Özgür Gürbüz-BirGün/24 Şubat 2013
İşe giderken evden kahvaltı yapmadan çıktığımda soluğu yakındaki bir pastanede alıyorum. Her gün aynı sandviçi yemekten sıkılmayanlardanım ama mesele bu değil. Yüzlerce kişi her sabah benim gibi soluğu o pastanede alıyor. Açma, börek, sandviç ve plastik torba alıyorlar. Bir simide bir torba. Bir açmaya bir torba. İki çöreğe iki torba… Plastik torba yiyip, plastik torba içiyorlar sanki. Onlar hamur işi yediklerini sanıyorlar, aslında petrol türevi bir maddeyi mideye indiriyorlar.
Her sabah yüzlerce insanın, aldığı en ufak yiyeceği bile naylon torbanın içine koydurması beni çıldırtıyor. Saydığım tüm bu yiyeceklerin kağıt torbalar içinde sunulduğunu da belirtmeliyim. Kimse nasıl bir suça ortak olduğunun farkında değil. Çözüm kolay. Aldığım sandviçi sırt çantamın içine güzelce yerleştiriyorum, ne kırıntı oluyor ne de leke yapıyor. Bu yöntemi beğenmeyenler, yanlarında ufak bir bez torba taşıyabilir. Her gün bir plastik torba tüketmek yerine bir bez torbayla aynı işi görebilir. Çok mu zor? Hayır, gereksizce kullanılan petrol ürünleri nedeniyle, onlarca canlının hayatına kastetmekten zor olmasa gerek. Bu torbalar atılsa dert, yakılsa dert. Plastiklerin yakılması ve suya temas etmesi kanserojen maddelerin üretilmesine neden oluyor. Sizin ve diğer insanların kansere yakalanma riskini artırmak istemiyorsanız plastik torbalar gibi, benzeri “kullan-at” ürünleri tüketmekten kaçınmalısınız. İşte size altı basit öneri:
Su ve meşrubat içerken cam şişeleri tercih edin.
Alışverişe bez torbanızla gidin.
Ambalajı bol ürünleri almaktan kaçının.
Depozitoyu savunun.
Tüm bunları yaptıktan sonra da elde kalan atıkları mutlaka geri dönüştürün.
Toplu taşımayı kullanın, bisiklete binmeyi veya yürümeyi ihmal etmeyin.
Yukarıdaki altı madde, doğayla uyumlu yaşamak için ilk yapılacaklar listesi gibidir. Tüketim toplumunu değiştirmek için bireysel çabalar tek başına yeterli olmaz ancak tüketmeme konusundaki kararlılığınızı gösterir. Bir çeşit meydan okumadır. Karşı tarafta suçluluk duygusu uyandırır. Üzerlerinde bir “yeşil baskı” kurar. Yeşil devrim de diğerleri gibi gökten zembille inmeyecek; adım adım ilerleyek. Tüketim toplumuna karşı duruşumuzun en iyi göstergesi attığımız nutuklar değil, irademizdir.
KİŞİ BAŞINA YILDA 407 KİLO ÇÖP
İşin politikacıları ilgilendiren bir boyutu daha var. Bir örnekle açıklamaya çalışayım. Türkiye’de belediye sınırları içerisinde oturan her bir kişi yılda 407 kilogram atık üretiyor. Avrupa Birliği’ne (AB) üye 27 ülkenin ortalaması ise 507 kilogram. Bizden daha çok belediye atığı çıkaran ülkeler var. Danimarka’da kişi başına 673, Macaristan’da 413, Portekiz’de ise 514 kilogram belediye atığı üretiliyor. Daha çok atık üretiyorlar ama bu ülkelerin hepsinde atıkların tümü işleniyor, doğaya kontrolsüz biçimde atılmıyor. 27 ülkenin hemen hemen hepsinde durum böyle. Türkiye’de ise kişi başına üretilen 407 kilogram atığın sadece 343 kilogramı işleniyor. Dünya Dostları Derneği’nin “Az Aslında Daha Çok” adlı (Less is More, Friends of the Earth, 2010) raporuna bakılırsa Türkiye’de belediye atıklarında geri dönüşüm yok denecek kadar az. Halbuki kamunun ya da özel sektörün açıkladığı rakamlar geri dönüşüm rakamlarının bu kadar da kötü olmadığını söylüyor. Bunun açıklaması şu olabilir. Kağıt toplayıcısı dediğimiz, ekmeğini çöplerden kazanan insanlar tüm belediye çöplerini ayıklayarak, istatistiklere girecek hiçbir geri dönüşüm malzemesini belediye araçlarına bırakmıyor. Çünkü raporda Türkiye’deki belediye atıklarının geri dönüşüme giden oranının yüzde sıfır olduğu yazılı.
Yine aynı raporda, Türkiye’deki alüminyum kutularının yüzde 75’inin geri dönüştürüldüğü ve bu işin büyük bir kısmının kayıt altına alınmadan yapıldığı yazılı. Bu da tezimi kuvvetlendiriyor ancak bir başka soruna daha işaret ediyor; sigortasız ve güvencesiz çalışan atık işçilerinin durumuna.
ESKİ ELBİSELER AFRİKA’YA
Atık denince akla sadece plastik torbalar, kağıt, cam ve metaller gelmemeli. Geri dönüşüm denince akla sadece bireylerin gelmemesi gerektiği gibi. Eski binaların yıkılmasıyla ortaya çıkan molozların, eski elbiselerin ve otomobil aküleri gibi onlarca ürünün geri dönüştürülmesi gerekiyor . Bu konu belediyeleri, özel sektörü ve hükümetleri de ilgilendiriyor. Londra’daki ünlü Wembley Stadyumu yenilenirken, eski stadyumun molozlarından çıkan alüminyumun yüzde 96’sının geri dönüştürüldüğünü (400 tondan fazla) unutmamak lazım. Bunu bireyler yapamaz. AB’de her yıl 5 milyon 800 bin ton tekstil ürünü çöpe atılıyor ve bunun sadece dörtte biri geri dönüştürülüyor. İşin çok tartışılacak bir sosyal boyutu daha var. Sadece İngiltere’de çöpe atılan her üç tekstil ürününden biri yeniden giyilmek üzere başka ülkelere gönderiliyor. En çok da Afrika’ya.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
En yaşanabilir kent Ankara mı?
Özgür Gürbüz-BirGün/17 Şubat 2013
Sizce Türkiye'nin “en yaşanabilir kenti” hangisi?
İstanbul'da yaşadığım için yedi TOKİ üzerine kurulu bu diyarın en
yaşanabilir kent olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Aklıma Eskişehir,
İzmir, Gaziantep veya Antalya geliyor. Belki de daha küçük bir kent bu ödülü
hak eder. Mesela Çanakkale, Bozcaada, Seferihisar veya Datça.
Kısa adı LivCom olan İngiltere'deki bir kuruluşa
göre Ankara Büyükşehir Belediyesi en yaşanabilir kentler arasında yer alıyor.
Başkan Melih Gökçek'in idaresindeki Ankara'nın “susuz ve ağaçsız” yaşama
gayretlerini takdir etmekle birlikte, bu ödülün itibarı hakkındaki iddialar
ister istemez dikkat çekiyor. Haftalık haber dergisi Bağımsız'dan İrfan
Taştemur'un haberine göre Melih Gökçek bu ödülü para karşılığı satın almış.
Habere göre LivCom bu ödülleri, kentlerin kredi almalarını kolaylaştırmak için
ihtiyaç duyan belediyelere para karşılığı dağıtıyormuş. Gökçek bu haberi,
beklenildiği üzere, pek hoş karşılamadı. Haberi yapanlar hakkında söylemediğini
bırakmamış. Gökçek, jürinin kimlerden oluştuğu konusunda bir bilgi vermese de,
ödülün yapılan sunumlar sonucunda alındığını söyledi. Ankara Büyükşehir
Belediyesi Dubai'nin Al Ain kentinde üç günde dört sunum yapmış ve ödülü
kapmış. Gökçek açıklamasında, “Gerçekten çok ciddi bir gurur tablosu
yaşadık. Özellikle 400 katılımcının devamlı olarak bizim masanın fotoğrafını
çekmesi Ankara olarak Türkiye olarak gerçekten bizlere gurur verdi” demiş.
400 kişinin fotoğrafını çektiği masayı merak ettim, evet.
Hikayenin bir kısmı bu. LivCom'un internet sitesinde kim
olduklarını anlatan en ufak bir bilgiye rastlamadım. Neyse, kentler konusunda
araştırma yapan başka ve daha saygın kuruluşlar var; biz onlara bakalım. Belediye
Başkanları Derneği (The City Mayors Foundation) onlardan
biri. 2012 yılında dünyanın en iyi belediye başkanlarını seçtiler. Seçimi bir
jüri yapmıyor, iki üç günlük bir iş de değil. Haksız rekabeti önlemek için önce
bölge seçimleri yapılıyor. Asya, Avrupa, Kuzey Amerika ve Afrika kentlerinin
belediye başkanları kendi aralarında yarışıyor. Gökçek 2012'de ilk 25'e girmiş ama Asya'dan aday
gösterildiği için Avrupa kentleriyle yarışmak zorunda kalmamış. 2012'de en iyi
10 kent arasına girememiş. Asya kategorisinde beşinci sırada yer almış. Asya'da
birinci sırada Endonezya'dan Surukarta, üçüncü sırada Filipinler'den Angeles
City var.
MODERN SANAT KENTİ ZENGİN ETTİ
2012 seçimlerinin ilk turu ocak ile mayıs ayları arasında
yapılmış. 205 binden fazla kişi/kuruluş 912 belediye başkanını aday göstermiş.
İkinci turda ise 463 bin kişi oy kullanmış. Oy kullananların üçte biri Asya'dan
olmasına rağmen birincilik İspanya'dan Bilbao'ya gitmiş. Bask bölgesinin
başkenti Bilbao Belediye Başkanı Inaki Azkuna'ya ödülü kazandıran ise endüstri
kentini sanat şehrine dönüştüren projesi. Bu projenin merkezinde ise 230
milyon dolar harcandığı için zamanında büyük tepki toplayan Guggenheim
Modern Sanat Müzesi var. Müze açılmadan önce Bilbao'ya 100 bin
ziyaretçi geliyormuş şimdi ise bu sayı 700 bin. Müzenin 1997'den bu yana
Bask Eyaletine getirdiği gelir 3 milyar 100 milyon dolar! Gel de tükür
bakalım böyle sanatın içine! Şimdi düşünme sırası Ankaralılarda. Sanatın içine
tüküren başkanı seçmek yerine, sanattan yana olanını seçselerdi belki bugün daha
zengin bir kentte yaşıyor olacaklardı.
BAŞKAN YEMİNİ
İşin bir başka ilginç yanı ise bu yarışmaya katılan
belediye başkanlarının imzalamak zorunda oldukları etik kurallarla
ilgili. Gökçek'in de imza attığı 11 kuraldan bir tanesi şöyle diyor: “Başkanlar,
ırkları, dinleri, fiziksel engelleri, cinsiyetleri ve cinsel tercihlerinden
ötürü bireylere veya gruplara karşı ayrımcılık uygulayamaz”. Ankara'nın
travestilerine, Alevilerine sormalı ya da birileri Belediye Başkanları
Derneği'ne esaslı bir mektup yazmalı. Etik kurallar gereğince Gökçek'in o
listede hiç olmaması gerekiyordu.
TÜRKİYE'DEN SADECE ALTI
BELEDİYE
Ankara iyi bir örnek olmayabilir ama Türkiye'de dünyaya
ayak uydurmaya çalışan kentler de yok değil. Belediye Başkanları Sözleşmesi'ne
(Covenant of Mayors) imza atarak iklim değişikliğiyle mücadele etme,
sakinlerini daha iyi çevre koşullarında yaşatma sözü veren altı “kahraman”
belediyeyi de unutmamalı. İzmir'den Bornova, Seferihisar ve Karşıyaka,
İstanbul'dan Kadıköy, Balıkesir-Erdek'ten Karşıyaka ve Eskişehir belediyelerini
sırası gelmişken tebrik etmeyi de unutmayalım. Asfalt döşemenin icraat
sayıldığı bu devirde küresel ısınmaya yol açan seragazlarını azaltmayı hem de
hiç bir zorunlulukları yokken taahhüt etmek, o yola girmek kuvvetli bir alkışı
hak ediyor.
Taksim Gezi Parkı Yaşıyor
Koruma Kurulu'nun kararına rağmen Taksim projesi devam ediyor. Taksim'de ağaçlar kesilmesine, yaşamın beton duvarlar arasına hapsedilmesine en baiından beri karşı çıkan ve Taksim Dayanışması adı altında buluşan onlarca kişi ise direnmeye devam ediyor.
Bu defaki buluşma 16 Şubat 2013, Cumartesi 15:00-18:00 saatleri arasında metro çıkışında.
Nükgöm
Özgür Gürbüz-BirGün/10 Şubat 2013
Malumunuz, hükümetimiz Mersin'de
nükleer santral kurulması için çabalıyor. Daha doğrusu, işi
Rusya'ya havale etti, onlar çabalıyor bizimkiler de nükleer iyidir
masalları anlatıp kamuoyunu yanıltıyor, pardon, bilgilendiriyor.
Atom santrali yaparak muasır medeniyetler seviyesine çıkacağımız
masalı da en çok başvurulan bilgilendirme yöntemlerinden. Toprağı
bol olsun, eski bir nükleerci hocamız, “Nükleer santraller
halkın kültür seviyesini yükseltir” bile demişti. Zaman
kendisini haklı çıkardı. Nitekim, nükleer enerji alanındaki
yoğun çaba ve isteğimiz bu yönde sonuç verdi. Nükleer
santrallerin çalışmaya başladığı 1954 yılından bu yana tüm
dünyada kimsenin çözemediği nükleer atık sorununu, hükümetimiz
üstün gayretleri ve “el çabukluğu-marifet tekniğiyle”
beş yıl içinde çözdü. Bu ileri düzeydeki tekniğin adı kısaca
“nükgöm” olarak adlandırıldı. Uzun ismi ise “nükleer
atıkları bulduğun yere göm”.
Tekniğin uygulanmasında atalarımızın kullandığı araç ve
gereçlerin, kazma ve küreğin kullanılması ise bu yeni buluşu
daha da önemli ve yüzde 100 yerli yapıyor. Biliyorsunuz, biz
otomobilden buzdolabına her şeyin ecnebisini, konuşmaya gelince
ise her bir şeyin yerlisini severiz.
Nükleer atıkların bertaraf edilmesi
işlemi nükgöm ilk kez İzmir Gaziemir'de uygulandı. 16
Nisan 2007'de varlığından haberdar olunan nükleer atıkların
üzerine 10 bin 200 ton toprak döküldü. TOKİ inşaatında yeni
kapı yapılsa açmaya giden bakanlarımız nedense gömme töreninde
yoktular. Kurdele kesilmedi, besmele çekilmedi. Önemli olan netice
tabi, böylece nükleer atık sorunu da halloldu. Allah vatana
millete başka dert vermesin.
Hatırlatalım. Nükleer atıklar,
İzmir’in Gaziemir ilçesindeki Aslan Avcı Döküm Sanayi ve
Ticaret A.Ş.’ne ait kurşun döküm fabrikasından İZAYDAŞ'a
gönderilen üç kamyon cürufun birinde radyasyon tespit edilmesiyle
ortaya çıkmıştı. Hemen ardından, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu
(TAEK) olaya el koydu ve fabrikada incelemeler yaptı. TAEK'in ara
ara gittiği fabrikadan 16 Nisan 2007 ile 24 Ekim 2008 tarihleri
arasında 247 ton radyoaktif cüruf çıkarıldı. Bu atıklar
Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi'ne gönderildi. Söz konusu
radyoaktif madde Europium-152. 135 yıl radyoaktif kalıyor,
doğadan insandan uzak tutulması gerekiyor. Çekmece'deki tesislerde
yer kalmamış olacak ki TAEK 24 Ekim 2008 tarihinden sonra atık
taşımaktan vazgeçti. Gaziemir'deki nükleer atıklar bir anlamda
kaderine terk edildi. Fabrika'nın Torbalı'ya taşınmasıyla da
atıklar fabrika arazisinde başıboş bırakıldı. Çit çekiliyor,
tabelalar asılıyor ama bir süre sonra orası çocukların oyun
alanı oluyor.
2012 yılında Radikal gazetesinden
Serkan Ocak konuyu yeniden gündeme taşıyana kadar kimse bir şey
yapmıyor. Sonra ise mucizevi çözüm “nükgöm” hayata
geçiriliyor. Kalan atıkların üstüne tonlarca toprak atılıyor
ve doğadan yalıtılması gereken nükleer atıklar kaderine terk
ediliyor. Aslında Gaziemir'de “resmi” bir nükleer atık
deposunun temelleri atılıyor. Yarın ülkenin başka bir yerinde
nükleer atık bulunursa ilk adres Gaziemir olabilir. O yüzden de
İzmirliler ne yapıp edip, o atıkları geldiği yere göndermek
zorunda. Söylemedi demeyin.
Europium-152, nükleer santraller
çalışmaya başlayınca çıkacak nükleer atıkların yanında
devede kulak kalır. Bu daha hiçbir şey değil. Nükleer santralden
çıkacak atıkları ne yapacaksınız diye sorduğumuzda, “atacağız,
satacağız” diyenlerin ne gibi cin fikirlerinin olduğunu
artık herkes gördü. Uygun bir yere gömüp, arakalarına bile
bakmadan kaçacaklar. 240 bin yıl radyoaktif kalacak atıkları
umarım biraz daha derine gömerler. İşte size nükleer enerjiye
geçmeye çalışan Türkiye'nin acı gerçeği.
ELEKTRİĞİN YÜZDE 27'Sİ
RÜZGARDAN
Enerji Bakanlığı nükleerle yatıp
nükleerle kalka dursun, Avrupa'da her geçen gün yeni rüzgar
santralleri kuruluyor. 2012 yılında 12 bin 416
megavat gücünde yeni rüzgar türbini elektrik üretmeye
başladı. Avrupa'daki toplam rüzgar gücü 110 bin megavata
yaklaştı. Bunun 2 bin 312 megavatı Türkiye'de kurulu. 2012'de
Türkiye'nin inşa ettiği santrallerin kurulu gücü 506 megavat.
Almanya'da 2 bin 440, İngiltere'de bin 897, İspanya ve İtalya'da
da bin 200 megavat civarında yeni rüzgar kurulu gücü devreye
girdi.
Avrupa Birliği'nde (AB) tüketilen
elektriğin yüzde 7'si rüzgardan sağlanıyor. Danimarka'da bu
oran yüzde 27, Portekiz'de yüzde 17, İspanya'da yüzde 16,
İrlanda'da yüzde 13 ve Almanya'da yüzde 11. Yukarıda
saydığımız ülkelerden daha iyi potansiyele sahip Türkiye'de ise
elektriğin yüzde
2,3'ü rüzgardan elde ediliyor. AB'ye
üye 27 ülkede yenilenebilir enerji yatırımlarında başı yüzde
54'lük payla güneş çekiyor. Yüzde 37'lik payla onu rüzgar
izliyor. Yukarıdaki grafiktede görüldüğü gibi tüm enerji
kaynaklarında da yine güneş önde. Bizde ise güneş enerjisi hâlâ
bürokratik engelleri aşmayı bekliyor. Klasik olacak ama şöyle
bitirelim: Güneş balçıkla sıvanmaz, radyoaktif atık yok olmaz!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)