Türkiye ile Japonya arasında
nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımına dair işbirliği anlaşması Cuma
günü Meclis’te kabul edildi. Şimdi gözler 24 Ocak’ta tatilden dönecek Japonya
meclisinde. Japonya’da medyaya yansıyan haberler halkın kafasının hayli karışık
olduğunu gösteriyor.
Japonların kafasını
karıştıran 2. maddenin 3. paragrafı. Genel Kurul’da son anda bir değişiklik
yapılmadıysa bu paragraf uranyum zenginleştirmeye, kullanılmış nükleer yakıtın yeniden
işlenmesine, plütonyum dönüştürmeye ve bu maddelerin üretimine yarayacak
teknoloji ile maddelerin transferine ‘yeşil ışık’ yakıyor. Türkiye anlaşmaya bu
maddeyi koyarak ithal nükleer macerasını yerlileştirmeye çalışıyor. İyi ama nedir
Türkiye’nin istediği bu teknolojiler?
Bugün dünyadaki yeni
nükleer reaktörlerin hepsi zenginleştirilmiş uranyumla çalışıyor. Doğadaki
uranyumun içinde Uranyum 235 izotopu yüzde 0,7 oranında bulunur. Nükleer
reaktörlerde uranyumun nükleer yakıt olabilmesi için U-235 izotopunun
konsantrasyonu yüzde 5’lere çıkarılır, buna da ‘zenginleştirme’ denir. Amacınız nükleer silah yapmaksa
zenginleştirme işlemini sürdürür, bu oranı yüzde 80-90’lara çıkarırsanız.
Türkiye’nin nükleer
santrale ihtiyacı olmadığı gerçeğini bir kenara bırakırsanız, ilk bakışta
Türkiye’nin uranyum çıkarıp, kendi yakıtını üretmesi mantıklı görünüyor. Ama
aynı nükleer macera gibi ‘yerli yakıt’
da halkı kandırmaktan öte bir amaç taşımıyor. Türkiye’de 9 bin ton civarı
uranyum var. Uranyumu yer altından çıkarmak binlerce ton radyoaktif kayayı
yerinden etmekle mümkün. Dünyanın en pis ve tehlikeli madencilik
faaliyetlerinden biri. Uyuyan radyasyonu uyandırıyorsunuz. Hadi madeni açtınız,
gazlaştırma, zenginleştirme tesisleri kurdunuz. Türkiye’de yeterli uranyum yok.
Bu rezerv, Türkiye’de kurulmak istenen 8 reaktörün birine bile yetmiyor.
Nükleer santral kurarsanız sadece teknoloji değil yakıt açısından da dışa
bağımlılık garanti. Her nükleer reaktör tipinin ayrı yakıt kullandığını unutmamak
lazım. Rusya’nın geliştirdiği reaktör için tasarlanan yakıtı alıp Japon-Fransız
reaktörüne koyamazsınız. Kömür değil ki bu!
Şimdi Japonlar haklı
olarak, “Türkiye’nin elinde yeterli uranyum
yok. Bu uranyumu zenginleştirecek tesisler pahalı, geliştirdikleri bir reaktör yok.
Montajcı olup, yakıt üretseler o yakıtı kime satacakları belli değil. Santrali
Türkiye’ye satınca biz zaten yakıtı da vereceğiz. Nedir bu işin aslı, yoksa…” diye
soruyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız ise makul bir açıklama yapamıyor. “Nükleer yakıt elde etmekle ilgili
endişemiz yok” diyor ama cümleler şöyle: “Bakın zenginleştirme ayrı bir şey. O yakıtı zenginleştirmiş 5 artı 1
ülkeler var. Amerika, Kanada, Rusya gibi ülkeler. O ülkelerin zenginleştirdiği
yakıtın, yakıt fabrikaların kullanılması ve onların elde edilmesiyle alakalı
kurvize toz bir şey. Biz onları kurmak istiyoruz. Bir de bu yakıtların elde
edilmesiyle alakalı Türkiye'den uranyum çıkması halinde bunlarla alakalı bir
şeye girmek istiyoruz, bir işlem olsun istiyoruz”. Bitmedi, bir gazeteci,
“Biz yakıt mı üretmiş olacağız” diye soruyor, Bakan’ın yanıtı ise şöyle: “Bu önemli bir şey. Orada kesinlikle yokuz…” Japonlar bu açıklamanın
yapıldığı günü Ulusal Panik Günü ilan
etseler yeridir. Türkiye bir ‘şey’ yapmak istiyor ama ne ‘şey’ edeceğini bilmiyor. Sakın yapmak
istedikleri o ‘şey’ olmasın diye
konuştuklarına eminim.
Aslında Türkiye
nükleer silah üretmemekle ilgili güvenceleri dünyaya çoktan vermiş bir ülke. 28
Kasım 1979’da onayladığımız Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması
(NPT) en önemli belge. Japonya ile yapılan anlaşmanın 3. maddesi de
işbirliğinin sadece barışçıl, patlayıcı nitelikte olmayan amaçlar için
yürütüleceğini söylüyor. Peki, Japonya Türkiye’ye neden güvenmiyor. İran’la
aynı duruma mı düştük? İran da NPT’ye taraf olmasına rağmen uranyum
zenginleştirmeye başlaması problem olmuştu, neredeyse bir savaşın eşiğine
gelinmişti.
Görünen o ki, NATO,
Dünya Ticaret Örgütü, OECD ve daha onlarca uluslararası kuruluşa üye
Türkiye’nin sözlerine dünya güvenmiyor. Bunun nedeni üzerinde düşünmekte fayda
var. Enerji Bakanı’nın “kem-küm” eden açıklamaları mı, Türkiye’nin ihtiyacı
yokken saçma sapan nükleer maceralara atılma isteği mi yoksa yerli politikacıların
yıllardır nükleer silah masallarıyla santral pazarlama çabaları mı bizi bu
günlere getirdi? Belki de neden Başbakan Erdoğan’dır. Tüm dünyanın kendisine
komplo kurduğunu söyleyen, komşularıyla “sıfır sorun” politikasından “sıfır
elçi” politikasına geçerek gerilimler yaşayan, onları tehdit eden, TIR ve
otobüslerle iç işlerine karışan bir başbakanımız var. Dünyanın güvenini
kaybetmemizde “sağlam irade”nin payı
olmasın sakın?
1 yorum:
Yuregine saglik hocam...
Yorum Gönder