Özgür Gürbüz-BirGün
19 Ocak 2014
İstanbul’da yeşil alan bulmak alışveriş merkezi bulmaktan daha zor. Avrupa Yakası’nda ciddi bir ağaç birlikteliği görmek için kuzeye, Belgrad Ormanı’na ve ilerisine gitmelisiniz. İl sınırlarını zorlamak isterseniz o ayrı. ‘Muhafaza ormanı’ statüsü delinerek bazı alanları ‘tabiat parkı’ ilan edilen Belgrad Ormanı ve civarında yeşil rengin kaybolması da an meselesi. Üçüncü köprü ve geçen Cuma acele kamulaştırma kararı çıkarılan 3. Havalimanı, yan yollar falan derken kalan alanları da talan edecek. Hepsi için detaylı imha planları var. İrade sağlam, hukuk hayal, vicdan kayıp olunca sonuç bu.
Anadolu Yakası’nda ise yeşil görmek için Beykoz’dan Şile’ye uzanan bölgeye gitmelisiniz. İlk karşınıza çıkacak güzellik Beykoz sınırlarındaki Polonezköy olacak. İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki yeni talan harekatı işte tam buradan başlayacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın onayından geçen ‘Koruma Amaçlı İmar Planı’, yapılaşmaya yeşil ışık yakıyor. Karar 24 Ocak tarihine kadar askıda. İtiraz etmek için dört gününüz var. Neden mi itiraz etmelisiniz? Nedeni çok.
İstanbul’un doğal bitki türlerinin tamamı Polonezköy’de bulunur da ondan. Çam, kestane, gürgen, meşe, kayın, defne, dağ muşmulası, ateş dikeni, geyik dikeni…
Belgesellerde görüp imrendiğiniz hayvanların canlısı Polonezköy’de yaşar da ondan. Geyik, karaca, tilki, domuz, sincap, gelincik, atmaca, baykuş ve daha onlarcasının evi orası. Bakanlığın bölgede geyik-karaca ve keklik-sülün üretme istasyonları var. Dahası var ama yazacak yer yok. İşin garibi tüm bu bilgiler İstanbul Valiliği’nin şehrin tanıtımı için hazırladığı internet sitesinde yazıyor.
Plana bencillikten bile itiraz edebilirsiniz çünkü oraya ihtiyacınız var. Kömür kokusundan yanan burunlarınızın çiçek kokuları alması için; isten, egzozdan yanan akciğerlerinizin temizlenmesi için Polonezköy’e muhtaçsınız. İtiraz etmezseniz Polonezköy’e villalar, yüzme havuzları, otoparklar yapılacak. İstanbul’a ait, herkesin faydalandığı ormanların içinde bir “özel” kent daha belirecek. Bugün nüfus 800 kişiyse inşatlardan sonra beşe, ona katlanacak. Yedi metre genişliğindeki yollar 14 metreye çıkarılacak. Otoparklar açılacak, ormana gidiyorum diye yola çıkıp kendinizi yine kentin içinde bulacaksınız. ÇEKÜL (Çevre ve Kültürel Değerleri Koruma Ve Tanıtma Vakfı) imar planına itiraz edilmesi için çağrıda bulundu. İstanbul’da oturanların 24 Ocak’a kadar bir dilekçeyle Beşiktaş’taki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne başvurmaları lazım. Dilekçe örnekleri cekulvakfi.org.tr adresinde var.
Kısa bir süre önce aramızdan ayrılan Mimarlar Odası eski Genel Başkanı ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Oktay Ekinci, el yazısıyla yazdığı raporunda Polonezköy’ün bilinen ve eşi olmayan tarihsel serüveni, buna dayalı benzersiz kültür kimliği ve o kimlikle bütünleşmiş doğal dokusu nedeniyle bir evrensel değer, ortak miras olduğunu söylüyordu. Ekinci’nin vurguladığı kültürel kimlik eşi benzeri olmayan bir öykü. Polonyalı siyasi göçmenlerin Osmanlı’ya sığınıp, yerleştiği Polonezköy’de bugün bile Lehçe konuşanlara rastlamak mümkün. Mahallenin muhtarı Antoni Vilkoşevski. Polonezköy, sadece doğal güzelliklere değil böylesine ilginç bir tarihe de ev sahipliği yapıyor.
Bugünlerde ortalıkta dolaşa yolsuzluk iddialarından biri de Beykoz’la ilgili. Başbakan Erdoğan’ın BİM İcra Kurulu Başkanı Latif Topbaş ile yaptığı görüşmenin ses kayıtları ortaya çıktı. Orada Beykoz’daki orman arazilerinde yapılaşma meselesi konuşuluyor. Açıkçası, bunları yazıp çizmekten hoşlanmıyorum. İddialar, emniyet ve yargıda yaşananlar mide bulandırıyor. Öte yandan, bu iddialar adil ve şeffafça araştırılmadıkça, üstü kapatılmaya çalışıldıkça gerçek olduğuna daha çok inanıyorum. Hükümet belli ki halktaki bu algının farkında değil. Ya da farkında ama başka çaresi yok. Bu da işin bir başka boyutu.
Bu ülkede yıllardır üreterek kazanmak yerine kısa yoldan zengin olmak övüldüğü, öğretildiği için bugün tarlalara arsa, mevkilere de hazine sandığı gözüyle bakıyoruz. Yoldan çıkanın pişman olduğunda dönecek köyü olmaz. Polonezköy’deki mesele de o hesap.
***
Örnek itiraz dilekçesi için lütfen buraya tıklayınız.
Oktay Ekinci'nin Polonezköy raporuna ulaşmak içinse lütfen buraya tıklayınız.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Çimlere Basmayın 13 (17 OCak 2014)
17
Ocak 2014 Cuma günü yayınlanacak Çimlere Basmayın programında neler var?
Merak edenler için kısa bir bilgi notu hazırladık. İşte programımızdan
bazı başlıklar:
* Ağaç kesimine engel olanlara 2 yıl hapis istediler.
* Alakır ve Kamilet vadileri HES kuşatması altında.
* Danimarka rüzgar enerjisinde rekor kırdı.
* Bisiklet severler İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin bu projesini çok sevecek. Bisiklet Kenti İzmir projesiyle 40 kilometrelik sahil şeridi boyunca 29 bisiklet kiralama istasyonu kurulacak. Detayları İZULAŞ Bisiklet İşletme Sorumlusu Erdem Önen ile canlı yayında konuşuyoruz.
* İstanbul'un yeşil alanlarından biri daha yapılaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Polonezköy imara açılıyor. ÇEKÜL Vakfı’ndan Şirin Sıngın Yılmaz canlı yayında itirazlarını dile getiriyor.
* Yolsuzluk dosyaları Beykoz'a uzandı. Yolsuzluğu ve temiz siyaseti konuşuyoruz.
* Yeşil ajanda: Sizlerden gelen çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" türkü ve şarkılar...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr adresinden ya da İstanbul ve çevre illerde 96,6 FM bandından radyolarınız aracılığıyla dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
* Ağaç kesimine engel olanlara 2 yıl hapis istediler.
* Alakır ve Kamilet vadileri HES kuşatması altında.
* Danimarka rüzgar enerjisinde rekor kırdı.
* Bisiklet severler İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin bu projesini çok sevecek. Bisiklet Kenti İzmir projesiyle 40 kilometrelik sahil şeridi boyunca 29 bisiklet kiralama istasyonu kurulacak. Detayları İZULAŞ Bisiklet İşletme Sorumlusu Erdem Önen ile canlı yayında konuşuyoruz.
* İstanbul'un yeşil alanlarından biri daha yapılaşma tehlikesiyle karşı karşıya. Polonezköy imara açılıyor. ÇEKÜL Vakfı’ndan Şirin Sıngın Yılmaz canlı yayında itirazlarını dile getiriyor.
* Yolsuzluk dosyaları Beykoz'a uzandı. Yolsuzluğu ve temiz siyaseti konuşuyoruz.
* Yeşil ajanda: Sizlerden gelen çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" türkü ve şarkılar...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr adresinden ya da İstanbul ve çevre illerde 96,6 FM bandından radyolarınız aracılığıyla dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
Japonya’nın korkusu Erdoğan
Özgür Gürbüz-BirGün/12 Ocak 2014
Türkiye ile Japonya arasında
nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımına dair işbirliği anlaşması Cuma
günü Meclis’te kabul edildi. Şimdi gözler 24 Ocak’ta tatilden dönecek Japonya
meclisinde. Japonya’da medyaya yansıyan haberler halkın kafasının hayli karışık
olduğunu gösteriyor.
Japonların kafasını
karıştıran 2. maddenin 3. paragrafı. Genel Kurul’da son anda bir değişiklik
yapılmadıysa bu paragraf uranyum zenginleştirmeye, kullanılmış nükleer yakıtın yeniden
işlenmesine, plütonyum dönüştürmeye ve bu maddelerin üretimine yarayacak
teknoloji ile maddelerin transferine ‘yeşil ışık’ yakıyor. Türkiye anlaşmaya bu
maddeyi koyarak ithal nükleer macerasını yerlileştirmeye çalışıyor. İyi ama nedir
Türkiye’nin istediği bu teknolojiler?
Bugün dünyadaki yeni
nükleer reaktörlerin hepsi zenginleştirilmiş uranyumla çalışıyor. Doğadaki
uranyumun içinde Uranyum 235 izotopu yüzde 0,7 oranında bulunur. Nükleer
reaktörlerde uranyumun nükleer yakıt olabilmesi için U-235 izotopunun
konsantrasyonu yüzde 5’lere çıkarılır, buna da ‘zenginleştirme’ denir. Amacınız nükleer silah yapmaksa
zenginleştirme işlemini sürdürür, bu oranı yüzde 80-90’lara çıkarırsanız.
Türkiye’nin nükleer
santrale ihtiyacı olmadığı gerçeğini bir kenara bırakırsanız, ilk bakışta
Türkiye’nin uranyum çıkarıp, kendi yakıtını üretmesi mantıklı görünüyor. Ama
aynı nükleer macera gibi ‘yerli yakıt’
da halkı kandırmaktan öte bir amaç taşımıyor. Türkiye’de 9 bin ton civarı
uranyum var. Uranyumu yer altından çıkarmak binlerce ton radyoaktif kayayı
yerinden etmekle mümkün. Dünyanın en pis ve tehlikeli madencilik
faaliyetlerinden biri. Uyuyan radyasyonu uyandırıyorsunuz. Hadi madeni açtınız,
gazlaştırma, zenginleştirme tesisleri kurdunuz. Türkiye’de yeterli uranyum yok.
Bu rezerv, Türkiye’de kurulmak istenen 8 reaktörün birine bile yetmiyor.
Nükleer santral kurarsanız sadece teknoloji değil yakıt açısından da dışa
bağımlılık garanti. Her nükleer reaktör tipinin ayrı yakıt kullandığını unutmamak
lazım. Rusya’nın geliştirdiği reaktör için tasarlanan yakıtı alıp Japon-Fransız
reaktörüne koyamazsınız. Kömür değil ki bu!
Şimdi Japonlar haklı
olarak, “Türkiye’nin elinde yeterli uranyum
yok. Bu uranyumu zenginleştirecek tesisler pahalı, geliştirdikleri bir reaktör yok.
Montajcı olup, yakıt üretseler o yakıtı kime satacakları belli değil. Santrali
Türkiye’ye satınca biz zaten yakıtı da vereceğiz. Nedir bu işin aslı, yoksa…” diye
soruyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız ise makul bir açıklama yapamıyor. “Nükleer yakıt elde etmekle ilgili
endişemiz yok” diyor ama cümleler şöyle: “Bakın zenginleştirme ayrı bir şey. O yakıtı zenginleştirmiş 5 artı 1
ülkeler var. Amerika, Kanada, Rusya gibi ülkeler. O ülkelerin zenginleştirdiği
yakıtın, yakıt fabrikaların kullanılması ve onların elde edilmesiyle alakalı
kurvize toz bir şey. Biz onları kurmak istiyoruz. Bir de bu yakıtların elde
edilmesiyle alakalı Türkiye'den uranyum çıkması halinde bunlarla alakalı bir
şeye girmek istiyoruz, bir işlem olsun istiyoruz”. Bitmedi, bir gazeteci,
“Biz yakıt mı üretmiş olacağız” diye soruyor, Bakan’ın yanıtı ise şöyle: “Bu önemli bir şey. Orada kesinlikle yokuz…” Japonlar bu açıklamanın
yapıldığı günü Ulusal Panik Günü ilan
etseler yeridir. Türkiye bir ‘şey’ yapmak istiyor ama ne ‘şey’ edeceğini bilmiyor. Sakın yapmak
istedikleri o ‘şey’ olmasın diye
konuştuklarına eminim.
Aslında Türkiye
nükleer silah üretmemekle ilgili güvenceleri dünyaya çoktan vermiş bir ülke. 28
Kasım 1979’da onayladığımız Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması
(NPT) en önemli belge. Japonya ile yapılan anlaşmanın 3. maddesi de
işbirliğinin sadece barışçıl, patlayıcı nitelikte olmayan amaçlar için
yürütüleceğini söylüyor. Peki, Japonya Türkiye’ye neden güvenmiyor. İran’la
aynı duruma mı düştük? İran da NPT’ye taraf olmasına rağmen uranyum
zenginleştirmeye başlaması problem olmuştu, neredeyse bir savaşın eşiğine
gelinmişti.
Görünen o ki, NATO,
Dünya Ticaret Örgütü, OECD ve daha onlarca uluslararası kuruluşa üye
Türkiye’nin sözlerine dünya güvenmiyor. Bunun nedeni üzerinde düşünmekte fayda
var. Enerji Bakanı’nın “kem-küm” eden açıklamaları mı, Türkiye’nin ihtiyacı
yokken saçma sapan nükleer maceralara atılma isteği mi yoksa yerli politikacıların
yıllardır nükleer silah masallarıyla santral pazarlama çabaları mı bizi bu
günlere getirdi? Belki de neden Başbakan Erdoğan’dır. Tüm dünyanın kendisine
komplo kurduğunu söyleyen, komşularıyla “sıfır sorun” politikasından “sıfır
elçi” politikasına geçerek gerilimler yaşayan, onları tehdit eden, TIR ve
otobüslerle iç işlerine karışan bir başbakanımız var. Dünyanın güvenini
kaybetmemizde “sağlam irade”nin payı
olmasın sakın?
Cüceler devlere karşı

Parktaki, her bir tarafı kaydıraklarla dolu dev Gulliver maketi, çocukları mutlu etmek için birebir. Başına, karnına tırmanıp, her yere akıllıca yerleştirilmiş kaydıraklardan kendilerini aşağıya bırakan çocuklar çok mutlu. Gulliver’in karnından hatta ayakkabısının içinden bile kaymak mümkün. Çocuklar ya da Gulliver’e göre cüceler, devi alt edişlerini doyasıya kutluyorlar o parkta.

İspanya teknolojiye erken yatırım yaptığı için kendi türbinlerini de üretebiliyor. Dünyanın en büyük 10 türbin üreticisinden biri Gamesa. 1994 yılında rüzgar enerjisine girme kararı alan firma şimdi teknoloji ihraç ediyor. 1994’te “nükleer değil rüzgar” dediğimizde bize “fırıldaktan elektrik mi üreteceksiniz” diye gülen ‘devler’, Türkiye’nin yoluna koca bir taş koydular. O devler hâlâ masa başında aynı oyunu oynuyor ama bu defa durum farklı. Küçük fırıldaklar ve güneş ekip elektrik biçen tepsi büyüklüğünde paneller, bir araya geldiklerinde devleri alt edebiliyor. İspanya, Almanya, Danimarka, İtalya, Portekiz… Devamı da geliyor.
Don Kişot’un memleketinde 23 bin megavatlık
bir rüzgar kurulu gücü var. Türkiye İspanya’dan daha yüksek bir potansiyele
sahip ancak kurulu güç 3 bin megavatın altında. Buna rağmen elektrik üretiminde
rüzgarın payı yüzde 2,5’ları buldu. Pervaneler anlayana göz kırpıyor adeta.
Türkiye’de kurulmak istenen sekiz nükleer reaktörün üreteceği elektriğin çok
daha fazlasını biz üretebiliriz diyor.
Henüz yerli türbin üreticimiz yok çünkü
İspanya’nın yaptığı gibi sektöre net hedeflerle girmedik. İç pazarımızı
yaratmakta geciktik. Ucuz denilen
nükleere rüzgardan daha fazla alım garantisi ödemeyi taahhüt ederek, yerli
türbin üreticilerini değil Rusya ve Japonya’nın nükleer firmalarını desteklemeyi
tercih ettik. Tübitak’ın yerli türbin projesi bir sektör efsanesi oldu.
Aynı hataları şimdi güneş enerjisi için yapıyoruz. Yarın dalga enerjisinde
geride kalacağız, öbür gün hidrojende. Cücelerin kolektif aklı devlerin
iktidarını alaşağı etmedikçe bu hikaye böyle gidecek.

Cücelerin bir araya geldiğinde devleri
nasıl çaresiz bıraktığını Gezi Parkı direnişinde görmedik mi? Devler güçlü,
heybetli ama kötü niyetli olduklarında kaybetmeye mahkumlar. En güzel masallar
en umutsuz anlarda yazılır. Bizimkisi de o hesap. Cüceler tarih yazmak için
2014’ü seçmişler, ayak seslerini hepimiz duyuyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)