. Bakanlık 9 tondan bahsederken, geminin sökümüne karşı olanlar geminin ikizinde 900 tona yakın asbest olduğuna dikkat çekerek Çevre Bakanlığı’na, Brezilya ve geminin ilk sahibi Fransa’daki resmi kuruluşlara bir mektup gönderdi. Bu mektup üzerine Çevre, İklim ve Şehircilik Bakanlığı gemiyle ilgili yeni bir Tehlikeli Madde Envanteri istedi. Bakanlık, sivil toplum örgütleri bastırınca yoldaki gemideki tehlikeli atık miktarını kontrol etmeyi düşündü. Bu da bir ilerleme sayılır.

Dünyada ömrünü dolduran her beş gemiden dördü Hindistan, Pakistan ve Bangledeş’e söküme gönderiliyor. Bu ülkeleri Türkiye ve Çin izliyor. Dünyada bu işi yapan beş ülke var diyebiliriz ve bu beş ülkenin seçilmesinin de tek bir nedeni. Maliyet! Ucuz işçilik, ucuz faaliyet giderleri. Çevrenin, insanın maruz kaldığı atıkların hesabının sorulmaması. Gemileri üreten zengin ülkeler, gemileri nasıl sökeceklerini de biliyor. Ancak bu kirli işi ucuza yapan birileri oldukça o ülkelerdeki şirketlere havale etmeye devam edecekler. Avrupa’nın çöplerinin Türkiye’ye göndermesinde olduğu gibi. Şirketler de hükümetler onları zorlamadıkça işçi ve çevre sağlığı için gerekenleri yapmayacak. Koşulları iyileştirdiklerinde kârlarının düşeceğini ve gemi sökümünün başka limanlara gideceğini biliyorlar çünkü ettikleri kâr aslında emek ve doğanın sömürüsüne dayanıyor.

Enerji sektöründe kadınlar ayrımcılıktan şikayetçi

Özgür Gürbüz-BirGün / 19 Ağustos 2022

Türkiye’deki kadınların sadece yüzde 28’i istihdam edilirken erkeklerde bu oran yüzde 63’e yaklaşıyor.
Salgın öncesine göre Türkiye’de kadın istihdamı iki puan geriledi. Kadınların işgücüne katılmama nedenlerinin başında ev işleriyle meşgul olmaları geliyor. Erkekler ev işlerini kadınlara yüklüyor, kadınların çalışması zorlaşıyor. Çalışan kadınların da yüzde 80’den fazlası hizmet ve tarım sektöründe görev yapıyor. İnşaat sektöründe neredeyse kadına hiç rastlanmazken sanayide ise kadınları erkeklere göre daha az ücret ve sorumluluk alan işlerde görüyoruz.

Kadınların iş dünyasında erkeklerle eşit koşullara sahip olmadığı ortada, bu duruma itiraz etmeli ve değiştirmeliyiz. Bazı sektörlerde bu eşitsizlik adeta iş koşullarının bir sonucuymuş gibi doğal kabul ediliyor. İnşaat sektöründe kadın olmamasını, kadınların ağır vasıta kullanmamasını normal karşılamamız isteniyor. Kabul edilemez kabullenmeler bunlar. Kadın hizmet ettiği sürece erkekler mutlu. Hizmet ettiği yer ev ya da ofis farketmiyor olmalı ki kadınların en çok istihdam edildiği alan hizmet sektörü. Enerji, inşaat sektörü gibi alanlar ise hâlâ “erkek işi” görülüyor.

Ayrımcılıktan şikayet edenler çoğunlukta
Yenilenebilir Enerji ve Enerji Sektörü Türk Kadınları Grubu’nun (TWRE) hazırladığı Enerji Sektöründe Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre enerji sektöründe çalışanların sadece yüzde 15’i kadın. Veriler tüm ülkeyi yansıtmıyor ancak sektörün en büyük 31 şirketini kapsıyor. Raporun beyaz yakalı kadın çalışanlarla ilgili anketi ise oldukça çarpıcı sonuçlar içeriyor. İyi eğitim almış, yönetici olarak çalışan kadınların bile ciddi bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığını gösteriyor. “Enerji sektöründeki çalışma ortamında cinsiyetin etkisi vardır” önermesine katılanların oranı yüzde 60’dan fazla. Enerji sektöründeki kadınların yüzde 72’si, sahada ve ofiste çalışacak mühendislerin seçiminde de cinsiyetin rol oynadığını düşünüyor. Mühendis de olsanız sahaya çıkıp “erkek işi” yapmanız istenmiyor anlayacağınız.

Kadın yöneticiler azınlıkta
Türkiye, kadın yönetici oranında Avrupa’da son sıralarda yer alıyor. Bulgaristan’da yönetimde kadın oranı yüzde 43’ü bulurken Türkiye’de yüzde 17. TWRE’nin 1600’den fazla üyesi var ancak bunların sadece yüzde 3’ü üst düzey yönetici veya karar verici pozisyonlarda çalışıyor. Kadınlar çalışıyor ama kararları erkekler alıyor. Diploma aynı diploma olsa da bu durum değişmiyor. Erkek ve kadınların aldıkları ücretler arasında farklılık vardır önermesine ise ankete katılan kadınların yüzde 50’ye yakını katılmamış. İlginç bir sonuç, muhtemelen kurumsallaşmış şirketlerde oturmuş ücret politikaları var ve sorun azalmış gibi görünüyor. Kadınların hak ettikleri pozisyonlara gelememesi ise bu olumlu tabloyu haliyle gölgede bırakıyor.

Kadınlar da işyerinde yıldırmadan şikayetçi
Çalışmanın en çarpıcı sonuçlarından biri de işyerinde yıldırma ve psikolojik baskıya (mobbing) maruz kaldığını söyleyen kadınların sayısının çok olması. “Katılıyorum” ve “kesinlikle katılıyorum” diyenlerin oranlarının toplamı yüzde 74. Bu oran oldukça yüksek ancak başka araştırmalar, diğer sektörlerde erkeklerin de “yıldırmadan” benzer seviyelerde şikayetçi olduğunu gösteriyor. İşyerinde astlarımızı bezdirmeye gelince kadın erkek eşitliğini yakalamış gibi görünüyoruz.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) 2019 yılında yayımladığı raporunda yenilenebilir enerji sektöründe çalışan kadın oranının yüzde 32 olduğunu açıklamıştı. Enerji sektörünün yüzde 22 oranına göre daha iyi bir rakam. İklim dostu, daha çevreci kaynaklara yöneldikçe kadın istihdamı artıyor. Türkiye’deki güneş paneli ve rüzgar kanadı üreten fabrikalarda kadın istihdamının kömür santrallarına veya baraj inşaatlarına göre yüksek olduğunu zaten biliyoruz. Güzel ama yukarıdaki raporda da gördüğümüz üzere mesele oranları artırmakla bitmiyor. Erkeklerin “kadınlara uygun iş” tanımı yapmaktan vazgeçmesi de gerekiyor. Muhalefet partileri yaşanan haksızlıkların çözümünde liyakati öne çıkarıyor; haklılar da. Liyakat öne çıkarılmalı ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliği kaynaklı sorunlar göz ardı edilirse liyakat tek başına sorunu çözmez. Adalet yürüyüşünde yola döşenen taşlardan biri eksik kalır.