Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-mun tüm ülkelerin temsilcilerini küresel iklim değişikliğini durdrumak için önlem almaya ve sözden eyleme geçmeye çağırdı. Ban Ki-mun'un çağrısıyla 24 Eylül 2014 tarihinde New York'ta biraraya gelen ülkelerin temsilcileri, küresel iklim değişikliğini durdurmak için neler yapacaklarını BM kürsüsünden duyurdu. Aşağıdaki haritada, ülkelerin New York'taki zirvede verdikleri taahhütleri görebilirsiniz. Merak ettiğiniz ülkenin üzerindeki balona tıklamanız yeterli. (Dil: İngilizce)
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
SİZ kurucuları New York'taki iklim zirvesini değerlendirdi
24 Eylül 2014 tarihli SİZ basın açıklaması:
23 Eylül 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un davetiyle düzenlenen İklim Zirvesi’nde Türkiye’nin görüşlerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıkladı. New York’ta gerçekleşen zirveyi ve Türkiye’nin zirvede yaptığı açıklamayı, Sivil İklim Zirvesi (SİZ) kurucularından Dr. Nuran Talu, Önder Algedik ve Özgür Gürbüz değerlendirdi.
Küresel Denge Derneği Başkanı Dr. Nuran Talu, bir yıl sonra Paris’te yapılacak 21. Taraflar Toplantısı’nda (COP21) Kyoto’nun yerini alacak yeni ve güçlü bir anlaşma çıkması için önümüzde uzun bir yol olduğunu ama umutsuz olmadığımızı söyledi. “New York’ta boş koltuklara konuşan liderler Paris’te insanlığın geleceğini kurtaracak, yasal bağlayıcılığı olan küresel yeni bir anlaşma için siyasi irade iddiasını sergilemekten uzak” diyen Talu, “Bence bu konu artık haklı gerekçelerle sokağa çıkan insanların taleplerine kulak vererek çözülür. Çünkü onlar, iklim siyasetinin gerçekte nasıl yapılacağını yeterince biliyor ve haykırıyor” açıklamasını yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “iklim müzakere sürecinde samimi olmalıyız” sözünü samimi bulmadığını belirten Talu, “Türkiye’deki liderlere, ekosistemin, doğal peyzajın ve ormanların korunmasının iklim değişikliğinin etkilerine uyum kapasitesinin arttıracağını birileri anlatmalı. İstanbul’daki 3. havaalanı için kesilen 2 milyon ağacın iklim değişikliğini körüklediğini artık öğrenmeli ve bu gibi projelerden vazgeçmeliyiz” uyarısını yaptı.
İklim ve Enerji Danışmanı Önder Algedik ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması neticesinde Türkiye’nin pozisyonun bir kez daha anlaşıldığını belirtti. Algedik, “Cumhurbaşkanı’nın sözleri Türkiye seragazı emisyonlarını yüzde 21 oranında azalttı şeklinde yorumlandı. Öncelikle Türkiye’nin, 1990-2012 yılları arasında emisyonlarını azaltmadığını aksine yüzde 133,4 oranında arttırdığını belirtelim. Bahsedilen, artıştan indirimdir. Türkiye, daha da fazla arttırabilirdik ama yüzde 133’te kaldık diyor aslında. Benzer bir sorun karbon yoğunluğunun yarı yarıya azaltıldığı söyleminde de var. Bütün bunların birleştiği mesele ise ülkelerin taahhütlerini ortaya koydukları bir ortamda Türkiye’nin hiçbir emisyon azaltım taahhüdünde bulunmaması, iklim değişikliğini durdurmak için kaynak ayırmaması. Bunlar Zirve’nin amacıyla çelişti. Erdoğan’ın konuşmasının alkışlanmaması da bu çelişkinin sonucuydu” dedi.
Zirve’den gelen olumlu haberleri önemli ama yeterli bulmayan Özgür Gürbüz, “İklim değişikliğiyle mücadele için Fransa gibi ülkelerin mali desteği arttırması, Avrupa Birliği’nin 2030’a kadar seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 40 azaltacağını taahhüt etmesi, ormansızlaştırmanın 2030’a kadar durdurulacağına dair imzalanan deklarasyon, Paris için bir umut ışığı ama yeterli değil” diyor. “Küresel iklim değişikliğinin etkisini, artan ve şiddetlenen iklim olaylarıyla her geçen gün daha fazla görüyoruz, Türkiye’de kuraklık, seller ve fırtınalar her geçen gün şiddetleniyor” diyen Gürbüz, “Böyle bir durumda Türkiye’nin artık ortaya çıkıp ölçülebilir ve mutlak bir azaltım hedefi ortaya koyması gerekir. Bunu sadece gezegen için değil kendi için de yapmak zorunda. Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşma hedef içermiyor, durum belirtiyor. Aynı cümleleri yıllardır duyuyoruz. Cümleler değişmiyor ama Türkiye’de iklim değişiyor, verilen kayıpların sayısı artıyor. Türkiye petrol, doğalgaz ve kömüre bağımlılığını azaltırsa hem ekonomik çıkar elde edecek hem de iklim değişikliğini önleyecek ama bu fırsatı görmemekte direniyoruz” şeklinde konuştu.
BM İklim
Zirvesi’deki yeni taahhütler umut verdi ama Erdoğan’ın konuşması beklentilerden
uzaktı.
Sivil İklim Zirvesi kurucuları, BM İklim
Zirvesi’ni ve Türkiye’nin açıklamasını değerlendirdi.
Küresel Denge Derneği Başkanı Dr. Nuran Talu, bir yıl sonra Paris’te yapılacak 21. Taraflar Toplantısı’nda (COP21) Kyoto’nun yerini alacak yeni ve güçlü bir anlaşma çıkması için önümüzde uzun bir yol olduğunu ama umutsuz olmadığımızı söyledi. “New York’ta boş koltuklara konuşan liderler Paris’te insanlığın geleceğini kurtaracak, yasal bağlayıcılığı olan küresel yeni bir anlaşma için siyasi irade iddiasını sergilemekten uzak” diyen Talu, “Bence bu konu artık haklı gerekçelerle sokağa çıkan insanların taleplerine kulak vererek çözülür. Çünkü onlar, iklim siyasetinin gerçekte nasıl yapılacağını yeterince biliyor ve haykırıyor” açıklamasını yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “iklim müzakere sürecinde samimi olmalıyız” sözünü samimi bulmadığını belirten Talu, “Türkiye’deki liderlere, ekosistemin, doğal peyzajın ve ormanların korunmasının iklim değişikliğinin etkilerine uyum kapasitesinin arttıracağını birileri anlatmalı. İstanbul’daki 3. havaalanı için kesilen 2 milyon ağacın iklim değişikliğini körüklediğini artık öğrenmeli ve bu gibi projelerden vazgeçmeliyiz” uyarısını yaptı.
İklim ve Enerji Danışmanı Önder Algedik ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması neticesinde Türkiye’nin pozisyonun bir kez daha anlaşıldığını belirtti. Algedik, “Cumhurbaşkanı’nın sözleri Türkiye seragazı emisyonlarını yüzde 21 oranında azalttı şeklinde yorumlandı. Öncelikle Türkiye’nin, 1990-2012 yılları arasında emisyonlarını azaltmadığını aksine yüzde 133,4 oranında arttırdığını belirtelim. Bahsedilen, artıştan indirimdir. Türkiye, daha da fazla arttırabilirdik ama yüzde 133’te kaldık diyor aslında. Benzer bir sorun karbon yoğunluğunun yarı yarıya azaltıldığı söyleminde de var. Bütün bunların birleştiği mesele ise ülkelerin taahhütlerini ortaya koydukları bir ortamda Türkiye’nin hiçbir emisyon azaltım taahhüdünde bulunmaması, iklim değişikliğini durdurmak için kaynak ayırmaması. Bunlar Zirve’nin amacıyla çelişti. Erdoğan’ın konuşmasının alkışlanmaması da bu çelişkinin sonucuydu” dedi.
Zirve’den gelen olumlu haberleri önemli ama yeterli bulmayan Özgür Gürbüz, “İklim değişikliğiyle mücadele için Fransa gibi ülkelerin mali desteği arttırması, Avrupa Birliği’nin 2030’a kadar seragazı emisyonlarını 1990’a göre yüzde 40 azaltacağını taahhüt etmesi, ormansızlaştırmanın 2030’a kadar durdurulacağına dair imzalanan deklarasyon, Paris için bir umut ışığı ama yeterli değil” diyor. “Küresel iklim değişikliğinin etkisini, artan ve şiddetlenen iklim olaylarıyla her geçen gün daha fazla görüyoruz, Türkiye’de kuraklık, seller ve fırtınalar her geçen gün şiddetleniyor” diyen Gürbüz, “Böyle bir durumda Türkiye’nin artık ortaya çıkıp ölçülebilir ve mutlak bir azaltım hedefi ortaya koyması gerekir. Bunu sadece gezegen için değil kendi için de yapmak zorunda. Cumhurbaşkanı’nın yaptığı konuşma hedef içermiyor, durum belirtiyor. Aynı cümleleri yıllardır duyuyoruz. Cümleler değişmiyor ama Türkiye’de iklim değişiyor, verilen kayıpların sayısı artıyor. Türkiye petrol, doğalgaz ve kömüre bağımlılığını azaltırsa hem ekonomik çıkar elde edecek hem de iklim değişikliğini önleyecek ama bu fırsatı görmemekte direniyoruz” şeklinde konuştu.
Sivil
İklim Zirvesi: Küresel Denge Derneği ve Tüvik-Der tarafından başlatılan
bir sivil toplum girişimidir. İlk zirve Kasım 2013’de 50’ye yakın örgütün
katılımı ile Ankara’da düzenlemiştir. Daha fazla detay için: www.iklimzirvesi.org
Çevre mücadelesi için öneriler
Soma’da iki
kara var; kömür ve zeytin. Hangisinin ‘kemlik’
hangisinin ‘nimet’ olduğunu
Somalıdan iyi kim bilir? Bu yüzden Soma’nın Yırca köylüleri alanı (kömür) değil
vereni (zeytin) seçti ama dinleyen yok. Zeytinlikler, köylünün rızası olmadan
kamulaştırıldı. Karara itiraz edildi ama mahkeme sonuçlanmadan Kolin Şirketler
Grubu alanı tel örgüyle çevirip, zeytin ağaçlarını köklemeye başladı. Tek çare
dozerlerin önüne yatmaktı, köylüler, çevreciler ve siyasetçiler de onu yaptı. Perşembe’den
beri nöbetteler.
Birkaç gün
önce Fatsa’da altın madenine karşı ayaklanan kadınları jandarma durdurdu.
Mersin’de nükleer santralin elektrik iletim hatlarıyla ilgili bilgilendirme
toplantısında polis ile nükleer karşıtları arasında arbede çıktı. Soma, Fatsa
ve Mersin. Hepsi son bir hafta içinde oldu.
Hopa’dan
Gezi’ye, Hevsel’den Gerze’ye her direniş hareketi güvenlik güçlerini veya
dozerleri karşısında buluyor. Bu karşılaşma artık mücadelenin kaçınılmaz ve
kritik bir aşaması oldu. Yönetenlerin halka danışmadan aldığı kararlar gerilimi
ve sorunların çözümünü engelliyor. Doğa için kayıplar büyük ama kazandıklarımız
da var. Kepçeye karşı bilenen dişler, biber gazına karşı açılan gözler, toprağı
ağacı kurtarabildiği gibi Anadolu’daki halkların makus talihinin kırılmasına da
yardımcı oluyor. Hak aranıyor, efendiye karşı geliniyor.
Havuz
medyasının etkisi azalıyor. Hükümet ve şirketler, Gezi’ye kadar, yarattıkları
çevre sorunları bilinmezse ‘sorun’ da
olmaz diye düşünüyordu. Medya ellerindeydi, yazdırmıyorlardı. İş değişti.
Ellerindeki medya koca gövdeli, sesi kısık bir deve benziyor. Kendilerinden
başka kimseyi etkilemiyor. Ağacını koruyan dedenin bastonuna dozerin kepçesi değdiğinde
çıkan ses, bir isyan çağrısı gibi algılanıyor ve sosyal medya başta, bağımsız
kanallarda yankılanıyor.
Muktedirler
farkında değil ama bu meydan muharebeleri mücadeleyi güçlendiriyor. Şiddet
içermeyen sivil itaatsizlik eylemleri yayılıyor. Yine de mücadelenin/kampanyanın
sadece dozerler ve güvenlik güçlerinin karşısında durarak yapılacağını düşünmek
hata olur. Öncesi ve sonrasında da yapılacak çok iş var ve doğru yapılması gerekiyor.
İşte size birkaç öneri.
Bir kampanyayı
güçlü kılan doğru bilgidir. Abartma, çarpıtma sizi güçsüz kılar. Unutmayın,
karşınızdakiler yalanı doğruymuş gibi yazan medyaya sahip. En ufak hatanızı
büyütmek için pusudalar. Sizin tek güvenceniz ise doğruları söylediğiniz için
yanınızda olan halk. Güven en değerli
hazineniz. Hikâye ve hurafeleri broşür ve sloganlarınızdan uzak tutun.
Konuya hakim
olun. Termik santrale karşıysanız, zararlarını öğrenin. Bilgiyi Wikipedi, Facebook’tan
değil, referans gösterebileceğiniz kaynaklardan edinin. Medyayı süreç boyunca düzenli bilgilendirin.
Kampanyada
konuya odaklanın. Emin olmadığınız detaylar üzerinde spekülasyon yapmak yerine,
herkesin gördüğü tehlikeye vurgu yapın.
Dil sizin her
şeyiniz. ‘Ben’den ‘bize’ geçin. Uzun metinlerden, ağdalı
konuşmalardan kaçının. Kentliyseniz kentli, köylüyseniz köylü gibi konuşun.
Olmadığınız gibi davranmayın.
Sivil
itaatsizlik eylemlerinin dışına çıkmayın. Şiddete başvurmayın ve sürecin
ortasında değil en başından itibaren hukuki yardım alın.
Çözüm
öneriniz, daha iyisi için bir planınız mutlaka olsun. Bu devirde, kötü olsa da
yeninin eskiye karşı bir albenisi var. Değişim istemiyorsanız bile bunun nasıl
cazip ve ‘yeni’ bir fikir olduğunu
iyi anlatın.
Sivil
itaatsizliğimiz mübarek olsun.
Nükleer silahların karşısında tek umut insan
Özgür Gürbüz-BirGün/17 Eylül 2014
Uluslararası Hrant
Dink Ödülü’nün bu yılki sahiplerinden Angie Zelter, hayatı boyunca nükleer
silahlara ve savaşa karşı mücadele etmiş bir eylemci. 100 defadan fazla
tutuklanan Zelter, NATO’nun lav edilmesini ve dünyadaki tüm nükleer silahların
imhasını savunuyor. Gezi eylemlerinde iş makinalarına zarar verilmesi konusunda
ise, “Eğer o makinelerin gerçekten de çok değerli bir şeye zarar vereceğini
düşünüyorsan buna hakkın var” diyor.
Şebnem Korur Fincancı, Rakel Dink ve Angie Zelter. Foto: Berge Arabian |
Angie Zelter: Kamerun’dan yeni dönmüştüm. Orada konuştuğum bir
köylü bana “neden buradasın” diye sormuştu. Ona, “Çünkü yardım etmek istiyorum”
dedim. O da bana, “Eğer yardım etmek istiyorsan İngiltere’ye geri dön ve
İngiltere’nin burada yaptıklarıyla uğraş” dedi. Bir başka deyişle, Kamerun’un
birçok problemi sömürge dönemiyle ilgiliydi. Kamerun’da üç yıl kaldım, beni
değiştirdi. Irkçılığın hâlâ sürdüğünü fark etmemiştim. Britanyalıların çok
uluslu şirketleri aracılığıyla sömürgeci faaliyetlerini sürdürdüğünden haberim
yoktu. İngiltere’ye geri döndüm. Dünyayı daha iyi bir yer yapabilmek için kendi
ülkemde ne yapabilirim diye düşünüyordum.
-Kartopu kampanyası nasıl başladı?
AZ: İngiltere’ye dönünce daha aktif oldum. Soğuk Savaş dönemiydi. En önemli
sorun da nükleer silahlardı. Evimin yakınında ABD’nin nükleer silahlarını
tuttuğu Sculthorpe üssü vardı. Ben de kartopu kampanyasını başlattım.
Kampanyayı basit tutmaya çalıştım. Üssün tel örgülerinden bir parça kesip,
hükümete mektup yazıyorsunuz ve bir sonraki eyleme daha çok kişi bulmaya
çalışıyorsunuz. İlk başta birilerini bulmak çok zordu. Önce kayınvalidemi ikna
ettim. Bir sonrakinde 9 kişi, daha sonra 27 olduk ve ülkedeki tüm üslere
yayıldı. Birkaç yıl önce de ülkedeki son ABD üssü kapandı çünkü insanlar tel
örgüleri kestiler, yüksek güvenlikli alanlara girdiler. ABD’ye çok pahalıya mal
oluyordu ve nükleer silahları koruyamıyorlardı. Sadece Kartopu Kampanyası
sayesinde değil, ülkedeki birçok yerde nükleer silahlara karşı kampanya vardı.
Eğer yeterince ‘sade vatandaş’ hayır derse olmaması için bir neden yok. Bir
başka önemli konu da eylemlerin şiddet içermemesi, açık ve hesap verilebilir
olması. Bence hareketin bir parçası mutlaka açık olmalı. Böylece halkla
tartışmak için bir şans olur. Mahkemeler de bunun için bir fırsat. Yaptığımdan
utanmıyorum, buradayım diyorsun.
-Amerikan üslerinden sonra İngiltere’nin nükleer
silahlarını hedef aldınız.
Trident Pulluk
Demiri Kampanyası’na başlamadan önce hükümete nükleer silahları terk etmesi
için bir yıl süre tanıdık. Bir yıl içinde yapmazsanız biz yapacağız dedik.
Tutuklamak isterlerse diye de isimlerimizi verdik, 100 kişi kadardık. aramızda
daha sonra İngiltere Başpiskoposu da olan Rowan Williams da vardı. İstediklerimizi
yapmayınca eyleme başladık.
-Türkiye’de ana akım medya bankanın camlarının
kırılmasını ağır bir dille eleştirir. Siz bu kampanya sırasında bir savaş
uçağına 2 milyon pounda varan bir hasar verdiniz.
İngiliz
hukukunda daha büyük bir suçu önleyecekseniz sizin suç unsuru taşıyan bir hasar
vermenize izin veren bir vurgu var. Kartopu Kampanyası’nı yaparken kısa süreli,
sık sık hapse giriyordum. Bir tanesinde hakim bana “bir uçağı tahrip etseydin
daha fazla savunma şansın olurdu” dedi. Açıklamadı ama aslında o telleri
kesmekten daha direkt, savaşı önleyebilecek bir eylemden bahsediyordu. 10
kadındık. Altı kadın bizi destekledi, dördümüz ise açık bir şekilde uçağa hasar
vermeye gittik. 10 yıla varan hapis cezası vardı. Jüriye bir video gösterdik ve
sonunda Doğu Timor’lu bir kadın, “Eğer insansanız bu uçakların ihraç edilmesine
izin vermezsiniz” diyordu. Sanırım bu jüriyi ikna etti.
-Gezi’yi düşünürsek. Parkı yok edecek bir dozere
hasar verir miydiniz?
Evet, büyük
bir olasılıkla verirdim. Eğer o makinelerin gerçekten de çok değerli bir şeye
zarar vereceğini düşünüyorsan buna hakkın var. Ancak, öncesinde diğer tüm
seçenekleri denemelisin. Ve bundan etkilenecek, orada yaşayan insanların
seninle aynı fikirde olduklarından emin olmalısın. Aynı zamanda açık olmalı ve
sorumluluğu kabullenmelisin. Anneanne ve dedene bunu neden yaptığını açıklayabilmelisin.
-NATO hakkında ne düşünüyorsunuz?
Genelde
NATO’nun feci bir yapı olduğunu düşünüyorum. Varşova Paktı dağıldığında
NATO’nun da dağılacağı söylenmişti ama tersine genişlediler. Sadece Avrupa’da genişlemediler,
Avrupa dışında da müdahalelerde bulunuyorlar. Özetle, onları bir terör ve suç
çetesi olarak görüyorum. Eğer dünyaya barış getirmek istiyorsan, ki öyle yaptıklarını
söylüyorlar, birilerini toplu katliamla tehdit etmemelisin. Askerle katili
birbirinden ayıran tek şey, askerlerin uluslararası savaş hukukuna bağlı
olmasıdır. Bu da hastaneleri, sivilleri hedef almamak demek. Nükleer silahlar
hedefleri vurma konusunda ne kadar hassas olursa olsun etkilerini hedefle
sınırlama konusunda o kadar hassas değiller. Bu nedenle de yasadışılar. Nükleer
silahlarla kendini savunamazsın, bu bir tehdittir.
-Orta Doğu nükleer silahlanmaya çok yakın. Çözüm?
Batının tavrı
çok ikiyüzlü. Pakistan ve Hindistan’ın da nükleer silah elde etmesini
istemiyorlardı ama sonrasında iki ülkeyle ticarete devam ettiler. Bu dünyanın
geri kalanına ne diyor? Biz yeterince kalabalık veya güçlüysek, cezasız
kalabiliriz. İsrail’i destekleyerek nükleer silahları destekliyorlar. Halbuki
bunu önlemek için nükleer silahsızlanma anlaşması vardı. Böyle giderse bir nükleer
soykırım kaçınılmaz. Durdurmanın tek yolu insanların hükümetlerine nükleer
silah istemediklerini söylemeleri.
-Bir barış eylemcisi olarak Suriye sorununu nasıl
çözerdiniz?
Şiddet şiddeti
önlemez. Sorunları bir anda çözebileceğimizi düşünmekten de vazgeçmeliyiz. Gücü
kötüye kullanma yüzlerce yıldır sürüyor. Suriye krizini bir anda çözemeyiz ama
silah ticaretini durdurmalıyız. Hiçbir ülkenin başka ülkeye müdahalesine izin
vermemeliyiz. Barış ve insan hakları konusunda gerçekten samimiysek Saddam
Hüseyin’e neden silah sattık? Uzun vadeli bakmak lazım çünkü benim ülkem
İngiltere gibi, dünyadaki diğer ülkeleri sömüren ülkeler var. Çok uluslu
şirketlerini kontrol etmiyorlar. Birçok yapısal değişiklik yapmamız gerekiyor.
-Teşekkürler
***
Angie Zelter Kimdir?
1951’de
Londra’da doğan Angie Zelter, 1980’lerde iki kişi ile birlikte başlattığı
Kartopu (Snowball) kampanyasında binlerce kişinin İngiltere’deki ABD askeri
üsleri etrafındaki dikenli telleri kesmesini teşvik etti.
1996’da, Umut Tohumları-Doğu Timor Pulluk Demiri eylemleri kapsamında, soykırım boyutunda sonuçlar yaratacak Doğu Timor bombardımanında kullanılacak BAE Hawk savaş uçağının silahsızlandırılmasında yer aldı. Eylem, yaklaşık 2 milyon pound (7 milyar TL) değerinde maddi zarara yol açtı ve Endonezya’ya ihracatının durdurulmasını sağladı.
1996’da, Umut Tohumları-Doğu Timor Pulluk Demiri eylemleri kapsamında, soykırım boyutunda sonuçlar yaratacak Doğu Timor bombardımanında kullanılacak BAE Hawk savaş uçağının silahsızlandırılmasında yer aldı. Eylem, yaklaşık 2 milyon pound (7 milyar TL) değerinde maddi zarara yol açtı ve Endonezya’ya ihracatının durdurulmasını sağladı.
1997’de, İngiliz Trident nükleer silah sistemini şiddetsiz, açık ve barışçıl bir şekilde etkisiz kılmayı amaçlayan Trident Pulluk Demiri (Trident Ploughshares) kampanyasını başlatan altı aktivistten biri oldu. 1999’da iki kadın eylemciyle birlikte Trident Radar test istasyonu Maytime’a girdi; bilgisayarlara ve elektronik ekipmanlara zarar verdi, makineleri bozdu.
2002’de Uluslararası Kadın Barış Hizmeti-Filistin’i başlattı. WikiLeaks’ten sızan bilgilerin de gösterdiği İsveç ve NATO arasındaki sıkı işbirliğine karşı, İsveç birliklerinin Afganistan’dan çekilmesi için kampanya başlattı. Jeju Adası’ndaki ihtilaflı Jeju-do Deniz Üssü’nün yapımını engellemeyi amaçlayan direnişe katıldığı için Mart 2012’de, Güney Kore’de tutuklandı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)