Özgür Gürbüz-BirGün/15 Haziran 2014
Soma’daki iş cinayetinin üzerinden bir ay geçti. Dört gün
önce Şırnak’ta, yine bir kömür madeninde göçük meydana geldi ve üç işçi daha
hayatını kaybetti. Görülüyor ki Soma’dan sonra maden ocaklarındaki denetim arttırılmamış.
Enerji ve Çalışma bakanlarının ise hâlâ görevde olduğunu hatırlatmaya bile
gerek yok. Halbuki mevcut durumu kontrol etmek için bir süreliğine de olsa tüm
ocaklarda üretimin durdurulması ve gerekli kontrollerin yapılması gerekirdi.
Fukuşima’daki nükleer kazadan sonra Japonya ülkedeki tüm nükleer santralleri
kapattı. Neredeyse üç yıldır ülkede bir tek santral çalışmıyor çünkü denetim,
yeni yasal düzenlemeler sürüyor. İşte bizim hükümetin ‘adaleti’ ve ‘kalkınma’ anlayışı bu kadar. Adaleti madende ölen
işçiyi değil maden sahibini düşünüyor. Kalkınmak için de işçilerin ölmesi
gerekiyor. Bir başka yazımda, AKP’nin ‘büyüme’
adında yeni bir tanrı yarattığını ve bu tanrıyı mutlu etmek için her gün
dereleri, ağaçları, ovaları ve insanları ona kurban ettiğini yazmıştım. Soma
bunun en büyük örneği oldu. Merak ediyorum, bunun putperestlikten ne farkı var?
Enerjide taşlar yerinden oynuyor. Özellikle elektrik
üretiminde bu değişim çok hızlı gerçekleşiyor. Kömür dünyanın elektrik
üretiminde en çok kullandığı kaynak ancak vazgeçilmez değil. Tüm mesele, kömürü
yakarak ürettiğiniz elektriği, başka kaynaktan yakın fiyata ve çevreye daha az
zarar vererek üretebilmek. Almanya bu konuda herkesin merakla izlediği bir ülke
çünkü 2050’ye kadar elektrik üretiminin yüzde 80’inin yenilenebilir enerji
dediğimiz, rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklardan yapmayı hedefliyor.
Fukuşima sonrası aynı anda 8 nükleer reaktörü kapattılar. Kalan dokuz reaktör
de 2022 sonuna kadar kapanacak. Yıllardır temiz enerji bir ülkenin ana elektrik
üretim kaynağı olamaz diyenler yanılıyor ve panik içinde masallar uyduruyorlar.
Nükleerden vazgeçen Almanya’nın kömüre döndüğünü iddia ediyorlar. Heinrich Böll
Vakfı’nın hazırladığı son rapor (The German Coal Conundrum) ise durumun öyle
olmadığını gösteriyor.
ELEKTRİĞİN YÜZDE 24’Ü TEMİZ ENERJİDEN
Almanya’nın elektrik üretimi 625 milyar kilovatsaati
(kWs) geçiyor, Türkiye’nin 2,5 katı. 2003 yılında taşkömüründen 147, linyitten
158 milyar kilovatsaat elektrik üreten Almanya, 2013 yılında aynı kaynaklardan
sırasıyla 124 ve 162 milyar kWs elektrik üretti. Linyit aynı kalırken taşkömürü
kaynaklı elektrik üretimi azaldı. Aynı dönemde doğalgazın payı değişmedi.
Nükleer enerji üretimi ise 165 milyar kWs’ten 97 milyar kWs’e geriledi. Bu
açığı da 10 yılda üretimi üçe katlanan yenilenebilir enerji kaynakları kapattı.
2003’te 46 milyar kWs olan üretim, 2013 sonunda 152 milyar kWs’e çıktı ve
linyit yakan termik santralleri yakaladı. Almanya, üstüne üstlük elektrik
ihracatını da ikiye katladı (33 milyar kWs). Resim ortada. 2013 sonunda
yenilenebilir enerji kaynakları Almanya gibi bir sanayi devinin elektrik
ihtiyacının yüzde 24’ünü karşıladı. Hedef 2025’te yüzde 40-45’i, 2035’de ise
yüzde 55-60’ı tutturmak.
Enerji konusunda plan yaparken, bir başka ülkeyi birebir
kopyalamak mümkün değil. Her ülkenin kendi kaynaklarına, tüketim modeline göre
bir yol çizmesi gerekir. Bir kaynaktan vazgeçip diğerine geçmek zor ama Almanya
örneği gösteriyor ki, kısa zamanda ciddi değişimler mümkün. Bizim gibi enerji
üretim kapasitesini yeni kuran ülkelerde ise bu iş daha kolay. Eskiyi söküp
yerine yenisini yapmayacağız. Yeni yapılanı doğru yapmak yetecek. Enerji yoğun
işletmeleri, ağır sanayisi ve bizden 2,5 kat daha fazla elektrik tüketimine
rağmen Almanya bu değişimi yapabiliyorsa Türkiye’de yapabilir. Bizim sorunumuz,
değişim yerine statükonun ülke yönetimine hakim olması. Ne bir değişim hedefi,
ne de sorunları doğru tanımlayan bir politika mevcut. Göçük altında kalan
madenciler de, sele kapılan kentliler de işte bu statükoyu savunan enerji politikalarının
bir sonucu.